Medine-i Münevvere



Yüklə 132,74 Kb.
tarix26.10.2017
ölçüsü132,74 Kb.
#13105

Medine-i Münevvere...

Aydınlatılmış şehir...13 yıllık meşakkatli bir Mekke döneminden sonra, Allah Resulüne ve ashabına kucak açan ve hicretleriyle şereflenen nurlu peygamber şehri, Dar-ul Hicre...



  • İslam'ın ilk başkenti... 1400 yıllık İslâm me­deniyetinin temellerinin atıldığı, alternatif İslâmî devlet modelinin tüm dünyaya gösterildiği asr-ı saadet mekanı.

  • Ümmet ulemasının ittifakıyla Kabe-i Muaz­zama dahil yeryüzündeki tüm mekanlardan ka­inatın efendisinin mübarek vücuduna ev sahipliği yapması hasebiyle daha efdal, daha mukaddes ve daha mübarek bir mekan... Arz-ı mübarek.

* Medine-i Münevvere, Allah Resulü (s.a.v.)'nün "Hangisine tabi olursanız hidayeti bulursunuz" dediği, karanlık geceyi aydınlatan yıldızlar mesabesindeki sahabelerinin diyarı... "O"nun sohbetine iştirak etme şerefine nail olmuş, ordusunda asker, devletinde memur, mes­cidinde talebe olmuş Ashab-ı Muhammedi'nin onbinden fazlasına toprağında yer açmış bir gü­zel şehir, Taybetüttayyibe...

* Kur'an'ın 28 suresinin nazil olduğu, her ka­rış toprağında hadis-i şeriflerin zikredildiği, ahir zamanda imanın toplanacağı, vahyin ve risaletin buram buram yaşandığı iman şehri, dar-ul iman.

* Kıyamete kadar meleklerin koruması altın­da olması hasebiyle, deccalin ve taun hastalığı­nın asla giremeyeceği, toprağının şifalı ve bere­ketli olduğu kainatın efendisi tarafından müjde­lenen, içerisinde ölen kimseye iki cihan güneşi (s.a.v.) efendimizin şefaatinin vacip olduğu kutlu belde, Beldetüttayyibe...

* Ve Mescid-i Nebevi... İbadet maksadıyla yolculuk yapmanın caiz olduğu üç mescidin ikin­cisi, Kabe-i Muazzama'dan sonra yeryüzünde ibadet edilecek en faziletli mekan, bir vakit na­maza bin vakit namaz sevabı verilen Peygam­ber Mescidi. Yalnız İslam tarihini değil, insanlık tarihini de etkileyen olayların planlandığı, beşe­riyetin en mükemmel ve en mütekamil fertlerinin yetiştiği, sultanların ve kralların "Ona hizmetle şereflendiklerini" söyledikleri ve bu konuda bir­birleriyle adeta bir hizmet yarışına girdikleri mescit. Ve mescitte cennet bahçelerinden bir bahçe, "Ravza-i Mutahhara"...

* 14 asırlık İslam Tarihi boyunca Mescid-i Nebevi Müslümanların gözdesi olarak kalmış ve kıyamete kadar da kalmaya devam edecektir. Dünyanın dört bir köşesinde Müslümanlar yap­tıkları duaların "Haremeyn'de yapılan dualarla" beraber kabul edilmesini niyaz eder Cenab-ı Hakk'tan.

* Ve her Müslümanın kalbinde buralara gel­mek ve İslâm'ın doğduğu bu mukaddes toprak­ları ziyaret etmek vardır.

* İşte elinizdeki bu mütevazi çalışma, çeşitli ülkeler­den Hacca ve Umreye gelen hacı adaylarımıza bir nebze olsun yardımcı olmak, onları Medine-i Münevvere ve Mescid-i Nebevi hakkında bilgi­lendirmek gayesiyle, Ali Seven ve Selim Argun tarafından hazırlanmıştır.

Cenab-ı Hakk maddi-manevi tüm emeği ge­çenlerden razı olsun.

Çalışma bizden başarı ve takdir Allah'tandır.

Mart-1997 Medine-i Münevvere



UHUD DAĞI ve UHUD ŞEHİTLERİ

Uhud dağı; Medine-i Münevvere'nin kuzeyin­de, Mescid-i Nebevi'ye 5.5 km uzaklıktadır. Bir­çok kıymetli madeni bünyesinde bulunduran (al­tın, sarı, yakut, antimuvan v.b.) ve kırmızı granit taşlardan müteşekkil bir dağdır. Yüksekliği 121 m'dir. Hemen mukabilindeki tepe, okçular tepesi olarak bilinen "Ayneyn tepesi’dir. İkisi arasındaki vadiye "Kanal vadisi" denir. İslam tarihinde bü­yük bir öneme sahip olan Uhud savaşı, adını bu dağdan almıştır.

Uhud savaşı: Hicretin üçüncü senesinin şev­val ayında bu dağın önünde olmuştur.

Savaşın sebepleri: Mekkeli müşriklerin hicri ikinci yılda Bedir'de tatmış oldukları yenilginin intikamını almak ve Kureyş'in civar kabileler arasındaki sarsılan otoritesini yeniden sağlam­laştırmak istemeleri idi.

Hatırlanacağı üzere Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Medine'ye hicretinden bir yıl sonra Ebu Süfyan komutasında, Mekkeli müşriklere ait yüklü bir ticaret kervanının Şam'dan gelmekte olduğunu haber almış ve üçyüz sahabi ile birlik­te bu kervanı ele geçirmek, netice itibariyle de Mekke'ye ekonomik bir darbe vurmak maksa­dıyla kervanın geçeceği yola doğru harekete geçmişti. Ebu Süfyan bunu haber almış kerva­nın yolunu değiştirmiş, Mekke'ye bir haberci göndererek onlardan yardım istemişti. Bunun üzerine Ebu Cehil komutasındaki bin kişilik bir kuvvet Mekke'den hemen yola çıkmıştı.

Medine'den bir ticaret kervanına saldırmak için çıkan üçyüz kişilik bir grupla, bin kişilik Mek­ke ordusu Medine-i Münevvere'ye 150 km uzaklıktaki Bedir'de karşı karşıya geldi. Müslü­manlar kafir ordusuna unutamayacağı bir ders verdi. Başta Ebu Cehil olmak üzere Mekke'nin ileri gelen azılı kafirleri bu savaşta Öldürülmüş­tür. 70 ölüye karşı Müslümanlar 14 şehit vermiş­lerdi. 70 de esir vardı. Ebu Süfyan sağ salim kervanı Mekke'ye ulaştırmıştı, ancak savaş so­nucu Mekke'de bir bomba tesiri yapmıştı. Mek­ke'nin İleri gelenleri bir araya gelmiş ve Şam'dan gelen ticaret kervanının tüm gelirleri­nin Müslümanlarla yapılacak olan savaşta silah ve mühimmat harcamalarında kullanılmasına ve Medine'ye büyük bir orduyla hücum edilmesine karar vermişlerdi.

İşte Uhud savaşı bu intikam yemininin doğurduğu bir savaştır, 3.000 kişilik bir orduyla Medi­ne'ye doğru yola çıkar kafirler. Yanlarında 8 de kadın vardır. Kadınlar şarkı söyleyerek müşrik ordusunu cesaretlendirmek için alınmıştır ordu­ya.

Efendimiz (s.a.v.) haberi Mekke'deki amcası Abbas'tan alır. Ve ashabı ile istişare eder. Onla­rı, Medine'de kalıp şehri savunmaları yada şe­hir dışına çıkıp meydan savaşı yapmaları konu­sunda tercih yapmaları için serbest bırakır. İşte bu Muhammedi terbiyenin en önemli özellikle­rinden birisidir:"Fikir hürriyeti"... Oysa:

Allah Resulü fikrini söyleyerek Medine'nin et­rafının tabii dağlarla çevrili olduğunu, bir tabii kale görünümünde olan Medine'yi savunmanın meydan savaşından daha isabetli olacağını, böylelikle de kadınlar ve çocuklardan lojistik destek sağlanabileceğini belirtir ve ashabına da ona uymalarını emrederdi. Ama O, onları ser­best bırakmış ve fikirlerini özgürce açıklamaları için fırsat tanımıştı. Yaşlı ve tecrübeli sahabeler Efendimizin fikrinde idiler.

Bunların arasında münafıkların reisi Abdullah b. Ubey b. Selul da vardı. Ancak şehadet arzu­suyla tutuşan ve şecaatlerini kafirlere göstermek isteyen genç kahramanlar ısrarla meydan savaşını istediler. Hem onların birçoğuna Bedir savaşına katılmak da nasip olmamıştı. Bu fırsat kaçmamalıydı. Efendimiz (s.a.v.) gönlü savun­ma savaşını arzu etmesine rağmen meydan sa­vaşını kabul etti ve hazırlanmak için evine girdi. Bu arada ashab kendi arasında istişare etmiş ve Efendimiz (s.a.v.)'i meydan savaşına istikrah ettiklerinin farkına varmışlar, pişman olmuşlardı. Hz. Hamza'yı elçi gönderip, Efendimiz (s.a.v.)'e dilerse Medine'de kalacaklarını iletmişlerdi. Efendimiz (s.a.v.} zırhını kuşanmış ve silahlan­mıştı. Hz. Hamza'ya "Bir peygambere zırhını kuşandıktan sonra savaşmadan çıkarmak yakışmaz" diyerek askeri dehasını bir kez daha göstermiş ve hayatiyet arzeden konularda te­reddüde yer olmadığını ashabına anlatmıştı.

İslam ordusu 1000 kişi ile Medine'den Uhud'a doğru yola çıkıp Şeyheyn denilen mevkiye gelince, münafıkların reisi Abdullah b. Ubey b. Selul 300 kişilik bir grupla ordudan ayrıldı.

Ayrılış sebebi ise evvela Efendimiz (s.a.v.)'in kendisini dinlemeyip gençleri dinlediği ve ikinci olarak da savaş olmayacağına inanma­ları idi. Zorluktan ve meşakkatten nefsi bahanelerle kaçan tipik bir münafıklık göstergesiydi bu. Aslında bu iyilerin kötülerden ayıklandığı ilahi bir temizlik operasyonuydu. Geri kalan 700 inanmış mümin Uhud'a vardılar. Peygamberi­miz (s.a.v.) ordusunun yüzünü Medine'ye döne­cek şekilde arkalarına Uhud dağına verdirdi. Ayneyn tepesine Abdullah b. Cübeyr komutasında 50 okçu yerleştirdi ve onlara "Kazansak, onları mağlup etsek yada yenilip hezimete uğradı­ğımızı görseniz bile yerinizi terk etmeyeceksiniz" diye emir verdi.

Savaş, mübarezeden sonra başladı. Tarihi kanlarıyla yazan İslam kahramanları, aslanlar gibi dövüştüler. İman bir kez daha küfre galip geldi. Kafirler gerilemeye başladılar. Müşrik ka­dınlar def çalıp askerlere şiirler okuyarak onları cesaretlendirmeye çalışıyorlardı. Ama nafileydi. 3000 kişilik bir ordu dağılmış ve geride bir sürü ganimet bırakarak kaçıyordu.

Müslümanlar ganimet toplamaya başladılar. Bunu gören okçular Efendimiz (s.a.v.)'in kendi­lerine vermiş olduğu emrin vaktinin sona erdiği­ne hükmedip, tepeden aşağıya inerek ganimet toplamaya katıldılar. Okçuların reisi Abdullah b. Cübeyr 5-6 kişilik bir grupla tepede kaldı.

Arabın dört dahisinden biri kabul edilen Halid b. Velid bunu fark etmekte gecikmedi. Yanına al­dığı bir grup atlı ile beraber tepeyi arkadan dola­şarak Müslümanlara saldırdı.

Uhud savaşını iki kısımda incelemek gerekir. Birinci kısım: Müslümanların zafere doğru ilerle­dikleri, üstün oldukları kısımdır. İkinci kısım ise okçuların inişi ve Halid b. Velid'in arkadan sal­dırması İle başlayan ve Müslümanların hezimeti ile biten kısımdır. İki ateş arasında kalan Müslü­manlar birer birer toprağa düşmeye başladılar. Ortalık birbirine karışmıştı. Kimin kime vurduğu belli değildi. Hz. Huzeyfe'nin babası Hz. Yeman, Müslümanlar tarafından yanlışlıkla öldürülmüş­tü. Hz. Vahşi (r.a.) (sonradan Müslüman olmuş­tur) Efendimiz (s.a.v.)'in çok sevdiği. İslam'ın ve Müslümanların hamisi olmuş büyük İslam kah­ramanı Hz. Hamza'yı şehid etmişti. Yine, büyük İslam davetçisi ve ordunun sancaktarı olan Hz. Mus'ab b. Umeyr de şehit edilmişti. Peygambe­rimiz (s.a.v.)'in korumalığını yapan yedi sahabe­nin hepsi şehit olmuştu. Kafirler, Efendimiz (s.a.v.)'e kadar yaklaşmışlar ve ona hücum et­mişlerdi. Kainatın efendisinin azı dişi kırılmış, miğferinin demiri alnına batmış, yüzünden kanlar akıyordu.

Bu esnada Müslümanlar arasında Peygam­berimiz (s.a.v.)'in öldüğü şayiası yayıldı. Tabi­atıyla bu haber bir şok tesiri yaptı. Kimi sahabe­ler Allah Resulü'nün olmadığı bir hayatta yaşa­manın ne önemi var deyip var gücüyle kafir saf­larına saldırıyor şehit edilene kadar savaşıyor­du. Kimisi ise Allah Resulü olmadan savaşma­nın bir anlamı olmadığına hükmedip savaşı bı­rakarak bir köşede ağlıyordu. Bir kısım sahabe de ne yapacağını bilemediğinden Medine'ye ge­ri dönüyordu.

İşte emre itaatsizliğin feci sonucu!.

Allah Resulü'nün bir emrini dahi dinleme­yince bozguna uğrayan Müslümanlara bakıp ibret almayan bizler, Allah'ın ayetlerinin çiğ­nendiği günümüzde, başımızdaki bela ve musibetlerin çözümünü neden hep başka yerlerde ararız acaba?!...

Hz. Ömer (r.a.) Allah Resulü'nün hayatta ol­duğunu haykırır ve Müslümanlar toparlanmaya başlarlar. Efendimiz (s.a.v.) orduya dağa doğru geri çekilmesi emrini verir. Ordu toparlanır. Pey­gamberimizin yaralarını Hz. Fatıma ile Hz. Ali pansuman eder. Bu esnada Ebu Süfyan yük-sekçe bir tepeye çıkar ve Efendimiz (s.a.v.)'in bulunduğu tepeye doğru bağırarak onun hayat­ta olup olmadığını sorar. Efendimiz (s.a.v.) ce­vapsız bırakılmasını emreder. Ebu Süfyan son­ra Hz. Ebu Bekir'in hayatta olup olmadığını so­rar. Yine cevapsız bırakılmasını ister Efendimiz. Üçüncüsünde Hz. Ömer'i sorar Ebu Süfyan, Müslümanların sükutunu Efendimiz ve Hz. Ebu Bekir'in hayatta olmadıklarına yorarak sevinmiş ve kibirlenmiştir. Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ömer'e cevap vermesi için işaret eder. O da gerektiği şekilde cevap verir. Ebu Süfyan Peygamberimi­ze bir yıl sonra Bedir'de bir savaş teklifinde bu­lunur. O da kabul eder. Sonra ashabına döne­rek. "Bir kafirin Müslümanlardan daha üstte olması, Müslümanlara yakışmaz" diyerek Ebu Süfyan'ın bulunduğu tepeden aşağıya indirilme­sini emreder. İslam uleması bu nebevi sözü reh­ber edinerek İslam toplumunda yaşayan zimmilerin evlerinin Müslümanların evlerinden daha yüksek olamayacağına ve yıllık cizyesini veren zimmilerin parayı avuçlarına koyup Müslüman­ların elleri üstte iken teslim etmeleri gerektiğine hükmetmişlerdir.

Peygamberimiz (s.a.v.) Uhud şehitlerini kanlı elbiseleri ile cenaze namazları kılınmadan şehit oldukları yere defnedilmelerini emreder. 70 şehit oraya defnedilir. Efendimiz (s.a.v.)'in, defin işlemi esnasında Kuran’dan ezberi daha çok olanı, definde takdim etmesi dikkat çekicidir. Şühedanın defninden sonra Hz. Peygamber (s.a.v.), ashabına saf tutturarak uzun bir şekilde dua etmiştir. Sonra da Medine'ye dönmüşlerdir. Medine'ye döndükten sonra Efendimiz (s.a.v.), müşriklerin yeniden Medine'ye saldırma ihtimali olabileceğinden 70 kişilik bir grubu Hz. Ali ko­mutasında Hamraul Esed mevkisine göndermiş sonra da geri kalan sahabilerle beraber bizzat kendisi de giderek kafirlerin saldırısından emin olmak istemiştir.

Uhud dağı ve Uhud savaşı Efendimiz (s.a.v.)'in hayatında önemli bir yer tutmuş ve ha­yatı boyunca sık sık gidip Uhud şehitlerini ziya­ret etmiş, Uhud savaşından çokça söz etmiştir. Bir hadis-i şeriflerinde "Uhud dağı cennet ka­pılarından bir kapıdır." "Uhud dağı bizi sever biz de Uhud'u" diye buyurmuştur.

Uhud dağı mübarek bir dağdır. Hz. Harun aleyhisselam bu dağda medfundur. Kardeşi Hz. Musa ile birlikte Hacca geldiklerinde Medine'ye uğramışlardır. Son peygamberin hicret yurdunu görmek için çıktıkları Uhud dağının te­pesinde Hz. Harun hastalanarak vefat etmiş ve oraya gömülmüştür. (Vefaulvefa S:930, El-durru EI-semin S:181)

Uhud savaşı, hakkında bir çok ayetin indiği, Müslümanların kıyamete kadar ibretle inceleme­si gereken, derslerle dolu bir savaştır.

Evvela 700 kişi gibi bir sayının 3000 kişi önünde korkusuzca savaşa girmesi, kemmiyetin değil keyfiyetin önemli olduğuna en büyük delil­dir.

Gerdek gecesi sabahı, cihad ilan edildiğinde, savaşı ve şehadeti kaçırırım korkusuyla yıkan­maya dahi fırsat bulamadan cihada koşan ve şehadet şerbetini içen, sonra da melekler tara­fından yıkanan Hz. Hanzala Uhud kahramanlarındandır.

Yaşları küçük olduğu gerekçesiyle savaşma­larına izin verilmeyen Semura b. Cündüp ve Rafi b. Hudeyc Peygamberimizin yanına gelerek, savaşa katılmak istediklerini söylediler. Rafi iyi bir ok atıcısı olduğunu ispatladığı, Semura da Rafi'yi güreşte yıktığı için savaşa alınmışlardır.

Uhud savaşı günü Müslüman olan ve o gün

şehid olan, hiç namaz kılmadığı halde cennete giden Amr. b. Akyes de Uhud şehitliğinde yatan­lardandır.

Uhud'da kadın kahramanlar da vardı. Ümmü Ammare Peygamberimizi savunmak zorunda kalmış ve birçok yaralar alarak gazi olmuştu.

Başta Hz. Aişe ve Ümmü Süleym olmak üze­re birçok sahabe hanım yaralılara su vermişler, yaralarını tedavi etmişlerdi. Ulema bu savaştan sonra, gerektiğinde ve fitneden emin olundu­ğunda, kadınlardan ilk yardım ve lojistik destek konusunda yararlanılmasında bir beis olmadığı hükmüne varmışlardır.

Efendimiz (s.a.v.) kendisini öldürmeye yemin eden ve bu yeminini gerçekleştirmek için üzeri­ne gelen Ubey b. Halefe bir mızrak atarak yaralamış ve Uhud dönüşünde bu kafir yolda ölmüş­tür.

Beni Didar kabilesinden kocası, kardeşi ve babasının şehit olduğunu haber verdikleri halde Resulullah (s.a.v.)'ı soran ve onu sağ salim gör­meden ayrılmayan, iman abidesi hanım da Uhud'un şehit anaları kervanındandır.

Hz. Hamza'yı şehid eden Vahşi ile, ona bu emri veren, Ebu Süfyan'ın karısı Hind binti Utbe; kocası Ebu Süfyan ile birlikte Uhud savaşın­dan 7 yıl sonra Mekke'nin fethi esnasında Müs­lüman olmuştur!.

Ve daha nice dersleri ve ibretleriyle incelen­mesi gereken bir savaştır Uhud savaşı... Uhud Şühedasını bu duygu ve düşüncelerle perşem­be günü ziyaret etmek müstehaptır

MESCID-İ KIBLETEYN ve KIBLENİN KABE YÖNÜNE DEĞİŞMESİ

Peygamberimiz (s.a.v.) Hicret'ten önce na­mazlarını Mescidi-i Aksa'ya doğru yönelerek kılı­yordu. Kabe-i Muazzama'yı da Mescidi-i Aksa ile arasına alıyordu. Bu durum Hicret'ten sonra 16 ay kadar daha devam etti. Ama onun gönlü na­mazlarını Kabe'ye doğru kılarak eda etmeyi isti­yordu. Bir vahiy bekliyor ve kıblenin değişmesi için dua ediyordu. Çünkü Müslümanların Mescidi-i Aksa'ya doğru yönelerek namaz kılmaları Yahudilerin hoşuna gidiyor ve kendi aralarında "Muhammed bire muhalefet ediyor ama bizim kıblemize yönelerek namaz kılıyor" şeklinde ileri geri konuşuyorlardı.

Bu beklenti Hicret'in ikinci senesi Recep ayı­nın 17. günü sona erdi. Kıblenin değişmesini emreden ayet Efendimiz (s.a.v.), bugün Kıbleteyn mescidi olarak bilinen, Beni Seleme yur­dunda öğle namazını eda ederken indi. Pey­gamberimiz (s.a.v.) o anda yönünü Kabe'ye doğru çevirdi. Ve Mescid-i Aksa'ya doğru yöne­lerek başlanılan namaz, Kabe-i Muazzama'ya doğru yönelinerek bitirilmiştir.

"(Ey Muhammed)Biz Senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden ha­ber beklediğini)görüyoruz. İste şimdi, Seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a çevir. (Ey Müslümanlar')siz de nerede olursanız olun (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. (Baka­ra: 144)

Peygamberimiz (s.a.v.) kıblenin tahvilinde ilk öğle namazını Beni Seleme mescidinde (Kıbleteyn camii), ilk ikindi namazını Mescid-i Nebevi'de ve ilk sabah namazını da Küba mescidin­de kılmıştır

Beş vakit namaz, Hicret'ten 18 ay önce Miraç gecesinde farz olmuştur. Hicret'ten sonra da 16 ay devam edildiğine göre Efendimiz (s.a.v.) ve ashabı toplam 2 sene on ay namazlarını Mescid-i Aksa'ya doğru yönelerek kılmışlardır. Bu süre içerisinde vefat eden sahabi sayısı ondur. Yani on sahabe namazlarını Mescid-i Aksa'ya doğru kıldıkları halde vefat etmişlerdir. Bil ittifak namazları sahihtir.

Kıbleteyn mescidine bu yüzden iki kıbleli mescit adı verilmiştir.
HENDEK SAVAŞI ve 7 MESCİTLER

Hendek savaşı hicretin 5. senesi şevval ayın­da olmuştur.


Savaşın sebepleri: Medine'den Hayber'e sü­rülen Beni Nadir Yahudilerinin ileri gelenleri Mekke'ye giderek Kureyşlilerle konuşmuş ve onlara Medine'ye karşı yapacakları bir savaşta destek olacaklarını haber vermişti. Kureyşli müşrikler ise Uhud'da Efendimiz (s.a.v.)'e ver­miş oldukları "Bir yıl sonra Bedir'de harp" sö­zünde durmamışlar, Müslümanlar Bedir'e gidip karşılarında kimseyi göremeyince geri dönmüşlerdi. Bu; sebebi ne olursa olsun savaşmanın bir kahramanlık sayıldığı zamanın coğrafyasında civar kabilelerde duyulmuş ve Kureyş kabilesi­nin otoritesinin zayıflamasına yol açmıştı. Bedir'in ve kısmen de olsa Uhud'dakilerin acısını unutamayan Kureyş için bu teklif kaçırılmaya­cak bir fırsattı. Üstelik Şam ticaret yolu hâlâ Müslümanların tehdidi altında idi. Beni Nadir Yahudilerine olumlu cevap verdiler. Ancak Yahudi­ler bununla yetinmeyip diğer büyük kabileleri de ziyaret ederek onlara Hayber'in tarım ürünleri­nin yarısını vaat ederek savaşa ikna ettiler. Gatafan, Kinane ve Tehame gibi meşhur kabilelerin de iltihakıyla 10.000 kişilik müttefik ordusu Me­dine'ye doğru hareke* etti.

Peygamberimiz (s.a.v.) olağanüstü hal duru­mu ilan ederek ashabını toplantıya çağırdı. Du­rum değerlendirmesi yapıldı. Neticede Farslı(İranlı) bir Müslüman olan Selman-ı Farisi'nin önerdiği görüş kabul edildi. Buna göre, düşman­la Müslümanlar arasına Hendek kazılacaktı.

Medine-i Münevvere'nin doğu, batı ve güney tarafları evler, hurmalıklar ve çalılıklarla örtülü olduğundan ve bir ordunun levazımatıyla bura­dan geçmesi mümkün olmadığından, geriye hendek kazımı için kuzey ve batı kısmı kalıyor­du. Nitekim tarih boyunca Medine'ye yapılan hücumlar hep bu cihetten yapılmıştı. Musa (a.s.) ve Davut (a.s.) da Medine'ye yapmış ol­dukları akınları bu taraftan yapmışlardı.

Hendek kazılmaya başlandı. Mevsim kıştı. Dondurucu soğuk Ensar ve Muhacirlerin ilikleri­ne kadar işliyor, had safhaya varan açlıktan ötü­rü Efendimiz (s.a.v.) dahil birçok sahabe karınla­rına taş bağlayarak çalışıyorlardı. Ancak iman ateşi soğuğu yok etmişti. Hendek 6 gün gibi kı­sa bir zamanda kazıldı.



Uzunluğu: 2725 m. Derinliği: 5 m. Genişliği:6 m olan hendeğin kazılmasında başta Peygam­berimiz (s.a.v.) olmak üzere 1000 sahabe bilfiil çalışmıştır. Hendek Sel'a dağının önünden Mescid-i Müsterahın güneyine kadar geniş kavisli bir yay şeklinde uzanıyordu. İslam ordusu, karargahını bu gün yedi mescitler olarak bilinen sel'a dağın­da kurdu. Hendekten çıkarılan topraklarla hen­değin gerisine siperler yapıldı. 500 kişilik bir grup ise hendek boyunca sürekli devriye görevi yapıyor, yüksek sesle tekbir getirerek var olduk­larını Beni Kureyza Yahudilerine bildiriyorlardı.

Beni Kureyza, bugün Avali olarak bilinen Medi­ne'nin 9.batısına bakan kısmında yaşayan Yahudi kabilesiydi. Peygamberimiz (s.a.v) Medi­ne'ye hicretinden sonra hazırlanmış olduğu anayasada (Medine vesikası) onlarla anlaşma yapmış ve Medine'de kalmalarına müsaade et­mişti. Şimdi ise Beni Nadir Yahudilerinin sebep olduğu bir savaşta ihanet etmelerinden endişe ediliyordu.

10.000 kişilik müttefik ordusu Medine'ye var­dıklarında hiç beklemedikleri hendekle karşıla­şınca şaşırıp kaldılar. Şehirleri etrafına hendek kazarak savunmak Arap yarımadasında o gün için bilinen bir metot değildi. Ne yapacaklarını bilemez bir hale geldiler. Şehri muhasara altına alıp Müslümanların bir gaflet anını beklemeye başladılar. Düşman ordusundan bir kaç kişi hendeği geçmeye kalkıştıysa da Müslümanlar tarafından ok yağmuruna tutularak geri püskür­tüldüler.

Hendek savaşı, müşriklerden 10.000 müslümanlardan 3.000 kişinin katılmasına ve o zama­na kadar katılımı en fazla olan savaş olmasına rağmen ölü sayısının en az olduğu bir savaştır. 6 müslüman şehit olmuştur. Hakeza kafirlerden öldürülenlerin sayı da bir elin parmak sayısını geçmez. Buna rağmen Hendek savaşı, beden savaşından ziyade bir sinir ve taktik harbidir. Şöyle ki:

Bedir ve Uhud'da olduğu gibi bir günlük sa­vaşa alışkın olan Mekkeliler hayatlarında ilk kez değişik bir savunma stili ile karşılaşınca fena halde bozulmuşlardı. Buna ilave olarak hendeği atlama çabaları başarısızlıkla sonuçlanmış ve bir günlük savaş mühimmatı ile gelen ordu üç hafta süren muhasara boyunca sıkıntılı anlar yaşamaya başlamıştı. Beni Kureyza yahudilerinin göndermiş olduğu yardımlar müslümanlar tarafından fark edilmiş ve o yardım yolu da kesil­mişti.

Hendek savaşının bir diğer adı da "Ahzab" savaşıdır. Ahzab: Hizip kelimesinin çoğuludur. Hizip ise parti, grup ve bölük anlamlarına gelir. Kafir ordusu değişik gruplardan oluştuğu için bu orduya Ahzab, savaşa ise Ahzab savaşı den­miştir.Kuran-ı Kerim'in 33. suresi olan Ahzab sure­si de adını bu savaştan almıştır. Bu orduyu oluşturan grupların gayeleri ise farklı farklı idi. Kureyşliler Hz. Peygamber ve ordusunu ortadan kaldırmak, yeni neşvünema bulan İslam devleti­ni yıkmak, sarsılan otoritelerini sağlamlaştırmak istiyorlardı. Gatafanlılar ise müslümanları öldü­rerek Hayber tarım ürünlerinin yarısına sahip ol­mak istiyorlardı. Tehame ve diğer küçük kabile­ler ise Medine'ye hücum ederek mal, ganimet ve cariye elde etmek için katılmışlardı bu sava­şa, Ama bu şer ittifakının ortak paydası İslam'ı ve müslümanları yok etmekti. Tarih boyunca şer güçler bu sevda ile bir araya gelip, müslümanlara saldırmış ve hala da saldırmaya devam et­mektedirler.

Müslümanların cephesinde ise durum daha farklı idi. Hendeğin ötesinde 10.000 kişilik za­manın en büyük ordusu kendilerini yok etmek için fırsat kollarken hendeğin bu tarafında, Me­dine'deki Beni Kureyza adlı yahudi kabilesi var olan anlaşmaya ihanet ederek, kafir ordusu ile ittifak yapmışlardı Müslümanların kadın ve çocuklarının hepsi bir kalede toplanmıştı. Yahu­dilerin evvela bu kaleye saldırmalarından korku­luyordu. Nitekim muhasara devam ederken yahudiler bir kişiyi müslüman kadın ve çocukların bulunduğu, Hassan b. Sabit (r.a)'ın kalesine ke­şif için gönderdiler. Bu-yahudi kale etrafında dolanırken Peygamberimiz (s.a.v)'in halası tarafın­dan görülür, Hz. Safiye adamın başına bir odun fırlatarak onu öldürür. Gazali kitabında bu olayı zikrettikten sonra ilave ederek şöyle der. "Şaşı­lacak bir şey yok, "O" Hamza'nın kız kardeşi idi"

Hendeğin dışında müşrik ordusu, iç tarafında ise hain yahudiler vardı. Diğer taraftan uzun sü­ren muhasaraya soğuk kış mevsimi ve açlık da eklenince gerginlik had safhaya ulaştı. Peygam­berimiz (s.a.v.) ve ashabı gece gündüz durma­dan Cenab-ı Hakka dua ediyor, ondan yardım diliyorlardı. Kuran-ı Kerim onların bu halini şöy­le tasvir eder. "Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi. Gözler de dönmüş­tü yürekler ağızlara gelmişti. Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz. İşte orada İn­sanlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı" (Ahzab:9/10/11)

Efendimiz {s.a.v) bu savaşta Huzeyfe b. Yeman'ı gizlice düşman tarafına göndererek haber toplamasını; ama onları müslümanların üzerine saldırtacak her hangi bir harekette bulunmama­sını emretmişti. Huzeyfe sürünerek düşman ta­rafına geçmiş, düşman ordu kumandanı Ebu Süfyan'ın yanma kadar sokulabilmiş, onu bir ok­la vurup öldürebileceği halde Efendimiz (s.a.v.)'in emrini hatırlayarak bundan vazgeçmiş ve düşman tarafında olup bitenleri geri gelerek haber vermiştir. Huzeyfe b. Yeman bu başarı­sından dolayı, Peygamberimiz (s.a.v) tarafından üzerinde namazlarını kıldığı bir örtü ile ödüllen­dirilmişti. Dondurucu bir soğukta bu zor görevi üzerine alan Huzeyfe'nin sırtına Efendimiz (s.a.v) eliyle vurmuş ve bu sahabe hayatı bo­yunca hiç üşümemiş ve kışlık elbise giymemiş­tir.

Hakeza Hendek savaşında Peygamberimiz (s.a.v), yeni müslüman olmuş Sad b. Nuaym'in islamını gizli tutmasını emretmiş ve onu yahudilerle müşrik ordusunu birbirlerine düşürmek gö­revini vermişti. Efendimiz (s.a.v), "Harp hiledir" hadisini bu savaşta ve bu münasebetle söyle­miştir. Günümüz müslümanlarının bu hadisten çıkaracağı yığınla hüküm vardır.

Sad b. Nuaym önce yahudilere gitmiş ve "Ey beni kureyzalılar, siz Muhammed’e olan ahdinizi Kureyşliler istedi diye bozuyorsunuz ama onlar bakın hendeği bir türlü aşıp emellerini gerçekleştiremiyorlar. Bu belde onların beldesi değil, sizin beldeniz, yarın onlar savaşmadan çekip gi­derlerse Muhammed ve ordusuyla başbaşa ka­lacak sizlersiniz. Siz de biliyorsunuz ki sizin on­ları yenmeye tek başınıza gücünüz yetmez. Onun için Kureyş'ten 40 tane genç rehine iste­yin. Ki savaş girmeye mecbur kalsınlar. Ve sizi kendi halinize bırakmasınlar." demişti. Yahudiler bu fikri pek beğenmişlerdi. Şad b. Nuaym he­men diğer tarafa geçti ve Ebu Süfyan'a: 'Beni Kureyza Muhammed'le olan anlaşmayı bozdu­ğuna pişman oldu, ona gidip biz bu yaptığımıza pişman olduk, sizlerle beraber barış içerisinde burada yaşamak istiyoruz. Sana Kureyş'in ileri gelenlerinden 40 kişi getirelim onları öldür ve seninle barışalım dediler, onun için eğer yahudiler size gelip herhangi bir sebeple adam isterler­se sakın ola ki onlara güvenip vermeyin" dedi.

Bu dahice plan elbette her iki tarafça da ko­layca yutulmuştu, Her iki taraf da Sad'a teşek­kürler etti. Ve yahudiler gelip 40 rehine isteyince "tamam dedi Kureyşliler, işte Sad'ın dediği çıktı" dediler ve "Kesinlikle olmaz" cevabını verdiler. Yahudiler de "zaten bunların harbe istekli olma­dığını Şad söylemişti" dediler kendi aralarında. Böylece her iki taraf da birbirlerine olan güveni kaybetmişti artık.

Üçüncü haftanın sonunda Cenab-ı Hakk mü­minlerin duasını kabul etti. Ve düşman tarafına saba rüzgarını gönderdi. Bu rüzgar fırtınaya dö­nüştü. Düşman çadırlarını yerle bir ediyor, ateş­lerini söndürüyor, çöl kumlarını yemek kazanla­rına ve gözlerine dolduruyordu. Atlar huysuzlanıp iplerini kopararak kaçıyordu. Oysa hendeğin hemen karşı tarafında fırtınadan hiç bir eser yoktu. Ebu Süfyan o gece dönüş emrini verdi. Müs­lümanlar sabah olunca düşmandan eser kalma­dığını gördüler, sevinçle Rablerine hamdettiler. Peygamberimiz (s.a.v) savaşın bitmesiyle beraber evine çekilmiş, üzerini değiştirirken Cebrail (a.s.) gelerek: "Ya Resulallah, görüyo­rum ki mü'minler silahlarını bırakmışlar melekler ise silahlarını daha bırakmadılar. Cenab-ı Hakk Beni Kureyza'ya sefer etmenizi emrediyor" dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) ashabına ikindi namazını Beni Kureyza bölgesinde kılmalarını emretti, oraya doğru yola çıktılar. Yahudilerin kalesini kuşattılar. Yahudiler, Beni Nadir'e tanı­nan Medine'yi terk etme hakkının kendilerine de tanınmasını İstediler Peygamberimiz (s.a.v.) onlara teslim olmaktan başka bir çareleri olmadığı­nı iletti. İnatla direndiler. Muhasara 25 gün sür­dü. 25. gün yahudiler eski dostları olan Evs ka­bilesinin reisi Sa'd b. Muaz(r.a.)'ın hükmüne razı olacaklarını ifade edince Efendimiz (s.a.v.) Hz. Sad'ı çağırttı. Hz. Şad Hendekte atılan oklar se­bebiyle ağır yaralanmıştı. Bineğine binerek gel­di. Her iki tarafın hükmüne razı olacağını dinle­dikten sonra şu tarihi hükmünü verdi: "Eli silah tutan yahudiler öldürülsün. Malları ve kadınları ganimet olarak dağıtılsın." Peygamberimiz (s.a.v.)'de "Vallahi yedi kat göğün üstündeki Rabbuln aleminin hükmüyle hükmettin" diye buyurarak verilen karara olan memnuniyetini ifade etmiştir.

Bu günkü Bab-us selam'ın 200-250 m açıkla­rında kazılan hendeklerde sayıları 700 ile 80 arasında değişen yahudilerin hepsinin kellesi uçuruldu. Böylelikle bu büyük fitne de ortadan kaldırılmış oldu.

Hendek savaşı, asrı saadet harp tarihinin bir dönüm noktası kabul edilir. Çünkü artık İslam ordusu bu savaştan sonra "savunma savaş­larından" "hücum savaşlarına" başlamıştır. Peygamberimiz {s.a.v.) de bu olayı "artık Kureyş bundan sonra size saldıramaz' sözü ile tescil etmiştir.

- Yahudilerin "savaş çıkarma, ahde ihanet, in­sanları parayla satın alıp birbirine düşürme, sı­kışınca eman dileme, fırsatını bulunca yok et­me" gibi sıfat ve özelliklerinin bugün olduğu gibi 14 asır öncesinde de var olduğunu müşahede etme imkanını buluyoruz bu savaşta.

İstihbarat, casusluk, düşman saflarını bölmek için kargaşa çıkarmak, kafirlerin savaş taktikle­rinden faydalanmak, maslahatı ümmet olduğu müddetçe mezun bir iştir. Bilakis emredilmiştir.

İslam, yönetenlerin ve yönetilenlerin arasında bugün var olan uçurumların hepsini daha 1400 yıl öncesinde yok etmiştir. Fakir ile zengin, köle ile efendi, Peygamber ile ümmet hendekte bera­ber toprak taşımışlardır.

Hendek harbi: Peygamberimiz (s.a.v)'in aç­lıktan midesine taş bağlaması, ashabıyla bera­ber toprak taşıması gibi özellikleri ile onun be­şeriyetinin ispat edildiği, gerçekleşen bazı muci­zelerle de onun nübüvvetinin tekid edildiği bir savaştır.

Vuku bulan bir kaç mucizeyi zikretmek gere­kirse, şunları sıralayabiliriz:

Hendek kazımı esnasında müslümanlar onar kişilik gruplar halinde çalışıyorlardı. Aralarında Selman-ı Farisi'nin de bulunduğu bir grup, kazı esnasında büyükçe bir kayaya rastlar. Uğraşır­lar ama yerinden oynatamazlar. Selman (r.a.) Efendimiz'e haber verir. Hz. Peygamberimiz (s.a.v) gelir, eline balyozu alır ve ilk vuruşunda şimşekler çakar "Kisra'nın sarayları gösterildi ve fethi müjdelendi" der. İkinci vuruştan sonra "Rumların sarayları gösterildi ve fethi müj­delendi" der. Üçüncü vuruşta ise "San'anın sarayları gösterildi ve fetih müjdelendi" der. Ve hep bir ağızdan tekbir getirirler. Nitekim Cenab-ı Hakk bu üç yerin de fethini müslümanlara nasip etmiştir.

Bir diğer mucize ise şudur: Hendek kazılırken beşeriyetin efendisinin açlıktan midesine taş bağladığını gören Cabir b. Abdullah evine gider. Hanımına durumu anlatır ve evde pişirilecek bir şey olup olmadığını sorar. O da evde bulunan bir tek keçisini, kesebileceğini biraz da ekmek pişirebileceğini söyler. Keçiyi keserler, ekmeği pişirirler. Hanımı Hz. Cabir'e "Yemeğimiz ancak Hz. Peygamber ile 7-8 kişilik bir gruba yeter" der. Hz. Cabir, Efendimizin yanına giderek, kimsenin duymamasına özen göstererek durumu haber verir. Hz. Peygamber (s.a.v.) tebessümle dinler Hz. Cabir'i. Sonra da dönüp hendek kakımıyla meşgul 1000 kişiye: "Ey ehli hendek! Ca­bir sizi yemeğe davet ediyor" diye nida eder. Sahabeler yavaş yavaş toplanmaya başlamıştır bile.

Hz. Cabir koşarak evine gider ve hanımına "Eyvah, mahvolduk. Hz. Peygamber bütün hen­dek ehlini davet etti" der. Hanımı ise metanetle kocasına: "Hz. Peygamber'e evimizde olan ye­meğin miktarını haber verdin mi" diye sorar. O da, haber vermiştim deyince, hanımı büyük bir teslimiyetle: "O halde üzülme, Allah, Resulünü utandırmaz." der.

Öte yandan Peygamberimiz (s.a.v.), haber göndererek yemeğin ateşten indirilmemesini, ekmeğin dağıtılması için kendisinin beklenilme­sini emreder. Ve kendisi gelerek kepçelerle etle­ri alıp ekmekle birlikte onar onar sahabe gurup­larına dağıtır. Hendekte çalışan 1000 kişi o yemekle doymuştur. Hatta hane halkı için de pay bırakılmıştır.

Başarının esasının çalışmak olduğunu zor şartlara rağmen hendek kazarak gösteren Allah Resulü (s.a.v.), sabreden ve şükreden müminlere hem dünyada hem de ahirette mükafatlar olduğunu böylelikle ashabına ve Ümmet-i Muhammed'e göstermiştir.


KUBA MESCİDİ VE İSLAM KARDEŞLİĞİ

Efendimiz (s.a.v.) Miladi 622 yılında Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye hicret etmiştir. Kendisine rüyasında hicret yurdu olarak Medine gösterildiği için Medine'yi tercih etmiştir, Rebiülevvel ayının 12. pazartesi günü öğle vakti Hazreti Ebu Bekir (r.a.) ve beraberlerindeki reh­berleri ile Medine'ye ulaşmışlardır. Yaklaşık 500 kişi kendilerini karşılamıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) evvela Küba'da iki hafta misafir oldu. Bu süre içerisinde Kuba Mescidi'ni inşa etti. Cenab-ı Hak, Kuran-ı Kerim'de bu mescidi, takva üze­re yapılan ilk mescit olarak zikreder:

"İlk gününden beri takva üzere kurulan mescitte bulunman daha uygundur. Orada arınmak isteyen insanlar vardır. Allah, arın­mak isteyenleri sever." (Tevbe: 108)

Tirmizi'den gelen bir rivayete göre de Pey­gamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Kuba mescidinde bir namaz, bir umreye bedeldir."

Kuba'ya Cumartesi günleri yaya ve veya vasıta ile giderek iki rekat namaz kılmak sünnettir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Kuba’da iki hafta kal­dıktan sonra Medine’ye doğru hareket etmiş, yolda Cuma namazı farz olmuş ve bugün Cuma Mescidi olarak bilinen yerde Efendimiz (s.a.v.), ilk Cuma namazını kıldırmıştır.

Daha sonra bugünkü Mecsid-i Nebevi'nin bu­lunduğu yere gelerek İslam toplumunun temel taşlarından biri olan mescidinin yapılmasını em­retmiştir.

Hicret, devlete atılan ilk adımdı... 13 yıl süren Mekke döneminde baskı ve işkencelerle bir iman terbiyesinden geçmiş müslümanlar hicret­le devlete yönelmişler; cihadın farz olması ile birlikte hayatı iman ve cihad olarak mütalaa ede­rek ömürlerini bu iki gayeye vakfetmişlerdi.

Evet, belki Medine'de Kureyşlilerin işkencele­ri ve zulümleri yoktu ama muhacirleri başka sorunlar bekliyordu. Bunlar; ekonomik, içtimai ve de sıhhi olmak üzere üç temel alanda idi. Mekkeli müşrikler hicret eden müslümanların yanlarında mal ve para götürülmesine müsade etme­mişlerdi. Hicretin gizli bir şekilde gerçekleştiril­mesinden dolayı müslümanlar canlarını zor kur­tarabilmişlerdi. Medine'ye geldiklerinde ekono­mik sıkıntı ile karşı karşıya kaldılar. Mekke'nin geçim kaynağı ticaretti. Medine’nin ki ise ziraat ve zanaattı. Tabiatıyla Muhacirler tarımdan da anlamıyorlardı.

Vatanlarını, doğup büyüdükleri, yaşadıkları mekanı terk etmişlerdi. Gurbet çekiyorlardı. Bir çoğu ailesini ve çoluk çocuğunu bile bırakmış­lardı Mekke'de. Hiç tanımadıkları insanların ara­sında hem de onlara muhtaç bir şekilde yaşa­mak zorunda idiler.

Medine'de o vakitlerde humma hastalığı vardı. Muhacirlerin bir çoğu bu haslığa yaka­landılar. Efendimiz (s.a.v.), bu üç ana başlık altında toplamaya çalıştığımız problemlerin hepsine, Muhacirler ile Enser arasında kardeşlik ilan ede­rek peygamberi bir üslupla çözüm getirdi. Enes b. Malik'in evinde 45 kişi, Muhacirlerden, 45 kişi de Ensardan olmak üzere toplam 90 sahabeyi birbirleri arasında kardeş ilan etti. Bu kardeşlik örneği insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir kardeşliktir. Medine ehli, muhacirlere ellerin­de var olan her şeyin yarısını teklif etmişlerdir. Burada Abdurrahman b. Avf ile Sa'd b. Rabi' arasında geçen şu hadiseyi nakletmek gerekir. Hz. Sa'd: Hz. Abdurrahman'a "İki hanımım var, bak hangisi hoşuna giderse onu boşayayım; mallarımın yarısı da senindir" dediğinde Hz. Abdurrahman ona: "Allah senin aileni ve mal­larını mübarek kılsın, bana çarşının yolunu göster" demiştir. Her ne kadar Hz. Sa'dın söy­lediği sözler yirminci asrın kapitalist dünyasında yaşayan bir müslümanın gözlerini yaşartmaya yeterli ise de Abdurrahman b. Avf'ın verilen ba­ğışı kabul etmeyerek, çalışarak kazanmak iste­mesini ifade etmesi de o kadar takdire şayan bir harekettir.

Ensar, Efendimiz (s.a.v)'e gelerek "Ya Resulallah, Muhacirlere hurma bahçelerimizin yarısı­nı verelim" diye teklifte bulunduklarında Efendi­miz (s.a.v.) cevaben: "Hayır, bahçelerinizin mül­kiyeti sizde kalsın, muhacir kardeşlerinize ürün­lerinizin yarısını veriniz." buyurmuştur. Efendi­miz (s.a.v.} bu sözleri ile:

a) Medine'nin en büyük geçim kaynağı olan hurma üretiminin ziraattan anlamayan muhacirlerin eline geçmesiyle yıllık rekoltenin düşece­ğinden, müslümanların, dolayısıyla İslam devle­tinin ekonomik zarara girebileceğini görmüş ve bahçelerin eski sahiplerinde kalmasını bu yüz­den istemiştir.

b) 13 yıl Muhammedi terbiye ile eğitilmiş mu­hacirleri İslam davetinde istihdam etmeyi planlamış ve buna bağlı olarak bir çok davetçiyi civar kabilelere muallim olarak göndererek İslam'a gi­renlerin sayısının artmasına vesile olmuştur.

Bu kardeşlik hukuku, ilk zamanlar kardeşler arasında birbirlerine mirasçı olmayı da kapsamış­tır. Fakat daha sonra bu hüküm nesh olmuştur. Ancak İslam kardeşliğinin hükmü kıyamete kadar kalmaya devam edecektir. "Şüphesiz mü'minler birbirleri ile kardeştir." (Hucurat: 10)

"Mü'minler kendi aralarında bir cesedin uzuvları gibidirler. Bir uzvun rahatsızlığı na­sıl tüm bedende hissediliyorsa (müslümanların birbirleriyle alakaları da bu şekildedir." (Buhari-Müslim)

İçtimai ve iktisadi problemleri "kardeşlik" ilan ederek çözen Peygamberimiz (s.a.v.) humma hastalığının Medine’den atılması için Cenab-ı Hakk'a dua etmiş, duası kabul olmuş ve Medine-i Münevvere kıyamete kadar humma hastalı­ğından kurtulmuştur.

Dikkat edilirse Efendimiz (s.a.v.) önce mescit yaparak işe başlamıştır. Daha sonra toplumda iç barışın sağlanması için muhabbet ve uhuvvet bağlarının kuvvetlenmesini, kardeşliği ilan ede­rek başarmış, herhangi bir sınıflaşmaya ve blok­laşmaya müsade edilmemiştir. Herkes bir tara­ğın dişleri gibi birbirleriyle eşit haklara sahiptir. Üstünlük ise ancak takva iledir.

Üçüncü olarak da Medine'de yaşayan diğer etnik gruplar ile müslümanların muamele huku­kunu belirli esaslara bağlayan Medine vesikası­nı yazdırmış ve daha atılan bu ilk adımlarla Me­dine Site devleti: Hoşgörünün, iç barışın, sosyal adetin, kişilerin hak ve özgürlüklerini devlet ga­rantisi altında olduğu bir "Sosyal Devlet" olma unvanını almaya hak kazanmıştır.


YAPILIŞINDAN GÜNÜMÜZE MESCİD-İ NEBEVİ

Mescit-i Nebevi Miladi 622 tarihinde Efendimiz (s.a.v.)'in emirleriyle ve kendilerinin bilfiil çalışmalarıyla inşaa edilmiştir. İlk yapı: 1050 m. genişliğinde idi. Tavan yüksekliği ise: 3.25 metre idi. Temelleri taştan, duvarları kerpiçten, direkle­ri hurma ağacından yapılmış, tavanı ise hurma dalları ile Örtülmüştü. Üç giriş kapısı vardı.

Mescit-i Nebevi, bu ilk inşaasından günümü­ze kadar 9 kez daha genişletilmiştir.

Bunların ilki: Yine Efendimiz (s.a.v.)'in za­manında Hayber savaşı dönüşünde, hicri yedinci yılda yapılmıştır. Genişliği 2.500 m2 ye, tavan yüksekliği; 4.55 metreye çıkarılmıştır. Bu gün bu saha mescitte başlıklarında yeşil yazı olan di­reklerle belirtilmiştir.

İkinci Genişletme: Hz. Ömer (r.a.) zamanın­da hicri 17. -miladi: 638 tarihinde olmuştur. Ge­nişlik: 4200 m2'ye tavan yüksekliği ise 7.15 metreye çıkarılmıştır.

Üçüncü Genişletme: Hicri: 29-Miladi: 649 tarihinde Hz. Osman zamanında gerçekleştirilmiştir. Genişleme K. Batı cihetine doğru yapıl­mış, kıble tarafına da revaklar yaptırılmıştır. Tavanı Hindistan'dan getirilen özel bir ağaçla kap­lanmıştır. Mihrap üzerine ise kubbe yapılmıştır.

Hz. Ali (r.a.) zamanında ihtiyaç hasıl olmadı­ğından mescitte genişletme yapılmamıştır,

Dördüncü Genişletme: Emevi halifesi Velid b. Abdülmelik zamanında Hicri: 88-Miladi: 707 yılında yapılmıştır. Bu genişletme esnasında dört minare yapılmış, mescit binasında süslü taşlar kullanılmış ve Efendimiz (s.a.v.)'in zevce­leri vefat ettiklerinden dolayı mescit civarındaki odaları satın alınarak mescide dahil edilmiştir.

Beşinci Genişletme: Abbasi Halifesi Mehdi Abbasi devrinde, Hicri: 165-Miladi: 782 yılında yapılmıştır. Kuzey kesiminde büyük çapta bir genişletme yapılmıştır. Abbasi halifeleri mesci­din tamir ve tezyinine büyük önem vermişlerdir. Mescid-i Nebevi, birincisi hicri 654, ikincisi hicri 886 da olmak üzere iki yangın geçirmiştir. Her iki yangında dikkatsizlik sonucu çıkmış ve mescit önemli ölçüde hasar görmüştür.

1. Yangının yaraları Abbasi halifesi Mutasım Billah tarafından Hicri: 655 yılında, 2. yangının yaraları Sultan Eşref Kaytabay tarafından Hicri: 880-Miladi: 1483 yılında sarılmış ve mescit tamir ettirilmiştir. Sultan Kaytabay tamirle beraber mescidi genişletmiş ve mescide yüksekliği 11 m olan bir ta­van yaptırmıştır. Bu genişletme 6. genişletme olarak kabul edilir.

Yedinci Genişletme: Hilafetin 1517 yılında Osmanlılara geçmesiyle beraber Haremeynin bakım ve onarım işlerini Osmanlı sultanları alır. Osmanoğulları Haremeyne bir çok hizmetlerde bulunmuşlardır. "Hadimul Haremeyn El-Şerifeyn" lakabı ile kez Yavuz Sultan Selim için kullanılmıştır. Sultan Abdülmecid'e kadar, mescitte duvarların ve sütunların mermerle kaplanması, eskiyen bazı kapı ve duvarların yenilenmesi, ye­şil kubbenin yeniden inşası gibi bir çok hizmetlerde bulunmuşlardır. Ancak Sultan Abdülmecit zamanına gelindiğinde yapı bir hayli yıpranmıştı. Bunun İçin zamanın Harem Şeyhi Davut Pa­şa Sultan Abdülmecit'e bir mektup yazar ve Mescid-i Nebevi'nin yeniden yapılmasının ge­rektiğini sultana iletir.

Padişah, mühendis Remzi ve Osman beyleri keşif için Medine'ye gönderir. Mühendislerin ra­poru Davut Paşayı tekid eder mahiyette sultana takdim edilince, Sultan Abdülmecit, Halım Efen­diyi projenin başına getirir ve onu beraberinde gerekli olan tüm alet-edevat, işçiler, duvarcılar, oymacılar, nakkaşlar, hattatlar ve yeterli bütçey­le Medine'ye gönderir.

Büyük bir titizlik içerisinde cemaatle namaza mani olmadan tüm mescit bölüm bölüm yıkılır ve yeniden inşa edilir.

Yapılan masraf, İstanbul'dan getirilen yapı malzemeleri, alet edevat ile sayıları 350'yi geçen işçilerin masrafı hariç: 700.000 mecidiye al­tınıdır. 1848'de başlayan onarım 1861'de tamamlanmıştır. Genişlik: 4056 m2'ye çıkartılmış­tır. Ve 170 kubbe yapılmıştır.

Sekizinci Genişletme (1. Suud Genişlet­mesi): Kral Abdülaziz zamanında Mescid, ku­zey, doğu ve batı taraftarından olmak üzere ya­pılan genişletmelerle beraber genişliği: 12.270 m2'ye çıkarılmıştır. Bu çalışmalar 1952 yılında başlamıştır, üç yıl sürmüştür. 50 Milyon $'a mal olmuştur. 1. Suud Genişletmesinin uzunluğu: 128 m, eni ise: 91 m'dir. Osmanlı kısmının bitiminden sonra başlayan bu genişletme alanı gü­neş zıttı (Güneşten etkilenmeyen) beyaz mermerle kaplanmıştır. Bu alanın doğu ve batı ta­raflarına revaklar yapılmıştır. Bu genişletmede 232 sütun vardır.

1973 yılında Kral Faysal'ın emriyle Mescit’in batı kısmına güneşlikler yapılmıştır. Bu şemsi­yeliklerin yapımı esnasındaki istimlakta arazi sahiplerine: 50 milyon $ ödenmiştir.

Dokuzuncu Genişletme (II. Suud Geniş­letmesi): Bu yapının temel atma merasimi Kasım: 1984'te olmuştur. Ve toplam 10 yıl sür­müştür. Mescid-i Nebevi tarihinin en büyük ve maliyeti en yüksek genişletmesi bu devirde, Kral Fahd b. Abdulaziz'in emriyle gerçekleş­miştir.

Şu anki yapı bodrum, zemin ve sütun olmak üzere üç kattan oluşur. Her üç katın da girişleri ayrı ayrıdır.

Bodrum katında: mescit-i Nebevi'nin kamera-güvenlik sisteminin idare edildiği kontrol oda­ları, yangına hassas cihazlar ile iç ve dış aydın­latma, soğutma-havalandırma ve ses sistemleri­nin idaresi vardır. Bunlara ilaveten naklen TV ve radyo yayınlarına imkan sağlayan stüdyolar da bulunmaktadır.

İkinci Suud Genişletmesi: 82.000 M2'dir. Bina yüksekliği: 12.55cm'dir.

Zemin kattaki sütun sayısı: 2104'tür. İki sütun arası 6 m'dir..

Kubbe sayısı: 27'dir. Bunlar istenildiğinde -tabii ışıklandırma ve havalandırma maksadıy­la- açılıp kapanabilmektedir. Her biri 80 ton ağırlığındadır. 40 ton çelik, 40 tonu diğer mad­delerden oluşmaktadır. Her kubbenin kapladığı alan: 324 M2'dir. Her kubbede 2.5 kg. altın kul­lanılmış, toplam olarak 27 kubbede: 67.5 kg altın kullanılmıştır. Bu da 100 m2 alana teka­bül etmektedir. Kubbelerin dış cephesi Alman seramiği ile kaplanmıştır. El ile oyum kısım toplamı: 160 m2'dir. Kubbeler Medine'de imal edilmiştir.

Abdülmecit han zamanında Osmanlı kısmı­nın 4056 m2 olduğunu, bu rakama, 1. Suud ge­nişletmesinde: 12270 m2 eklendiği daha önce­den belirtilmiştir.

Bu iki yapının toplamı: 16.326 M2'dir. Ve içe­risinde: 28.000 kişi namaz kılabilir. Yapılan bu son genişletme alanı ise: 82.000 m2"dir. Ve 150.000 kişi namaz kılabilir. Bu sayıyı öncekile­re ilave ettiğimizde zemin katın toplam alanı: 98.326 m2'ye çıkar ve içerisinde: 1768.000 kişi namaz kılabilir. Ancak buna sütuh katını da ilave etmek gere­kir. Bu ise: 58.250 m2'dir. Ve: 90.000 kişi sütuhta namaz kılabilir. Bu rakam ise Mescid-i Nebevi'nin içerisinde aynı anda namaz kılınabilecek alanın: 156.576 m2 olduğuna ve: 268.000 kişi­nin bu alanda namaz kılabileceğine işaret eder. Buna mescidin bahçesindeki: 135.000 m2 alanı da ilave edersek ki bu alanda: 430.000 kişi na­maz kılabilmektedir.

Sonuç olarak günümüzde aynı anda: 698.000 kişi namaz kılabilmektedir. Hanımlar için: Mescidin k. doğusunda: 16.000 m2, k. batı­sında: 8.000 m2' yer ayrılmıştır. Bu alan izdi­ham ihtimalinde genişletilebilmektedir. Hanımla­rın giriş kapı numaraları (13, 14, 16, 17) ve: (23, 24, 25, 26, 28, 29, 30'dur.

Mescidin toplam kapı sayısı ise 85'tir. Üst ka­ta çıkmak için 6 tanesi yürüyen, 18 tanesi nor­mal merdiven olmak üzere 24 çıkış merdiveni vardır. Yürüyen merdivenlerin bulunduğu kapı numaraları: 6, 10,15, 27, 31, ve 36'dır.

Minareler: Mescid-i Nebevi'nin 10 minaresi vardır. Bunların altısı son genişletmede yapılmıştır. Her biri: 104 m'dir. Diğer minarelerden 32 m daha yüksektir. Minare hilalinin uzunluğu: 6.7 metredir. Ağırlığı: 4.5 tondur. Ve 14 ayar altın kaplamadır.

Mescid-i Nebevi'nin dış bahçesinde namaz kılınabilinecek alanlardaki beyaz mermerler güneş vurdukça soğuyan bir özelliğe sahiptir. Bu alan 151 adet ışıklandırma sütunu ile aydınlatılmaktadır. Bu alanın çevre uzunluğu: 2270 M2'lik bir bahçe duvarı ile çevrelenmiştir. Tuvaletler bunun içerisindedir. Tuvaletler 2 katlı olup, içerisinde 1890 adet tuvalet ve 5600 adet abdest alma yeri vardır. Otopark girişleri ile tuvalet girişleri aynıdır. Mescid'in bahçe sahası olarak tanımlanan alanın altında toplam 4444 araç kapasiteli iki katlı bir oto­park mevcuttur. Garaj yüksekliği 4.90 m.dir. Her birinde 15 ünite vardır. Bu ünitelere yürü­yen ve normal merdivenlerle inilip çıkılabilmektedir. Her ünitede 690 soğuk su çeşmesi bulunmaktadır.

Haremin soğutulması: Mescid-i Nebevi'nin soğutulması için Mescide 7 km. uzaklıkta ve ba­tı tarafında 70.000 m2' alan üzerine büyük bir tesis kurulmuştur. Tesisin bu kadar büyük bir alanı kaplaması ve çalışmasıyla çevreyi rahat­sız edebileceği düşünülerek uzağa kurulmuştur. Kullanılan su miktarı 2.5 milyon galondur. So­ğutmada 6'C'lik su kullanılmaktadır. 7 km. uzunlukta olan bu tünel bugün Tarik-i Selam olarak bilinen yolun 18 m derinliğinden geçmektedir.
MESCİD-İ NEBEVİ'NİN KROKİSİ

1. Ağlayan Hurma Kütüğü, Bu kütük mihra­bın altında gömülüdür.

2- Hz. Aişe Validemizin yanında namaz kılmanın en faziletli olduğunu haber verdiği ve bu yüzden kendi ismi ile anılan Aişe sütunu

3- Hz. Lübabe'nin kendisini bağla­yarak affolunmasını beklediği Tevbe Sütunu

4- Efendimiz (s.a.v.)'in itikafta iken yanına yatakla­rını koydukları Serir Sütunu

5- Efendimiz (s.a.v.)'in korumalığını yapan sahabelerin bekle­diği Muharres Sütunu

6- Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında heyetleri kabul ettiği Vüfud Sütunu

7- Efendimiz (s.a.v.)'in teheccüd namazlarını kıldığı Teheccüd Sütunu

8- Halen imamın namaz kıldırdığı Mihrap

9- Hz. Peygamber (s.a.v.)'in namaz kıldırdığı Mihrap

10- Halen hutbelerin okunduğu Minber

11- Bu gün müezzinlerin bulunduğu müezzinlik

12- Kapı 13- Kapı 14- Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Kabri

15-Hz. Ebubekir (r.a)'ın Kabri

16- Hz. Ömer (r.a.v.)'ın Kabri.

17- Üzerinde Ahzab suresi Ayet 40 yazılı birinci pencere

18- Üzerinde Hucurat suresi Ayet 3 yazılı ikinci pencere

19- Üzerinde Hucurat suresi Ayet 2 yazılı üçüncü pencere

20-Cibril Makamı

21- Baki Kapısı

23- Nisa Kapısı

24- Babunnisa (Kadınlar Kapısı)'ndan girince soldaki yüksek yer Ashab-ı Suffe'nin olduğu yer 25- Bir mihrap.

Not: Efendimiz (s.a.v.)'in "Kabrim İle evim arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir" diye buyurdukları Ravza-i Mutahhara, bu gün 33 adet beyaz sütununun bulunduğu alandır. Bu

sütunlar krokide O İşareti ile belirtilmiştir.


HADİSLERLE MEDİNE-İ MÜNEVVERE

Cabir (r.a.)'den merfuen Müslim'in zikrettiği bir hadis-i şerifte Resul-ü Ekrem şöyle buyur­muştur: "Kim Medine ehline kötülük yapmak isterse o kimse tuzun suda eridiği gibi yok olur gider."

Aişe (r.anha) validemiz Peygamber Efendi­miz (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Bütün şehirler kılıçla fethedildi, Medine ise Kur'ân'la fethedilmiştir."

Tabarani Ebu Hüreyre'den rivayet eder ki: Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Medine İslâm'ın kubbesi, imanın evi, hicre­tin yeri, helal ve haramın merkezidir."

Buhari Ebu Hüreyre'den rivayet eder ki: Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Bü­tün beldelere galip gelecek bir beldeye hic­retle emrolundum. Ona Yesrib diyorlar. O Medine'dir. Körüğün demirin pasını silip te­mizlediği gibi, Medine de kötü insanları te­mizleyecektir."

Buhari Ebu Hüreyre'den rivayet eder ki: Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Me­dine'nin giriş ve çıkışlarında melekler nöbet beklerler. Deccal ve taun (hastalığının) Medi­ne'ye girmesini engellerler."

Tirmizinin Nafi'den onun da İbn-i Ömer'den rivayet ettiği bir hadiste Peygam­berimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Medine'de ölmeye gücü yeten orda Ölsün, zira ben Me­dine'de ölen kişiye şefaat ederim".

Buhari ve Müslim beraberce Ebu Hürey­re'den rivayet eder ki: Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Benim bu mescidimde kılı­nan bir vakit namaz, diğer mescitlerde kılı­nan bir vakit namazdan 1000 derece daha fa­ziletlidir. Mescid-i Haram müstesna, zira On­da kılınan bir vakit namaz 100.000 namaza bedeldir."

Tabarani Enes b. Malik'ten rivayet ettiği bin hadiste Peygamberimiz (s,a.v.)'in şöyle buyur­duğunu belirtiyor: "Kim benim mescidimde hiç nara vermeden 40 vakit namaz kılarsa, kendisine biri ateşten diğeri kıyamet günü­nün azabından olmak üzere iki kurtulma be­raatı verilir ve nifaktan da uzak tutulur".

Buhari, ve Müslim Ebu Hüreyre'den rivayet eder ki Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Evimle minberim arasındaki mekan cennet bahçelerinden bir bahçedir."


MESCİD ADABI VE EFENDİMİZ (S.A.V.)'İ ZİYARET

Mescitler Allah (c.c.)'ın evidir. Ve buralara ibadet maksadıyla giden bir mümin kulun dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır. Çünkü bu­nu en başta evin sahibi olan Rabbül Alemin sa­niyen de Resulü zişan efendimiz (s.a.v) emret­mektedir.

Mescid-i Nebevi'ye ilk kez giden kimse evve­la gusül abdesti almalıdır. Temiz elbiseler giye­rek güzel kokular sürünmelidir. Sükunet ve va­karla Mescit’e sağ ayağı ile girmeli ve girerken de "Euzubillahil azim vebivechihilkerim ve sultanihilkadim mineşşeytanirracim, Bismil­lah Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali muhammedin ve barik vesellim, Allahümmağfirli zünübi veftah li ebvabe rahmetike" duasını okumalıdır.

Mescit’e girdikten sonra eğer mümkünse ve kerahet vakti değilse iki rekat "Tahiyyat-ül Mescid" namazı kılar. Aslında bu namazı her mescide girildiğinde kılmak lazımdır. Sonra Pey­gamber (s.a.v)'in kabri şerifinin karşısına gider, yüzünü kabirlerin bulunduğu istikamete çevirir ve ellerini kaldırmadan selam verir. Selamı Ön­ce Efendimiz (s.a.v)'e sonra Hz. Ebu Bekir'e sonra da Hz. Ömer'e verir. Selam esnasında okunacak olan selamlama duaları "Ziyaret du­aları" adlı kısımda zikredilmiştir. Daha sonra hu­şu ve edep içerisinde oradan ayrılır. Müslüman kimse hayatı boyunca Efendimiz (s.a.v.)'e salatu selam getirmeye çalışır. Ancak Medine-i Münev­vere gibi mübarek bir mekanda ve Hacc ayları gibi mübarek bir zamanda bulunduğu sırada sa­latu selamın adedini imkan nispetinde artırır. Çünkü Efendimiz (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerinde: "... Bana salatu selam getiriniz, Çünkü salat ve selamınız bana nerede olursanız olun ula­şır" bir diğer Hadislerinde ise: "Kim bana bir salavat-ı şerife getirerek beni anarsa, Allah (c.c.)'da onu on misli ile anar" buyurmuşlar­dır.

Allah'ın mescitlerinde gereksiz yere konuş­mak, yüksek sesle bağırıp çağırmak, kayıp eşyasını aramak, alış verişte bulunmak ve etrafın­daki Müslümanlara eziyet verici tutum, davranış ve durumlardan son derece kaçınmak gerekir. Cenab-ı Hakk Hucurat Suresi'nin 2, 3 ve 4. ayetlerinde Mescitte yüksek sesle konuşma­nın cezasının konuşan insanın amellerinin boşa gideceği olduğunu şöyle beyan eder; "Ey ina­nanlar! seslerinizi, peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Farkına varma­dan, işlediklerinizin boşa gitmemesi için peygambere birbirinize bağırdığınız gibi yük­sek sesle bağırmayın. Seslerini peygamberin yanında kısan kimseler, Allah'ın gönüllerini takva ile sınadığı kimselerdir. Onlara mağfi­ret ve büyük ecir vardır."

Hz. Ebu Bekir (R.A)'ın "Allah Resûlü'nün yanında hayatta iken ya da vefatından sonra sesi yükseltme caiz değildir" dediği rivayet olunur. (EI-Dürrü El-Semin, S. 72)

Resulü Zişan Efendimiz (SAV) bir Hadis-i Şeriflerinde: "Sizden biriniz mescitte kaybettiği bir şeyi arayan kimseyi duyduğunda ona Al­lah aradığını buldurmasın desin. Mescitler bunun için inşa edilmemişlerdir."

Bir diğer Hadislerinde ise: "Melekler de Ademoğlu'nun rahatsız olduğu şeylerden ra­hatsız olurlar" buyurmuşlardır.


DOKTORUNUZDAN MÜHİM TAVSİYELER!

• Muhterem Hacı Adayı,



  • Bedenî ve malî farz olan bir ibadeti Allah (C.C)'ın izni ile yapacaksınız. Sağlığınızı ve pa­ranızı en iyi şekilde koruyarak bu ibadeti yerine getirmeniz gerekmektedir.

  • Sağlığınızı en iyi şekilde koruyabilmeniz için dikkat etmeniz gereken konuları başlıklar halin­de kısaca bildireceğiz:

  • İklim özellikleri bulunduğunuz yerden çok farklı olan bir beldeye gidecek ve 25-30 gün ka­dar oralarda kalacaksınız. Bu zaman içinde aşı­rı sıcak, aşırı soğuk hava cereyanı ve de yorgunluktan kaçınacaksınız. Zira insan vücudunun hastalıklara karşı koyma direncini kıran bu üç önemli faktördür.

  • Sıcağın etkisi ile fazlaca terleme olacağın­dan vücut ve elbise temizliğine önem verilmeli­dir. İç çamaşırlar mümkün olduğunca saf pa­muklu cinsinden seçilmelidir.

  • El ve tırnak temizliği en çok dikkat edilecek bir konudur. Sıvı veya kalıp sabunlarla el temiz­liği kolayca yapılabilir.

  • Çiğ olarak yiyeceğiniz sebze ve meyveler sabun köpüğü İle ovulup su ile durulandıktan sonra yenmelidir. Eğer dış parafinli meyve ise kesinlikle soyularak yenmelidir.

  • Dışarıda açıkta satılan yiyeceklerden alma­yınız.

  • Konserve yiyecekler alınırken ya da alınmış olanlar tüketilirken kutuların kapağının bombeleşmemiş olması gerekir. Aksi halde ishal, kusma, karın ağrısı, baş dönmesi gibi belirtilerle seyre­den besin zehirlenmelerine maruz kalabilirsiniz.

  • Aşırı yağlı ve sindirimi zor olan yiyeceklere rağbet etmeyiniz.

  • İçecekler metal ya da karton poşetlerde sa­tılmaktadır. Bunlar alınırken üzerindeki son kul­lanım tarihine bakılmalı ve süresi geçmiş olanlar alınmamalıdır. Şişe sulara da aynı şekilde dik­kat edilmelidir.

  • En çok rağbet edeceğiniz yoğurt, ayran ve limon olmalıdır. Bunları yer ve içerken biraz tuz atılıp alınırsa terlemenin vereceği bitkinlikte azaltılmış olur.

  • Yiyecek ve içecekler mümkün olduğunca kendi teşkilatımız sağlık görevlilerince kontrol edilen lokantalarımızdan sağlanmalıdır.

  • Baş dönmesi, ani ateş yükselmesi, kalpte çarpıntı, görmede bulanıklık, kusmak hissi, nefes darlığı gibi belirtiler sıcak çarpmasının işaretleri­dir. Hemen serin bir yere çekilip üzerinizdeki giye­cekleri inceltiniz. En doğrusu görevlilere haber ulaştırarak sağlık görevlilerine ulaşmaya çalışınız.

  • Dışarıda yürümek zorunda kalırsanız şem­siye mutlaka kullanılmalıdır.

  • Önceden mevcut kronik hastalığınızla ilgili ilaçlarınızı mutlaka yanınızda bulundurunuz. Kafile görevlinize ve doktorunuza durumunuzu önceden bildiriniz.

Prof. Dr. Yaşar BAĞDATLI



BİR KAÇ HATIRLATMA

-"HACC MEŞAKKATTİR" hadisini hiç bir za­man hatırdan çıkarmayarak hacc esnasından karşılaşacağınız zorluklara karşı sabırlı ve me­tanetli olmaya gayret gösteriniz, şeytan ve nef­sin hacc ibadetini ifsad etmek için mümin kullarla özellikle uğraştığını hatırınızdan çıkarmayınız.

*

-Namazlarınızı mutlaka mescit-i Nebevi'de kılmaya özen gösteriniz.

-Haremi Şerifte dünya kelamı konuşmamaya azami gayret sadediniz, vakitlerinizi kaza ve na­file namazları kılarak, kur'ân-ı kerîm okuya­rak geçiriniz.

-Medine-i Münevvere'de geçireceğiniz kısa ve değerli vakitlerinizi çarşı-pazarda gezerek

harcamayınız.

-Her türlü münakaşa ve tartışmanın hacc ibadetinize zarar vereceğini gözönünde bu­lundurarak bu tür hareketlerden kaçınınız.

- Özellikle hacc sezonunda medine'de su sıkınlısı olduğundan su israfından kaçınınız.

-Hacc ibadetiniz boyunca kafile başkanlarını­zın talimatlarına uymaya gayret gösteriniz,


HANIMLAR İÇİN PEYGAMBERİMİZ

(SAV)'İ ZİYARET SAATLERİ

SABAH: (07.00-11.00)

ÖĞLE: (13.00-15.00)


TÜRKÇE, SELAMLAMA DUALARI

1- EFENDİMİZ (SA V) "ı ziyaret esnasında:

“Essalâtü Vesselâmü Aleyke Ya Rasûlatlah, Essalâtü Vesselâmü Aleyke Ya Nebiyallah, Essalâtü Vesselâmü Aleyke Ya Habiballah, Essalâtü Vesselâmü Aleyke Ya Hayra Halkıllah, Essalâmü Aleyke Ya Hatemel Enbiya-i Vel Mürselin Seyyidina ve Nebiyyina ve Habibina Muhammedin ve ala alihi ve ashabihi vemen tebiahum bi ihsanın ila yevmiddin.”

2- HZ. EBUBEKİR (RA)'i ziyaret esnasında:

“ Esselâmü Aleyke Ya Halifete Resûlillah Esselâmü Aleyke Ya Eba Bekr Essıddik, Esselâmü Aleyke Ya Sahibe Resûlillah, Esselâmü Aleyke Ya Men Enfaka külle malihi fillah,



Cezakallahu an ümmeti Resûlillahi hayrelceza.”

3- HZ. ÖMER (RA)'i ziyaret esnasında:

Esselâmü Aleyke Ya Emiral Mü'minin, Esselâmü Aleyke Ya Ömer İbnil Hattab, Esselâmü Aleyke Ya Sirace Ehlil Cenneh, Esselâmü Aleyke Ya Ebel Fukara-i Vedduafa, Cezakallahu an ümmeti Resûlillahi hayrelceza.”
Yüklə 132,74 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin