MODERN HARİTACILIĞIN ÖNCÜSÜ KİM?
Mehmet DİKMEN
Pirî Reis ünlü Türk denizcilerinden biridir. 1465 yılında şimdi bir vilâyet olan Karaman'da doğmuştur. Ünlü bir Türk denizcisi olan Kemal Reis'in yeğenidir.
Pirî Reis, dünyada modern haritacılığın öncüsüdür. Çizdiği iki dünya haritasının parçaları, günümüze kadar gelmiştir.
Pirî Reis'in ünlü haritalarının ilki, 513 tarihinde çizilmiştir. 60x85 cm. ebadındaki bu harita 1517 yılında Mısır'da Yavuz Sultan Selim'e takdim edilmiştir.
Haritada İspanya ve Doğu Afrika, Atlas Okyanusu, Amerika'nın o tarihlerinde bilinen parçaları ile Antil adaları bulunmaktadır. Bu tarih, Kristof Kolomb'un Amerika kıtasına ayak basmasından 10 yıl sonra çizilmiş en eski Amerikan haritasıdır.
Piri Reis'e âit ikinci harita ise, 1528 yılırında çizilmiştir. 68x69 cm. ebadındadır. Atlas Okyanusu'nun kuzey sahilleri, Kuzey ve Orta Amerika'nın kıyıları yer almaktadır.225
Haritalar Nasıl Bulundu?
Pirî Reîs'in haritaları 1929 yılında Topkapı Sarayı'nda yapılan genel bir düzenleme sırasında müzeler müdürü Halil Ethem Eldem tarafından bulunmuştur.
1935 yılında Tarih Kurumu, haritalardan birini Yusuf Akçura'nın kaleme aldığı izahları içine alan tanıtıcı bir broşürle bastı. 1939 yılında çeşitli ülkelerin gazetelerinde harita yayınlandı... 1956 yılında, Georgetown Üniversitesi, Piri Reîs'in haritasıyla ilgili radyoda bir açık oturum düzenledi. Oturuma iştirak eden bütün haritacılar, Piri Reis'in haritasının olağanüstü bir keşif yaptığı konusunda fikir birliğine vardılar.
Harita, teknik yönden mükemmellikleri yanısıra, Ortaçağ haritalarında hep var olan eksik ve kusurlardan da uzaktı. Haritada bilinen yerler çizilmiş, bilinmeyen yerler ise boş bırakılmıştı. Bugün ilim çevreleri Pirî Reis haritasını, Kuzey Amerika'nın en eski, en orijinal, ilk ilmî haritası olarak kabul etmektedirler.
Piri Reis haritası, uydular ve uzay gemilerinden çekilen dünya fotoğrafları ile karşılaştırılınca, doğruya son derece yakın olduğu anlaşılmış, bu netice de büyük bir ilgiye sebeb olmuştur. Uydu ve uçağın olmadığı 16. yüzyılda böyle bir haritanın nasıl çizildiği halen merak konusu olmaya devam etmektedir.
Pirî Reis'in haritası ilim adamları tarafından defalarca incelenmiştir. Amerikalı haritacı Arlington H. Mallery ve Amerikan Donanması haritacılarından Walters; Westen gözlemevi yönetmem Mr. Linehamm, bunlardan bazılarıdır. Hepsi de haritaların doğru olduğu tesbit etmişlerdir.
"Science et vie" adlı ilmî derginin Eylül 1960 sayısında şu ifadelere yer verilmiştir.
"Pirî Reis'in yaptığı ilk harita üzerinde Amerika Hidrografi dairesince yapılan inceleme ve araştırmada, bu haritaların günümüzdeki deniz haritalarıyla aynı olduğu büyük bir hayretle tesbit edilmiştir."
Prof. Charles Hapgood ve Matematikçi W. Strachan, harita üzerinde son çalışan bilginlerdendir. Bunlar uydularla çekilen dünya fotoğraflarıyla Pirî Reis'in haritalarını karşılaştırmışlar ve pek çok noktada benzerlik bulmuşlardır.
Hapgood ile Strachan, sırrını çözemedikleri bu gerçeğin içinden, haritaların çok eski ve yapıları belirlenemeyen haritalardan kopya edildiğini söyleyerek çıkmaya çalışmışlardır. O eski haritaların da daha eski haritalardan, onlar da daha eskilerinden alındığını iddia etmek gibi bir garabet göstermişlerdir. İlk ve en eski haritaların ne zaman yapıldığı sorusu cevapsız kalmıştır. Bazıları da en eski haritaların 200-300 bin yıl Önce yaşamış, uzaydan gelen yaratıkların kurduğu dev medeniyetler tarafından yapıldığını ileri sürmüştür. Nitekim Erich Von Daniken, bu haritaların, Pirî Reis zamanındaki imkânlarla yapılmasının düşünce ve mantık dışı (!) olduğunu iddia ettiği "Tanrıların Arabaları" adlı kitabında şöyle demektedir:
"Bu haritaları bu kadar doğru bir şekilde çizebilmenin mümkün olabilmesi için, ya Pirî Reis'in veya yardımcılarının uçabilmeleri ve fotoğraf çekebilme imkân ve kabiliyetlerinin olabilmesi gerekmektedir. Ancak Pirî Reis'in kalyonlarından ve çektirilerinden başka bir vasıtası olmadığına göre..."226
Pirî Reis ve Amerika Kıtası
Pirî Reis, "Deniz Kılavuzu" sahasında ilk eser olma özelliğini taşıyan ünlü kitabı Kitabü'l Bahrîyye'de Amerika kıtasından şöyle bahsetmektedir:
"Bahr-i Mağrib (Büyük Okyanus), Septe Boğazı'ndan batıya doğru 4000 mil eninde ulu bir deniz olup bu denizin bir ucunda Antilya kıtası bulunmaktadır" (Sh. 77-85).
Kitabın 78. sahifesinde ise, Antilya dediği Amerika kıtasının hicrî 870, milâdî 1465 tarihinde bulunduğunu söylemektedir. Bu tarih, Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfinden tam 27 sene öncesidir. Bu demektir ki, Amerika kıtasının varlığı, Kristof Kolomb'dan önce Müslümanlarca bilinmekteydi.227
Ticarî ve İdeolojik Amaçlı, Zihin Bulandıran Bir Eser: Tanrıların Arabaları...
İLK ÇAG MEDENİYETLERİNİ UZAYLILAR MI KURDU?
Prof. Dr. İbrahim CANAN
Batı son asırlarda, dünya çapında elde ettiği, siyâsî ve iktisadî başarıların da te'siriyle beşeriyetin tek medeniyeti olduğuna, bunun da kendisi tarafından temsil edildiğine inanmıştır. Ortaya atılan teoriye göre, insanlığın bidayetinden beri, yeryüzünde, geriye dönüşü olmayan, hep düz istikamette giden tek bir medeniyet hareketi vardır. Bu medenî akış, zaman içerisinde bir memleketten diğer bir memlekete geçip oralarda parlama gösterirse de, farklı bölgelerde müşahede edilen bütün bu medenî tezahürler, bir hat istikametinde giden aynı hareketin ifâdeleridir. Bunlar da bir diyardan diğerine "yayılma" suretiyle geçmiştir. Bugün bu medeniyetin temsilcileri Batılılardır. Bütün dünyaya bu medeniyet hâkim olacaktır, öbürlerine "medeniyet" sıfatı izafe edilemez 228.
Şüphesiz böylesine bencil bir "medenî terakki" anlayışı, Toynbee'nin tescilliyle229 "Dünya Coğrafyası" adını verdiği bir kitapta, sadece Akdeniz Havzası ile Avrupa'dan bahseden bir yazarın durumunu andırır ve birçok tezadları beraberinde getirir. Burada teferruata girmeden şu kadarını söyleyeceğiz: Beşer tarihinde ortaya konmuş olan her çeşit medeni icad ve keşifleri, kendine bağlı medeniyet cereyanı silsilesi içerisinde görmek isteyen, kendi dışında kalanlara bunu yakıştıramayan bîr espri, hâriçte gördüğü medenî bir fazîleti, ya kendine mâl edebilmek için binbir te'vil ve izahlara girişecek veya bir kısım sathî ve çocuksu yorumlar yaparak sağ duyu sahipleri nezdinde gülünç durumlara düşecektir.
Bu vesile ile, geçen yıllarda, hem ticarî, hem de ideolojik maksadlarla kasıtlı bir propaganda ile hakkı olmayan bir şöhrete kavuşturularak birçok safderunları bir hayli meşgul etmiş bulunan bir kitabı misâl vereceğiz:
Tanrıların Arabaları.
Bu kitap, insanlığı mutlak bir vahşetten başlatarak tedrici olarak tekâmül ettiren ve terakkinin en ileri seviyesini elinde tuttuğunu zannederek, kendi dışında kalanlara medeniyeti, terakkiyi münasip görmeyen Batı zihniyetinin mücessem bir örneğini teşkil etmektedir230.
Yukarıda hususiyetlerini belirtmeye çalıştığımız örosantrik (Avrupa bencilliği taşıyan) zihniyete sahip bir kimse, günümüzde ilerleyen arkeolojik ve etnolojik bilgilerin mutalarını (verilerini) anlamak ve değerlendirmek isterse, pek tabiî olarak iki durumla karşı karşıya kalacaktır: Ya peşin hükümlerden vazgeçecek, fikirlerim tashihte bulunacak ve geçmiş devirlerde insanların değişik medeniyetler kurduğunu, metodları ve vasıtaları farklı bile olsa ileri teknikler meydana getirdiğini kabul edecek veya örosantrik (euro-centrique) inadında devam ederek elde ettiği bulguları izahta zorluk çekecek ve safsatalara düşücektir.
Sözkonusu kitabın müellifi, maalesef ikinci yolu tutarak, bugünkü insanlığa ayrı bir ced izafe ederek, bunun ibtidâî insanla fezadan gelen devlerin çiftleşmesi sonucu ortaya çıktığını, etnolojik ve arkeolojik çalışmaların ortaya çıkardığı mükemmel eserlerin de fezadan gelen devler tarafından yapıldığını ileri sürüyor. Yine iddiasına göre, mukaddes kitaplarda zikri geçen âsi milletlerin başlarına gelen felâketler, fezadan gelen bu devlerin marifetidir, onların hikâyesinden başka bir şey değildir.
Bir kısım iddialarının cevaplandırılmasını, cedlerinin maymundan olduğuna inananlara bırakarak, bizi ilgilendiren bir iki noktaya temas etmek istiyoruz. Müellifin ilmen ilerlemiş insanlar veya en azından ilâhî vahye mazhar peygamberler tarafından yapılabileceği mazinin hârikalarından biri, 16. asır Osmanlı amirallerinden Pirî Reis tarafından yapılmış olan dünya haritasıdır. Doğruluk ve mükemmelliğinin fevkalâde oluşu sebebiyle, Pirî Reis'e ve onun şahsında insanlığa çok görülen bu eserin izahı sadedinde şu tekellüflü ve çocuksu ifâdeye yer verilir: "Haritaların çizildiği dönemlerde böyle bir teknik bulunmadığına göre, ne yolla çizildiklerini nasıl anlayacağız? Düşünce boyutlarımızı aştığı ve mantık kaidelerine uymadığı için belki hiç aldırmayacağız. Ya da bütün cesaretimizi toplayarak haritaların bir feza gemisinden çekilen fotoğraflar aracılığı ile çizildiğini ileri süreceğiz. Pirî Reis'in haritaları şüphesiz asıllarının kopyasının kopyasıydı. Onaltıncı yüzyılda çizildiklerini kabul etsek bile, nasıl çizildikleri yolunda en ufak bir açıklama yapamayız.."231
Aslında müellifin "hârika" olarak vasıflandırdığı herşeyi fezadan gelenlerle izah yolunu tutması, hükümlerinde ikna edici vesikalardan ziyâde zihninde taşıdığı bir kısım peşin hükümlere dayandığının delili olmakta ve müellifin, farkında olmadığı fikrî bir bocalama içinde buluduğu kendi ifâdelerinden anlaşılmaktadır. Meselâ, Peru'da kuru çamurun içinde bulunmuş olan ve fevkalâde mükemmelliği belirtilen bir takvimle alâkalı, olarak: "Bu (mükemmellik) de onu tasarlayan, ortaya koyan ve kullananların bizden üstün bir uygarlık seviyesine ulaşmış olduğunu ispatlamaktadır" yorumunu yaptıktan sonra: "Kendimize olan sonsuz güvenimiz bu ispatı nasıl kabul edecek bilmiyorum"232 diyerek, Batılı üstünlük psikozunu ortaya koyar.
İşte bu pisikozdur ki, sahiplerini, geçmiş asırları vahşete mahkûm etmeye, onlarda görülen "kemâl"i, "vahşi" ye yakıştıramadığı için izah sadedinde gülünç durumlara düşmeye sevkedecektir: Bir heykel üzerindeki şekillerde okunan bir kısım astronomik bilgilerle alâkalı şu yorum bunun bir örneğidir: "Bu astronomi bilgisini, yapı san'atında bile pek geri olan ibtidâî insanlar mı bir araya getirmişti, yoksa bu bilgi dünya dışı bir kaynaktan mı gelmişti?"233
Müellifin içine düştüğü tezadı ele veren bir başka ifâdesi, Tassili'deki (Sahra) bâzı mağaralarda keşfedilen bir resimle alâkalı, der ki: "Resmin beş metre boyunda olması, onu yapan vahşinin hiç de sandığımız kadar vahşi olmadığını açıkça gösterir"234.
Geçmiş devirlerde yaşamış olan insanların, Batılıların zannettikleri kadar vahşî olmayacakları ihtimâline yer veremeyince, müellifin kafasında sorular çoğalıyor: "... İbtidâi mağara adamları hangi eğitim, hangi öğretim sonucu takım yıldızları tam yerlerine çizmeyi başarmışlardır? Kristal mercekler hangi yüksek tekniğin dükkânından çıkmadır? 1800 santigrad dereceden sonra erimeye başlayan platini kimler eritmiş ve şekil vererek süs eşyası yapmıştır? Boksitten, büyük güçlüklerle elde edilebilen alüminyumu Çinliler hangi bilgilerle çıkarmışlardır?"
Bu çeşit medenî faziletleri sadece kendine mahsus gören örosantrik (euro-centrique) zihniyetin cevabı, kendini gülünç kılacak da olsa şudur: "Bizden önce, yüksek bir kültürün, ya da eşit seviyede bir teknolojinin varlığını kabul edemeyeceğimize göre bir tek nazariye kalıyor: "uzaydan bir ziyaretçi"235.
Kayd-ı İhtirazı: Burada, hatırımıza gelen bir endişemizi kaydetmek isteriz: Eskiden kalma eserler ve arkeolojik buluntulardan çıkarılan bilgi ve yorumlara ne dereceye kadar güvenebileceğiz? Bunlarla alâkalı olarak verilen mânâlar, yapılan izahlar, bir kısım şahsî tahminler, yakıştırmalar mıdır, yoksa gerçekten doğru mudur? Ne dereceye kadar vak'aya mutabıktır? Meselâ Sahra'da yeni keşfedildiği ileri sürülen resmin eskiliği, bir aldatmaca olup olmadığı nereden malûm? Zira gerek bulunduğu iddia edilen eşyalar ve gerekse bunlardan çıkarılan mânâlar hususunda bizi endişeli ve ihtiyatlı olmaya sevkeden haklı bazı sebebler, ilim adına ilmî maskelerle işlenen sahtekârlıklar, şarlatanlıklar vardır.
Önümüzde böylesi menfi örnekler olduğu müddetçe, gerçekten ilim olan şeyleri bile kuşku ile karşılarsak, hasbî olarak ilmî çalışma yapan kimselerin efkâr-ı umûmiyenin ihtiyatını fazla suçlamamalan gerekir.236
İsmail Cevheri, İbn-i Fernas, Hezarf en Ahmed Çelebi, Lagari Hasan Çelebi...
Dostları ilə paylaş: |