Eserin mukaddimesinde de belirtildiği üzere (I, 19-20) tefsirde takip edilecek genel esaslar. Diyanet İşleri Riyaseti ile Hamdi Efendi arasında yapılan bir protokol ile belirlenmişti. Buna göre önce tefsiri yapılacak âyetin veya âyetler grubunun metni altına mealleri yazılacak, ardından bu bölümün tefsir ve izahına geçilecekti. Tefsir bölümünde ise şu esaslara uyulacaktı: 1. Âyetler arasındaki münasebetler gösterilecek; Z. Nüzul sebepleri kaydedilecek; 3. Kırâat-i aşereyi geçmemek üzere kıraatler hakkında bilgi verilecek: A. Gerektiği yerlerde kelime ve terkiplerin dil izahları yapılacak; S. İti-
HAK DİNİ KUR'AN DİLİ
kadda Ehl-i sünnet ve amelde Hanefî mezheplerine bağlı kalınmak üzere âyetlerin ihtiva ettiği dinî, şer'î. hukukî, içtimaî ve ahlâkî hükümler açıklanacak, âyetlerin ima ve işarette bulunduğu ilmî ve felsefî konularla ilgili bilgiler verilecek, özellikle tevhid konusunu ihtiva eden, ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan âyetler genişçe izah edilecek, konuyla doğrudan veya dolaylı biçimde ilgisi bulunan İslâm tarihi olayları anlatılacak; 6. Batılı müelliflerin yanlış yorumlar yaptıkları noktalarda okuyucunun dikkatini çeken notlar konularak gerekli açıklamalar yapılacak; 7. Eserin başına, Kur'an hakikatini açıklayan ve Kur'an'la ilgili bazı önemli konuları izah eden bir mukaddime yazılacaktı. Belirlenen programda yeni bir tefsir yazılmasından çok Kur'an'ı Türk okuyucusuna, klasik tefsir kaynakları ışığında doğru biçimde tanıtmanın ve ihtiva ettiği değerler sistemini kavratmanın hedeflendiği görülür. Nitekim Kur'an hakkında yabancı yazarlar tarafından Öne sürülen, yahut yerli taklitçileri tarafından ifade edilen yanlış iddiaların ve tahriflerin uyandırabileceği şüphelerin silinmesine yönelik açıklama ve düzeltme isteğinde de aynı amaç vardır.
Eser, Diyanet İşleri Riyaseti bütçesinden ayrılan tahsisatla sözleşmede belirlenen esaslar dahilinde on iki yıllık (1926-1938| bir çalışma ile tamamlanmış, 1935-1939 yıllarında İstanbul'da dokuz cilt ve 10.000 takım olarak basılmış, 2000 takımı müellife verilirken geri kalanları ücretsiz dağıtılmıştır.
Yirmi beş sayfalık mukaddimesinde müellif, Kur'an tercümesi etrafında yapılan neşriyattan başlayarak eserin yazılmasına vesile olan gelişmeleri özetledikten sonra Kur'an ve tefsirle İlgili bazı temel terimler hakkında özlü bilgiler verir. Önce devrinde tartışma konusu olan tercüme meselesi üzerinde önemle durur. Kur'an'ın edebî i'câzına, sonsuz derecedeki edebî parıltılarına işaret ederek onun Allah'tan başka kimse tarafından dokunamayacak "ilâhî bir kumaş" olduğuna temas eder ve bir başka dile hakkıyla tercümesinin mümkün olmadığını söyler. Daha sonra tefsiri hakkında bilgi verirken çalışmasında bağlı kalacağı sözleşme esaslarını, kullandığı temel kaynakları ve takip ettiği tefsir metodunu açıklar. Ardından Kur'an ve onun diğer bazı isimleriyle sûre, âyet ve mushaf, tefsir, te'vi! ve meal terimleri hakkında kısa açıklamalar yapar. Kur'an'ın faziletlerini sıralayarak mukaddimesini tamamlar.
153
HAK DİNİ KUR'AN DİLİ
Eserde bir sûrenin tefsirine başlanırken önce o sûre hakkında genel bilgiler verilir. Bunlar sûrenin ismi, nüzul sebebi, âyet, kelime ve harf sayısı, fasılası, Mek-kî veya Medenî oluşu hakkındaki bilgilerdir. Daha sonra tefsiri yapılacak âyetlerin metin ve mealleri yazılarak tefsir bölümüne geçilir. Burada âyetlerin nüzul sebepleri kaydedilir, âyetler arasındaki münasebet ve insicam gösterilir. Kırâat-i aşereyi aşmamak üzere âyetin Âsim b. Behdele'nin kıraati dışındaki kıraatlere göre anlamlan da açıklanır. Âyetin tefsirine geçildiğinde önceki kaynaklarda zikredilen bütün mâna vecihlerinin kaydedilmediği, zayıf tevcihlerin ayıklandığı ve âyetin sadece kuvvetli vecihlere göre açıklandığı görülür. Zikredilen bu farklı mâna tevcihleri de mümkün olduğu ölçüde telif edilir. Buna imkân bulunamayan yerlerde, okuyucuyu anlam konusunda tereddüte düşürmemek için görüşler arasında bir tercih yapılarak mesele halledilmeye çalışılır.
Hamdi Efendi, âyetlerin ihtiva ettiği çeşitli mâna ve meselelerde meşhur olan görüşü tercih etmeye özen göstermiş, tefsir kitaplarında yaygın olan mâna ve meseleler hakkında kaynak zikretmeye lüzum görmemiştir. Ancak meşhurun aksine olan bir görüşü savunduğu yahut kendisi yeni bir görüş ileri sürdüğü yerlerde kaynak zikrederek bu görüşü delilleriyle ortaya koymaya gayret etmiştir. Bu çerçevede, bazı âyetlerin tefsirinde çeşitli konulara dair birer makale hüviyetinde müstakil incelemelerin ortaya konduğu görülür. Tefsirin diğer kısımlarına göre bu gibi yerlerde İncelemenin daha ayrıntılı bilgilerle derinleştirilmesinin sebepleri de yerine göre farklılıklar taşır. Müfessir bazan meselenin öneminden, bazan müşkül meselenin ilmî izahlanyla yetinmeyip konuyu sıradan okuyucuya da kavratabilme çabasından veya bir meselenin ne kadar ayrıntılı biçimde ele alınabileceğini ve âyetteki mânanın ne kadar derine indirilebileceğini gösterme gayretinden yahut meselenin o günkü aktüel değerinden dolayı, yer yer de insanlardaki değer duygusunu canlandırarak onları dinî değerlere sevketmek İçin sözü uzun tutmuştur. Mukaddimesinden, kısa geçtiği bölümler için aslında rahatsızlık duyduğu ve çalışmayı tamamladıktan sonra baştan sona gözden geçirerek bu kısımları da genişletme arzusunda olduğu anlaşılmaktadır (1, 20).
154
Müellif, mukaddimesinde (i, 2ü) belli bir Arapça tefsirin tercümesi olmayan eserini çeşitli kaynaklardan faydalanarak hazırladığını belirtmiş ve temel kaynaklarına da işaret etmiştir. Bunlar tefsir sahasında Taberînin Câmi\ı'l-beyân'\, Cessâs'ın Ahkâmü'l-Kur'ân'ı, Zemah-şerî'nin el-Keşşâf ı, Kâdî Beyzâvî'nin En-vârü't-tenzîl'i, Ebû Hayyân'ın el-Bah-rü'I-muhît'i ile en-Nehrü'I-mâd adındaki telhîsi, Nizâmeddin en-Nîsâbûrî'nin Ğarâ'ibü'l-Kur^ân ve reğâ}ibü'l-fur-kân'ı, Ebüssuûd Efendi'nin İrşâdü'I-cakIi's-seHm'i ve Âlûsî'nin Rûhu'1-me-câni'si; hadis alanında da Kütüb-i Sitte ile Mecdüddin İbnü'l-Esîr"in en-Nihâye iî garibi'l-hadîş'ıdir. Bunların dışında gerektiğinde İstanbul kütüphanelerin-deki birçok kaynağa başvurduğunu da ilâve etmiştir. Ancak müellifin ilmî açıdan en zayıf noktası, kullandığı kaynaklar konusunda yeterince titiz olmaması ve "ilk el kaynak" ifadesiyle ikinci el kaynaklardan iktibaslar yapmasıdır. Meselâ eserinde bazan ilk el, bazan da ikinci el ifadeleriyle Tefsîrü'I-Esam'dan iktibaslar yapmıştır. Sözü edilen eserin müellifi, Ebû Bekir Abdurrahman b. Keysân el-Esam adlı Mu'tezilî bir müfessirdir. Bugünkü bilgilere göre Esamm'ın tefsiri müstakil olarak günümüze intikal etmemiş olup daha sonraki müfessirlerin iktibas ettiği bazı parçalarla tanınmaktadır. Dolayısıyla Elmalılfnın bu kaynağı görmüş olması mümkün değildir. Nitekim bu kaynaktan naklettiği görüşleri Fah-reddin er-Râzrnin Mefâtîhu'l-ğayb'm-dan aktardığı ve bunu son iktibasında da açıkça belirttiği görülür (bk. I, 362, 559, 635; II, 1688; ili, 2491; krş. Fahreddin er-Râzî, ili. 89; IV, 162; V, 80; XI, 235; XVIII, 230). Ebû Müslim (Muhammed b. Bahr) el-İsfahânî, Kaffâl el-Kebîr, Ebû Sa'd es-Semmân gibi diğer Mu'tezilî müfessir-lerden yaptığı iktibaslarda da durum aynıdır; onlara nisbet ettiği tefsir bilgilerini de Fahreddin er-Râzî'den aktarmıştır. Bu arada müellif, Mâide sûresinin 54. âyetinin tefsiri sırasında Ebü'l-Alâ el-MaanTnin îstağiir ve'stağfiri adlı eserinden ilk el ifadesiyle bir beyit nakleder. Fakat araştırıldığında sadece bu bölümü değil bu bölümün de içinde yer aldığı bir buçuk sayfalık bilgiyi kaynak zik-retmeksizin Zemahşerî'nin el-Keşşâfın-dan aktardığı görülür (bk. II, 1715-1716; krş. Zemahşerî, 1, 620-621).
Müellifin ikinci el kaynaklardan aktardığı bilgilerin değeri ikinci el kaynağın il-
mî değerine tâbidir. Öte yandan eserde zikredilen kaynaklardan hangisinin ilkel, hangisinin ikinci el olduğunun tesbiti de kolay değildir. Yer yer, kullanılan kaynağın ikinci el olduğunu belirten açıklamalara rastlanırsa da ilk el izlenimini verecek şekilde ikinci el kaynaklardan yapılan iktibaslar çoğunluktadır. İsmen zikrettiği 250'yi aşkın kaynağın yarıdan fazlasının ikinci el olduğu görülür. Bu sebeple Elmalılı'nın kaynakları konusu başlı başına bir meseledir. Referanslar da modern ilmî anlayışa uygun olarak dipnot usulüyle değil klasik İslâm âlimleri gibi metin içinde müellif ismi veya eser ismi veya her ikisi birden zikredilerek ve çok defa da "intehâ" (bitti) kaydıyla verilmiştir. Yaygın ve meşhur olan bilgilerde ise mukaddimesinde belirttiği gibi kaynak belirtmeye lüzum görmemiş ve bu tür bilgileri müellif kendi üslubuyla sunmuştur.
Eserin muhtevasına biri İslâm medeniyetini, onun başlıca öğretim kurumu olan medreseyi ve orada okutulan klasik İslâmî ilimleri temsilen "ulûm", diğeri de Batı medeniyetini, onun laik eğitim kurumlarını ve bu kurumlarda okutulan modern ilimleri temsilen "fünûn" olmak üzere iki açıdan bakılabilir. Eserdeki klasik İslâmî ilimlerle ilgili muhteva rivayet ve dirayet ilimlerine göre gözden geçirilebilir. Elmalılı'ya göre hakiki bir tefsirin dört esası vardır: Kur'an, hadis, sahabe ve tabiîn sözleriyle bu üç esasın araştırılmasından sonra lisanî, şer'î ve aklî ilimler çerçevesinde yapılabilecek te'vil fi, 29-30). Bunların ilk üçü bir tefsirin rivayet yönünü, sonuncusu da dirayet yönünü gösterir. Bundan da rivayet alanının bir âyetin tefsirinde araştırılması gereken öncelikli alan olduğu anlaşılır. Hak Dini Kur'an Oiii'nde âyetlerin öncelikle ilk üç esasa göre açıklanmasına büyük özen gösterilmiştir. Bu sebeple eserde Kü-tüb-i Sitte dışında sahih, sünen, mu"-cem, musannef. müsned, tarih, rical ve şemail gibi çeşitli türdeki hadis derlemelerinden çok sayıda rivayet nakledilmiştir. İbn Hİbbân"ın Şahîh, Beyhaki'nin es-Sünenü'l-kübrâ, Taberânî*nin Mu'ce-mü'î-kebîr, İbn Ebû Şeybe'nin e7-Mu-şannef, Deylemî'ninMüsnedü'Mirdevs, Buhârînin et-Târîhu'1-kebîr, İbn Ha-cer'in Tehzîbü't-Tehzîb ve Kâdî İyâz'ın eş-Şi/â3 adlı eserleri örnek olarak zikredilebilir. Ayrıca Ebü'ş-Şeyh İbn Hibbân'ın Kitâbü'l-'Azame'si, Beyhaki'nin Deltfi-lü'n-nübüvve'si. Hakîm et-Tirmizî'nin
Nevödirü'l-uşûl'ü, İbn Kemal'in Kitâ-bü'1-Erba'în'ı gibi tür olarak belli konulardaki rivayetleri derleyen hadis çalışmalarından da faydalan ı İm ıştır. Tefsirde yer alan hadis ve haberlerin tamamı veya bir kısmı bazan metin, bazan mâna olarak, bazan da metin ve mâna birlikte nakledilmiştir. İlgili konunun açıklanmasında mümkün olduğu ölçüde sıhhatli kaynakların kullanılmasına özen gösterilmiş, kaydedilecek rivayetler hususunda da oldukça titiz davranılmış, rivayetler arasında zaman zaman tercihler yapılmıştır. Meselâ İsrâiliyâftan olan haberlere itibar edilmemiş, nakledilmesi halinde de İsrâiliyât olduğuna dikkat çekilmiştir.
Seyrek olmakla birlikte tefsirin bazı bölümleri tipik bir rivayet tefsiri gibi naklî yoğunluk taşır. Sûre başlarında yer alan, o sûrenin faziletine dair ve çoğunluğunu zayıf hadislerin teşkil ettiği bölümler böyledir. Yine sûre içlerinde yer yer nazarî bilgi yerine yoğun bir naklî kültürle açıklamanın tercih edildiği kısımlara rastlanır. Mütefekkir bir kişiliğe sahip olmasına rağmen Hamdi Efendi'-nin, meselâ Mücâdile sûresinin 11. âyeti münasebetiyle ilmin faziletine ve âlimin üstünlüğüne ayırdığı beş sayfalık bölümü dirayete dayanan tek cümle katmadan rivayet kültürüne terketmesi (VI, 4792-4796), dirayetini rahatlıkla kullanabileceği konularda bile rivayet metodunu ön planda tuttuğunu göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Söz konusu bölümde tefsirin rivayet metoduyla ilgili önemli bir özelliğinin ipuçları da yer alır. Müfessir, ilgili hadisleri râvilerini ve kaynaklarını zikrederek aktardıktan sonra bu konuda hadis kitaplarında daha pek çok hadis bulunduğunu söyler ve bahsi. "Nitekim (Muttaki el-Hindî)Kenzü7-ti(m-mâl'üe yüzlercesini nakleder" (VI, 4796) diyerek bir hadis anahtar kitabına yaptığı göndermeyle bağlar. Bu göndermeden de anlaşılacağı gibi müellif eserinde kullandığı hadisleri geniş ölçüde ikinci el kaynaklardan nakletmiştir. Bu eserler de genellikle Süyûtfnin el-Câmfu 'ş-şağifı, bunun şerhi olan Münâvfnin Feyzü'l-kadîf'ı ve Muttaki el-Hindî'nin Kenzü'l-\ımmâî"] gibi hadis anahtar kitapları ile Taberî'nin Câmfu'l-beyân'ı gibi rivayet tefsirleri ve Âlûsî'nin Rûhu'l~mecânıs\ gibi rivayete de ağırlık veren dirayet tefsirleridir. Müellif, "Âlûsî'de Dürr-i Men-şûr'dan naklen mezkûr olduğu üzere Müslim, İbni Ömer hazretlerinden şöyle
tahrîc eylemiştir ki Resûl-i Ekrem..." (VIII, 5894) diye başlayan cümlesiyle bir İbn Ömer hadisini bir son devir tefsir kaynağından nakletmiştir.
Eserde yer alan hadislerin lugavî ve fıkhî İzahları için garîb ve şerh kitaplarına da başvurulmuştur. İbnü'l-Esîr'in en -Nih â ye 'si, Kirmânîve Aynî'nin Buhâ-ri şerhleri (et-Keuâkibü'd-derârî, cümde-tü't-kârî}. Nevevî'nin Müslim şerhi [el-Minhâc) ve Ali e!-Kâri'nin Şerhu'ş-Şifâ' adlı eseri bu konularda sıkça kullanılan kaynaklardır.
Hak Dini Kur'an Dili'nln dirayet ilimleriyle ilgili muhtevası, müfessirin lisanî. şer'î ve aklî ilimler çerçevesinde te'vil yapabilme kabiliyeti olarak tanımladığı dirayet metodundaki maharet ve başarısını yansıtır. Eserde klasik dirayet tef-sirlerindeki bilgiler kaynaklarıyla birlikte dikkatle özetlenmiş, ayrıca yeni tefsir ve te'vil denemeleri de yapılmıştır.
Tefsirin dil ve edebiyat muhtevasında istisnaî örnekler dışında derinlikten ziyade genişlik hâkimdir. İlk el ve en çok kullanılanlar Arapça sözlükler. Fîrûzâbâdî'-nin e}-Kömûsü'I-muhît"\ ve bu eserin Ahmed Âsim tarafından Türkçe'ye çevirisi olan Kamus Tercümesi (Okyânû-sü'l-bastt), yine el-Kömûs'un Arapça şerhi olan Zebîdî'nin Tâcü'I-'Arûs'uüur. Kelimelerin terim anlamları ve kavram açıklamaları için de Râgıb el-İsfahânî'nin el-Müfredât'ı, İbnü't-Esîr'in en-Nihû-ye'si, bunun ihtisarı olan Süyûtî'nin ed-Dürrü 'n-neşîr"ı, Fîrûzâbâdî'nin Beşâîru zevi't-temyiz'i ve Ebü'l-Bekâ'nın el-KüI-liyyât'ma başvurulmuştur. Tanzimat'tan sonra Türkiye'de hâkimiyet kuran Fransız kültürünün eserdeki izleri de çok belirgindir. Nitekim yer yer lugavî nüansların, ilmî ve dinî terimlerle kavram ve temaların açıklanmasında Fransız dil ve kültürüne başvurulduğu görülür (meselâ bk. 1, 298. 300; 111, 1870-1872).
Eserin lugavî tefsir özelliklerini yansıtan bir örnekte, "Sizden her birine bir şir'a ve bir minhâc kıldık" (el-Mâide 5/ 48) âyeti açıklanırken dilde "şir'a"nın, bir su kaynağından su almak ve içmek için gidilen dar yol (patika). "minhâc"ın da açık ve işlek yol anlamına geldiği belirtildikten sonra, "Şir'a Fransızca 'procede', minhâc da 'methode' kelimeleriyle ter-ceme olunabilir" denilir. Burada verilen izaha göre bu kelimeler terminolojide "din" anlamında birleşseler bile aslında aralarında önemli bir nüans vardır. Şir'a
HAK DİNİ KUR'AN DİLİ
dinlerin zaman, mekân ve şartlara göre değişebilen taraflarını (fürûu'd-dfn), minhâc da zaman, mekân ve şartlara göre değişmeyip hep aynı kalan taraflarını (usûlü'd-dih) anlatan birer terimdir. Dolayısıyla kendi toplumlarına mahsus olmak üzere peygamberlere indirilen özel hükümler birer şir'a, bu peygamberlerin hepsinde ortak olan itikadî esaslar da minhâc demektir (I!, 1697-1698).
Hak Dini Kur'an Diii'ne mahsus bir lugavî te'vil örneği de, "Andolsun ki üstünüzde yedi tabaka yarattık. Biz yarattığımızdan habersiz değiliz" (el-Mü'mj-nûn 23/17) mealindeki âyette geçen "seb'a tarâik" (yedi tabaka) tamlamasıdır. Tarikat (çoğulu tarâik! dilde "sîret, mezhep, hal, durum, değişim, âdet, yol, faziletli kimse, hayırlı insan, eşraf topluluğu, şahsî yol, bir şeyin belirgin hattı" gibi anlamlara gelir {Lisânü't-'Arab, X, 221-222). Müfessirler buradaki "seb'a tarâik" ifadesini. 1. Üst üste giyilen elbise gibi üst üste kurulmuş "yedi kat (sema)"; z. Görevli meleklerin dünya semasına gelip gittikleri "yedi yol"; 3. Güneş sistemi gibi yıldız sistemlerini ihtiva eden "yedi felek (sistem)" olmak üzere üç vecihle tefsir etmişlerdir (bk. Zemahşerî, İli, 28; Fahred-din er-Râzî, XXIII; 87-88; Kurtubî, XII, III). Elmalılı bu üç vechi aktardıktan sonra âyetin son cümlesinin bilgi ile alâkasına dikkat çekerek, "Bu karine ile biz, yedi sema denilen bu yedi tarîktan insanları fevkinden ihata eden yedi idrak yolunu anlıyoruz ki, bunlar havâss-ı hamse ile akıl ve vahiy yollarıdır" der (IV, 3439) Gerçi Elmalılı âyette yedi semanın, yedi yolun, yedi sistemin fevkinden de olsa bütün yaratıklarının Allah'ın yakın bilgisi altında bulunduğuna dikkat çekildiğini söyleyerek bu görüşleri Allah'ın ilmî hâkimiyeti noktasında topla-mamış ve konuyu, insanın başka bilgi kaynaklarına işaret edilerek hem bu yollarla edindiği bilgilerden hem de bu bilgilerle gerçekleştirdiği fiillerden sorumlu olduğu noktasında derinleştirmemişse de önceki müfessirler "seb'a tarâik"ı. içinde yaşadıkları büyük âlemin (kâinat, macrocosme) semalarında ararken El-malılı'nın bunu küçük âlemde (insan, microcosme) bulması dikkat çekicidir.
Tefsirde Arap, Fars ve Türk edebiyatlarından birer ikişer beyitlik örnekler yer alır. Bu iktibaslarda muallakât sahibi Câ-hiliye şairlerinden İmruülkays, Züheyr b. Ebû Sülmâ, Lebîd b. Rebîa ve Antere; İslâm dönemi şairlerinden de Cerir. Kü-
155
HAK DİNİ KUR'AN DİLİ
seyyir, Asmaî ve Mütenebbî gibi simaları ile Arap edebiyatı başta gelir. Bu şairlerin beyitleri daha ziyade Kur'an lafızlarının mânalarını tesbitte şâhid olarak kullanılmıştır. Buna karşılık Fars edebiyatından başvurulan Gülistan sahibi Şeyh Sa'dî ile Türk edebiyatından başvurulan Mevlid yazan Süleyman Çelebi. Fuzûlî, Bağdatlı Ruhî ve Ziya Paşa'dan seçilen beyitlere ise açıklanmış olan mânaları teyit etmek ve güzelleştirmek için yer verilmiştir. Meselâ zâlimin zulmünün yanına kâr kalmayacağını, sonunda mazlumun karşısında zulmünü itiraf edip af dileyeceğini açıklarken Ziya Paşa'nın, kardeşlerinin Yûsufa yaptığı itiraftan (Yûsuf 12/91) iktibas yapan şu beytini nakleder: "Zâlimlere bir gün dedirir kud-ret-i mevlâ / «Tallahi lekad âserek'ellâhu aleynâ»" (IV, 2913). Tine, "Allah'a temiz bir kalple gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün"den (eş-Şuarâ 26/88-89) iktibas yapan bir beyit de Bağdatlı Rûhfye aittir-. "Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler / «Yevme lâ yenfeu»da kalb-i selîm isterler" (i, 18). Naklettiği en uzun Türkçe şiir. tasavvuf kültürünü ve vahdet-i vü-cûdcu bir yaratılış nazariyesini terennüm eden FuzûITnin "peyda" redifli gazelidir (IV, 3437).
Elmalılı, "Doğrusu biz insanı en güzel biçimde yarattık" (et-Tîn 95/4) mealindeki âyetin tefsirinde, buradaki "en güzel biçim" (ahsen-i takvfm) ifadesinin insanın dik duran bir varlık oluşundan ahlâk, akıl ve irfanla ilâhî hüsne erişmesine kadar bütün güzelliklerden bir kinaye olduğunu söyler ve dış güzelliklere takılıp kalmamak, iç güzelliklerini yakalamak, zihnî, hissi ve ruhî kabiliyetlerle zeminden semaya yükselerek "güzeller güzelfni tanımak ve O'nun ahlakıyla ahlâklanmak gerektiğini anlatır (Vlll. 5935-5937). Bu arada bir estetikçi inceliğiyle "güzeH ve "güzellik"! birbirinden ayırır: "Şüphe yok ki bu güzelliği yalnız cirm-i sagirde, maddî şekl ü kıyafette arayan hata etmiş olur. Yüzler ne kadar yaldızlansa onda bir mehtap parıltısı olmaz; fakat mehtabı gören bir göz, hüsn ü aşkı sezen bir öz vardır ki güzellik ondadır (... Güzellik sadece) topraklara gömülmeye mahkûm maddî suretin değil gönüllerde kaynayan ruhanî bir tecellînin cilvesidir. Hüsn ü aşk zahire dikilen bir suret değil gönülde kaynayan bir mânadır".
Eserde garîbü'l-Kur'ân, fezâilü'1-Kur-'ân, nâsih-mensuh, Mekkî-Medenî gibi
156
Kur'an ilimleriyle ilgili çeşitli bilgiler verilmiş ve bu bilgiler çok defa ilk devirlerin müelliflerine dayandırılmıştır. Ancak bütün bunlar SüyûtTnin el-İtkân'ından veya eldeki tefsir kaynaklarından naklen yapılan atıflardır (meselâ bk. I, 30; VI, 4141; VIII, 6342, 6352-6353). Sehâvî'nin Cemâlü'l-kurrâ*, İbnü'l-Cezerînin en-Neşr fi'1-Hırâ'atn-hşr, Yûsufzâde Abdullah Hilmi'nin Zübdetü'l-Hrfân, Ah-med b. Muhammed el-Bennâ"nın İthâfü fuzalâ^i'l- beşer adlı eserleri ise kıraatler konusunda doğrudan kullandığı kaynaklardır.
Literatür, bilgi, görüş ve değerlendirme itibariyle fıkıh sahası Hak Dini Kur'an Dilfnin en güçlü olduğu sahalardan biridir. Fıkhî âyetlerin tefsirinde çoğu İlk el olmak üzere elliye yakın kaynağa başvurulmuştur. Sözleşmede yer alan madde gereği tefsirde özellikle Hanefî fıkhı yansıtılmış, diğer fıkhî mezheplere ve görüşlere ancak mukayeseli İzah çerçevesinde yer verilmiştir. Müellif fıkhî konularda sadece kaynaklardaki bilgileri aktarmamış. çeşitli meselelerde tahkik, tenkit ve tercihler yaparak kendi görüşünü de ortaya koymuştur. İğnenin orucu bozup bozmayacağı (1, 626), namaz (U, 1441-1444). oruç (I, 629-630) vb. ibadetlerde seferi sayılmanın şartları gibi devrinde de bugün de aktüel olan çeşitli konular bunun örneklerini teşkil eder. Meselâ üç günlük (on sekiz saatlik) sefer müddetinin hesaplanmasında yaya veya deve yürüyüşünün her devirde ve her yol için geçerli mutlak bir mesafe birimi teşkil edemeyeceğini, bu mesafenin her dönemde ve her yolda yaygınlaşarak âdet haline gelmiş ulaşım vasıtalarının süresine göre hesaplanması gerektiğini, buna göre meselâ Eskişehir-İstanbul arası yolculukta en yaygın vasıtanın tren olduğu kendi döneminde yolculuğu on sekiz saat sürmeyeceği için bu yolu trenle kat-eden kimsenin seferi sayılmayacağını söylemiştir (I, 629-630). Bu görüşleri devrinde önemli tartışmalara yol açmış, o sırada Diyanet İşleri başkan yardımcısı olan öğrencisi Ahmet Hamdi Akseki bu tartışma ve itirazlan bir mektupla Elma-lılfya aktararak açıklama rica etmişti. Elmalılı da kendisine şahsen ya da Diyanet vasıtasıyla yapılan itiraz ve tenkitleri incelemiş, Akseki'ye gönderdiği uzun bir mektupta bu tenkitleri cevaplandırarak görüşlerini savunmuştu. Daha sonra bu uzun mektubun sefer bahsiyle İlgili bölümü eserin VIII ve IX. ciltlerinin başlarında yayımlanmıştır.
Ebû Yûsuf'un Kitâbü'l-Haiâc'\, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânrnin es-Si-yerü'l-kebîr\ ei-CâmiVş-şaû/lr'i ve bunun şerhi olan Tahâvrnin Şerhu'1-Câ-mfi'ş-şağir'ı. Hâkim eş-Şehîd'in el-Kâ-fî'si, Kudûrînin el-Mutıtaşar'ı İle şerhleri olan Haddâd'ın es-Sİrâcü'I-vehhâc'ı, Meydânînin el-Lübâb'ı, Şemsüleimme es-Serahsînin el-Mebsûfu. Radıyyüd-din es~Serahsî'nin el-Mufıîfi. Hanefî-ler'in fıkıh terimlerini açıklayan NesefT-nin Tılbetü't-îalebe'sl Kâsântnin Be-dâî'u'ş-şandîl. Merginânfnin eî-Hidâ-ye'siyle şerhleri olan Kurlânfnin el-Kifâ-ye'si, Bâbertî'ninei-'/ndye'si. İbnü'1-Hü-mâm'ın Fethu'l-kadît'i, Halebrnin Mül-teka'l-ebhur'u ile şerhi Şeyhzâde'nin Mecmahı'l-enhur'u, Ebü'l-Berekât en-Nesefînin Kenzü'd-dekâHk'ı ile şerhi İbn Nüceym'in ei-Bafırû 'r-râ*ik\ Timur-taşjnin Tenvîrü'I-ebşâr'ı ile şerhi Has-keffnin ed-D ürr ü'İ-muhfâr'ı, bunun haşiyesi olan İbn Âbidîn'in Reddü'l-muh-târ'ı, ŞürünbülâlTnin Nûrü'l-îzâh'ı ve buna kendi şerhi olan Merâkı'l-felâh'ı, Şah Veliyyullah ed-Dihlevfnin Hüccetul-lâhi'l-bâüğa'sı en sık kullandığı fürû-i Hanefiyye kitaplarıdır. Ayrıca Tâhir b. Ahmed el-BuhârTnin iiizânetü'l-ieta-vö'sı. Sirâceddİn el-ûşînin el-Fetâva's-Sirâciyye'si, Kâdîhan'ın Fetâvâ'sı, Âlim b. Alâ'nın el-Fetâva't-Tâtârhâniyye'si, Semenkânînin Hizânetü'l-müftîn'ı ve eİ-Fetâva'J-'ÂIemgîriyye'si [el-Hindiy-ye) gibi Hanefî fıkhına göre yazılmış fetva kitaplarına da sıkça başvurulmuştur.
Eserde, fürû-i Şâfıiyye ile ilgili olarak Kazvînfnin el-Muharrer'\, bunun ihtisarı olan Nevevfnin Mmhâcü't-tâlibîn'ı, bu ihtisarın şerhi olan İbn Hacer el-Hey-temî'nin Tuhfetü'l-muhtâc'ı, Şâfıî fıkhına göre yazılmış fetva kitapları olarak da Nevevî'nin eJ-Fetâvâ'sı ile ('Clyûnü'l-me-sâ'Ui'l-mühimme) Süyûtfnin el-Hâvîli'l-felâvâ'sı kullanılmıştır. Mâlikî, Hanbelî, Zahirî ve Ca'ferî (Imâmiyye) fıkhına dair bilgiler adı geçen fıkıh kitaplarından ya da eldeki tefsir kaynaklarından aktarılmıştır (meselâ bk. VI, 4428, 4820). Tefsirin fey (ganimet) (VI, 4820-4833), kabir ziyareti (VIII, 6049-6054), cuma namazını (VI, 4961-4993) konu alan ve müstakil birer makale veya risale özelliği taşıyan bölümleri referans titizliği, bilgi inceliği ve değerlendirme güzelliğiyle dikkati çeken ve eserin akademik seviyesini yükselten fıkıh bölümleridir.
Kelâm, genel muhtevası içinde Elmalılı tefsirinin en sığ alanlarından biridir. An-
cakbu durum, müellifin kelâm ilmindeki yetersizliğinden değil bazı kelâmı konuların güncelliğini kaybetmesinden, bazılarının da diğer alanlara kaymasından ileri gelir. Elmalılfnın kelâm alanındaki müstakil kaynakları Ebû Hanîfe'nin el-'Âlim ve'I-müte'allim, el-Fıkhü'1-ek-ber ve ei-Vaşıyye'si, İbn Hazm'ın ei-Foşl'u BeyhakTnin el-Esmâ' ve'ş-şıfât't, Şehristânî'nin el-MHel ve'n-nihafi ve Seyyid Şerif el-Cürcânî'nin Şerhu'1-Me-vökıfmüan ibarettir. Kaynak sadeliğinden de anlaşılacağı gibi kelâmî âyetlerin izahlarında klasik mezhebi tartışmalara girilmemiş, Sünnî anlayışa göre tefsirleriyle yetini İm iştir. Allah'ın kelâm sifatın-daki tartışmalarda olduğu gibi (bk. V, 3730-3732) bir kelâmî meseledeki farklı görüşler veya bu görüşlere bağlı olarak âyetin tefsirinde yapılan farklı mâna tevcihleri, sadece mezhebin veya o mezhebin meşhur bir âliminin ismi zikredilerek nakledilmiştir. Ehl-i sünnet kelâmının hem doğuşuna tesir eden hem de başlıca muarızı olan Mu'tezile'nin tefsirin bütününde sadece yirmi beş kadar yerde zikredilmesi eserin kelâmî tartışmalardan ne kadar uzak durduğunu gösterir. Nitekim bu rü'yetııllah* meselesindeki tutumuyla da örneklendirilebilir. Hz. Mû-sâ'nın rü'yet talebini ve ona verilen, "Beni asla göremeyeceksin" cevabını anlatan âyette (el-A'râf 7/143) meseleye hiç temas etmeden ibarenin zahirî tefsi-riyle yetinmiş (in, 2276-2277). kıyamet günü bazı yüzlerin rablerine bakıp parlayacağını anlatan âyetlerde ise (el-Kıyâ-me 75/22-23) Mu'tezile ve Ehl-İ sünnet'in farklı tevcihlerini kısaca zikredip Sünnî görüşü tercih etmiştir (VII, 5483).
Dostları ilə paylaş: |