“Zikir ateşi, “her şeyi yakıp yok eden” 125 bir ateştir. Girdiği evde (kalbde) şöyle der: “Ben varım artık benimle başka hiçbir şey olmayacak”. Bu ise “La ilahe illallah” (Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur) anlamındadır. Evde odun varsa onu yakar, odun ateş olur. Şayet ev karanlık ise zikir nur olur, karanlığı yok eder, evi nura boğar. Evde nur olunca ona zıt ve rakip olamaz, aksine zikir, zakir (zikreden kişi), meşkur (zikredilen, Allah) dost olurlar ”Nur üstüne nur” 126olur o zaman.” 127
İşte o zaman“Zikir ateştir, törpüdür ve çekiçtir.” 128 Yani kalbdeki tüm masivayı yakar, yanlış ve şeytani düşünceleri törpüler, çekiç gibi hatalı işleri işler ve form verir.
KUL RABBİNİ ZİKRETERSE RABBİDE KULU ZİKREDER
Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de bütün yaratılmışların kendine göre bir zikri olduğunu ve insanlar anlamasa bile her varlığın Allah’ı teşbih ettiğini ifade buyurmuştur. Bu konudaki ayet-i kerimelerden bazıları şunlardır:
"Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların teşbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır” 129
"Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah’ın şanının yüceliğini anmaktadır. Mülk O’nundur, hamd O'nundur. O, her şeye kadirdir” 130
Hz. Mevlana Mesnevisinde buyurur:
“Kuşların sultanı leylektir. Onun ‘lek, lek’leri nedir, bilir misin? O: Hamdü lek, şükrü lek, mülkü lek, ya Müstean! (Yani hamd sana, şükür sana, mülk senin ey Kendisinden yardım beklenen Rabbim!) demektir.”
Muhyiddin İbnü’l-Arabi de [k.s]bu hususta şöyle buyurur:
“Bütün varlıklar kendilerine has bir surette Allah’ı zikrederler. Fakat bu hususta varlıklar farklı seviyelerdedir: Mahlukat içinde gafletten en uzak olanı cemadattır (taş ve toprak gibi varlıklardır). Çünkü onların, yemek içmek, hava teneffüs etmek gibi şeylere ihtiyacı yoktur.
Cemadattan sonra nebatat (bitkiler) gelir ki, ihtiyaç başlar. Zira toprak, su ve güneşten aldıkları gıdaları İlahi tayinle terkip edip rengarenk çiçekler, yapraklar ve mey veler vücuda getirirler. Daha sonra hayvanat (hayvanlar) gelir. Bunların hayati fonksiyonları bitkilerden daha fazladır. Bundan dolayı ihtiyaçları çoğalmış, nefsaniyel artmıştır. İnsanın ihtiyaçları ise bitmek tükenmek bilmez. Benlik, hayaller ve dünyevi ihtiraslar onu devamlı gaflete sevkeder.”
Rabbimiz ayetlerinde, yarattığı her şeyin kendisini tanıdığını ve bizim idrakimiz dışında bir hal lisanı ile Yaratıcısını zikrettiğini bildirmektedir. Mahlukatın zikrini işitebilmekse, ancak ibadet, zikir, teşbih ve samimi bir kulluk hayatı neticesinde gönlün saf hale gelmesi ve böylece gaflet perdelerinin kalkıp hakikat alemine vakıf olmasıyla mümkündür. Yunus Emre hazretlerinin sarıçiçekle sohbeti de bu kabildendir.131
Necmüddin Kübra hazretleri kainattaki her şeyin Allah Teala’yı zikrettiğini şöyle dile getirmiştir:
“Davul ve boru seslerini muteakıp çeşitli tonlarda sesler duyarsın. Su şırıltısı, rüzgar sesi, yanmak üzere olan ateşin çatırdısı, geyik sesi, at ve yavrusunun uyurken çıkardığı ses, fırtınalı havalarda rüzgarın salladığı ağaç yapraklarının çıkardığı ses... vs. gibi.
Yer, gök ve ikisi arasındaki şeyler bu unsurlardandır. İşte bütün bu sesler, söz konusu cevherlerin, unsurların zikirlerinden ibarettir. Bu sesleri işiten kimse Allah’ı her lisanla (bütün varlıkların çıkardıkları seslerle) tesbih ve takdis etmiştir.” 132
Ka’bul Ahbar hazretleri, hayvanatın her ötüşünün bir manasını olduğunu beyan buyurarak şöyle demiştir:
Tavus kuşunun ötüşü; “Cezalandırdığın gibi cezalandırılırsın”
Yani, sen nasıl cezalandırırsan, kimlere iyiliğinde ne hüküm, kötü işlerinde ne tavır takınırsan Allah da seni, senin tavrın gibi cezalandırır. Demektir.
Hüdhüd kuşunun ötüşü; “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz”
Göçeğen kuşunun ötüşü; “Ey günahkarlar! Allah’u Teala’dan af ve mağfiret olunmayı isteyiniz.”
Kaya kuşunun ötüşü; “Her canlı ölecektir, her yeni eskiyip çürüyecektir.”
Güvercinin ötüşü; “Gökleri ve yeri ve yeri dolduran Rabbimi noksan sıfatlardan tenzih ederim”
Karganın ötüşü; “Allah Teala’dan başka her şey helak olacaktır”
Kutsat kuşunun ötüşü; “Susan başına bela ve musibet gelmesinden kurtulur.”
Papağanın ötüşü: “Düşüncesi dünya olan kimseye yazıklar olsun.”
Doğan kuşunun ötüşü;“Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. O benim Rabbimdir, bütün hamdler, şükürler, O’na mahsustur. ” 133
Bakıldığı zaman Allah Teala’yı yaratılmış her şeyin zikrettiği, zikrettikleri her şeyin mutlak manası olduğu ancak bundan insanoğlunun gafil kaldığı bilinmektedir. Allah’ın zikrinden gafil olanlar O’nun rahmetinden ve zikretmesinden uzak kalacaktır. Zira Allah Teala Kur’an-ı Mübinde şöyle buyurmaktadır:
“Öyleyse siz beni anın ki ben de sizi anayım.” 134
Ayete Müffesirler şu manaları verilmişlerdir:
-
Siz Beni gönlünüzle zikredin, Ben de sizi müşahede ve cemalimi seyir nimetine ulaştırarak zikredeyim.135
-
Siz Beni kalplerinizle zikredin, Ben de sizi kalbinizden perdeleri kaldırarak zikredeyim. 136
-
Siz Beni tevhid ve imanla zikredin, Ben de sizi cennette manevi derecelere yükselterek zikredeyim.Ebu Bekir-i Sıddık(r.a)demiştir ki: "İbadet olarak tevhid sevap olarak cennet yeterlidir." 137
-
Siz Beni şükürle zikredin, Ben de sizi daha fazla ihsan ederek zikredeyim. 138
-
Siz Beni yeryüzünde zikredin, Ben de sizi yerin altında (kabirde) zikredeyim.
Esmai der ki: "Hac zamanı Arafat'ta vakfeye durmuş bir bedevi gördüm, şöyle dua ediyordu: İlahi! Herkes farklı farklı dillerle ağlayarak sızlayarak senden ihtiyaçlarını istiyor; benim senden isteğim, bir bela anında ehl-i dünya beni unutunca, senin beni zikretmendir." 139
-
Siz Beni taatlerle zikredin, Ben de sizi hoş bir hayatla afiyet içinde yaşatarak zikredeyim.140
-
Siz Bana itaat etmek suretiyle Beni zikredin ki Ben de yardımım ile sizi zikredeyim. 141
-
Siz halisane ibadet yapmakla Beni zikredin, Ben de sizi ahirette korktuklarınızdan emin ve arzu ettiklerinize kavuşturmakla zikredeyim. 142
-
Siz beni tenhada ve topluluk içinde zikredin, Ben de sizi onlardan daha hayırlı bir topluluk içinde (meleklerin arasında) zikredeyim.143
-
Siz Beni, hiç kimsenin bulunmadığı yerlerde zikredin ki, Ben de sizi kimsenin bulunmadığı (ıssız çöllerde) zikredeyim, yalnız bırakmayayım. 144
-
Siz Beni cemaat içinde anın ki Ben de sizi meleklerin içinde anayım. 145
Şu kudsi hadis delildir.Cenab-ı Hak buyurur ki:"Kulum benim hakkımda nasıl düşünürse ben kendisine ona göre muamele ederim. Artık hakkımda istediğini düşünsün. Kulum beni zikrettik zaman ben onunla beraberim. Kim beni gizlice içinden zikrederse bende onu özel olarak zatımda zikrederim. Kim beni bir topluluk içinde zikrederse bende onu daha hayırlı bir topluluk içinde zikrederim. " 146
-
Siz beni tövbe ile zikredin, ben de sizi kusurlarınızı affederek zikredeyim.147
-
Siz Beni dünyada zikredin, Ben de sizi ahirette zikredeyim.148
-
Siz Beni nimet ve rahatlık içindeyken zikredin, Ben de sizi belaya düştüğünüzde zikredeyim. 149
-
Siz beni hükümlerime teslim olup rıza göstererek zikredin, ben de sizi işlerinizi güzel yoluna koyarak ve üzerinizde hükmümü yumuşaklıkla icra ederek zikredeyim. 150
"Kim Allah'a güvenip dayanırsa Allah ona yeter" 151
-
Siz beni şevk ve muhabbetle zikredin, ben de sizi huzuruma vasıl edip zatıma yaklaştırarak zikredeyim. 152
-
Siz beni dua ile zikredin, ben de sizi ihsanla zikredeyim. 153
-
Siz beni ihtiyaçlarınızı benden isteyerek zikredin, Ben de sizi nimetlerimi vererek zikredeyim. 154
-
Siz beni ihlas ve samimiyetle anını ki Ben de sizi kurtararak anayım. 155
-
Siz beni, ruhlarınız ve sırlarınızla zikredin; Ben de sizi maddi varlığınızı görmekten kurtararak zikredeyim. 156
-
Siz beni fikir ve nazar yoluyla zikredin, Ben de sizi sürekli müşahede halinde tutarak zikredeyim. 157
-
Siz beni münacat ile yakararak anın ki, Ben de necat (kurtuluş) ile anayım. 158
-
Siz beni bolluk ve sıhhatteyken zikredin, Bende sıkıntıya ve darlığa düştükleri zaman onları sıkıntılarından kurtarmak suretiyle anayım. 159
-
Siz, bir musibet anında beni zikredin ki, Ben de sizi o musibetten kurtarayım. 160
-
Beni, size farz kıldığım ibadetlerle anın ki Ben de sizin için kendime gerekli kıldığım sevap ve rahmetimle161 (kendime vacib kıldığım şeylerde) 162sizi anayım.
-
Siz bana itaatle, emirlerime uymak suretiyle, salih amel ile, Hamdetmek, teşbih getirmek, şükretmek, Kur'an-ı Kerim'i okumak, ayetleri üzerinde düşünmek, kainattaki deliller üzerinde Benim varlığıma, kudretime ve vahdaniyetime dair tefekkür etmek, size verdiğim emirlere bağlı kalmak, yasakladıklarından kaçınmak, peygamberlere iman edip onlara uymak suretiyle Beni zikrediniz. Ben de sizleri kendi nezdimde sevap ve ihsan ile bol bol hayırlar vermekle, mutluluk ve izzetinizin devamı ile sizi anayım. Sizinle meleklere karşı övüneyim. 163
-
Siz davetime icabet etmek ve muhsin olmak suretiyle beni zikredin. Bu, tıpkı Allah'ın,"Bana dua edin, duanızı kabul edeyim" 164ayeti gibidir. Bu, Ebu Müslim'in görüşüdür. O şöyle demiştir: "Allah Teala, mahlukatına, kendisini arzulayarak ve kendisinden korkarak, rahmetini umarak ve azabından çekinerek zikretmelerini; zikirlerini başkası değil sırf Allah için yapmalarını emretmiştir. Onlar, Allah'a ibadet etmede ve onu Rab tanımada ihlaslı olarak zikrettikleri zaman, Allah Teala da hem dünya hem ahirette onları ihsanı, rahmeti ve nimeti ile zikreder (yani bunları verir)".165
-
Beni, medh-ü sena edip itaat ederek zikredin ki, ben de sizi medh-ü sena edip nimet vererek zikredeyim. 166
-
Siz benim uğrumda cihad ederek anın ki, ben de size hidayet ederek (yol göstererek), sizi anayım. 167
-
Siz önce, benim Rab olduğumu hatırlayın ki, ben de sonunda, sızı rahmetim ve kulluğuma kabul etme ile hatırlayayım (mükafatlandırayım)." 168
-
Beni doğruluk ve samimiyetle zikrediniz, ben de sizi kurtuluş ve size tahsis ettiğim şeyleri artırmakla zikredeyim.169
Bütün bu ifadelerin ışığı altında bilinmelidir ki,
İbn Abbas(r.a);"Allah'ın rahmetiyle sizi zikretmesi, sizin itaat ile O'nu zikretmenizden daha büyüktür, daha faziletlidir."
Mücahid(r.a) ve ikrime(r.a); "Allah'ın kulunu zikretmesi, kulun Rabb'ini namazda ve diğer ibadetlerinde zikretmesinden daha büyüktür "demişlerdir.
Taberi(rah); "Allah'ın sizi zikretmesi, sizin O'nu zikretmenizden daha faziletlidir" görüşünü tercih etmiştir.170
Kurtubi;”Allah'ın sevap ve övgü ile sizi zikretmesi, sizin O'nu ibadet ve namazlarınızda zikretmenizden daha büyüktür" yorumunu benimsemiş ve bu görüşü İbn Ömer'den yapılan bir rivayete dayandırmıştır.171
Ebu Usame en-Nehdi diyor ki:“Ben Allah'ın hangi an ve saatte bizi andığını bilirim!”
Bunun üzerine kendisine soruluyor: “Nasıl bilirsiniz?” O, cevap veriyor:
“O'nu andığımız zaman.” Çünkü Kur'an'da buyuruyor: “Anın Beni anayım sizi!”
Müfessir Süddi diyor ki:“Herhangi' bir kul Allah'ı anacak olursa, herhalde Allah da onu anar; şöyle ki: Mü'min O'nu anınca, O da onu rahmetiyle, mağfiretiyle anar. Kafir O'nu anacak olursa, O da onu azap ile anar!” 172
İbn Ebu Hatim der ki, bize Hasan İbn Muhammed... Mekhul el- Ezdi’den nakletti ki, o şöyle demiş: Ben Abdullah İbn Ömer’e; “cana kıyan, içki içen, hırsızlık yapan ve zina eden kişi Allah’ı zikrederse ne olur?” dedim.. Allah Teala “Öyleyse Beni zikredin ki Ben de sizi anayım” buyuruyor. Abdullah İbn Ömer dedi ki; “bu kişiler, Allah’ı zikrederlerse Allah da onlar susuncaya kadar kendilerini lanetle anar.” 173
TASAVVUFTA, MANEVİ İLERLEYİŞ ANCAK ZİKİRLE MÜMKÜNDÜR
Tasavvufun ilk hedefi muhatabı olan insanoğlunun kalbinin temizlenmesidir.
Kur’an,kalbin temizliğine“tezkiye”ismini vermiş ve ebedi kurtuluşu ona bağlamıştır. 174 Hz. Peygamber(s.a.v)’in temel görevi de tebliğ ve tezkiye olarak belirlenmiştir.175
Tezkiye kalıbı değil kalbi temizlemektir. Bu ise kalbin şirk, küfür, isyan ve gaflet gibi manevi kirlerden arındırılmasıdır. Bu arındırma iman, nur, feyiz, tövbe, istiğfar, gözyaşı ve ibadetlerle olur. Hadisler, güzel ahlakın asıl merkezi olarak kalbi işaret eder. Efendimiz (s.a.v), kalbin dini yaşantıdaki yerini şöyle tanıtmıştır:“İnsan vücudunda öyle bir parça vardır ki, o iyi olduğu zaman bütün bedenin işleri iyi ve güzel olur. O bozulduğu zaman, bütün vücut bozulur. Dikkat edin o parça kalptir” 176
Bunun için mürşitler, insan eğitiminde ilk hedef olarak kalbi seçerler. Bütün gayretlerini, müridinin kalbinin uyanması ve ihyası için kullanırlar. Bu işi devamlı gündemde tutarlar; gerçekleşmesi için çok fazla zaman ayırırlar.
Üzülerek belirtelim ki, bugün insan kalbinin manevi terbiyesi ihmal edilmiş, gayretler çoğunlukla mideye ve kalıba yöneltilmiştir. Kalp hastalığı denilince manevi değil, maddi kalp hep anlaşıla gelmiştir. Öyle ki kalple işlenen günahlar gizli olduğu için zahirdeki günahlar kadar üzerinde durulmamıştır.
Mesela, adam öldürmek, içki içmek, yalan söylemek büyük günahlardandır. Bir mümin bunlardan sakındığı gibi, kalple işlenen kin, haset, kibir, riya, aşırı dünya sevgisi, kader ve kazaya itiraz, ilahi takdire rızasızlık, gaflet gibi gizli günahlardan sakınmamaktadır.
Halbuki, İbnu Hacer el-Heytemi hazretlerinin naklettiği gibi:
“Kalple işlenen günahlar, dış azalarla işlenen günahlardan daha tehlikelidir. Çünkü onlar, sonuçta imanı zedeler, ibadetin kabul edilmesin engeller, amellerin sevabını yok eder. Gizli günahların çoğu insanı şirke sürükler, nifaka bulaştırır, dinden bile çıkarır. Ayrıca kalpte yer eden gizli günahlar, devamlıdır, her zaman insanı tehlikeye sokar. Zahiri günahlar ise böyle değildir.“ 177
Mademki vücud ülkesinde ki bir organın iyi olması iyiliğe, kötü olması kötülüğe delalet ediyor öyleyse önce o parçayı iyi hale getirmenin çarelerine başvurulmalı.
İşte bu çarenin başında tasavvufunda ilk hedefi olan kalbi temizlemektir. Kalbin tezkiyesi ve nefsin terbiyesi hali, bütün müminlerin ortak hedefidir. Bu temizlemenin nasıl olacağı hususunda çeşitli görüşler sedredilse de tasavvuf bu temizliğin ve hastalığın tedavisinin ancak zikirle olacağını beyan etmişlerdir.
Gavs-ı Sani Seyyid Abdulbaki Hazretleri, bir sohbetlerinde zikir hakkında şöyle buyurdular: “Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele halindedir. Rabbü’l-Alemin: “Dikkat edin,uyanık olun;kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur,” 178 buyurmuştur.” 179
İmam-ı Rabbani hazretleri bu ayet-i kerime hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Kalbin itminana ulaşmasının yolu nazar ve istidlalden değil Allah’ı zikretmekten geçer. Şüphesiz zikirse, hakiki anlamda olmasa bile Cenab-ı Hak Teala ile münasebet kurmak söz konusudur. Topraktan yaratılmış insan nerede, her şeyin Rabbi olan Allah Teala nerede! Fakat zikir sayesinde zikreden ile zikredilen arasında bir tür irtibat muhabbeti gerektiren bir ilişki olmuştur. Muhabbet de zikredeni kuşatınca bundan öte manevi huzurdan başka hiçbir şey kalmaz. Durum kalp mutmainliği derecesine ulaşınca ebedi devlet kesinleşmiş olur.
Hiç durmadan Hakk’ı zikretsin dilin,
Budur cilası kalplerin ve gıdası ruhun! 180
Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri hafi zikrin kalpteki etkisini şöyle dile getirir:
“İ'lem eyyühe'l-aziz!(Ey aziz kardeşim bil ki!)Tohum olacak bir habbenin(tohumun) kalbi, yani içi delindiği zaman, elbette sümbüllenip(filizlenip) neşvünema bulamaz (büyüyemez), ölür gider. Kezalik, ene ile tabir edilen enaniyetin(benliğin) kalbi, "Allah Allah" zikrinin şua ve hararetiyle yanıp delinirse, büyüyüp gafletle firavunlaşamaz. Ve Halık-ı Semavat ve Arza isyan edemez. O zikr-i İlahi sayesinde ene mahvolur.
İşte Nakşibendiler, zikir hususunda ittihaz(sayma) ettikleri zikr-i hafi sayesinde, kalbin fethiyle, ene ve enaniyet mikrobunu öldürmeye ve şeytanın emirberi(emir eri) olan nefs-i emmarenin başını kırmaya muvaffak olmuşlardır.” 181
İşte zikrin insan vücudundaki tesiri böyle. İşte bu tesiri bilen mürşi-i kamil olan zatlar terbiyelerine girenlere sürekli ve hergün belli sayıda zikretmeleri talimatıyla vird edinmelerini tavsiye ederler. Bu sayede kalbin hastalıklarından ve nefsin kötü sıfatlarından kurtulup kalbin itminan olmasını sağlamaktır. Bunu tavsiye ederlerken de en çok üzerinde durdukları nokta asla virdlerini aksatmamaları ve gafletten kurtulmalarıdır.
İmam-ı Rabbani hazretleri der ki:
“Biliniz ve dikkat ediniz ki sizin ve hatta bütün Ademoğullarının saadeti kurtuluşu ve felahı Mevlayı zikretmeye bağlıdır. Bütün vakitlerin, imkan nisbetinde Allah(cc) zikri ile geçirilmesi gerekir. Bu hususta bir anlık gaflet bile doğru değildir. Zikir esnasında çam kozalağı şeklindeki kalbe yönelmek gerekir. Çünkü bu et parçası haliki kalbin yuvası mesabesindedir. Mübarek “Allah” isminin zikri bu kalpte icra edilir. ” 182
Reşahat kitabında şöyle denmektedir:” Zikreden zikir esnasında sol memenin altında bulunan çam ağacı kozalağı şeklindeki et parçasına yönelmeli, onu devamlı zikirle meşgul etmeli ve zikrin manasından gafil olmamalıdır." 183
Zira gaflet her ne kadar kabul edilecek durum değilse de gafletle zikrediyorum diye zikri bırakmak da pek akıl karı bir iş değildir.
Bakınız bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri bu konuda şöyle buyurur:
“İ'lem eyyühe'l-aziz!(Ey aziz kardeşim bil ki!)Zikreden adamın, feyz-i İlahiyi celb eden muhtelif latifeleri vardır. Bir kısmı, kalb ve aklın şuuruna(idraka) bağlıdır. Bir kısmı da şuursuz, yani şuurlara tabi değildir. Binaenaleyh, gafletle yapılan zikirler dahi feyizden hali(Zikir gafletle de olsa feyizden boş) değildir. “ 184
İmam-ı Rabbani hazretleri yapılan zikrin fayda vermesi hususunda şunları söylemiştir:”Zikrin fayda vermesi, neticenin ortaya çıkması, şeriat hükümlerini yerine getirmeye bağlıdır. Binaenaleyh farzları, sünnetleri, yerine getirmede haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçınmada son derece dikkatli davranmak lazımdır.“ 185
Zikir kalp hastalıkları için tedavidir. Tasavvufta, manevi ilerleyiş ancak zikirle mümkündür. İşte bu halde iken yapılan zikir vücud ülkesini değişikliğe uğratır
Zikir de ilahi aşk, muhabbet, rahmet, sekinet, nur, ihlas, edep, tövbe, göz yaşı, sevgi, feyiz, meleklerin teşrifi, istiğfarı ve hayır duası gibi manevi meyveler mevcuttur.
Zikir vuslat(Kavuşma) yoludur. Zikir kulu yüce rabbine yaklaştırır. Zikir insanın marifetini ve muhabbetini artırır, manevi derecesini yükseltir. İhlasla yapılan zikir kul ile rabbi arasındaki bütün perdeleri kaldırır, engelleri aştırır. Resulullah Efendimiz(s.a.v)’in belirttiği gibi, zikirdeki bu özellik hiçbir amelde yoktur.
Zikir kalbin cilasıdır, onu manevi kirlerden temizler, içindeki gafleti yok eder. Kalp zikrin nurları ile aydınlanır ve parlar. Bu nur insanın bütün vücuduna yayılır, her organ ondan bir pay alır, nurlanır, vücut Allah sevgisiyle tatlanır. Zikir nurları içinde kaybolan kimsenin yüzü güzel, sözü tatlı olur. Bakışı feyiz akıtır, gülüşü huzur verir. Her hali hayrı yansıtır. Bu kimse yeryüzünde Allah Teala’nın canlı şahididir. Kendisine bakana Allah’ı zikrettirir, hayrı sevdirir.
Zikir manevi zevk kapılarını açar. Zikir sayesinde kul Allah Teala ile özel sohbet ve muhabbet eder. Cenab-ı Hak zikredenin en yakın dostu ve sohbet arkadaşı olur, kalbini şenlendirir, onu doyumsuz ve benzersiz zevklere ulaştırır. Büyük ariflerden İbrahim b. Edhem (rah) bu zevki şöyle tarif eder:
“Yüce rabbim kendisini seven ve çokça zikreden dostlarının kalbine öyle bir zevk koymuştur ki, eğer dünya sultanları bunun ne kadar tatlı olduğunu bilselerdi onu ele geçirmek için bütün ordularıyla ariflerin kalbine hücum ederlerdi. Ancak Allah dostları onu gizlerler, sultanlar da ondan habersizdirler.”
Zikir kalbi şenlendirir, kalpten gamı, kederi, stresi giderir. Alemlerin rabbi ile huzur bulmuş kalpten boş sıkıntılar ve yersiz korkular çeker gider. Kalbi zikir ile şenlenmiş bir kul hiçbir zaman yalnızlık korkusu yaşamaz, ne olacağım sıkıntısı çekmez, rızık endişesine düşmez. Zindana atılsa saraydaki gibi rahat eder.
Zikir kalpteki imanı kuvvetlendirir, kalbe manevi hayat ve neşe verir. O zaman ibadetler tatlı ve kolay olur. Kul taklitten kurtulur. Balık için su ne ise, kalp için de zikir odur. Zikirsiz kalp ölür. Kalbi ölü bir insandan hayırlı ve tatlı işler çıkmaz.
Onun içindir ki Gavs-ı Sani hazretleri zikrin gerekliliği hakkında şöyle buyurmuştur:
“Kalbin gıdası zikirdir. Günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. Kalbini diriltmek ve beslemek isteyen kimse yüce Allah’ın zikrini çok yapmalıdır. Allah (cc) bir kulunu sevmezse onun ağzına zikir vermez. Zikir çekmeyen sofi avamdır. Nakşi listesine sadece zikir çeken sufiler yazılır.
İnsan zikir çeke çeke öyle bir duruma gelir ki; attığı her adımda Allah aklına gelir. İçtiği suda Allah aklına gelir. Her şeyde Allah’ın rızasını aramaya başlar. İşte iman budur. İmanı hakiki zikirde bulursun. Vücud Allah demeye başladı mı artık yatarken, otururken, ayaktayken konuşurken her halde, Allah’ın razı olup olmadığını düşünürsün. Allah’ı sürekli düşünmek; İşte evliyalık budur.”
Dostları ilə paylaş: |