Machiavelli Carl Schmitt ve Siyasal İktidar



Yüklə 0,92 Mb.
səhifə1/9
tarix29.07.2018
ölçüsü0,92 Mb.
#62578
  1   2   3   4   5   6   7   8   9

Machiavelli -

Carl Schmitt

ve

Siyasal İktidar

Sıtkı KARACA




Damla Derneği Yayınları-6 © 2013

Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir, izinsiz çoğaltılamaz, basılamaz.

Tüm Yayın hakları Damla Derneği Yayınlarına aittir.

Yayınevi Sertifika: 22809





Kitabın Adı:

Machiavelli - Carl Schmitt ve Siyasal İktidar


Yazarı:

Sıtkı Karaca



www.drsitkikaraca.net

Tel: 0 222 230 84 74
Kapak Tasarımı
Baskı ve cilt
Damla Derneği Yayınları
Tel: 0 222 221 82 83
ISNB:

2013


Machiavelli -

Carl Schmitt

ve

Siyasal İktidar

Sıtkı KARACA

Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tıp eğitimini ta-mamladı. Uzmanlığını Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi psikiyatri bölümünde yaptı.

Özel ve resmi sağlık kuruluşlarında ruh sağlığı uzmanı ola-rak görev aldı. Özel sağlık kuruluşlarında yönetim kurulu üyeliği ve yönetim kurulu başkanlığı yaptı. Çeşitli sivil top-lum kuruluşlarında sorumluluklar aldı.

Batı düşüncesinin içyapısındaki çelişkiyi incelediği “Kendi Gerçeğinin Üstünü Örtmek ya da Fâsıklık” isimli kitabı 2009 yılında Hayat Yayınlarından çıkmıştır. 2011 yılında ise bir siyasetçi görünüşünün psikolojik ve sosyolojik yönü-nü ele aldığı “Demirel ya da Kendi Gerçeğini Örtmenin Siyasi Tezahürü” adındaki kitabı yayınlanmıştır.

Diğer kitapları:


  1. Masallar, Hikâyeler ve Fıkralarla Terapi

  2. Kuş Diliyle Mazeret Üretme Psikolojisi. Mazeret Yok!

  3. Dikkati Dağınık, Haşarı Çocuklar

  4. Herkes İçin 7 Sayfada Ruhsal Hastalıklar



İÇİNDEKİLER







Önsöz ……………………………………

7

Giriş ……………………………………….

11

I: Bölüm Siyaset ve İktidar……………..

31

Siyaset Kavramı…………...………………...….….

33

Siyaset Mesleği ve Ahlâk……………………….……

47

İktidar………………………………….…………

51

Siyasal İktidar………………………………...…....

63

Egemenlik-Meşruiyet…………………………..........

69

Devlet………………….……………………………

79

II: Bölüm Karar Verici Olarak Siyaset...

101

Machiavelli ve Makyavelizm…………..…..….......

103

Machiavelli’in Çağdaş İzleyicileri………………

177

Carl Schmitt ve Politik Olan....................................

179

Son Söz Makyavelizmin İki Yüzü ……………

225

Kaynaklar……………………………………..

237

“Hayat teşkilata dayanır, teşkilatsa hem iktidara gerek duyar hem onu yaratır.”*




ÖNSÖZ

İnsanın yalnız yaşamadığını ve yaşayamayacağını bi-liriz. İnsanın yalnız yaşayamaması birileriyle ilişki kur-masını ve bir şeyleri paylaşması gerekliliğini doğurur. İlişki insanın varlığıyla birlikte varlık alanına nüfuz eder. İki kişi arasında varolan ilişki iki temel duyguya dayanır. Bunlardan biri cinsellik diğeri ise iktidardır. Bazen birisi diğerinden daha anlamlı gibi gelse de her iki duygu in-sani hislerimizin temel görüngüleridir. Bu iki duygu za-man zaman birbirinin yerini alarak kendisini dışa vurabi-lir. Freud’da bu cinsellik olarak karşımızda belirirken Nietzsche bunu ‘güç istenci’ olarak yansıtır. Cinsellikte gördüğümüz temel davranışlar belki de karşımızdaki kişi-ye cinsellikten daha çok ‘iktidarımızı’ dayatmak olarak ele alınabilir. Tersine cinsellik için iktidarı elde etmeyi ve onunla cinsel isteklerimize ‘nesne’ sağlamayı arzulayabi-liriz. Freudiyen görüşteki süblimasyon-yüceltmenin de altında cinselliğin değil, tahakküm/yönetme dürtüsünün bir maskesi olduğunu söyleyebilirim.

İnsan yaşayabilmek için doğayı kendi algısı ile tasa-rımlar. Kendi konforuna yönelik dönüştürür. Bu dönüş-türme insanı doğadan uzaklaştırmıştır. İnsanoğlu kendi tasarımıyla doğada var olmayan bir kültür yaratmıştır. Bu kültür yaratımı aslında ölüm karşısındaki çaresizliğine bir çıkış yolu olarak ‘doğa’ya saldırarak onu kontrol etme şeklinde olmuştur. Aynı şekilde kendi ‘özne’liğinden vazgeçtiğinde ‘nesne’leşen insan kendisine hükmetmeye başlamıştır. Artık ‘köle’ ve ‘efendi’ ilişkisi doğmuştur; o hem ‘kendi efendisi’ hem de ‘kendi kölesi’ bir varlık ‘insan’dır.

İki ‘varlık’ın olduğu yerde ilişki, ilişkinin olduğu yerde ise iktidar vardır. İktidar hayatın her alanında kar-şımıza çıkan bir ilişki türüdür. İktidarın olduğu yerde yöneten/yönetilen ikilemi olacaktır. Siyasal olan doğası gereği ilişkisel bir mahiyet arz eder. Ancak ‘siyasal olan’ı toplumda görülen her türlü ilişki şeklinde belirsizleştir-mememiz lazım. Sosyal ilişkilerin hiyerarşik olarak en tepesinde yer alan ve meşru güç kullanımına sahip olan devlet aygıtının devreye girdiği ilişki türü ‘siyasal ikti-dar’dır. Bu ilişki ancak bir ilkeler bütünü içinde sürdü-rülebilir. Bu ilkeler ‘siyasal iktidarı’ oluşturur. Siyaset ya da politika kelimenin asli anlamına gittiğimizde, yaşadı-ğımız yere ait şeylerin düzenlenmesi, yönetilmesi anlamı-na gelir.

İktidar olgusunu çıplak bir şekilde gören ve değer-lendiren ve modern siyasal düşüncenin ilk temsilcisi olarak görülen Machiavelli’dir. Machiavelli, ahlaki ilke ve tutumlarla siyasi tutumların ayrılması gerektiği düşün-cesini ileri sürer. Bu anlayışa da Makyavelizm denilmek-tedir. Machiavelli, yönetmek için meşruiyet aramamış ya da sorgulamamıştır. Ancak güç merkezli iktidar tanımına giderek siyaseti mutlaklaştırmıştır. Machiavelli’de Hü-kümdar karşısında Devlet önemsizleşmiştir. Machia-velli’in siyaseti canlandırma çabalarının altında Ortaçağ Hıristiyanlık anlayışının etkisiyle siyasetin değer kaybına uğramasından duyduğu rahatsızlık yatmaktadır. Carl Schimitt’in siyaseti öne çıkarma düşüncesinin altında ise liberal yaklaşımın siyaseti değer kaybına uğratmasından duyduğu rahatsızlık yatmaktadır. Siyasete yeni bir dina-mizm getirmek isteyen Carl Schimitt, bizi Machiavelli’e bağlayan bir figür olarak karşımıza çıkmaktadır.

Uluslararası Siyasal Kurum ve Kuruluşların varlığı siyasetin tanımının yeniden yapılma ihtiyacının duyulma-sına, terörün ulaştığı boyut nedeniyle ‘istisnai’ önlemle-rin hukuk düzeni ilişkisinin yeniden kurulmasına yol aç-mıştır. 20. yüzyılda güç merkezli meşruiyet konusunda fikirler ileri sürmüş olan Carl Schmitt’in siyaset ve devlet görüşleri günümüz siyasal iktidar anlayışında ele alınma-sı gerekli düşüncelerdir. Bu ele almada temel neden ise Schmitt’in ileri sürdüğü ‘istisna’ kavramı ile ‘egemen’ tanımındaki yeni yaklaşımı ve günümüzde yaşanan ‘par-lamenter sistem krizi’ konusunda yaptığı keskin analiz-lerdir.

Bu kitabı hazırlarken 2013 yılının, Machiavelli tara-fından “Hükümdar”ın yazılışının 500. yılı olduğunu fark ettim. Bu da bana bu konuya daha titiz bir ilgi göstermem gerektiği fikrini verdi.

Ayrıca Türkiye’nin parlamenter demokrasiyi 130 yıl-dır oturtamamış olması da bu konuyu ele almamı gerek-tirdi. Türkiye’de iktidar, güç, yönetim, siyaset kavramları bağlamında ‘siyasal iktidar’ kavramını ele alan yayın az sayıdadır.

Saygı değer dostum Prof. Dr. Ejder OKUMUŞ Bey’e kitabımı ele almasını, gerekli uyarılar yapabileceğini hat-ta gerekli gördüğü değişiklikleri yapabileceğini söyledim. O da beni kırmayarak yardımını esirgemedi.

Bazen algıda seçilik olur ve yazdığınız doğru olduğu-nu, yazdğınız şeyin herkes tarafından doğru şekilde algı-lanacağını düşünürsünüz. İlk yazdığım kitaplarımın her-kes tarafından kastettiğim şekilde anlaşıldıklarını düşün-düm. Ancak bir yanılgı içinde olduğumu gördüm. Bu ha-taya düşmemek için yazdıklarımın daha anlaşılır olması için daha önce de yardım istediği arkadaşlarımdan yine yardım isteme kararı aldım. Bu konuda yılların eskiteme-diği dostluğumuzun olduğu arkadaşım Dr. Hüseyin S. FİDAN’a katkılarından dolayı teşekkür ederim. Her keli-meyi kılı kırk yarar şeklinde değerlendiren kardeşim Dr. Abdullah ÖZEL’e de burada şükranlarımı sunmak iste-rim.

Araştırdığım konularla ilgili kitaplarımı tasnif eden, notlar alan, bana teknik zorluklar konusunda yardımcı olan sekreterim Nilüfer ÇELİK’e teşekkür ederim.

Hergün mesleki ve sosyal faaliyetlerime katlanan ve bir de kitap okurken ve yazarken suskunluğumun baskı-sına direnen eşim Ecz. C. Merziye Hanıma ve kızlarım M. Rehnüma ile Ş. Nurhüda’ya verdiğim o dayanılmaz sessizlik için özürlerimi sunmak istiyorum.



GİRİŞ

Siyaset mahiyeti gereği ilişkiseldir. Bu ilişkisellik daha özelde iktidar ilişkileri şeklinde karşımıza çıkar. Si-yaset, iktidar olmanın, hükmetmenin de ötesinde kemik-lerimize kadar işlediği bir dünya oluşturmuştur. Bu dünya fiziksel olarak yaratmadığımız, düşünsel/toplumsal açıdan ise bizim oluşturduğumuz diğer insanlarla birlikte yaşadı-ğımız bir yerdir. Politikayı doğuran şey, İnsanların bir arada yaşama olgusudur. Başkaları olduğu için politika ve ethik vardır. Oluşturduğumuz bu düşünsel/toplumsal dünyada ‘politik olan’ kendisinden kaçılabilecek, sığınıla-bilecek bir mekân bırakmamıştır. Bazen fırtına olup üstümüzdeki çatıyı alıp götürmüş, hortum olup elimizdeki avucumuzdakini çekip almıştır. Ruhlarımıza hükmedip öğrenmemiz gerekeni, inanmamız gerekeni, düşünmemiz gerekeni söylemiştir. At gözlüğü vermenin ötesinde göz-lüğümüzün rengine kadar saptayan, görmemiz gereken açının ne olduğunu, neyi nasıl ve hangi renkte göreceği-mizi belirleyen bir olgudur, siyaset.

Eski dönemlerden farklı olarak günümüzde, siyaset, kararlar alan seçkin insanların dünyasından çıkmış, sıra-dan insanların kendi gücünü, hayatlarını kazanma biçim-lerinden önemli, kendisini tanımlamada ve din adamın-dan, öğretmeninden, doktorundan daha etkili, kısacası ya-şamlarını her şeyden daha fazla kuşatıcı olduğunu fark ettiği bir alandır. Bizim yaptığımız, geliştirdiğimiz ama sonunda gelip hayatımızı boydan boya belirleyen bir ol-gudur, siyaset. Siyaset bizim yarattığımız bir dünyadır. Öyle bir dünya ki, orada hayatı kendimize zehir edebili-riz, modern çağların kölelerine dönebiliriz veya tersine barış, huzur ve adalet içinde yaşaya­biliriz. Siyaset; barışın, huzurun, uzlaşmanın verimli toprağı da olabilir, baskı ve kargaşanın üretildiği bir cadı kazanı da.1

Herhangi bir siyasi olay ne kadar dolambaçlı olursa olsun, ne kadar uzak görünürse görünsün dönüp dolaşıp hayatımızı etkiler. Kendimiz ve eserlerimiz üzerindeki bilgisizliğimizin karşılığını, başkalarına ve olaylara tutsak olmakla, edilgen kalmakla öderiz. Var olan kendi sorun-larımızdan uzak düşmek, yönetilenler olarak yönetenlerin merhamet duygusuna terk edilmektir.2 İşte burada yöne-tenlerden özgürleşmenin siyasal edimlere azami ölçüde katılmalarına bağlı olduğu ortaya çıkar. Kişiler, hayat-larını büyük ölçüde etkileyen siyasal söylem alanında et-kili oldukları oranda özgürleşebilirler.

Siyasetin hayatımız üzerine olabilecek olumsuz etki-sini önleyebilmek ve olumlu etkisini yansıtabilmek için öncelikle siyasetin doğasını anlamamız gerekiyor. Siyaset üzerine düşünmenin amacı, insanın siyasal kişiliğinin ve farkındalığının geliştirilmesi ile yaşam düzeyinin yüksel-tilmesidir.3 Politika, amaçlarından bağımsız olarak, insan davranışlarının bütünsel ahlak ekonomisi içinde nasıl bir görev duygusunu tatmin ediyor olabilir?4 İnsanlar neden siyaset mesleğini seçerler? Siyasetçiyi anlamak, siyasetin doğasını da anla­mayı getirdiğinden bu soruların cevabı önemlidir. Siyasetin toplum tarafından algılanmasını, si-yasi kültürü, siyasetin kişisel amaçlarla kullanımını anla-mak için siyasetçileri anlamak gerekir.

Değerlendirme insanın bir varolma şartıdır. Kişi, in-sanları, kendisini, olayları ve durumları değerlendirme-den yaşayamaz.5 17. yy’dan başlayan ve 19. yy’da iyice belirginleşen insanın kendini özne olarak konumlayıp, doğayı nesne kılışı beraberinde pek çok sorunu getirdi. Öyle ki bu özne, tüm politik ve ahlaki olanın kaynağını kendinde bulundurduğunu ilan etti. Böylece değer ve ol-gu arasında kesin ayrıma gidilmişti.6 Bunu ilk kez felsefik olarak ele alan Hume’a göre, değerlerle olgular birbirinden bağımsızdır. Olgular da bizim isteklerimizden bağımsız-dır.* Aslında Hume’un dediği doğrudur. Nesne ve olgula-rın kendi başlarına hiçbir anla­mı yoktur, onlara anlam ka-zandıran bizleriz. Kendi bütünsel kavramsal çerçevemizle nesne ve olguları anlamlandırabilmemiz mümkündür.

İbn-i Miskeveyh’e göre ise ahlâk, nefsin düşünüp ta-şınmadan kendi fiillerini ortaya koymasını sağlayan pra-tik bir durumdur. Bu durum ya mizaçtan kaynaklanan do-ğal ahlaktır ya da alışkanlık ve eğitimle kazanılan ah-lâktır. Davranışlarımızı düşünüp taşınma ile zamanla bir alışkanlık ve huy hali­ne dönüştürür ve değer küresi oluş-tururuz. Farabi, Fusulü’l-Medeni’sinde iyi ve kötü bir hu-yun ancak alışkanlık sonucu meydana geldiğini söyler. Alışkanlıktan kastı bir şeyin uzun süre, ardı ardına ve sık sık yapılmasıdır.7 Yine İbn Miskeveyh Aristo’nun görü-şüne benzer olarak davranış ikilemlerinde düşünme za-manı olmadığı için ya da düşünmek zararlı (çıkarcı, ben-cil) olduğu için ikinci karakter dediğimiz bir şey eklen-melidir, demektedir. Bundan dolayıdır ki, insanın iç gü-dülerine, isteklerine bırakılmadan toplumun sorunlarının ve siyasetin ele alınması zorunludur.

Özellikle Kant, değer sorularına çözüm için ahlak kavramlarına ilişkin iki özellik önermektedir. Birinci özellik, filozofların evrenselleştirilebilirlik dedikleri özel-liktir. Siyasetle doğrudan ilişkisi olan ikinci özelliğe ‘bağlayıcılık’ deniyor; yani ahlak yargılarının eylemleri-miz üzerinde etkisi vardır. Bir ahlak yargısına inanıyor-sak, elimizden geldiğince onlara uygun davranış sergi-lemeliyiz. Ahlak buyrukları, bütün insanlardan, durum ne olursa olsun, buyrulanı yapmasını isterler.8 Nasiruddin Tusi’nin anlatımı ile ef’ali (işleri) layık ne ise öyle kıl-maktır.9 Ahlak yasasının saflığını bozan, iradeyi aklın ge-nel geçer nesnel buyrukları istikametinde değil de, kendi duyusal, öznel ve bencil arzularına göre yönlendirmek isteyen ve ayartıcı olan, sıradan insan anlığı tarafından ortaya konulan "yargı"dır.10

Yapmanın doğru ya da en iyi şey olacağı hükmüne vardığı şeyi yapma gücü, kudreti olduğu yerde, akrasia kişinin bunu gerçekleştirmede zafiyet göstermesidir.11 Ahlaksal olarak doğru olanı bilmekle birlikte onu yapma-nın da en iyi şey olacağı hükmüne [yapma gücü ve kud-reti olmasına] rağmen bunu gerçekleştirmede zafiyet gös-termek anlamındadır. Aristo’nun Nikomakhos’a Etik adlı eserinde ahlaki açıdan zayıf insanla (akrates) her türden ayartıcı şeye karşı koyabilen insan (enkrates) arasında yaptığı ayrımdan türemiştir.12 “Akrasia” kelimesi Koine diyalekti Yunanca İncil’de de geçer. Matta İncil’inde İsa, ikiyüzlü din önderlerini tanımlamak için kullanır.13

Erdemin oluşması için bilgi ile eylemin örtüşmesi ge-rekir. Bu örtüşme ancak “adalet” ile sağlanabilir ki eski çağlardan beri filozoflar, özellikle de Platon, Aristo ve Fârâbî, bunu “altın orta” olarak tanımlamış ve “Hikmet” diye ifade etmişlerdir.14 Hikmet insanın gücü yettiği oran-da dış varlıkları bizzat bulundukları durumda ne halde iseler o şekilde bilmektir.15 Nasuriddin Tusi’ye göre ise, hikmet eşyayı layık olduğu şekilde bilmek, fiilleri layık olduğu şekilde yapmaktır. Bilmenin yanında uygun iş-lemde bulunmak hikmete eklenmiştir.16 Ameli hikmet de-diğimiz bilginin işleme dönüşmesi, fiilleri güzelleştirmek ve mükemmelleştirmektir. İnsan önce nazari hikmet edin-melidir. Böylece güzel ameller ve üstün ahlakın ayrıntı-larını, çirkin amellerin kötülüklerini ve be­ğenilmeyen ah-lâkın rezilliklerini öğrenip ilmin gereklerini yerine geti-rir.17 Amelî hikmeti kazanabilmek için insanın cahillikten ve bilgisizlikten kurtulması, sahih itikatları, doğru bilgi-leri kazanması gerekir.18

Akıl değer üretmediği gibi olgudan değere geçmek imkânsızdır. Hume, filozofların olandan olması gerekene geçtiğini söylemektedir. Başka bir de­yişle, örneğin "Ta-nrı yaratıcımızdır" önermesinden "Tanrı’ya itaat ya da ibadet etmemiz gerekir" önermesine geçilmektedir. Hu-me’a göre, ahlâk düşünürü bu yeni bir ilişkiyi tanımlayan veya kural koyan son önermenin nasıl olup da kendi-sinden tümüyle farklı bir önermeden çıkarsanabildiği hakkında hiçbir açıklama getirmez. Zaten getirmesi de mümkün değildir, çünkü mantıksal olarak "dır" "gere-kir"den, eşdeyişle olgu değerden, olan da olması gere-kenden bütünüyle bağımsızdır. Başka bir deyişle, olgusal ya da betimleyici yargı ya da önermelerle normatif veya değer biçici yargı ya da önermeler arasında varolan büyük mantıksal yarık hiçbir şekilde kapatılamaz.19

“Fikri kuvvet tarafından keşfedilen şeyler yalnızca belli bir amacın ve maksadın elde edilmesinde yararlı ol-maları bakımından keşfedilirler.”20 Arslan, Farabi’nin bu düşüncesini fikri erdemin bir ahlakı yoktur veya o ta-rafsız olmak bakımından ahlaki özellik taşımaz, şeklinde ifade etmektedir.21 Farabi’de düşünce erdemi (düşünme kuvveti, teorik akıl) nötr, tarafsızdır.22 Ahlaki erdem dü-şünme erdeminden bağımsız olarak bulunur. Ancak bu düşünme erdeminin ahlaki erdemden bağımsız olduğunu göstermez. Çünkü düşünce erdemi ahlaki erdemden ba-ğımsız olunca onunla ahlaki erdemi keşfetmek imkân-sızdır. Ayrı değil iseler bu seferde düşünce erdeminin ah-laki erdemi keşfedememesi gerekir. Ancak bunların (dü-şünce ve ahlaki erdem) birlikteliğini sağlayan iradi özel-lik gösteren ve doğal olan insani erdemdir.23 Ahlaki erdemi (pratik akıl) olmayan kişinin fikri erdemi (teorik aklı) doğru veya iyi fikri erdem değildir veya belki onu düpedüz fikri erdem olarak adlandırmak doğru değildir. Farabi’yi Hume, Machiavelli ve Hobbes’ten ayıran ahla-ki erdem ve düşünce erdeminin insani erdem ile birleş-mesidir. İnsanın varlığının erdeme ayrı bir boyut kattı-ğını söyleyebiliriz.24

Machiavelli iktidarı ahlaktan, dinden ve metafizikten ayırır. Devleti herhangi bir kaynaktan bağımsız kendini var eden değerler sistemi olarak kurar. Ona göre, amaç aracı meşru kılar. Machiavelli’e göre, iktidar kanunla­rıyla ahlâkî akideler birbirinden bağımsızdır. İktidarın kuralları ahlâk ve doğruluk kuralları karşısında bir önce-liğe sahiptir. Devlet mekanizması ahlâktan ve dinden farklı olarak kendine mahsus bir değerler sistemi oluş-turur. Devlet adamı ahlâklı olma lüksüne sahip değildir. Yapılmakta olanı yapılması gereken lehine terk ettiğinde kendini koruyacak şartları değil kendi yıkımını hazırlar.25 “Ülkenin bizatihi güvenliğinin (kurtuluşunun) alınacak karar­lara bağlı olduğu yerde, ne adalet veya haksızlık, ne insani­yet veya acımasızlık, ne ihtişam veya utanç telak-kilerinin hâkim olmasına izin verilebilir. Bütün bu telak-kiler bir yana bırakılarak, hangi istikamet ülke hayat ve hürriyetini kurtarır sorusu tek soru olmalıdır.”26

­Hume’un felsefede ve Machievelli’nin siyaset felse-fesindeki etkileriyle olgular ve değerler arasında kesin ve mantıksal bir ayırım konulmuştur. Hume’a göre, “olgusal veya betimsel önermeler, norm ve etik açıklamalara iliş-kin buyruklar (emredici kurallar) değil, sadece diğer ol-gusal, betimsel önermeleri ima edebilir”. “Erdemsizlik ve erdem, nesnelerdeki nitelikler olmayan ama anlıktaki al-gılar olan seslere, renklere, sıcaklık ve soğukluğa benze-tilebilir.”… “Erdemsizlik ve erdem ayrımı nesneler üze-rine dayanmaz”. Hume’un bu ifadeleri ahlâkî olmayan önermelerden ahlâkî sonuçlar çıkarılamaz veya bir olgu yargısından değer yargısına geçilemez şeklinde yorum-lanmıştır.27 Hobbes’e göre, etik değerler, iyi ve kötü mut-lak olmayıp, “onların ne olduğu hakkında, nesnelerin kendi doğalarından alınabilecek herhangi bir genel kural da yoktur.”28 Nesnelerde, bize iyiyi kötüden ayırma im-kânı veren hiçbir şey yoktur. Ahlaki değerler, iyi ve kötü bağlamında, kişiye, özellikle kişinin duyguları bağlıdır. Etik değerler nesnel olmayıp özneldir. Etik değer, şeyle-rin, kişilerin ve eylemlerin duygulardan bağımsız olarak var olmaz. Duygularımızda oluşturduğu etki onu etik değer haline sokar.29

Alman siyaset felsefecisi Carl Schmitt’e göre, siya-setin temelini “dost-düşman ilişkisi” oluşturur. Schmitt’in bu “dost-düşman-şeması”, belli bir duruluğa, basitliğe ve çekiciliğe sahiptir. Gerçekten de böyle bir şema bütün si-yasi sistemlerin güncel deneyimini oluşturur. Aynı za-manda böyle bir şema siyasi süreçleri ve kararları sadece bu süreçlerde yer alan kuvvetleri dikkate alarak yapıldığı için, “değer yargılarından” bağımsız olarak analiz eder.30

Siyasetle ahlak arasındaki ilişki, siyasi düşüncenin tartışma konularından biridir. Ahlakla siyaset arasındaki gerçek ilişki nedir? Kimi zaman söylendiği gibi ikisi ara-sında hiçbir ilişki yok mudur? Siyasal davranış ahlakı di-ğer alanlar­daki ahlakla aynı mıdır? Ahlaki ilkeler, siya-setin doğasını anlama konusunda bize neden yardımcı olmamakta ya da olamamaktadır?31 Politikacı için başlıca üç niteliğin belirleyici olduğu söylene­bilir: hırs, sorum-luluk duygusu ve denge.

Hırstan kasıt, bir “dava”ya hırsla sarılmak, emrine gi-rilen tanrıya ya da şeytana bağlanmaktır. Bir davaya adanmışlık duygusu, o davanın sorumluluğunu yüklen-meyi eyleme yön veren etmen haline de getirmedikçe, salt tutku insanı politikacı yapmaya yetmez. Politikacının belirleyici psikolo­jik niteliği, gerçekleri sakin bir biçimde içsel olarak özümleme ye­teneğidir. Siyaset ka­fayla yürü-tülür, ruhla ya da vücudun başka organlarıyla değil. Yine de siyaset tutkusu, havai bir entelektüel oyun değil de ciddi bir insan davranışı olacaksa, ancak hırstan doğar ve onunla besle­nir. Ruhun sağlam biçimde evcilleştirilmesi ise -ki tutkulu poli­tikacıyı yalnızca “kısır heyecan”a ka-pılmış salt siyasal amatörden ayırt eden de budur ancak sözcüğün her anlamıyla dengeli olmaya alışmakla müm-kündür. Siyasal “kişiliğin gücü”, her şey­den önce, say-dığımız hırs, sorumluluk duygusu ve denge özellikle­ri demektir.32

İnsanın uyum içinde grup ya da halkla eylemde bulunması iktidardır. İktidar otorite şeklinde karşımıza çıkar. Önemli olan şey, iktidarın neden ve ne için arzu edilmiş olduğudur. Daha açık ve net olarak, önemli olan İktidarın bir gaye, bir hedef olarak mı, yoksa başka bir gayeye ve başka bir hedefe ulaşmak için bir vası­ta olarak mı kullanılmak istendiğidir.33 Politikacının, hizmetinde iktidar mücadelesi yaptığı ve iktidarı kullandığı davanın tam ne olduğu ise bir inanç sorunudur. Politikacı ulusal, insancıl, toplumsal, ahlaki, kültürel, dünyevi ya da dini amaçlara hizmet edebilir. Politikacı, hangi an­lamda olur-sa olsun, “ilerleme”ye kuvvetle inanabilir ya da bu tür bir inancı soğukkanlılıkla reddedebilir. Bir “düşünce”nin hizme­tinde bulunduğunu iddia edebilir ya da bunu ilke olarak yadsıyıp günlük yaşamın dışsal amaçlarına hizmet etmek isteyebilir. Ne var ki, bir çeşit inanç hep olmalıdır. Yoksa insanoğlunun üstünde ki değersizlik laneti, görü-nürde en güçlü siyasal başarılara bile gölge düşürebilir.34

Politikacı her gün ve her saat oldukça basit ve be­şeri bir düşmanı kendi içinde alt etmek durumundadır: Bir davaya bağlanmanın ve her şeye karşı, özellikle de kendi-ne karşı, mesa­fe koymanın ölümcül düşmanı olan kendini beğenmişliği. Kendini beğenmişlik çok yaygın bir özel-liktir; belki de kimse bundan tümüyle arınamamıştır. Akademik ve bilimsel çevrelerde kendini beğenmişlik bir tür meslek hastalığıdır; ama bilim adamı­nın kendini be-ğenmişliği -ne denli itici olursa olsun- görece zararsızdır, çünkü kural olarak bilimsel çalışmayı olumsuz etkile­mez. Politikacının durumu farklıdır. İktidar mücadelesi onun için kaçınılmaz bir uğraştır. “İktidar içgüdüsü”nün onun normal özel­likleri arasında olduğu söylenir. Ama politi-kacının mesleğinin yü­ce esprisine karşı günah işlemesi, iktidar için yaptığı mücadelenin nesnel olmaktan çıkıp salt kişisel sarhoşluğa dönüştüğü ve “dava”nın hizmetine girmekle ilgisi kalmadığı noktada başlar. Çünkü sonuçta politika alanında yalnızca iki tür ölümcül günah vardır: Nesnellikten yoksunluk ve -her zaman değil ama bazen aynı şey olan- sorumsuzluk. Kendini beğenmişlik, kişi olarak olabildiğin­ce öne çıkma gereksinimi, politikacıyı bu iki günahtan birini işle­meye kuvvetle iter. Demagogun “etki” yaratmaya çalışması durumunda, bu özellikle ge-çerlidir. Onun için de hep bir aktör haline gelme tehlike-siyle karşı karşıyadır; hem de eylemlerinin sonuçla­rının sorumluluğunu hafife alır ve yalnızca bıraktığı “izle-nim”le ilgilenir. Nesnelliğini yitirdiği için, gerçek iktidar yerine parlak iktidar görüntüleri peşinde koşar. Ama so-rumsuzluğundan anlaşılır ki, iktidar için iktidardan hoş-lanmaktadır; esaslı bir amacı yoktur. Politikada iktidar kaçınılmaz bir araç, iktidar mücadelesi de tüm siyasetin itici güçlerinden biri olmakla birlikte, ya da böyle olduğu için, siyasal gücün en zararlı yozlaşması, iktidarla görgü­süzce övünme, kudret duygusuyla kendini tatmin etme ve genel olarak iktidar için iktidara tapınmadır. Salt “güç politikacısı” güçlü etkiler yapabilir, ama gerçekte hiçbir yere varamaz ve eylemleri anlamsızdır. Bu zihniyetin ti-pik temsilcilerinin birden­bire ve içten çöküşlerinde, bu övüngeç fakat tümüyle boş gösteri­şin ardında nasıl bir iç zayıflık ve iktidarsızlığın gizlendiğini gö­rebiliriz. Bu zih-niyet insan davranışlarının anlamına karşı bayağı, yüzey-sel ve bıkkın bir tutumun ürünüdür; bütün eylemlerin, ama özellikle siyasal eylemlerin övgüsüne sinmiş olan trajedinin bilincinden tümüyle uzaktır.35

Siyaset günümüzde aşağılanan, karaktersiz, kurnaz, çıkarcı, ikiyüzlü kişilerin yaptığı bir eylem olarak kabul görmektedir. Siyasi olan denildiğinde anlatılmak istenen entrika, Bizans oyunu, ikircikli işlerdir.36 Bu aşağılama sayesinde değer sahibi kişiler siyasetten uzak tutulmuş-tur. İşte siyaseti bu olumsuz kavramlarla bezeyen ilk kişi Machiavelli’dir.

Machiavelli ilk defa olarak toplumsal gerçekliliğin bizatihi siyasal boyutundan bahseden kişidir. İlk kez Machiavelli bir kalabalığı ya da bir grup insanı toplum yapan, ona toplum olma niteliğini kazandıran hususun siyaset olduğunu söylemiştir. Ona göre, siyasetin olma-dığı yerde toplumdan bahsetmek mümkün değildir.

Machiavelli’e göre, siyasetin amacı, toplumda önle-nemez ve vazgeçilmesi mümkün olmayan yöneten/yöne-tilen arasındaki bölünmüşlüğü ve çatışmayı yönetmektir. Yöneten/yönetilen ayrılığı ilkçağda Aristo’nun siyaset anlayışında da temeldir.37 20. yüzyılda Mosca da benzeri bir yaklaşım ileri sürmektedir.38 Mosca’ya göre, “uygarlı-ğın doğuşundan beri, en ilkelinden en ilerisine kadar bü-tün toplumlarda birisi iktidarda ve egemen, diğeri de bu-nun dışında olan iki sınıf vardır.”39 Pareto her toplumdaki yönetenler ile yönetilenler arasındaki ayrım üzerinde şid-detle ısrar eder ve bu ayrılığın evrensel olduğunu vurgu-lar.40 Mosca, Pirenne ve Schumpeter bu ayrımı benzer şe-kilde yapmasına rağmen egemen bir seçkin kesim ile yı-ğınlar arasında evrensel ve değişmeyen basit bölünmeden daha çok Marx’ın etkisiyle karmaşık sınıf yapısı şeklinde ele almışlardır.41 Her toplumda toplumun geri kalanını yöneten bir azınlık bulunur, bulunmalıdır da. Machia-velli’in yöneten/yönetilen ayrılığına getirdiği farklılık bu-nun kaldırılamazlığı ve siyasetin bunun üzerine oturduğu iddiasıdır. Foucault’ya göre de siyaset, iktidara sahip o-lanla tabi olan arasındaki ilişkinin düzenlenme ve işleyiş biçimidir.42

O halde insanlar neden siyaset mesleğini seçerler? Si-yasetçiyi anlamak, siyasetin doğasını da anlamayı getir-diğinden bu sorunun cevabı önemlidir. Her şeyden önce, siyaset mesleği insana bir kudret duygusu verir. Siyaset-çinin görevi çok önemli olmasa da insanları etkilediğini bilmesi, onlar üstünde egemenlik kur­ması, hepsinden önemlisi tarihsel olayların bir sinir lifini elinde tuttuğunu duyması, profesyonel politikacıyı günlük yaşamın üs­tüne yükseltir.43

Siyasetçi karar vermek zorundadır. Bazen gecikmiş doğru bir karar, zamanında verilmiş yanlış karardan daha kötü sonuçlar verebilir. Siyaset derin teorik bilgilerden çok süratli intikal ve baskı altında doğru karar verme yeteneği gerektirmektedir. Siyasetçi, futbol yorumcusu gibidir. Futbolun kurallarını kavrayacak bir zekâya sahip olmak gibi, güç oyununun kurallarını bilmek yeterlidir.44 Ancak teorik bilgi futbol oynamak için üstünlük sağla-madığı gibi, siyaset yapmak için de bir üstünlük verme-mektedir. Bilginin elde edilmesi kuralla­rın bilinmesiyle ilgili değildir; çünkü “... hiç kimse, iyi yemek pişirmeye ilişkin bilginin bir kitapta yazılı olanlardan ibaret olduğu-nu veya olabileceğini düşünmez”. Teknik bilgi bir kitap-tan öğrenilebilir, ezberlenebilir ve me­kanik bir biçimde uygulanabilir. “Kısacası teknik bilgi, kelimenin en basit anlamıyla öğrenilebilir ve öğretilebilir”. Ancak bilginin ikinci bir türü daha vardır ki “pratik bilgi” dediğimiz bu bilgi türü ancak uygulamada bu­lunur; “... düşünsel değil-dir ve teknik bilgiden farklı olarak kurallar hâlinde for-müle edilemez.”45 Nitekim felsefe tarihinde Platon’dan Hobbes’a oradan da Rawls’a gelinene dek çok büyük öl-çüde kavramsal ve normatif soru(n)larla ilgilenilmiş ol-ması, uygulamalarda karşılaşılan pratik sorunların göz ardı edilmesi gibi olumsuz bir sonuç doğurmuştur.46 Spi-noza’ya göre, bir uygulaması olan bütün bilimler arasın-da, kuramın pratikten en çok ayrıldığı dal siyasettir ve devlet yönetmek açısından kuramcılardan ya da filozof-lardan daha uygunsuzu bulunamaz.47 Şimdiye kadar siya-sete bulaşan düşünürlerin özellikle de Platon’un başarı-sızlığı çok bilinen bir örnektir.48

Bilgi hissedilir şeylerle başlar. İnsan aklının hisse-dilir, elle tutulur, gözle görülür, kısacası somut şeylerden öteye geçmesini mümkün kılan, zihnin hissedilir şeyi ya-kalayıp zapt etmesi ve onun üzerindeki kudretidir.49 İnsa-nın doğayı dönüştürerek ürettiği şeyler özgürlüğünün, kendisinin ürünüdür. Çünkü zihinsel tasarım işin yapıl-ması için gereklidir. Zihinsel tasarım insana aittir. Doğa-dan etkilense de dönüşümü önce zihinde başarır. Onun için insana yönelik bir zorunluluk taşımaz. Burada insa-nın etik alan ya da küre oluşturması gereklidir. Aksi tak-dirde bu dönüşüm doğalı dışlayan ve insanlıktan uzak bir hale gelir.

Sokrat’a göre, insanın bilgisine hareketini uydurması lazım geldiği ve ancak bu suretle faziletli olabileceği hal-de Farabi’ye göre, bilgili insan bilgisine aykırı hareket edebilir, böyle bir adam Sokrat nazarında bilgisiz veya eksik bilgilidir, Farabi nazarında ise faziletsiz oluyor. Bilgili olduğu halde iyi işler yapmaya meyil gösterme-yen, kötü fiiller yapan kimse şakidir.50 İnsanlarının mut-luluğu ve ona götürecek yolları bildikleri halde, buna gö-re hayatlarını düzenlemedikleri, cahillerin fiillerini ve ah-laksızlıklarını benimsemeleri anlayışından yola çıkarak, Fârâbi’nin, ahlaksızlığın veya mutsuzluğun bilgisizlikten kaynaklandığı hakkındaki Sokrat’ça gelenekten ayrıldığı-nı, bir bakıma, bunu reddettiğini söyleyebiliriz.51 Kötülük yalnız bilgisizliğin sonucu değildir, aynı zamanda kasıtlı ve iradi olabilir.52

Bir bilgi olarak; ortaya çıkan doğru değerlendirme-ler bağımsız bir eylem veya eser için şartsa da, doğru bir değerlendirmenin sonucu, bağımsız bir eylem veya eser olmayabilir. Bu da şu demektir: yaptığı değerlen-dirme doğru olsa bile kişi, eylem söz konusu ise, bir çıkar veya eğilimden dolayı ilgili eylemiyle hem değer-lendirmesinin gerektirdiğini yapmayabilir, hem de ge-çerlikte olan moral değer yargılarının istediği şekilde davranmayabilir.53 Kişinin değerlendirmeleri söz konu-su olunca, ezbere yapılan bağımlı değerlendirmeler bir yana, doğru değerlendirmeler de dile getirildiğinde ve-ya bir eylemi gerektirdiğinde, bir çıkardan v.b.den do-layı, bağımlı değerlendirmeler olarak karşımıza çıkabi-lir. O zaman kişi, tutarsız bir kişi olarak görünür; yani değerlemeleriyle değerlendirmeleri arasında bir tutar-sızlık görülür.

Dile getirdiği bağımlı değerlendirmeleri, onun doğru değerlendiremediğini değil, belli bir eylemi gerektirecek -bir değerlemeye dönüşecek- olan bir değerlendirmeden bazı nedenler yüzünden kaçındığını gösterir.54 Oysa ba-ğımlı değerlendirmenin kişiyi bağımlı değerlemelere gö-türmesi kaçınılmazdır. Kişinin değerlendirmeleri ile de-ğerleme­leri arasındaki bağlantıda, doğru bir değerlen-dirmenin kişiyi bağımlı bir değerlemeye veya bağımsız bir değerlemeye götürmesi, kişinin yapı bütünlüğüyle ilgilidir.

Dile getirilen ilgili değer yargılarının değerlemelerle tutarlılığı veya tutarsızlığı bazen nedensel şartlarla da ilgili olduğundan ve kişilerarası ilişkiler çok yönlü şart-lar içinde olup bittiğinden, bir kişiyi ele veren değer yargıları değil, değerlemeleridir-fiilen yaptıkları, ortaya koydukları, yaşadıklarıdır. Geriye kalan, ister “pozitif değer yargıları” isterse de “negatif değer yargıları” veya bunlara çevrilebilecek ters yönlüleri olsun, boş kelime-lerden başka bir şey değildir.55 Burada bir sorun olarak bir başka şey de karşımıza çıkar. Kişi kendisini ve çev-resini değerlendirirken eylemleri ile değerleri arasında ayırıma gider ya da kendi görünüşteki tutarlılığını koru-mak için inandığı değerlerini saklar.56 Bu tutum demago-ji veya diyalektik bir ilişki olarak karşımıza çıkar.

Siyasetin içinde kişi iki şekilde bulunabilir: insan ya siyaset için yaşar; ya da siyaset sayesinde yaşar. Bu zıt varoluşlar bir arada bulunabilir. Siyasetçiler hem düşün-cede hem de pratik hayatlarında ikisini de yaparlar. Siya-set “için” yaşayan kimse, siyaseti hayat tarzı haline geti-rir. Ya sahip olduğu iktidarın çıplak uygulamasından do-yumla mutlu olur; ya da hayatının bir gayeye adanma-sıyla anlam kazandığı bilinci ile iç dengesini ve özsaygı-sını korur. Bir dava için yaşayan her samimi kişi, aynı zamanda bu dava sayesinde yaşar. Siyaseti sürekli bir geçim kaynağı olarak gören kişi siyaset sayesinde yaşar; bunu yapmayan ise siyaset “için” yaşar.57

19. yy. hem dünya siyaseti hem de İngiliz siyaseti üzerinde etkili olmuş Disraeli’nin şu sözleri bir siyaset-çinin samimi itirafıdır: “Hiç şüphe yok ki baylar kendisini halka hizmet için aday olarak öneren herkes değişik saik-lere sahiptir. Ben samimi olarak kendi saiklerimin neler olduğunu söyleyeceğim: Şöhreti seviyorum. Halkın gözü önünde yaşamayı seviyorum.”58

Profesyonel bir siyasetçi sadece kendisi için değil; çevresinde onu destekleyen, onun zaferi için çaba harca-yanların da sorumluluğunu taşır. Siyaset, tarih boyunca sadece çıplak güce sahip olmanın değil, aynı zamanda maddi zenginliğin de kapısı olarak görülmektedir. Bu kapı sadece siyasetçiye değil, çevresinde yer alan ve ona destek verenlere de açılmaktadır.59

Siyasal etkinlikler sadece aklın ürünü olmazlar. İnsa-nın iç dünyasında var olan her şey siyasette de buluna-bilir: Tutku, irade, sevgi, açgözlülük, tiksinme, öğrenme, muhakeme, mantık yoluyla düşünme, duygularla hareket etme gibi.60 Tutum almak, hırs göstermek politikacının, özellikle siyasal liderin özünde vardır. Siyasal önderin onuru, yaptıkları için kişisel sorumluluğu gerektirir ve sorumluluğunu ne reddedebilir ne de devredebilir.61

Günlük rutinin dışına taşan her türlü talebin karşılan-ması kural olarak, tümüyle türdeşlikten uzak, başka bir deyişle karizmatik temele dayanır. Tarihte ne denli geri gidersek, bu gerçeği o denli iyi görürüz. Bu demektir ki, psikolojik, fiziksel, ekonomik, ahlaki, dini, siyasi buna-lım dönemlerinin “doğal” önderleri ne resmi görevliler ne de bugünkü anlamında “meslek” sahipleri, yani uzman-laşmış bilgi kazanmış ve para için çalışan kişiler, ol­muştur. Bunalım dönemlerinin doğal önderleri, bedence ve ruh­ça özel yeteneklere sahiptirler; onlardaki bu yete-neklerin herkese nasip olmayan doğaüstü yetenekler ol-duğuna inanılmıştır.62


Yüklə 0,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin