MERAK ETTİKLERİMİZ
Önsöz
İnsan neyi merak etmez ki... Atom ve hücreyi merak ettiği gibi, galaksilerin de yapılarını öğrenmek ister. Yerin içini, kendi varlığının mahiyetini de tanımayı arzu eder. Kısaca insan, kâinatın yapısını ve vazifesini merak eder. Zaten ilmî ilerlemelerin de zenbereği bu merak hissi değil midir? Bundandır ki, "Merak ilmin hocasıdır" sözü darb-ı mesel haline gelmiştir.
Her şeyi merak eden ve onların mahiyetlerini tanımak isteyen insanın, bu kâinat ummanından, kısa bir ömürde öğrenebilecekleri çok mahduttur, sınırlıdır.
On dakikalığına Topkapı Sarayına girdiğinizi düşünün. Elbette bu zamanı çok iyi değerlendirmek mecburiyetindesiniz.
O halde, dünyayı tanımak için, kâinatın yaşına nisbeten bundan daha kısa bir zamana sahip bulunan insan, bu vaktin kıymetini bilip, kendisine her iki dünyada da çok yarayacak olanları tetkik etmeye çalışacaktır.
Bilhassa çevresindekilerin mahiyetini yeni tanımaya başlayan gençlerin, merak edip çözemedikleri problemler çok daha değişiktir. Meselelere yaklaşma açıları bir hayli farklılık arzedebiliyor. Problemleri çözümde bazen his ön plâna geçiyor. Ve böyle bir hisle hem dünya ve hem de âhiret hayatlarını mahvedebilecek kararlar verebiliyorlar.
Onların en çok merak edip çözmekte güçlük çektikleri problemleri bilmek istedik. Bunun için, öğretmen ve öğrenciler arasında anketler yaptık.
Neticede gördük ki, en çok merak edilen hususlar, gençlerin inanç dünyalarını yakından ilgilendiren fennî ve teknik sualler.
Bu tip suallerin, "Hıristiyanlığın fen ve teknikteki ilerlemeye karşı tutumunun, islâmiyet'te de bulunduğu" düşüncesinden kaynaklandığı görülmüştür.
Bu ve benzer konularla alâkalı suallerden bir kısmını, o sahaların mütehassıslarına götürüp cevap istedik, verilen cevapları da "Merak Ettiklerimiz" başlığı altında bir araya getirince elinizdeki bu kitap ortaya çıktı.
İşte bu sorulardan bazıları:
"Var olan şey yok, yok olan şey de var edilemez mi?", "Canlı madde yapılabilir mi?", "İnsan topraktan mı yaratılmış, maymundan mı gelmiştir.", "Çocuğunuz kız mı olacak, oğlan mı?", "Dünya öküzle balığın üstünde midir?", "Açlıktan ölüm var mıdır?", "Fennîkeşifler Kur'ân-ı Kerîm'de var mıdır?"
Kitap yakından tetkik edilirse, içindeki konuların bu tip suallere cevap teşkil ettiği görülecektir.
Bu eserle okuyucularımıza faydalı olduğumuz nisbette kendimizi mutlu addedeceğiz.
Prof. Dr. Adem TATLI
Eylül 1986 Erzurum1
DİN FENNE TERS DÜŞER Mİ?
Prof. Dr. Alâaddin BAŞAR
Bazı kimseler, din ile fenni iki zıt kutup gibi gösterme gayretindeler. Maksat zihinleri bulandırmak ve ruhları müşevveş etmek... Gerçekten din fenne karşı mıdır? Bu mesele çok yönlüdür. Sadece birkaçına temas edelim.
Din denilince iki ayrı mefhum hatıra gelir. Biri "Hak din", diğeri "Batıl dinler". Batıl dinler, insanların kendi hayallerinden doğan, yahut bir hak dinin tahrif edilmesiyle ortaya çıkan bir takım saçma inançlardır. Hak din ise, bu kâinatı kudretiyle yaratıp, hikmetiyle ve ilmiyle tanzim eden, yeryüzünü insanlara beşik, güneşi lamba yapan, zemini çiçeklerle semayı yıldızlarla donatan Cenâb-ı Hakk'ın bir emir ve yasaklar manzumesidir.
Hak kitap, Allah'ın fermanı ve bu kâinat O'nun mülkü ve mahlûkudur. Nitekim bu âlem için, "Kâinat kitabı" denilmiştir. Her bir ferd bu kitaptan bir sahifenin, bir cümlenin, yahut bir noktanın tefsir edilmesi, açıklanmasıdır. İnsan bedeni bu kitaptan sadece bir kelime. Ondaki her organ için nice eserler yazılmış. Diş, bir terk harf gibi. Ondaki ince sırlar üzerinde nice tezler yapılmış. Bir hücre, bir atom bu kâinat kitabının birer noktası hükmündeler. Onların tefsirleri ayrı birer ilim kolu olarak gelişmiş. O halde, âlemdeki hikmetleri tefsir eden ve gizli güzellikleri ortaya çıkaran ferilerin, ilâhî fermana aykırı olması düşünülemez.
Bazı çevreler, fennin her keşfini, dine karşı kazanılmış bir zafer gibi ilân ediyorlar. Bu, fenni inkâr eden bir batıl din için doğru olabilir. Yahut Avrupa'yı asırlarca fenden uzak tutan ve "dünya dönüyor" dediği için Galile'yi Engizisyon önüne çıkartan kiliseye karşı aklın zaferi sayılabilir. Ama, bir müslüman bu tür gelişmeleri, "Allah'ın kudret kitabı olan şu kâinattan bir sırrın daha çözülmesi" şeklinde değerlendirir. Ve yine bir müslüman, bütün medeniyet harikalarını; insan aklının birer meyvesi olarak görür ve bunları, insana bağışlanan istidadın ve ona tanınan fırsatın birer neticesi olarak bilir. Ayrıca "arıya bal yapmayı ilham eden, koyunu süt fabrikası yapan Cenâb-ı Hak, insan aklına da böyle harika meyveler verdiriyor", diye düşünür. Yeni keşifleri duydukça, Allah'ın ilmine ve hikmetine olan hayranlığı ve hayreti daha da artar.2
Din ve Fennin Sahaları
Fen ilimleri, İlâhî kudretle yaratılmış bulunan şu kâinattan bahsederler. Din ise; onun yaratıcısını tanıttırır. Fen, âlemde hiçbir varlığın vazifesiz olmadığını isbat ederken; din, insanın da başıboş olamayacağını bildirir ve vazifesini de "ibadet" olarak tesbit eder. Fen, bedeni bütün incelikleriyle ele alırken; din, o hanede misafir olan ruha hitab eder. Meselâ, fen gözü incelerken, din nelere bakılıp, nelere bakılmayacağını talim eder.
Kur'ân-ı Kerîm bir fen kitabı değil, insanları hidayete irşad ve kulluğa davet eden bir ilâhî fermandır. Bundandır ki, Ayet-i Kerîmelerde fennî mes'elelere sadece işaret edilmiştir. O ilâhî fermanda bugünkü medeniyet fenleri açıkça haber verilseydi, insanlık âlemi asırlarca bu hakikatları akla sığıştıramayacak, belki de inkâra sapacaktı. Bu ise, ilâhî irşad ve ikaza, emir ve davete perde olurdu.
Âlimlerimiz Kur'ân-ı Kerîm'in nüzul sebebini başlıca dört esasta toplamışlar. Birincisi; Allah'ın varlığını, birliğini... kullara tebliğ. İkincisi, Allah'ın razı olduğu insan tipini Peygamberimizin (s.a.v.) şahsında insanlığa takdim, üçüncüsü; Rablerine nasıl ibadet ve şükredeceklerini insanlara talim, dördüncüsü de bu fani dünyadan sonra gidilecek baki âlemi beşere haber vermek...
Şimdi düşünelim: Bu dört hususta Kur'ân-ı Kerîm'in beyan ve tebliğ ettiği hükümlerden hangisinde fenne söz düşebilir? Tâ ki, fennin beyanıyla ilâhî ferman arasında zıddiyet olabilsin. Meselâ, Kur'ân-ı Kerîm, Cenâb-ı Hakkı bizlere, bütün sıfatları, fiilleri, isimleriyle tanıtmıştır. Bu sahada fennin konuşacak bir tek kelimesi yoktur.
Yine Kur'ân-ı Kerîm, örnek insanlar olarak beşere "Peygamberleri, Sıddıkları, Şüheda ve Salihleri" takdim etmiş ve Allah'ı sevmenin yolunu "Resulüne ittiba" olarak tayin etmiştir. İnsanlık âlemine, bu vadide bir başka insan modeli sunmak da fennin sahası değildir.
Yine, Kur'ân-ı Kerîm, Halıkımızın emri ve yasaklarını bizlere beyan buyurmuştur. Bu konu da fennin sahasına girmez. Yani fen, kalkıp da "Cenâb-ı Hak insanlardan şunları, bunları istiyor" diyecek halde değildir.
Yine İlâhî ferman kabirden, haşirden, Ahiret ülkesinden bahsetmiştir; fennin sahası ise bu dünyadır.
Kaldı ki, Hak kitapların en sonuncusu ve mükemmeli olan Kur'ân-ı Kerîm'de, ne aya gidilemiyeceğine, ne uçak yapılamıyacağına, ne de elektriğin keşfedilemeyeceğine dair bir tek âyet bulmak mümkün değil! İnsanları fenden meneden bîr yasak da mevcud değil. O halde, kıyamete kadar daha ne tür keşifler yapılırsa yapılsın, hangi gezegenlere gidilirse gidilsin, bütün bunların din ile doğrudan ilgisi yok demektir.
Henüz deney ve tecrübeyle isbatlanmarmş kasıtlı teorileri birer fennî gerçekmiş gibi takdim etmek, ancak demogojidir. Bu ise, bahsimizin dışındadır.3
Hangisi Daha Önemli?
"Din mi, ilim mi?" tartışmalarını sürdürenler, genellikle, din ve inancı tali, fen ve tekniği ise esas kabul ediyorlar. Beşer için bu ikinci birinciden daha zaruri, daha önemli zannediyorlar. Halbuki, fen ve teknik insanın ancak maddî ihtiyaçlarının teminine hizmet eder ve onun bedenî rahatıyla ilgilenir. Ruhun huzuru ise bambaşka bir sahadır. Bu sahanın güneşi, ancak ve ancak "Hak Din"dir. Beşerin hakiki saadeti en başta buna bağlıdır.
Hak din insana; bu dünyaya tesadüfen gelmediğini, vazifesiz olmadığını ve ölümle hiçliğe atılmıyacağını telkin eder. Onu bu dünyada Allah'ın aziz bir kulu ve arzın halifesi olarak takdim eder. Ve mü'min, bu dünyada bir yolcu gibi yaşar. Hâdiseleri bu nazarla değerlendirir. Dünyadan da nasibini unutmaz. Tembelliğe ve miskinliğe düşmez. Her iki dünya saadeti için elinden geldiğince çalışır. Neticede Allah'a tevekkül eder. Lâkin esas olanın âhiret olduğunu bilir. Bir misal verelim: Dün hacca at ile, deve ile gidiliyordu; bugün otobüsle, uçakla gidiliyor. Dinde esas olan hac farizesinin yerine getirilmesidir. Kul için bu farizeyi en rahat bir şekilde yerine getirme kapısı da sonuna kadar açıktır. Şunu söylemek istiyorum: İnsanlığın yaratılış gayesi, bugünkü keşifler yapılmadan önce de yerde kalmış değildi.4
Mes'elenin Psikolojik Yönü
Gördüğümüz kadarıyla, "Din ile ilim çatışır mı, çatışmaz mı?" münakaşalarını sürdürenlerin çoğu, ölümü unutmak, ibadetten kaçmak, âhireti düşünmemek isteyen kimseler...
Onlardan birisine soruyorsunuz:
Her nimet bir teşekkür ister, değil mi?
Evet, diye cevap veriyor. Devam ediyorsunuz:
Bu şükrü yapmamak nankörlüktür, değil mi? Cevap yine aynı yolda:
Elbette!...
"Pekâlâ", diye sürdürüyorsunuz konuşmanızı, "Saatteki hızı yüzbin kilometreyi aşan bu yer küresi üzerinde seni yıllardır gezdiren, her nefeste kanını temizlettiren, ruhunu 'akıl, hafıza ve hissiyatla', bedenini 'el, ayak, mide, ciğer' gibi maddî organlarla donatan Allah'a şükür ve ibadet etmen gerekmiyor mu?"
Bu sorunuz karşısında ne diyeceğini şaşırıyor ve meselâ;
"Söyle bakayım, dinimize göre tüp bebek yapılabilir mi?" gibi mevzuyla hiç alâkası olmayan bir soru atıyor ortaya. Böylece meseleyi saptırmak ve sahadan uzaklaşmak istiyor. Sanki, siz o soruya cevap veremeyince onun Allah'a karşı teşekkür borcu ve ibadet mükellefiyeti kalkacakmış gibi...
"Din ilme ters düşer mi, düşmez mi?" münakaşalarının altında genellikle bu psikoloji yatar. Genellikle diyorum, çünkü az da olsa, bu gibi meseleleri öğrenmek için soranlar da yok değil...5
Yaratılış ve İnsan
Dostları ilə paylaş: |