Mehmet Diye Biri



Yüklə 275,98 Kb.
səhifə4/6
tarix09.01.2019
ölçüsü275,98 Kb.
#94149
1   2   3   4   5   6

Shakespeare Tekin

-Teacher, two girl but I no girl...

-Teacher no two girl, and I no girl...

Tekin, namı diğer Shakespeare Tekin, lisan öğreniminde çok önemli iki faktör olan konuşma ve yazma konularındaki girişkenliği ile Anadolu gencinin utangaçlığı ve sıkılganlığı üzerine kurulmuş olan tabuyu yıkıyor fakat İngilizce dilbilgisi kurallarını ihlal ederek de İngilizce’nin kıllanımı üzerine bir terör havası estiriyordu. Kuzey Doğu Anadolu’nun şirin ili Artvin’den gelen Tekin Bu yörenin tüm özelliklerini ve renklerini üzerinde taşıyordu. Bizler İngilizce öğretmenlerinin en zorlandığı konulardan biri olan öğrenciyi konuşturmada Tekin ile hiçbir sorun yaşamadım, bilakis susturmada güçlük çektim; çünkü estirdiği terör bazen diğer öğrencileri rahatsız eder duruma gelebiliyordu.


İlk dönemin ortalarında bir “oral communication” (konuşma) dersinde şiirden oldukça hoşlanan ve hatta şiirler yazan Tekin, (arkadaşları arasında adı bu yüzden Shakespeare Tekin’e çıkmıştı) dayanamadı ve atıldı:
-Teacher,Understand?
-Yes ,
-Teacher, I two girl but I no girl
-Understand ? Teacher!..
-Yes, Tekin.
-Okey, understand?
-Yes,Tekin!...
Anlaşamadık yine ve bu konu uzadı gitti. Daha fazla dayanamayıp konuya açıklık getirmek için arkadaşlarına ne olup bittiğini sordum. Ortaya çok enteresan bir durum

çıktı. Meğer bizim Shakespeare gönlünü kaptırmış, hem de iki kıza birden.


Günler geçiyor, artık dönem sonu yaklaşıyordu. Uzun zamandır süren sükunet yine müthiş bir İngilizce ile bozuldu
-Teacher, okey,understand?
-Yes,Tekin..
-Teacher, two girl but I no girl
-But now, no two girl and I no girl...
Buna daha fazla tahammül etmem mümkün değildi. Hemen duruma bir açıklık getirilmesini istedim.
Bizim Aşık Shakespeare dönem başında iki kıza birden gönlünü kaptırmış; fakat uzun süren kararsızlığından ve çekingenliğinden dolayı sonuçta yine yalnızlığıyla baş başa kalmış.
Ne diyelim, belki de insan çok konuşmak yerine doğru zamanda doğru kişiyle konuşmalı.

Fotoğraf

Bizim üniversitenin doğum yeri olan Evkaf Binası’ndaki o ilk doğum sancısının yaşandığı günlerden biri. Öğrenci kayıt kabul işlemlerinin en yoğun olduğu dakikalar. Yanlarında ufak bir çocuğun da bulunduğu bir grup veli ve öğrenci kayıt, kabul işlemleri hakkında bilgi alıyor, bir diğer gurup form dolduruyor ve ben de bu arada tüm başvurularla ilgilenmeye çalışıyorum.


O günlerde uzun zamandır yeğenlerimden ayrı olduğum için oradaki o küçük, sevimli yaratık ilgimi çekmiş ve onu sevmek istemiştim.
Ne olduysa o anda oldu. Daha bakışlarımı çocuğa yöneltmişken çocuk elini yangın söndürme aletine götürdü ve tüm oda bir anda toz bulutuyla kaplandı. Göz gözü görmüyor, çığlıklar ve çocuk ağlaması birbirine karışıyordu. Kimse kimseyi görmediği için oradakileri sakinleştirmek için sesimi yükselterek duyurmaya çalışıyordum.Yavaş yavaş toz çökmeye ve biraz da olsa etrafı görmeye başlamıştık. O basınçla yangın söndürme aletinden fışkıran toz her yeri bembeyaz yapmış ve tozun ulaşmadığı en ufak bir nokta bile kalmamıştı. (daha sonra bu tozu temizlemek tam bir haftamızı almıştı) O anda herkes baştan aşağı tozla kaplanmıştı. Kendimi göremiyordum; ama ne durumda olabileceğimi aşağı yukarı kestirebiliyordum. Sanki herkes filmlerden çıkmış çizgi film kahramanları gibiydi.Ama tam o anda toz bulutu arasından bulunduğum bölgeye doğru yaklaşan biri vardı ki onu gördüğüm anda kahkahalarıma engel olamadım. O zamanki Kayıt Kabul Müdürümüz Alpay Bey; hani insan, hayatında bir daha yakalayamayacağı bir enstantane yakalar fakat yanında bir fotoğraf makinası olmadığı için o müthiş anı görüntüleyemez ve bunu başkalarıyla da paylaşamadığı için de, resmi olarak kayıtlara geçmemiş bir rekorun üzeceği sporcu gibi üzülür ya, beni de böyle bir anı resimleyememek çok üzmüştü.
Üniversitede geçirdiğim on dört yıl boyunca değişik mekanlarda yaşanmış birçok anı albümlerde yerini aldı. Gerek o gerekse ben üniversitede değişik görevlerde bulunduk. Birçok ilke hep beraber imza attık. Şu an Alpay Bey Yakın Doğu Koleji’nde müdür yardımcısı. Ben de naçizane İngilizce Hazırlık Okulu Müdürü.
Yılbaşı yaklaştı mı tüm birimlerden takvimler gelmeye başlıyor. Bizim Kolej de hazırlıyor bir tane. Yıl sonunda da yıllık. Hemen her takvim ve yıllıkta boy boy resimlerini görüyorum Alpay Bey’in; ama bana yansıyan şekli hep o on dört yıl önceki hali...

Göç


Yediler Sokak kısa zaman öncesine kadar küçük bir sanayi bölgesiydi. Dülgerinden dökümcüsüne, oto tamircisinden tornacısına ve oto elektrikçisinden demir doğramacısına. Girne kapısından başlayan canlılık oralara kadar uzanıyordu. Çarşı cıvıl cıvıldı. Her aybaşında mutlaka inerdim çarşıya. Maaş çekimi bozdurmak için Kooperatif Merkez Bankası’na gelir orada uzun bir kuyrukta beklemekten yorulurdum. Biraz yürür bizim kayınbiladerin mobilya atölyesine giderdim. Bir kahve içer nefeslenirdim. Hoş sohbet de cabası. Ortağı Mustafa ile maddi ortaklık dışında pek fazla ortak yönleri olmasa da birbirlerine karşı anlayışlı ve saygılıydılar. Sorun yaşamazlardı. Hatta iyi geçinirlerdi. Hemen Pervin Aba’ya telefon edilir ya da esnafa kahve getirmişse seslenilir ve kahveler söylenirdi. İlginçtir genellikle de oralarda bir yerlerde olurdu Pervin Aba. Üstten kulplu kahveci tepsisiyle kahveleri getirmesi pek uzun sürmezdi. Ağır aksak yürüyen bu yaşlı kadının bu çabukluğunu anlamakta hep zorlanmışımdır.


Çocuğu doktora götürdüğümüzde ya da çarşıya indiğimizde dükkana uğrar PervinAba’nın kahvesinden mutlaka içerdik. Tad olarak evde içtiğimizden çok farklıydı kahvesi. Belki ucuzundan, belki sert olduğundan; çifte kavrulmuş. Sonuçta acı bir kahve; ama tatlı gelirdi bize o hoş yorgunluktan sonra. Sadece kahve değil meşrubatı da vardı. Hatta naneli ayran...
Rum sınırına bitişik bu bodrum katındaki dükkanın demirden merdivenle inilen girişinde Pervin Aba’nın elinde kahve tepsisiyle birer yay gibi yanlara doğru eğik sıska bacakları üzerinde dikilmiş bekler görüntüsü belleğimde çok özel bir yer edinmiştir. Aşağı inmezdi. En yakın olan tepsiyle birlikte alırdı kahveleri.
Senelerce içtim Pervin Aba’nın kahvesini her çarşıya inişimde. Acıydı, pek alışkın olmadığım bir tat. Hoşuma gidiyordu kahve içmeler orada. Sohbet tatlandırıyordu belki. Etrafta esnafın sesi. Makina gürültüsü. Arada kahkahalar. Belli ki herşeye rağmen mutlu insanlar hallerinden. Pervin Aba’da gülümsüyor bazen; ama kahkaha attığını pek görmedim. Zaten pek konuşmazdı da.
Ekonomiye ve siyasete en sıkı ve sağlıklı yorumlar bu kahve molalarında getirilirdi. Barışdan yana ve karşı olanlar barış içinde yaparlardı işlerini bu sokakta. Bazen hararetli tartışmalar da olmaz değildi. Hatta esnaf diliyle küfürleşmeler. Ama bunlar hiçbir zaman küsme sebebi değildi. Tartışma bitince hiçbir şey olmamış gibi dönerdi herkes işinin başına.
En hararetli tartışmalar ve birbirlerine takılmalar seçimler öncesi görülürdü. Özellikle yerel seçimlerde mahalle muhtarlığı için oradaki esnafdan biri herhangi bir partiden ya da bağımsız aday olurdu; ancak her zaman kazanan oranın esas sahipleri dışından biri olmuştur. Anlaşılmaz bir durum! Tıpkı diğer anlaşılmazlar gibi!...
Tabi bu dönemlerde işden çok laf olunca kazanan da Pervin Aba oluyordu. Gelsin kahveler, ayranlar...
Ben 1989 yılından sonra tanıdım bu sokağı. Yaklaşık 6 yıl sürdü tanışıklığım. Belki benden önce de böyleydi. Belki daha da güzeldi. Zamana karşı ne kadar direnmişti tam olarak bilmiyorum. Belki daha da direnebilirdi; ama dengesiz ve istikrarsız ve bağımlı bir ekonomiye fazla direnemedi. İlk ekonomik kriz sıkı bir darbe indirdi sokağa tüm topluma olduğu gibi. Kiminin işine yaradı ama kısa vadeli bu fayda, mutlu azınlıktan başkasının ayakta kalmasını sağlayamadı. Sokak yavaş yavaş boşalmaya başladı. Kazancı vergisine bile yetmez oldu esnafın. Sigortası, güvencesi...! İş yapıp parasını alamamak da eklenince buna, durum iyice kötüleşti. Kimsede para yok. Ya da paranın kıymeti yok.
Küçük esnafa ekmek kalmayınca oralarda, yavaş yavaş göç başladı. İlk olarak Dökümcü Ali taşındı oralardan. Onu yavaş yavaş diğerleri izledi. Bizim kayınbilader ve ortağı Mustafa da Ceylan Möble’yi yok pahasına içindeki alet edavat ve makinalarla sattılar. Dükkan girişindeki Ceylan Möble levhası uzun bir süre kaldı. Daha sonraları pek gidemediğim için oralara akibeti ne oldu bilemem. Bazı esnaf dükkanıyla birlikte mesleğini de kapattı. Kimi direndi.
Ben ne kadar oralara bir daha gitmek istemesem de zaman beni oraya mecbur ediyordu. Bizim üniversite de o bölgedeki yerinden Dikmen yoluna taşınalı seneler olmuştu. Büyümüştü. Hatta kendi bankasını kurmuştu. Banka Merkez binası da çarşı içinde Yediler Sokağı’nın hemen bitiminde. Arabayı alışkanlık aynı yere parkediyorum. Zaten başka yer de yok. Tam Pervin Aba’nın küçük kahve(hanesinin) önünden geçiyorum. Elinde kahve tepsisi. Göçmemiş. Hatta göçmeyenler var. Kahve götürdüğüne göre...Sevindim. Yüzüm güldü. Eski bir dostu görmüş gibi. O da beni gördü. Gülümsedi. Selamlaştı tebessümlerimiz. Kahve ocağının tam karşısındaki barakada iki kişi tavla oynuyor. İddialı olmalı etrafında toplanmış seyredenler var. Mücadele edenler var hala oralarda...
Daha sonra üniversite kampüsüne de bir banka şubesi açıldı. Pek gidemez olduk çarşıya. Göremedim uzun zaman Yediler’i.
Futbol maçlarını Göçmenköy’de bir kahvede seyrediyordum. Sürekli değişen ekonomik dengeler gibi yayıncı kuruluş da değişiyordu. Başa çıkamıyor insan hangisine üye olacağını. En iyi çözüm bir kahvede seyretmek. Hem toplu olarak daha zevkli oluyor. Stadyum gibi oluyor. Dökümcü Ali de geliyor ortağı Mustafa ile. Hararetli tartışmalar maç öncesi ve sonrası. Ali Usta Cimbom’lu. Bense Fenerli. Ama severim Ali Usta’yı. Hoş adam. Bankacı Fahrettin Bey, Yediler’den Tornacı Kamil de orada. Bazen maç saatinden önce buluşuyoruz orada. Bazıları 1974’de gelmiş, yerleşmiş. Artık Kıbrıslı olmuşlar; ama Geleneksel kahve oyunu “okey” oynuyorlar. Kıbrıslılar da öğrenmiş. Kaynaşmışlar. Bazen karede yer bulursam ben de oynuyorum. Oyunda kalan son iki kişi yenilen içileni ödüyor. Ve sonra maç başlıyor. Cine5...
Sadece mekanlar ve ekonomi değil insanların hayatlarında da kaçınılmaz değişiklikler oluyor. Toplumun yazgısı ve bireysel yazgılar.

Dünyadan göçler ekonomik ve siyasi neden aramıyor. Yaşa da bakmıyor. Kimilerini zamansız (sanki zamanı var) alıp götürüyor. Bu kervana bizim hanımın ablası da genç yaşında (38) katılıyor. Yakalandığı amansız hastalık onu bir ay içersinde bilinmeyen bir yere alıp götürüyor.


Yolculuğu için ilk durak Burhan Nalbantoğlu Hastanesi. Umutsuz kara günler. Gözleri gören, dili söyleyen bir ölü sanki karşımdaki. Yıllardır görmediğim Pervin Aba da Hastanede. Aynı odadalar. Oldukça yaşlanmış. Kalbi yorulmuş. Moral vermeye çalışıyorlar birbirlerine. Bahire kısa zaman sonra Türkiye’ye gönderiliyor; ikinci durak! İki hafta oralarda aldatmalar. Durum daha da kötüleşiyor ve malum son durak. Acı dolu. Yaş ne olursa olsun...
Kayınbiladerim Ahmet dükkandan sonra başladığı işinden ayrılıp başka bir işe başladı. Ortağı Mustafa şöförlüğe devam. Ben maaşımı yine kampüs şubesinden alıyorum. Bazen merkez şubede işim oluyor. Pervin Aba yırtmış kefeni! Biraz daha eğrilmiş beli. Yürüyüşü daha yavaş; ama yine tepsi elinde...
Hafta sonlarında yine Kardeşler Bilardo Salonu’ndayım. Tam takım oradalar. Maçlar artık Tele On’da...
Bizim Ulu çınar Hüseyin Dayı( kayınpederim) da gidiyor kızının yanına. Oysa Digitürk almıştım eve. Maçları beraber seyredecektik. Kısmet olmadı...
Yediler Sokak’a uzun zamandır gitmiyorum. İş güç...tüm işlerimi şubeden hallediyorum. Artık neredeyse 12 ay çalışıyorum. Yıllar yordukça, yaşlandıkça kendimi daha fazla veriyorum işe. Bankaya gidip maaşımı alacak vaktim bile yok. Çek kesiyorum alışverişlerimde. 50’lik defterler alıyorum ama kısa zamanda bitiyor.
Geçenlerde çek defterim bitmek üzereydi. 5 dakikalığına şubeye koştum ve bir defter siparişi verdim. Herhalde aksaklık oldu ki bir hafta oldu defter yok. Hani merkeze kadar gitmeyeyim dedim bir defter için. Bir hafta geçti yok. Telefon ettim “gelmedi” dediler. Tepem attı. Bıraktım işi gücü.
Sanki 40 sene önce doğduğum köyüme gitmiştim. Bir garip oldu içim. Sessiz. Sanki öksüz kalmış Yediler Sokak. Arabayı yine aynı yere parkettim. Dolaştım Pervin Aba’nın kahvesinin önünden. Kızı ve torunu içerdeydi. Gözlerim onu aradı. Yoksa o da...! Yüreğim buruk. Hızlı adımlarla geçmek istiyorum orayı. Tam o sırada bir dükkandan çıkıyor Pervin Aba. Yüzüm gülüyor. Yüreğim rahatlıyor. Karşı taraftan gelen orta yaşlı bir kadınla birlikte duruyor yolun ortasında. Adımlarımı yavaşlatıyorum. Biraz daha iyi görmek ve bir iki sözünü duymak için. Zaten yavaş konuşurdu Pervin Aba. Yaşı da nereden baksan 70’lerin sonu... Onu duyabilmek için tamamen durmam gerekirdi. O da ayıp olurdu. Ne kadar yavaşlarsam yavaşlayayım sadece bir cümle duyabildim yanından geçerken; “ sırtım ağrır abam da yörüyemem!”
İlahi Pervin Aba nice zorluklara göğüs gerdin. Direndin. Sırtında taşıdın koca bir hayatı. Göçmedin!...

Olacak o kadar sırt ağrısı!





Yüklə 275,98 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin