ÇOK YEMENİN ZARARLARI NELERDİR?
Prof. Dr. İbrahim CANAN
Kur'ân-ı Kerîm, İslâmiyetten önce gelip geçen bütün dinlerde değişmez bir esas olarak orucun farz kılındığını bildirmekten başka, arkadan gelenlerin nefsânî arzularına (şehvetlerine) uyarak dünyevî ve uhrevî felâketlere mâruz kaldılarım da haber verir. Çok yemenin zararları hususunda, Hz. Peygamber pek açık ifadelerle az yemeyi tavsiye etmekte ve: "Âdemoğlunun doldurduğu en zararlı kap karnıdır.
Âdemoğluna belini doğrultacak kadar lokma kifayet eder. Eğer Âdemoğluna nefsi galebe çalar da fazla yeme zorunda kalırsa, bu durumda karnını üçe ayırsın; biri yemek, biri su, biri de rahat nefes için olsun..." buyurmaktadır.
Resûlüllah'ın (s.a.v.) biri sabah, biri de akşam olmak üzere günde iki sefer yediği, yemek yeyince de iyice doymadan sofrayı terkettiği rivayetlerde belirtilmiştir. Abdullah İbn-i Ömer, Ashâb'ın doyuncaya kadar hurma bile yemediklerini söyler. Hz. Âişe, Resûlüllah'ın (s.a.v.) vefatından sonra ümmette zuhur eden ilk belâ'nın Tokluk olduğunu söylemiştir.
İslâm âlimleri Sünnette gelen bu tavsiyelerden mülhem olarak, ittifakla, çok yemenin zararlarına dikkat çekerler. Meselâ İbn-i Sina, "Bütün hastalıklar yenilen ve içilen şeylerden ileri gelir" der. Gazâlî: "İnsanoğlunu felâkete atan şeylerin en büyüğü batın şehvetidir. Hz. Âdem ve Havva da bu sebeple cennetten çıktı... Karın, dertlerin ve âfetlerin neşvü nema bulduğu (bitip büyüdüğü) yerdir" der. Âlimlerimiz, Kur'ân-ı Kerim'de geçen: "Yiyin, için, fakat israf etmeyin" âyetini kastederek: "Cenâb-ı Hak tıbbı yarım âyette hülâsa etmiştir" demişlerdir.
Özetle diyecek olursak, Gazâlî, İbn-i Sina gibi İslâm âlimlerinin beslenme hususunda iki prensipte ısrar ettikleri görülür:
1- Hakikî açlık hissedilmeden, yâni iyice acıkmadan yemek yememek.
2- Hakikî iştah mevcut iken, yâni iyice doymadan sofrayı terketmek.
İki yemek arasında hiçbir şey yememek gerektiğini de ayrıca kaydedelim.269
Çok Yeme Fikri, Gıda Sanayicilerin Propagandasıdır
Hastalıklara karşı mukavim olmak için çok yemek gereklidir, fikri yanlıştır. Bu fikir, gıda sanayiinin ortaya çıkmasıyla, sanayiciler tarafından ürettikleri mallara fazla sürüm sağlamak için kasden ortaya atılmıştır. Yapılan propaganda ve reklâmlarla iyice zihinlere kazınmıştır. Son derece zararlı bir peşin hükümdür. Sıhhat için yemek gerektiği fikrinin yanlışlığını göstermek zımnında günler ve hattâ haftalarca aç kalan insanlarda kalb, beyin, kan gibi vücudun kıymetli organlarının ağırlıklarında hiçbir kayıp bulunmadığı belirtilir. Yeni bir keşif edasıyla kısaca "açlık yüzünden ölüm yoktur" şeklinde ifâde edilen bu nokta, İslâm âlimlerinin ısrarla üzerinde durduğu bir husustur. Meselâ İbn-i Haldun çok yemeye alışan kimselerin kıtlığa mâruz kaldıkları zaman, az yemeye alışanlara nazaran çok fazla zayiat verdiklerini kaydettikten sonra: "Onları öldüren karşılaştıkları açlık değil, daha önce alışmış oldukları tokluktur," der.270
Oruçla Tedavî
İfâde edildiğine göre vücut, acıktığı zaman, bünyede birikmiş olan zararlı maddeleri ve hatta hücreleri yiyerek temizlemek suretiyle kanser ve verem dâhil her çeşit hastalığa sebep olan dahilî âmilleri bertaraf etmektedir. Bu sebeple Dr. Bertholet oruç için: "Bıçaksız ameliyat" tâbirini kullanmaktadır. İlk günlerde oruçluda görülen ağız kokusu, sözünü ettiğimiz zararlı maddelerin temizlenme ve tasfiye edilmesi sonucu vukua gelmektedir. Daha amiyane bir tâbirle, vücudun yaktığı zararlı maddelerden hâsıl olan duman durumundadır.
Tedavi alâmeti olan bu koku için Hz. Peygamber (s.a.v.), "Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur" der. Dinî emirlerde birinci hedef Allah rızası olduğu için bütün amellerin manevî yönü, Allah'a bakan ciheti gösterilerek teşvik edilmektedir. Dünyevî tarafı söz konusu edilmez. Namaz, zekât, sadaka, hac gibi bütün ibadetler için daima manevî hususlar gösterilmekte, söz konusu edilmektedir. Bunların dünyevî faydaları, ferdî ve içtimaî maslahatları dahi tazammun ettiğini hepimiz biliriz. Oruç için de durum böyledir. Nasslarda sıhhî yönü hususunda ısrar edilmemiş bulunması yokluğuna delil teşkil etmez. Oruca olan teşvike verilen ehemmiyette her yönü dâhildir.
Orucun diğer ibadetler arasında mümtaz bir yer tuttuğunu şu hadîs-i kudsîden öğrenmekteyiz: Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: "Her hayırlı amel on mislinden yedi yüz misline kadar mükâfat görür. Oruç bundan müstesnadır. Zira o bana mahsustur, onun mükâfatını da ancak ben veririm."
Burada belirtmemiz gereken bir diğer fikir, hastalarla ilgili. İştahı olmayan hastalara zorla yemek yedirmenin sâdece faydasız değil, son derece zararlı olduğu ifade edilir ki, bu vesile ile Hz. Peygamber'in (s.a.v.) iki hadîsini kaydedeceğiz: "Hastalarınızı yemeye ve içmeye zorlamayın. Zira Allah onlara yedirip, içirmektedir", "Birinizin hastası bir şey arzu ederse ondan yedirsin."
Perhizin mühim bir yer aldığı nebevî tababette, hastalara umumiyetle (un, süt ve baldan mâmûl) hafif çorba tavsiye edildiğini son olarak kaydedelim.
"Allah'ın Resûlü'nde sizler için en iyi örnek vardır" (Kur'an).271
İÇ GÜDÜ MÜ? İLAHÎ PROGRAM MI?
Cüneyd SÜAVİ
Dakikada yüzlerce mantık işlemi yapan, binlerce bilgi ünitesi depolayabilen bilgisayarlar günümüz insanının en fazla dikkat ve hayranlığını çeken yeniliklerden biridir. Fakat şunu hatırdan çıkarmamalıdır: "Hiç bir zaman, hiçbir kompüter kendi kendine düşünmez. Onun düşünmesi demek, uzmanlarca hazırlanmış emirleri izlemesi ve gereken işlemleri otomatik olarak yapmasıdır." Hangi işlemi nasıl ve ne şekilde yapacağı uzmanlar tarafından tespit edildikten sonra, bu bilgiler kompüterin hafızasına yerleştirilir. Daha sonra kompüter, dakikanın binde biri gibi bir zamanda, çözülecek problem için lüzumlu bilgiyi hafıza kısmı içinden bulur, çıkarır ve lüzumlu matematik mantık işlemlerini yaparak kontrol edip neticeyi gösterir.
Elektronikte olduğu gibi, tabiî ilimler sahasındaki araştırmalar da derinleşmiştir. Bunun neticesinde canlılar alemindeki göz kamaştırıcı sırlar, düşünebilenleri âdeta büyülemektedir.
Isısı kutup soğuğu ile tropikal bölgeler sıcağı arasında değişen her yerde karlı tepelerden tutun da okyanusların derinliklerine varıncaya kadar dünyanın her köşesindeki bütün hayvanlarda görünen hayat faaliyetleri araştırmacıları hayrete düşürmektedir.
Bir arının, yuvasını en dakik ve ince mimarî hesaplara göre yapması, bir örümceğin, ağını en sağlam şekilde örmesi, termit böceği ordularının gökdelenlerini inanılmaz mükemmellikte inşa etmesi, bir tırtıl sineği veya bir sivrisineğin operatör doktor gibi çalışması karşısında hayret etmemek mümkün değil gerçekten. İlk bakışta şuurlu davranış hissini veren bu tarz hareketler, aslında organizmalarda veraset (kalıtım) yoluyla nesilden nesile geçmektedir. Tıpkı göz rengi, vücut yapısı, kanat şekli.. vs. gibi bir karater olup, sonradan kazanılmış değildir. Meselâ: yumurtasından henüz yeni çıkmış ufacık örümcekler, tamamen düzgün örülmüş ağlarını dokumayı, annelerinin nasıl yaptığını görmedikleri halde aynı işi aynı mükemmellikle başarmaktadırlar. Bu mükemmellik insanı hayrete sevkedecektir. Hayret ise hayranlığa...
Hayranlık hissedecek olgunluğa varamamış olan kimseler, çevrelerindeki mükemmellikleri basitleştirmek arzusu içindedirler. Fikirler arzuların üzerine binince, harikuladeliklere basit bir isim verilerek geçiştirilmektedir. Derinlemesine düşünmeyi engellemek için kullanılan bu basit ve soğuk kelimelerden biri de "içgüdü"dür. Bu konudaki düşüncesini Wolfgang Bechtle, şu cümlede özetliyor: "İçgüdü kelimesini kullanmayı sevmem. Bu kelime daha çok insanî bir gurur ifade etmekte, hayrete düşmemizi engellemektedir."
Pekçok şuursuz hayvanların birkaç gün içinde ortaya koyduğu eserler, yıllarca ilim tahsil etmiş ihtisas sahibi ilim adamlarını geride bırakmaktadır. Hayvanlar ölçüp biçmeyi, statik hesaplarına uygun şekilde yuvalarını inşa etmeyi, düşünmeden, otomasyon olarak yapmaktadır. Aynen bir kompüter gibi, kafasının içindeki bölümde programlanmış emirleri takip etmekte ve yapılması icabeden işleri programa göre en üstün şekilde uygulamaktadırlar. Örümcek, mimarlık fakültesini bitirmemiştir. Tırtıl sineğinin cerrahlık öğrenimi yapmasına imkân yoktur. Arı geometri ilmini tahsil etmemiştir. Fakat buna rağmen, bütün bu ilimleri biliyormuşcasına hareket etmeleri, ancak bu hayvanların dünyaya gönderilmeden önce, onların dünya şartlarına göre programlanması ile izah edilebilir.272
Otomasyon Sistemi
İlâhî sevk ile hareket eden hayvanları, otomasyon sistemi ile çalışan fabrikalara benzetebiliriz. Fabrikadaki otomasyon sistemi insan eli ile düzenlenmekte ve bilgisayarların yapacakları işlemlere göre programlanması yapılmaktadır. Sistem bu tarzda düzenlenirken, bilgisayarın, nerede, hangi işlemin yapılması için ne çeşit emirler vereceği ayarlanmaktadır.
İmalât hattı üzerinde akış cereyan ederken, bilgisayarlar her an "Bilgi Alış-Verişi"nde bulunmaktadırlar. Alıcı verici telsizle konuşur gibi, işlemi yaptıktan sonra geri merkeze,
Ben şu işi yaptım. Tamam, dercesine bilgi iletmektedir. Bu anda kontrol ünitesi harekete geçmekte ve yapılan işlemi bükere de o kontrol etmektedir. İşlemde bir hata olduğu anda kontrol ünitesi:
Burada hata var. İşlemi geri çeviriyorum. Tamam, der gibi merkeze haber vermektedir.
Herhangi bir hata olmadığı anda, bütün bilgileri toplayan genel merkez,
İşleme devam, emrini vermekte ve sistemin çalışması da böylece sürüp gitmektedir.
Bütün işlem ve kontrollerin, bilgisayarlar tarafından yapıldığı, "imâlat hattı" yanında çalışan hiçbir insanın bulunmadığı sistemlere "Full Otomasyon" sistemi denilmektedir. Full Otomasyon sistemi ile çalışan bir fabrikaya giren bir insanın takdir ve hayranlık hislerinin coşmaması mümkün değildir. "Seri üretim", "yükleme", "boşaltma", "taşıma"., vb. fonksiyonların hiç insan eli değmeden zincirleme olarak yapıldığını gördükten sonra bütün bu fevkalâde faaliyetlerin daha önceden hafızada programlandığını düşünecek ve o programcıyı içinden tebrik edecektir. Çünkü, nerede, hangi işlemin yapılması için ne çeşit emirler verileceğini şuursuz madenî cihazların programlayamayacağı açıktır. Ayrıca otomasyon sisteminin bir gayeye yöneltilmiş olması, her ne kadar fabrikada yönetici görünmese bile, yöneticinin varlığını ortaya koymaktadır.273
Kim Programlamış?
Bir arı, bir örümcek, bir tırtıl, topraktaki maddeler ve suyun belirli bir kompozisyonundan teşekkül etmiştir. Ne arı, ne örümcek ne de diğerleri akıl ve ilim sahibi değildir. Organizmada yer alan su ve topraktaki hiçbir elementin de ilim ve akıl sahibi olduğunu kabul etmek, zaten mümkün değildir. Yalnız insanlarda ilim tahsil etmek ve ilmin ışığında akıl yürütebilmek kabiliyeti vardır.
Fakat şu da kesindir ki, belirli konularda hayvanlar akıl düzenine insanlardan daha çok yakındır. Âdeta insanlardan daha akıllıca hareket etmektedirler. Meselâ; ortalama 36 günlük ömrü olan arı, bazı Prof.'ların yanıldığı hesapların tatbikatını şaşmaz bir doğrulukta yapmaktadır. Termitler termiraryum denilen gökdelenlerini inanılmaz mükemmellikte inşa etmektedir. Bütün hayvanların kâinat ile olan münasebetlerindeki ahengi sağlayacak program en mükemmel şekilde hazırlanmıştır.
Hayvanların belirli hayat devrelerinde görülen bizi durup düşünmeye sevkeden icraatların programlanmasını acaba kim yapmıştır?274
Hava mı? Su mu? Toprak mı? Kendileri mi?
Yoksa ilmi ezelden ebede uzanan , nihayetsiz kudret ve rahmet sahibi olan Allah mı?
Full Otomasyon sistemi ile çalışan bir fabrikanın programlayıcısını tebrik eden her akıl sahibinin, yeryüzündeki sayısız hayvanların akıllara durgunluk veren harika faaliyetlerini programlayan Allah'ı takdir ve tazim etmesi gerekmez mi?
Akıl ve ilimden uzak hayvanların âlimâne, dâhiyane icraatları içgüdü dışgüdü gibi kelimelerle değil, ancak ilâhî program ile izah edilebilir.
Bir talebeme dedim, bir gün söz arasında,
Peki yavrum inşallah!
Hafifçe gülümsedi, hayretle dedi bana:
Siz de inanırsınız demek, hocam, Allah'a,
Ben de gülerek dedim: Yanlış sordun sanırım. Şöyle sormalı îdin:
İnanır mısınız siz de bir şeye ondan başka?
Hayır yavrum inanmam.
Ne bana inanırım, ne sana inanırım. Ne de bu kâinata. İnanırım çünkü ben o bir olan Allah'a.
Birden şaşırdı sordu:
Peki nerde o amma?
Gölünün önündeki Perdenin arkasında.
Prof. Dr. A. N. TARLAN275
Hayvanlar Aleminde Temizlik
Hastalığı önleyecek tedbirlerin başında temizliğin geldiğini hepimiz biliriz. Temizlik kaidelerinin çok küçük yaşlardan beri insanlara öğretilmesi lâzımdır. Halbuki hayvanların çoğu ebeveyninden görmemesine rağmen temizlik bilgilerine sahiptirler.
Birçok kimseler ev hayvanlarının dışındaki bütün hayvanları pis zannetmek hatasına düşerler. Gerçekten temiz sayılamayacak domuz gibi istisnai hayvanlara bakıp bütün hayvanları suçlandırmak doğru değildir. Çünkü hükümler istisnai hallere göre değil, ekseriyete göre verilir.
Allah hayvanların hepsini temizlik bilgileri ile birlikte dünyaya göndermiştir. Temizlikle ilgilenmeyen hayvan hemen hemen yok denecek kadar azdır. Ve bu nizam, dünya kurulalıberi devam etmektedir. Meselâ yeraltındaki sarayında yatıp kalkan porsuk, pis hayvanlardan sayılmasına rağmen gerçekte hayvanların en temizlerinden biridir. Kürkünü daima temiz tutmakta ve sık sık değiştirdiği bir yeri hela olarak kullanmaktadır. İninde de zaman zaman temizlik yapmakta ve kirlenmiş samanlarla birikmiş çöpleri dışarıya taşıyarak yuvasına uzak bir yere yığmaktadır.
Kürklü hayvanlar postlarını temizlemek için çok kere garip usullere başvururlar. Meselâ; tilki, ağzına koca bir yosun demeti almakta ve bununla suya girmektedir. Bütün vücudunu yavaş yavaş suya gömmekte, bu arada yalnız ağzı ile ağzında tuttuğu yosunlar dışarıda kalmaktadır. Postundaki bütün pireler bu durumda boğulmamak için yosun demetinin üzerine çıkmaktadırlar. İş bu dereceye gelince, Tilki pireli yosunları atmakta ve temizlenmiş vaziyette soğuk sudan çıkmaktadır.
Filler derilerini temizlemek için çamurların içinde yuvarlanırlar. Hortumları bu arada onlara duş vazifesi görür. Bahçe hortumu gibi vücutlarının orasına burasına su fışkırtırlar. Bazen vücutları çamurla kaplanırsa da kuruyan çamur çok geçmeden dökülür ve bütün pislikleri beraberinde götürür. Arslan, kaplan ve bütün büyük yırtıcı hayvanlar ev kedileri kadar temizdirler. Kürklü küçük hayvanların çoğu, vakitlerinin büyük bir kısmmı tuvaletlerine ayırırlar. Meselâ sıçanlar, uyanık kaldıkları zamanın yarısında kürklerini dişleri ve ayakları ile sistematik bir surette temizlemekle meşgul olurlar.
Foklarla gergedanlar kuvvetli masaj taraftarıdırlar. Bu maksatla taşlara sürtünerek vücutlarını zamanla ayna gibi cilalarlar. Samur, yaşlı ağaç gövdelerinin içinde kendine bir oyuk oymakta ve güzel kürkündeki son toz taneciği de düşünceye kadar bunun içinde yuvarlanmaktadır.
Dişleri olan bütün hayvanlar ağızlarının bakımına önem verirler. Kurdun dişleri çirkin bir sarı renkte olabilir. Ama bu renk, o dişlerin tabii rengidir. Yoksa daima temiz tutulan bu dişlerde besin artığı ararsanız bulamazsınız.
Tuvaletlerine özellikle düşkün olan kurtlar, tüylerini pirelerden ve bitlerden temizleyen toz banyosu yaparlar. Hemen hemen bütün kuşlar suya girerek yıkanmakta ve esaret hayatında dahi bu alışkanlıklarından vazgeçmemektedirler. Ayrıca kuşların çoğunun kuyruk çevresinde küçük bir yağ guddesi vardır; Hayvan yıkanıp temizlendikten sonra, bunun sayesinde tüylerini yağlayıp yumuşatır.
Kuşların yuvalarının temizliğine de diyecek yoktur. Yuvasını pisleten kuş yoktur denilse yeridir. Yavrularının temizlikle ilgileri olmadığı müddetçe, anne bunların pisliğini gagasıyla toplar ve yuvasından aşağıya atacak yerde biraz öteye uçtuktan sonra yere bırakır.276
Hayvanlarda Doktorluk
Hastalandığınız veya yaralandığınız zaman ne yaparsınız? İlk yapılacak iş muhakkak ki bir doktora veya bir hastahaneye müracaat etmektir. Ayrıca bu gibi hallerde hayvanların neler yaptığım düşündünüz mü? Onların kendilerini muayene edip tedavi edecek doktorları yoktur tabii. Fakat yapılması gerekeni de en güzel şekilde yapabilirler. Çünki yaratılışları ile birlikte, hastalıklardan korunma ve tedavi hususunda ihtiyaçları olan bilgilerle programlanmışlardır. Büyük bir hayvanat bahçesinin müdürü şöyle demiştir: Hayvanlardan birisi hastalanır da rahatsızlığının ne olduğunu anlayamazsak, doğup büyüdüğü memlekette yetişen her türlü bitkiyi getirip önüne koyarız. O çoğu zaman kendisine lâzım olan ilacı bulur çıkarır, onu yer ve iyileşir. Ancak bu usul fayda vermediği takdirde veteriner çağırmayı düşünürüz.
Tabiat alimleri, hayvanların hastalık veya yaralanma karşısında çok mantıkî davrandıklarını ve tatbik ettikleri metodların da en modern tıbbî buluşlar ayarında olduğunu belirtmekteler. Doktor Wilbur Pearson'a göre: Hayvanlar en amansız hastalıklarla ne şekilde mücadele etmek gerektiğini mükemmelen bilmekteler. Meselâ doktorlarımız vitaminin vücuda lüzumunu yeni yeni anladıkları halde, onlar vitaminlerden çoktandır faydalanmaktaydılar. Hayvanlar bundan başka güneş ışınlarının bazı ağrılara ne kadar faydalı olduğunu bilirler. Bazı hallerde de dinlenmenin ve gölgenin lüzumuna göre davranırlar. Temizlik hususunda hassasiyetle durmakta, kırılmış kemikleri yerine koyabilmekteler.
İlkbahar gelince bütün hayvanlar; inekler, koyunlar, atlar, keçiler niçin çayırlara akın ediyorlar dersiniz? Bütün kış boyunca yedikleri samanla artık yetinmez oluyorlar da ondan. Dışarıda bulabildikleri yeşillik az da olsa,bütün gün otlamaktan geri kalmıyorlar. Halbuki ahırlarında kalsalar bütün gün otlayarak aldıkları besini belki de yarım saat içinde yiyebileceklerdir. Fakat bunun bir rolü olmuyor. Acaba hayvanlar yeşilliğin A vitamininin kaynağı olduğunu keşfetmişler mi?
Dr. Pearson'un tetkikleri akılsız hayvanların akıllı insanlardan daha akıllıca ve düzenli bir hayat sürdüklerini ortaya koymuştur.
Yırtıcı bir hayvan, avını parçaladığı zaman, ilkönce karaciğerini yemeyi tercih eder. Karaciğer ise vücudun vitamin bakımından en zengin olan kısmıdır. Aynı zamanda güneş ışığının D vitaminini meydana getirdiğini ve bunun kemik hastalıkları na çok faydası olduğunu da göz önünde tutarlar.
Hayvanların yaratılışları ile birlikte Yaratıcısı tarafından yapılan programa uygun hareket etmeleri hayvanların çok seyrek hastalanmalarının başlıca sırrıdır.
Hayatı büyük ölçüde idare eden bu programlar sayesinde, hastalanan bir hayvan ilk başvurulacak ilacın müshil olduğunun farkındadır. Bir kediyi veya köpeği ot yerken görmüşsünüzdür. Otlar onlara müshil tesiri yapar. Hem et hem de meyve yiyen bir kısım ayıların bildikleri bir cins böğürtlen onlar için en mükemmel müshil ilâcıdır. Ayıların kış uykusundan kalkar kalkmaz ilk yaptıkları iş bu böğürtlenlerden bulup yemektir.
Yalnız bitkiyle beslenen geyikler, sindirim cihazlarının aşırı faaliyetini önlemek için, meşe gibi ağaçların ince kabuklarını ve dallarını yerler.
Hayvanlar gerektiği zaman çok sıkı bir perhiz takip etmesini de bilirler. Ateşi olan bir hayvan derhal serin, havadar, gölgeli ve su kıyısında bir yere çekilir. Orada sessizlik içinde oturarak çok az yer ve her zamankinden fazla su içerler, ateşimiz olunca doktorlar bize de aynı şeyi tavsiye etmezler mi?
Romatizma ağrıları çeken bir hayvan kendine derhal güneşli ve kuru bir yer arar. Doktorların yakın bir zamanda ortaya çıkardıkları bir gerçeği, ısının romatizma gibi hastalıkları meydana getiren toksinleri (zehirleri) vücuttan attıklarını, hayvanlar programlama neticesinde bilmektedirler.
Bazı vahşi hayvanlar ise yaralandıklarında mağaralardaki sarımsı şap parçaları ile yaralarını itinayla ovuşturmakta ve böylece kanamayı durdurmaktadırlar. Çünkü şapın sıkıştırıcı ve kanamayı durdurucu özelliği vardır.
Yılanların en büyük düşmanlarından biri olan mangoların yılanlarla mücadelesi hemen hemen her zaman mango tarafından kazanılmaktadır. Fakat mangonun bazen mağlûp olduğu da olur. Yerli halk zehirli yılan tarafından ısırılan mangonun derhal ormana daldığı ve bazı bitki köklerini panzehir olarak yediğini söylerler.
Hayvanlar alemindeki bu kabil harikuladelikleri içgüdü kelimesiyle bir çırpıda izah etmek mümkün müdür? İçgüdü en kısa tarifiyle "hayvanların doğuştan getirdikleri, ırsi özellikte bir türe mahsus çoğu kere hayati önemi haiz davranış modelleri"dir. Fakat bu tarifle bu davranışlar izah edilebilir mi? Yapılan şey burada, birtakım hayret verici davranışlara bir isim vermekten ibaret oluyor, The World Book Enyclopediae'nin içgüdü ile ilgili maddesinde şöyle deniliyor: "Birçok psikologlar artık anlayamadıkları kompleks davranışlar için içgüdü tabirini kullanmıyorlar. Zira bugün bir davranışın içgüdü olduğunu söylemekle onu hiç de izah etmiş olmadıklarını biliyorlar. Genellikle içgüdü kelimesi 'henüz anlaşılamayan davranışları' ifade ediyor. Filozof John DeweyTin dediği gibi 'bir davranışın içgüdü olduğunu söylemekle; uyku ilacı, uyku getirici özelliğinden dolayı insanı uyutur, demek arasında bir fark yok".
"İnsanların mahiyetini anladıkça büyülendikleri bu program; Dünya ve içindekileri yaratan Allah'ın (c.c.) ilim, hikmet ve iradesiyle yazılmıştır" hükmü, bütün ilmi araştırmaların ışığında açıkça görünmektedir.277
Geçmişte ve Günümüzde İnsanları İnkâra Düşüren Sebepler Aynı..
Dostları ilə paylaş: |