Hakâ^ku't-tefsîr genellikle sûfîlerin, özellikle de Horasan melâmet okulu mensuplarının görüşlerini içerir. Zahirî tefsirde İbn Cerîr et-Taberî'nin yaptığını işârî tefsirde Sülemî yapmıştır. Nitekim Câ-mfu'l-beyün zahirî tefsirler için bir ansiklopedi sayıldığı gibi Hakâyiku't-tefsîr de işârî yorumlan toplayan bir ansiklopedidir. Bundan dolayı eser, Sülemî'den sonra yazılan işârî tefsirler ve tasavvufî eserler için temel kaynak olmuştur. Nitekim Kuşeyrfnin (ö. 465/1072) LetâJi-fü'I-işârât\ Rûzbihân-ı BaklTnin 'Arâ'i-sü'1-beyân'ı, Necmeddîn-i Dâye'nin Bah-rü'l-hakâHk ve'İ-me'ânfsi {et-Te'uUât), İsmail Hakkı BursevTnİn Rûhu'î-beyân'\ büyük ölçüde bu tefsirin izlerini taşımaktadır (geniş bilgi için bk. Ateş, Sülemî ue Tasaouurt Tefsiri, s. 220-234).
Âyetlerin açıklanması sırasında zaman zaman tasavvuf ehline ait hikâye ve menkıbelerin de nakledildiği eserde fıkıhla ilgili âyetler üzerinde durulmaz, hüküm âyetleri tefsir edilmez. Esasen mutasavvıfları Bâtmîler'den ayıran en belirgin özellik de budur. Zira Bâtınîler, hüküm âyetlerini te'vil ederek onların zahirî mânalarını reddedip açık hükümleri ortadan kaldırmaya kalkışırken diğer bütün mutedil mutasavvıflar gibi SülemFnin de bu şekilde yıkıcı bir te'vil yoluna itibar etmediği görülür. Ayrıca Sülemî nadiren fıkıh usulü ve dil kurallarıyla ilgili bazı açıklamalar da yapmıştır.
Sülemî eserde geleneksel tefsirlerde görüldüğü şekliyle yorumlar yapmaktan
164
ziyade âyetlerin taşıdığı derunî hikmetler üzerinde durmuş, bu arada cüretli felsefî fikirler serdetmekten kaçınmış, açıklamalarında başka âyetlerden, hadislerden, sahabe ve tabiîn sözleriyle Arap şiirlerinden de faydalanmıştır. Meselâ Ebû Osman el-Hîrî'nin görüşüne dayanarak, "Bu rabbinin doğru yoludur" (el-En'âm 6/126) mealindeki âyette geçen "sırât-ı müstakimin iktidâ, hevâ ve bid'attan uzaklaşma yolu olduğunu söyledikten sonra, "O hevâdan konuşmuyor, o Kur'an kendisine verilen bir vahiydir" (en-Necm 53/3-4) mealindeki âyeti bu görüşe delil getirmiştir. "İçinizden o aya yetişen oruç tutsun" (el-Bakara 2/185) âyetini de, "Beni ve emrimi gören bütün vakitlerinde emrime muhalefetten uzak dursun. Ayı görüp onu saygıyla karşılayan kişi o ayda hevâdan korunsun" şeklinde açıkladıktan sonra bu tefsirine. "Nice oruç tutanlar vardır ki onların oruçlarından kendilerine sadece açlık ve susuzluk kalır" (İbn Mâce, "Şıyâm", 21) mealindeki hadisi delil getirir. "Tasadan gözleri ağardı, üzüntüsünü belli etmemeye çalışıyordu" (Yûsuf 12/84) mealindeki âyette tasadan ötürü ağlamanın gözü kör edeceğini, fakat aşkın tesiriyle ağlamanın gözü nurlandıracağını ifade ettikten sonra Mecnûn diye bilinen Kays b. Mülevvah'm. "Nasıl ki şarap içen şarapla tedavi olursa ben de Leylâ'nın aşkından yine Leylâ ile tedavi oldum" ve Ebû Nüvâs'ın. "Beni kınamayı bırak; çünkü kınama teşvik demektir. Beni hastalığımın kendisi olan o kadınla tedavi et" anlamındaki şiirlerini delil getirmektedir {Hakâ'iku't-tefsîr, vr. 96b-97a). "Andolsun üzerinizde yedi yol yarattık" (el-Mü'mi-nûn 23/17) âyetindeki yedi yol insanın Allah'ı görmesine engel olan yedi perde şeklinde anlaşılmış, bunlar da akıl, ilim, kalp, his, nefis, irade ve meşiyyet şeklinde sıralanmıştır {a.g.e., vr. 104a). Nefs-i mutmainne derecesine ulaşabilmek için kâmil bir mürşide, salih bir öndere bağlanmak gerektiğine İnanan Sülemî, "Katından bize bir velî ver" (en-Nisâ 4/75) mealindeki âyette anılan velîye "mürşid" anlamını verdikten sonra âyeti şöyle yorumlar: "Bize senden sana gitmemizi gösterecek, bize kılavuzluk edecek bir velî ver" (a.g.e., vr. 35a).
İlk dönem sûfîlerinin âyetleri Allah sevgisi, ibadet, ahlâkî arınma, ruhun tekâmülü gibi tasavvufta özel bir ağırlığı olan anlamlara tevcih etme çabalarının yer aldığı Hakölku 't-tefsîföe vahdet-i vücûd düşüncesine yer verilmemiş; bu
düşünce doğrultusunda yorumlanmaya en elverişli âyetlerden olan, "O evveldir, âhirdir, zahirdir, bâtındır" (el-Hadîd 57/ 3) mealindeki âyette bile vahdet-i vücûdu hatırlatacak bir yorumdan söz edilmemiştir. Bu ise o dönem tasavvufunda vahdet-i vücûdun henüz tanınmamış olmasından ileri gelmektedir. Nitekim bu düşüncenin ilk gerçek temsilcisi olarak Muhyiddin İbnü'l-Arabî (ö. 638/1240) gösterilir (Nicholson, The Idea ofPersonatity InSufİsm, s. 27).
Hakö'îku't-tefsîr, müellifinin "Allah'ın velîsi, zamanında benzeri bulunmayan, muhteşem" gibi vasıflarla anılmasını sağladığı gibi zaman zaman onun eleştirilmesine de sebep olmuştur. Nitekim İb-nü'l-Cevzî bu kitaptaki bazı tefsirlerin bâtıl ve saçma kabul edildiğini söyler (Telbisü Iblîs, s. 174). Ancak bu âlimin Hakfâku't-tefsîr'i eleştirmesine sebep olan yorumların çoğu Tüsterfye aittir. Ebü'l-Hasan el-Vâhidî de Sülemînin tefsir diye naklettiği sözlerin aslında küfür olduğunu ileri sürer. İbnü's-Salâh ise esas itibariyle sûfîlere ait görüşlerden ibaret olan bu tür açıklamaların tefsir sayılamayacağını, tefsir sayılması halinde Bâtınîler'in yorumlarına benzeyeceğini söyler (Zerkeşî, I, 170). Zehebî ve Sü-yûtfnin kanaatleri de olumsuzdur (Ateş, Sülemî ve Tasavouft Tefsiri, s. 41, 42). Bu hususta daha ılımlı bir görüşe sahip olan İbn Teymiyye Sülemî'yi salih, iyi niyetli bir sûfî olarak övmekte, pek çok benzeri gibi Hakölku't-tefsîr'de de bulunan bazı sûfî sözlerinin gerçekte doğru olmakla beraber Kur'an âyetlerinde o mânaların bulunmadığını belirtmektedir {Risale fi Hlmi'l-bâtm oe'z-zâhir, I, 235).
Bu eleştirilere rağmen işârî tefsire dair rivayetleri toplamasından dolayı eser daha müellifi hayatta iken büyük ilgi görmüştür. Sülemî Bağdat'a gittiği zaman Ebû Hâmid el-İsferâyînî bu tefsiri bizzat kendisinden dinlemiştir. Müellif Hemedan yolunda iken dönemin devlet adamlarından biri, Haköîku't-tefsîfm bir nüshasını elde etmek için seksen müstensih toplayıp eseri bir günde yazdırmıştır. Emîr Nasr İbn Sebük Tegin de ilk gördüğünde çok beğendiği eseri istinsah ettirmiş, âyetleri altın suyu ile yazılan bu nüshayı okuma hususunda Sülemî'den icazet almıştır (Zehebî, XVII, 248). Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de bu tefsiri Melikü'l-üdebâ Dîvdeste'ye yazdırmış ve çok beğendiği için müstensihe kendi feracesini hediye etmiştir (Eflâkî,
II, 603-604).
Henüz tamamı basılmamış ve tahkik edilmemiş olan Hakâ7iku't-tefsîr"\n {bazı bölümlerinin yayımı için bk, Sülemî, Ziyâdâtü Halfâ'ikı't-tefsîr, naşirin mukaddimesi, s. 17) Türkiye'de ve Türkiye dışındaki kütüphanelerde birçok nüshası vardır (Böwering, s. 46-48). En değerli yazmaları Süleymaniye (Fâtih, nr. 260, 261, 262) ve Hacı Selim Ağa (nr. 77) kütüphanelerinde bulunmaktadır.
Sülemî Hakfâku't-tefsîr'l tamamladıktan sonra bazı âyetlerle ilgili başka yorumlara rastlamış ve bunları kitabına ilâve etmek istemişse de sonradan bu bilgileri Ziyâdâtü Hakâ^kı't-tefsîr adıyla ayrı bir kitap haline getirmiştir. Bu eser Gerhard Bövvering tarafından neşredilmiştir (bk. bibi.).
BİBLİYOGRAFYA :
Sülemî, Hakâ'iku't-tefsîr, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 260; a.mlf., Ziyâdâtü Hakâ'ikı 't-tefsîr (nşr. C. Böwering), Beyrut 1995, naşirin mukaddimesi, s. 15-23; İbn Mâce. "Şıyâm", 21; Gazzâ-lî. er-Risâletü't-ledünniyye, Kahire 1328, s. 3; İbnü'l-Cevzî. Telblsü İbiîs, s. 174-175; İbn Tey-miyye.Risale ficitmi'l-bâtın ve'z-zâhiriMecmû'a-tii'r-resâ'İU'l-münîriyyeiçinde), Kahire 1349,1, 235; Zehebî. A'lâmü 'n-nübetâ', XVII, 248; Eflfl-kî. Menâkıbü 't-'ârifin, II, 603-604; Zerkeşî. el-Burhân, I, 170; Zürkânî, Menâhilü'l-Hrfân, Kahire 1360-61, ], 546; R. A. Nicholson. The Idea of Personality in Sufism, Cambridge 1923, s. 27; a.mlf.. "A Historical Enquiry Conceming the Origin and Development of Sufism", JRAS, I £1906), s. 303-348; L. Massignon, Es-saisur les origines du lexique techrtique de la mystique musulmane, Paris 1929, s. 85; a.mlf., Akhbarai-Haliaj, Paris 1957, bk. İndeks; Süleyman Ateş, Sülemî ve Tasauvufı Tefsiri, İstanbul 1969; a.mlf., Cüneyd-i Bağdadi: Hayatı, Eserleri ve Mektupları, İstanbul 1970, tür.yer.; G. Bövvering, "The Qur3ân Commentary of al-Su-lami", Islamic Studies Presented to Charles J. Adams (ed. W B. Ha!laq - D. P. Little), Leiden 1991.S.41-56. ■—■
imi Süleyman Ateş
F HAKAN n
{bk. HAN).
L J
r ~ı
HAKANI, Muhammed b. Ubeydullah
Ebû Alî Muhammed b. Ubeydillâh
b. Yahya b. Hâkân
(ö. 312/924)
. Abbasi veziri. ,
Babası Ubeydullah'in vezirliği sırasında ve onun ölümünden sonra (263/876) çeşitli görevlerde bulunan Hâkânî. Halife Muktedir-Billâh'ın annesine, vezir İbnü'l-
Furât'ın azledilmesini sağladığı takdirde büyük miktarda mal vermeyi vaad etti. İbnü'l-Furât azledilince onun yerine vezir oldu (Zilhicce 299/Agustos 912). Halife, İbnü'l-Furât'ın üzerindeki iktâları ve Saîd b. Mahled'in Dicle nehri kenarındaki evini ona verdi; ayrıca 5000 dinar da maaş bağladı. Hâkânî vezir olunca ilk iş olarak malî sıkıntı içinde bulunan Abbasî Devle-ti'nin gelirini arttırmak amacıyla İbnü'l-Furât'ın görevlendirdiği kişileri azledip mallarını müsadere etti. Bağdat Şiîleri'-ne karşı politikalar geliştirmesi ve Han-belî mezhebinin görüşlerini uygulamaya çalışması halifenin çevresinde bulunanlar tarafından olumlu karşılanmadı.
İdarî İşlerden pek anlamayan, sadece halifenin şahsî isteklerini yerine getirmeye ve askerî yetkililerle iyi geçinmeye çalışan Hâkânfnin yetersizliğini gören Halife Muktedir, ertesi yıl onun yerine Fars Valisi İbn Ebü'l-Bağl'i getirmek istedi. Ancak durumdan haberdar olan Hâkânî, taraftarlarının gayretiyle kısa bir süre daha görevinde kalmayı başardı. Onun en çok tenkit edilen yönü. devlet işlerine oğullan Abdullah ve Abdülvâhid'i karıştırması ve onların etkisinde kalarak önemli görevlere getirdiği kimselerden açıkça rüşvet almasıdır. Kûfe'nin haraç divanına yirmi günde yedi kişi tayin ettiği ve hepsinden de rüşvet aldığı bildirilen Hâkânfyi şairler, sık sık görevli tayin edip ardından azleden ve bu işi sırf rüşvet almak İçin yapan bir vezir olarak hic-vetmişlerdir. Hâkânî, herkesle münasebetlerini sürdürmeye gayret eder ve kendisini salih bir kişi olarak tanıtmaya çalışırdı. Zamanının büyük âlimi Muhammed b. Cerir et-Taberîye bol miktarda para göndermiş, fakat Taberî bunu kabul etmediği gibi kendisine teklif edilen kadılık görevini de reddetmiştir (Sübkî, m, 125). Bir kimse kendisinden bir istekte bulununca elini göğsüne vurup o İsteği yerine getireceğine dair söz verdiğinden "dakka sadrahû" lakabıyla da tanınmıştır.
Hâkânî döneminde vezirlik makamının itibarı zedelendi; sosyal dengeler bozuldu, maaşlar yetersiz kaldı ve askerler arasında sıkıntı baş gösterdi. Bunun üzerine halife. Hâkânî'nin azledilip yerine Ali b. îsâ'nın getirilmesine karar verdi. Bu kararın uygulanmaması için direnen Hâkânî ve taraftarları Ali b. îsâ'nın Bağdat'a girmesini engellemek istedilerse de başarılı olamadılar. Ali b. Isâ301
HÂKÂNÎ, Mûsâ b. Ubeydullah
yılının Muharrem ayında {Ağustos 913) vezir olunca Hâkânî oğullan İle birlikte hapsedilip malları müsadere edildi. Aynı yılın Cemâziyelâhirinde {Ocak 914) serbest bırakıldıysa da 304'te (917) vezirlik görevine tekrar dönen İbnü'l-Furât tarafından yeniden hapsedildi. Hâkânî 10 Muharrem 312'de {18 Nisan 924) öldü. Vefatından kısa bir müddet önce aklî dengesini kaybettiği söylenir (İbnü'l-Esîr.Vlll, l51;Safedî, IV, 5). Onun vezirliği Abbasî vezirliğinin çöküşünün başlangıcı olarak kabul edilmektedir.
BİBLİYOGRAFYA :
Taberî, Târih (Ebü'l-Fazl). X, 145, 147; XI, 39, 41-43; Mes'ûdî, Mürûcü'Z'Zeheb (Meynard), VIII, 272; a.mlf.. et-Tenbîh, s. 379; İbn Miske-veyh. Tecâribû't-ümem, i, 20-26, 127; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 109, 121; İbnü'l-Esîr. el-Kamil. VIII, 63-65, 68-69, 150-151; İbnü't-Tıktakâ. el-Fahrî.s. 266-267, 269; İbn Fazlullah el-ömerî. Mesalik, XI, 87-88; Safedî. el-Vâfî, IV, 5; Sübkî, Tabakât fTanâhî), [II, 125; D. Sourdel, Leuiztrat 'abbâstde de 749 â 936, Damas 1959-60, li, 395-399; a.mlf., "ibn fihâkân", EF (İng.), III, 824; Tevfık Sultan Yozbekî. el-Vezâre: neş'e-tûhâ ue tetauouruhâ fi'd-deuteti'l-'Abbâsiyye (132-447 h.), Bağdad 1390/1970, s. 170-172, 300; Hüsâmeddin es-Sâmerrâî, et-Mü'essesâ-tü't-idâriyye fı'd-devteti't-'Abbâsiyye, Kahire 1403, s. 92, 187; Ziriklî. el-A'lâm (Fethullah), VII, 135-136; K. V. Zettersteen. "İbn Hâkân". İA, V/2, s. 738; Sâdık Seccâdî, "İbn Hakan", DMBİ, III, 400-401. j—.
İmi Mehmet Aykaç
HÂKÂNÎ, MÛsâ b. Ubeydullah ""
Ebû Müzâhim Mûsâ
b. Ubeydillâh (Abdillâh)
b. Yahya el-Hâkânî
(ö. 325/937)
Tecvide dair
ilk defa eser yazan âlim,
edip ve şair.
248'de (862) Bağdat'ta doğdu. Babası Ubeydullah, Abbasî halifelerinden Mütevekkil ile Mu'temid-Alellah'a vezirlik yapmış, dedesi Yahya b. Hâkân ile kardeşi Ebû Ali Muhammed b. ubeydullah da vezirlik görevinde bulunmuşlardır.
Hâkânî, nüfuzlu bir ailenin imkânlarına sahip olarak Bağdat'ın elverişli ilim ortamında yetişti. Kur'an'ı Kisâî kıraatiyle Hasan b. Abdülvehhâb el-Verrâk ile Muhammed b. Ferec el-Gassânî'den okudu. Her iki kıraat âlimi de Kisâî ve Ebû Amr b. Alâ kıraatlerinin râvisi Ebû Ömer ed-Dûrfnin kıraat halkasına mensuptur. Ayrıca kıraat ilmini İbn Âmir'in kıraatinin
165
HÂKÂNÎ, Mûsâ b. Ubeydullah
râvisi İbn Zekvân'dan tahsil eden Ahmed b. Yûsuf et-Tağlebî ile İdrîs b. Abdülke-rîm el-Haddâd ve küçük Kisâî diye bilinen Muhammed b. Yahya el-KisâTden de bu ilimde faydalandı. Ebû Kılâbe er-Re-kâşî. Muhammed b. İsmail et-Tirmizî ve Abdullah b. Ahmed b. Hanbel gibi âlimlerden hadis dinleyen Hâkânî başta kıraat olmak üzere tecvid, hadis, Arap dili ve edebiyatı alanlarında kendini yetiştirdi. Muâviye b. Ebû Süfyân'a olan sevgisini dile getiren şiirler yazdığı nakledilmektedir. eJ-Kaşîde(ü'r-râ?yye adlı eseri aynı zamanda onun şairliğini ve edebiyat alanındaki kabiliyetini göstermektedir,
Ebû Bekir Ahmed b. Nasr eş-Şezâî ve Muhammed b. Ahmed eş-Şenebûzî gibi âlimlerin kıraat hocası olan Hâkânî'den Ebû Bekir el-Âcürrî, Ebû Tâhir b. Ebû Hâşim ve Ebû Hafs b. Şahin hadis rivayet etmiştir. Ailesinde mevcut geleneğin aksine Hâkânî ilim ve ibadet yolunu tercih ederek kendini tamamen Kur'an öğretimine, hadis rivayetine ve ibadete vermiştir. Kaynaklarda onun sünnete bağlı, dindar ve güvenilir bir kişiliğe sahip olduğu belirtilir. Hâkânî 11 Zilhicce 325'te (20 Ekim 937) Bağdat'ta vefat etti.
Eserleri. Hâkânrnin bilinen eserleri şunlardır: 1. el-Kaşîdetü'r-râtyye (el-Kaştdetü't-Hâkâniyye). Hâkânînin tecvide dair ilk eserin müellifi olarak tanınmasını sağlayan bu kaside elli bir beyitten ibarettir. Kıraat ilmiyle ilgili daha önceki dönemlere ait kaynaklarda tecvid konularına da yer verilmişti. Ancak bunlardan farklı olarak Hâkânî bu kaside ile tecvide dair meseleleri ayrı bir eser içinde toplamayı denemiştir. Tecvid ilminin bütün konularının yer almadığı eserde. Kur'an'ı doğru okuyamayanların bir başkasına Kur'an okutamayacağı, kıraatin bu ilmin inceliklerini bilen âlimlerden alınmasının gerekli olduğu, mütevâtir kıraat imamlarının adları, Kur'an'ın "ter-tîl" ile okunması, kıraat esnasında harflerin usulüne uygun bir şekilde çıkarılması, medler, izhar, ihfâ gibi uygulamalarla hemze, hâ ve râ harflerinin özellikleri, vakf ve ibtidâ, mîm ve nûn harflerinin okunuşlarından doğan özellikler, Kur'an'ı okuyan kişinin aynı zamanda onun emir ve yasaklarına uymasının icap ettiği gibi hususlar ele alınmıştır. Âlimler tarafından çok beğenilen ve beyitleri sonraki müellifler tarafından yer yer delil olarak gösterilen kasideyi Ebû Amr ed-Dânî Şerhu Kaşîdeti'l-Hâ^ânî ti't-tecvîd adıyla şerhetmiştir. Bu şerhin bir
166
nüshası Haydarâbâd'da (M u ha m m ed Ghouse, I. 34), diğer bir nüshası da Meş-hed'de (Brockelmann, I, 720) bulunmaktadır. İbn Hayr Hâkânî'nin bu kasidesini birkaç hocasından rivayet etmiştir {Feh-rese, s. 72-73). Ganim Kaddûrî Hamed'in neşrettiği eser (Mecelletü Küiliyyeti'ş-şerVa, sy. 6 |Bağdat 1980|. s. 365-377). Ali Hasan el-Bewâb tarafından Ebû Amr ed-Dânfnİn şerhinden özetler verilerek açıklamalı şekilde yeniden yayımlanmıştır (bk. bibi), Kasidenin bir nüshası Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kü-tüphanesi'nde mevcut olup (Ali Üsküdarlı, nr. 36, vr. 158-159) ayrıca Kaside fi't-tecvîd, Kaşîde ü hüsni edâ*i'l-Kur'ân adlarıyla çeşitli kütüphanelerde nüshaları vardır (Brockelmann, i. 329-330; Sezgin, I, 14). Z. el-Kaşîde fi'l-iuhaha1. On sekiz beyitten ibaret olduğu belirtilen kasidenin Berlin (nr. 7562, vr. 40-41; nr. 486, vr 40) ve Zâhiriyye (Umumi, nr. 3782) kütüphanelerinde nüshaları bulunmaktadır (Sezgin, I, 15). 3. eî-Kaşîde ü's-sünne. İbnü'l-Cezerî Hâkâ-nî*nin bu eserinden bahsetmiş, onu ei-Kaşîdetü 'r-râ Jiyye 'siyle birlikte Ebû Hafs Ömer b. Hasan el-Merâgi'den okuduğunu bildirmiştir (GByetü 'n-nihâye, II, 321).
Kâtib Çelebi'nin el-Kaşîdetü'r-rföyye ü Hlmi'1-inşa* adıyla Hâkânrye nisbet ettiği eser {Keşfü'z-zunûn, II. 1339) ei-Kctşîdetü'r-râ'iyye olmalıdır. Onun ay-nca el-Kaşîdetü'n-nûnİyye ü't-tecvîd adıyla zikrettiği eserin de (11, 1348) aynı kaside olması muhtemeldir.
BİBLİYOGRAFYA :
MerzObânî. Mu'cemü'ş-şu'arâ' (rışr. F. Kren-kow), Kahire 1354 -> Beyrut 1402/1982, s. 380; Hatib. Târitfu Bağdâd, XIII, 59; Sem'ânî, el-En-sâb (Bârûdî), II, 310; İbn Hayr, Fehrese, s. 72-74; İbnü'l-Cevzî. el-Muntazam (Atâ). XIII, 372; İbnü'1-Esîr. et-Lübâb, I, 412; Ali b. Muhammed es-Sehâvî, CemMü't-kurra' ve kemâlû.'1-ikrâ? (nşr. Ali Hüseyin el-Bevvâb), Kahire 1408/ 1987, II, 546; Zehebî. Ma'riferüV-fcurrâ1 (Al-tıkulaç). II, 554; a.mlf., A'lâmü'n-nübelâ\ XV, 94-95; a.mlf., TezkiKtü'l-huffâz, III, 822; İbnü'l-Cezerî. Câyetû'n-nihâye, II, 320-321; Keş-fü'z-zunün, I, 354; II, 1337, 1339, 1348; İb-nü'1-İmâd. Şezerât, II, 307; Brockelmann, GAL SuppL, I, 329-330, 720; HedlyyetaV&riftnM 478; Ziriklî. el-A'lâm. VIII, 275; Kehhâle, Muc-cemû'l-mü'etlifin, XIII, 42; Sezgin. GAS, I, 14-15; Muhammed Ghouse, The Sayeedie Lib-rary-Hydembad [A.F.] Indİa A Cataiogue of Arabic Manuscripts, India 1968, !, 34; Ali Hasan el-Bevvâb, "el-Kaşîdetü'1-Hâkâniyye fi'l-Kırâ'at ve hüsni'I-edâ", el-Meurİd, XVI/1, Bağdad 1987, s. 115-128.
mi Abdurrahman Çetin
HAKANI MEHMED BEY
(ö. 1015/1606)
Türk edebiyatında
türünün ilk ve önemli örneği olan
////ye adlı eseriyle tanınan
dîvan şairi.
L _J
İstanbullu ve Ayaş Paşa ahfadından Mahmud adlı bir kişinin oğlu olduğu kaydedilmektedir. Kafzâde Fâizî [Zübdetü'i eş'âr, vr. 143) ve Kâtib Çelebi {Keşfü'z-zunûn, I, 786) Hâkânîyi Ayaspaşazâde kün-yesiyle anmakta, Kâtib Çelebi HiJye'sinden bahsederken onu Hâkânî Mehmed b. Abdülcelîl adıyla tanıtmaktadır. Riyâ-zî'nin tezkiresinin bazı nüshalarında Ayaş Paşa'nın oğlu {Riyâzü'şşuarâ, vr. 61b). bazılarında da torunlarından olarak gösterilmektedir. Muallim Naci onun Güzelce Rüstem Paşa'nın kızının oğlu ve Sadrazam Ayaş Paşa'nın akrabası olduğunu yazar {Osmanlı Şairleri, s. 62). Mehmed Süreyya Bey'e göre Hâkânî Ayaş Paşa'nın damadı. Güzelce Rüstem Paşa'nın kızının oğludur [SicUl-i Osmânî, İl, 377). Hüseyin Ayvansarâyî, Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii'nden bahsederken Güzelce Rüstem Paşa'nın kızının oğlu ve Sadrazam Ayaş Paşa'nın akrabasından Hâkânî Mehmed Bey'in mektebin penceresi Önünde medfun olduğunu söyler {Hadi-katü'l-ceüâmi', s. 24). Bu durumda Muallim Naci ile Mehmed Süreyya'nın Hüseyin AyvansarâyTnin verdiği bilgiyi esas aldıkları anlaşılmaktadır.
Ali Emîrî Efendi, kendi kitapları arasında bulunan Hâkânî divanının (Millet Ktp.. Ali Emîrî Efendi, Manzum, nr. 127) baş tarafına düştüğü bir kayıtta, "Gerek Hadîkatü'l-cevâmi'de gerek Muallim Naci Efendi'nin eserinde Hâkânî, Güzelce Rüstem Paşa'nın kerîmezâdesi olarak gösteriliyor ki müşarünileyh Ayaş Paşa, Güzelce Rüstem Paşa'nın damadı olduğu bazı tevârîhte muharrer olduğu cihetle onların şu ifadesi de Hâkânî merhum Ayaş Paşa merhumun mahdumu olduğunu ispat ediyor" demekle beraber bu kaydın hangi tarih kitaplarında bulunduğunu belirtmemiştir. Diğer taraftan Sicül-i Osman?de de Rüstem Paşa Ayaş Paşa'nın damadı olarak gösterildiği halde (II, 377) Ali Emîrî Efendi muhtemelen bir dalgınlık sonucu Ayaş Paşa'yı Rüstem Paşa'nın damadı göstermiştir. Kaynaklardaki bu farklı bilgilerden hare-
ketle Hâkânî*nin Veziriazam Ayaş Paşa ile akraba olduğu, ancak bu akrabalığın derecesinin tam olarak tesbitinin şimdilik mümkün olmadığı söylenebilir.
Hâkâm'nin hayatı hakkındaki bilgiler de yeterli değildir. Beyânî'nin ifadesinden gençliğinde iyi bir tahsil gördüğü ve saray çevresinde yetiştiği anlaşılmaktadır. Sancak beyliği ve Dîvân-ı Hümâyun'-da muhasebecilik yapmış olması bu bilgiyi doğrulamaktadır. Gençliğinde başından bir aşk macerası geçen Hâkânî daha sonra hacca gitmiş ve dönüşünde İstanbul'da ölmüştür. Riyâzî'nin nakline göre, "Yârân-ı safa, cennet bahçeleri ne güzel köşelermiş" dedikten sonra vefat eden Hâkânî'nin ölümüne Kafzâde Fâizî. "Hâkânî Bey ukbâya göçtü" (1015/1606) mısraını tarih düşürmüştür. Mezarı Edirne-kapı'da Mihrimah Sultan Camii hazîre-sindedir. Muallim Naci mezarının başında 300 yıllık bir ağaç bulunduğunu, mezarın baş tarafındaki yuvarlak taşın üzerinde cuma ve pazartesi geceleri yakılan bir kandil asıldığını, yeşile boyanmış cephesinde de "Hûvelbâki Hille-i Hâkânî hasretler ruhiyçün el-Fâtiha" şeklinde bozuk bir ibarenin yazılı olduğunu bildirmektedir {OsmanlıŞairleri, s. 62). Hadîkatü'l-cevâmfde mezar taşının yazısız olduğu ifade edildiğine göre (s. 24) bu ibare daha sonra yazılmış olmalıdır.
Yaşadığı dönemdeki diğer Dîvân-ı Hümâyun memurları gibi Edirnekapı Camii civarında ikamet eden Hâkânî, Hilye'si-ni tamamlayıp sadrazam Cigalazâde Sinan Paşa'ya takdim edince devlet büyükleri tarafından takdir görmüş ve kendisine nasıl bir mükâfat istediği sorulmuştur. Şair de artık yaşlandığını, Edir-nekapı'dan Paşakapısı'na kadar güçlükle yürüyebildiğin!, bu sebeple bir binek hayvanıyla gidip gelmek istediğini bildirmiştir. 0 dönemde Hâkânî rütbesindeki bir memurun resmî işe binek hayvanıyla gidip gelmesi yasak olduğundan kötü örnek olmasın diye isteği yerine getirilmeyince, kendisine Babıâli civarında bir ev verilmiştir {Osmanlı Şairleri, s. 63).
Eserlerinden Hâkânî'nin iyi derecede Arapça ve Farsça bildiği, divan edebiyatının inceliklerine vâkıf olduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklarda eserlerindeki sadelik ve samimiyetin bunların edebî değerinden fazla olduğu belirtilir. Türkçe'yi kullanışı, anlatımındaki sadelik ve üslûbun-daki açıklık ona çağdaştan arasında önemli bir yer kazandırmıştır. Lirik gazelleri-
nin dili oldukça sade, mesnevileri de yazıldıkları döneme göre açık ve pürüzsüz bir anlatıma sahiptir. Yazdıklarından kuvvetli bir Ehl-i beyt muhibbi olduğu anlaşılan şairin Hüye'sindeki dilin daha sanatlı oluşu ise eserin Hz. Peygamber'le ilgili olmasından dolayı konunun daha beliğ ifade edilmesine önem verilmesinden kaynaklanmış olmalıdır.
Eserleri. 1. Hilye-i Hâkânî. Hâkânî*-nin tanınmasını ve şöhrete ulaşmasını sağlayan eser Türk edebiyatında hilye türünün ilk ve en Önemli örneğidir. Hilye kelimesi HâkânFden sonra özellikle yalnız Hz. Peygamberin vücut yapısı ve sıfatları hakkında meydana getirilen eserlerin genel adı olmuştur (bk. HİLYE). Hilye-i Hâkönî besmele hakkında bir manzume ile başlar. Şair, "Besmeleyle edelim feth-i kelâm / Feth ola tâ bu muam-mâ-yı benâm" beytinin ardından gelen yirmi iki beyitte söze besmele ile başlamanın gereğinden ve besmelenin sırlarından bahseder. Sekiz beyitlik bir tev-hidden sonra "İzhâr-i Ma'zeret ve Taleb-i Mağfiret" başlığını taşıyan altı beyitlik bir münâcât ve bir na't yer alır. Klasik tertibe uygun tam bir mesnevi yazma gayreti içinde olduğu görülen Hâkânî "İf-titâh-ı Kelâm" başlıklı bölümde eserin konusundan, giriştiği işin zorluğundan söz ederek aczini dile getirir; hemen ardından da hilye yazmak suretiyle salih kullar arasına girip keder ve kaygıdan kurtulmak istediğini söyler. Hâkânî. Hz. Ali'nin rivayet ettiği fakat sahih hadis kaynaklarında rastlanmayan "Hilyemi gö-
HÂKÂNÎMEHMEDBEY
ren beni görmüş gibidir. Beni gören insan bana muhabbetle bağlanırsa Allah ona cehennemi haram eder; o kişi kabir azabından emin olur, mahşer günü çıplak olarak hasredilmez" mealindeki hadisi eserin telif sebebi olarak zikreder. Şair bu hadisi on beyitlik bir manzumede tercüme ve şerhederek hilye yazmanın, hil-yeyi üzerinde bulundurmanın ve hilyeye bakmanın insanlara her iki âlemde kazandıracağı mükâfatları anlatır. Arkasından Sadreddin Konevî'nin hilye hakkındaki sözlerini dokuz beyitlik bir manzumede toplar. Bu arada eserini güvenilir hadis râvilerinin rivayetlerinden faydalanarak yazdığını söyler. Hâkânî, daha sonraki bölümlerde Hz. Peygamber'in vücut yapısına ait özellikleri açıklayan beyitlere yer verir. Âyet ve hadisler ışığında yazılan esere özellikle İbn Kesîr'in Şemâî-lü'r-Resûfü kaynak teşkil etmiştir. Hâkânî "Hâtimetü'l-kitâb" bölümünün sonundaki, "Olmadan bin yedi târîhi tamâm / Bu risalemde tamâm oldu kelâm" beytiyle eserini 100Tde (1598-99) tamamladığını belirtir. Yazıldığı dönemden itibaren konusu ve ifadesindeki samimiyeti dolayısıyla özellikle kültürlü çevrelerde büyük ilgi gören ve Süleyman Çelebi'-nin Mevlid'i gibi sehl-i mümteni örneği bir eser kabul edilen Hilye-i Hâkânî aruzun "feilâtün feilâtün feilün" kalıbında, nüshalara göre değişmekle beraber 710 beyti aşan bir mesnevidir. Cevrî, Neşâtî ve Nahîfî. hilyelerinin başında Hâ-kânfnin eserinden Övgüyle bahsetmiş, onun açtığı yolda yürüdüklerini söyle-
Dostları ilə paylaş: |