Mâide Sûresi 55-56



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə44/45
tarix30.07.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#64276
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   45

3- Affın Dereceleri


Af, cezayıgerektiren bir suçla bağlantılıdır ve cezanın da daha

önce belirttiğimiz gibi genişbir çerçevesi, muhtelif ve farklıdere-celeri vardır. Buna bağlıolarak cezanın derece farklılıklarına bağlı

bir şekilde affın da farklılık dereceleri vardır. Bu farklılık, sadece

günahın kendisinden, yani hareketin doğurduğu kötü sonuçtan

kaynaklanmaz. Bu husustaki farklılık, inkâr edilmez açıklıktadır.

Ceza, yani davranışın karşılığıolan ceza ve ödül, davranışın do-ğurduğu sonucun ağırlığıile ölçülür.

Bu incelememizde mutlaka irdelenmesi gereken konu, suçun

kendisi, onun derecelerinin farklıolduğu gerçeği ve bir de bu hu-susta fıtrî aklın bizi ulaştırdığısonuçtur. Gerçi incelememiz

Kur'ân'a dayalıdır ve amacıilâhî kitabın bu gerçeklerle ilgili bakış

açısınıtespit etmektir, fakat yüce Allah, Kur'ân'da belirttiği gibi,

bize akıllarımızın kapasitesine göre ve eşyayıdüşünce ve pratik

alanda ölçmekte kullandığımız fıtrî ölçülere göre hitap eder. Bu ki-tabın çeşitli incelemeleri sırasında bu gerçeğe işaret etmiştik. Yü-ce Allah birçok açıklamalarında aklın ve düşüncenin desteğine

başvurmuşve sözlerinin amacınıbunlarla teyit etmiştir. Bu an-lamda "Aklınızıçalıştırmaz mısınız?","Düşünmez misiniz?"vb.

şeklinde birçok buyruğuna rastlarız.

Sağlıklıaklî bir değerlendirme şunu ortaya koyuyor: İnsan top-lumunun bağlantılıolduğu ve saygıgösterdiği ilk şey, uygulamaya

506 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

yönelik hükümlerle toplumun saygıduyduğu geleneklerdir. Bunlar

sürekli biçimde uygulanarak insanî amaçlarıkorunur ve insan top-lumunu hayatında mutluluğa erdirir. Sonra da ceza hükümleri yü-rürlüğe konar ve bu kanunlara göre toplumun kanunlarınıçiğne-yenler cezalandırılırken bu kanunlara uyanlar ödüllendirilir.

Bu aşamada suç denince sadece yürürlükteki kanun metinle-rini çiğneme eylemleri kastedilir ve mutlaka suçun sayısı, kanun

maddesinin sayısıyla eşit olur. Suç denince Müslümanların aklına

ilk gelen anlam budur. Kötülük, masiyet, cürüm, hata, fasıklık gibi

suçla yakın anlamıolan kelimeleri işitince de ilk aklımıza gelen

bu olur.

Fakat mesele bu kadarla bitmez. Çünkü yürürlükteki hüküm-ler uy-gulanınca, gözetilince ve korununca toplumu, kendileri ile

uyumlu, top-lumun amacıile bağdaşan bir ahlâk ve vasıflara götü-rür. Bu ahlâk ilkelerine toplum, faziletler (erdemler) adınıverir ve

fertleri bunlarıedinmeye teşvik eder. Bu faziletlerin karşısında kö-tü sıfatlar yer alır.

Bu faziletler, geleneklerin ve toplumsal amaçların farklılığına

bağlıolarak farklılık gösterir, ama yürürlükteki kanunların ürünleri

ol-duğu kesindir.

Gerçi bu ahlâkî faziletler ruhî (psikolojik) vasıflardır, toplum-larda pratiğe yansıtılmalarının güvencesi yoktur, ayrıca meleke (a-lışkanlık) niteliğinde olduklarıiçin dolaysız olarak iradeye bağlı

değildirler; fakat gerçekleşmeleri, yürürlükteki kanunlarısürekli

biçimde uygulamaya veya bu kanunlarısürekli biçimde çiğneme-ye bağlıolduğu için kanunlarıuygulamanın kendisi, bu faziletlerin

pratiğe yansıtılmalarının teminatıdır. Ayrıca itici teminatlarıolan

sürekli kanuna bağlılığın iradeye dayalıbir eylem olmasısebebi

ile de iradeye dayalısayılırlar. Bunların yanısıra bunların yiğitlik,

iffet ve adalet gibi faziletli ahlâkla ilişkili aklî emirlerle, korkaklık,

sinirlilik, tepkisizlik, hayâsızlık ve zu-lüm gibi ahlâkî rezilliklerden

alıkoyan aklî yasaklar içerdikleri tasavvur edilir. Ayrıca bunlar için

akla dayalıödül ve ceza diye adlandırılan cezalar ve ödüller tasav-vur edilir. Övme ve yerme gibi.

Kısacası, bunlarla yukarıdaki aşamanın üzerinde yer alan bir

başka suç aşamasıkarşımıza çıkar. Bu aşama, ahlâkî hükümleri

Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 507

ve bu hükümlerle bağlantılıaklî emirleri çiğneme aşamasıdır.

Bu aklî emirlerin emirler olarak sayılmasının sebebi, gerekli

gördükleri davranışile akıl arasındaki sıkıçağrışımdır. Ortada dav-ranışın gerekliliğine hüküm veren ve onu emreden bir hâkim var

ki, o da insan aklıdır. Akla uygun yasaklara yasak demek de buna

benzer. Bütün çağrışım örneklerinde aynıyaklaşımısergileriz. E-ğer aralarında sıkıçağrışım ilişkisi bulunan davranışların birini

yaptığımızıfarz eder ve gerekli sayarsak, hiç düşünmeden onun

yapışık ikizi gibi gördüğümüz diğer davranışın yapılmasınıemre-der ve onu da gerekli görürüz, onu yapmamayıo akla uygun emri

çiğneme ve sorgulanmayıgerektiren bir suç sayarız.

Buradan başka bir husus ortaya çıkıyor ki, o da şudur: Bu ah-lâkî faziletler mutlaka yerine getirilmeleri gereken farzlarıiçerirler.

Tıpkıbunun gibi kötü sıfatlar da haramlar içerirler. Bunların yanı

sıra ziynet ve güzel görünüm kazandırma konumunda olan bazı

müstehap ve mendup olan hususlar da içerirler. Bu menduplar

gerçi akla dayalıemirlerle bağlantılıhoşgörülen güzel edeplerdir;

ama eğer aramızda seçkin nitelikli biri var sayılırsa, bu faziletlerle

sıkısıkıya bağlantısıolan o edepler, aslında mendup oldukları

hâlde o yüksek seviyeli kişi için akla dayalıemir niteliği kazanırlar.

Adam var sayılan yüksek kapasitesinin hakkınıversin diye kendi-sine bu ek yükler yüklenir.

Bunu şöyle bir örnekte açıklayabiliriz: Mütevazıbir hayat yaşa-yan bir bedevî düşünelim. Bu kimse şehirlerdeki ortalama hayatın

uzağında olan bir hayat düzeyinde yaşadığıiçin sadece aklının er-diği ve kavrayabildiği zarurî toplumsal hükümlerden ve genel ge-leneklerden sorumlu tutulur. Bu kişi zaman zaman eğer çirkin iş-ler yaparsa veya kaba sözler söylerse, şehirli kimseler onun yap-tıklarına göz yumarlar. Anlayışının kıtlığıve kalabalıkların yaşadık-larıyerleşim birimlerinden uzakta oturmasıyüzünden onu mazur

görürler. Çünkü yoğun yerleşim birimlerinde âdetlerin ve gelenek-lerin sürekli tekrarlanmaları, böyle yerlerde oturanlar için en güzel

öğretmen olur.

Bunun yanısıra ortalama şehirliler de toplumun seçkin fertle-rinin sorumlu tutulduklarıedep inceliklerinden sorumlu tutulmaz-lar. Çünkü bu seçkin kimseler ince kavrayışlıve zarif edepli kimse-lerdir. Ortalama insanlar edep inceliklerini ve sözle veya fiille ilgili

508 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

nezaketleri gözetmedikleri zaman mazur görülmelerinin sebebi,

anlayışkapasitelerinin ancak yapabildikleri işler düzeyinde olma-sıdır. Böyle kimselerin farkında olduklarıedep kuralları, yapabil-diklerinden ibarettir. Kapasiteleri bu bilinçlerinin kapasitesi ile sı-nırlıdır.

Böyleleri için normal sayılan uygunsuz hareketler ve sözler,

seçkin kimseler için kınama sebebi olur. Bu seçkin kimseler basit

bir dil sürçmesi, hafif bir hareket gecikmesi, bir anlık bir dalgınlık,

yersiz bir işaret veya göz kırpma yüzünden kınanırlar. Böyle şeyle-rin hepsi onlar için suç sayılır. Yalnız bu suç dinî veya dünyevî ka-nunların maddelerine aykırıdavranmak anlamında değildir. Onlar

arasında "İyilerin iyilikleri, mukarreblerin (Allah'a yakın kimsele-rin) kötülükleridir" vecizesi yaygındır.

Gelişme yolunda ulaşılan aşama ilerledikçe, bu kapasiteye u-laşılmadan önce fark edilmeyen, sıradan yükümlü kişilerin his-setmedikleri ve yetkilerin kovuşturma ve soruşturma konusu

yapmadıklarısuçlar ortaya çıkar.

Titiz incelemelerin sonuçlarına göre bu durum sevgi ve nefret

aşamalarında ortaya çıkan hükümlerde doruğa varır. Nitekim nef-ret gözü -özellikle öfke hâlinde- bütün iyi davranışlarıkötü ve kı-nanmaya lâyık diye görür. Seven kimse de aşka daldığında, kara

sevdaya düştüğünde kalbinin sevdiğinden en ufak bir şekilde gafil

kalmasınıbüyük bir suç sayar. Bütün davranışlarınıve eylemlerini

sevgilisine yöneltmişolmasınıyeterli görmez. Çünkü sevgilisine

dönük bütün davranışlarınıkalbinin ona yönelik olmasıoranında

değerli kabul eder. Eğer bir kalp gafleti ile sevdiğinden koparsa,

sevdiğine sırt çevirmiş, onun hatırasından kopmuşve bu yüzden

kalp temizliği bozulmuşdiye düşünür.

Böyle bir kimse yeme-içme gibi hayatın zarurî faaliyetleriyle

meşgul olmayıbile suç ve sevgiliye ihanet sayar. Şöyle düşünür:

Evet, bu faaliyetler her insanın zorunlu olduğu kaçınılmaz faaliyet-lerdir; fakat zorunlu faaliyetlerin her biri özü itibari ile iradîdir. Bu-na göre bu faaliyetlerle meşgul olmak, sevgiliden başkasıile

meşgul olmak, ona sırt çevirmektir ki, bu suçtur. Bundan dolayıdır

ki, aşıkların, kara sevdalıların, ümitsiz mahzunların ve bu tür duy-gusal bir derde kapılmışolanların yemeden, içmeden ve benzeri

Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 509

biyolojik faaliyetlerden kesildiklerini görürüz.

Peygamberimiz (s.a.a) tarafından söylendiği iler sürülen şu söz

de bu anlamda yorumlanmalıdır: "Kalbim bazıduyguların baskısı

altında kalıyor. Bu yüzden günde yetmişkere Allah'tan af diliyo-rum." Bir bakıma şu ayetleri de bu anlamda yorumlamak müm-kündür: "Günahlarından af dile ve akşam-sabah Rabbine

hamdederek onu noksanlıklardan tenzih et." (Mü'min, 55)

"Rabbine hamdederek onu noksanlıklardan tenzih et. Hiç şüphe-siz O, tövbeleri kabul edendir." (Nasr, 3)

Kur'ân'da Nuh, İbrahim, Musa ve Muhammed peygamberler-den nakledilen şu sözleri de bu anlamda yorumlamak gerekir.

Meselâ Hz. Nuh şöyle demiştir: "Rabbim, beni, ana-babamıve e-vime mümin olarak girenleri affeyle." (Nûh, 28)Hz. İbrahim de şöy-le bir duada bulunmuştur: "Ey Rabbimiz, hesaba durulacağıgün

beni, ana-babamıve müminleri affeyle." (İbrâhîm, 41)Hz. Musa ise

kendisi ve kardeşi Harun hakkında şöyle bir dua etmiştir:

"Rabbim, beni ve kardeşimi affeyle, bizi rahmetinin kapsamına

al." (A'râf, 151)Peygamber efendimizden (s.a.a) de şöyle nakledil-miştir: "İşittik ve itaat ettik, Rabbimiz bağışlamanıdileriz; dönüş

ancak sanadır." (Bakara, 275)

Çünkü peygamberler masum olduklarıiçin günah yapmaları,

dinî hükümlerden birine aykırıdavranma anlamında suç işlemele-ri mümkün değildir. Zira onlar insanlarıbu hükümlere çağırmak

için gönderildiler. Sözleri ile ve uygulamalarıile bu hükümleri teb-liğetmek için uğraşıyorlar ve Allah tarafından onlara itaat edilme-si farz kılınmıştır. Günah işlemeyeceğinden emin olunmayan biri-ne itaat edilmesini farz kılmak anlamsız olur ki, Allah'ıböyle bir

şeyden tenzih ederiz.

Kur'ân'da bazıpeygamberlerin zulüm gibi bazıkötülükleri iti-raf ettikleri şeklindeki ifadeleri de bu anlamda yorumlayabiliriz.

Yunus Peygamberden nakledilen şu sözler gibi: "Senden başka i-lâh yoktur, seni noksanlıklardan tenzih ederim. Ben zalimlerden

biri oldum." (Enbiyâ, 87)Çünkü peygamberlerin bazımubah hare-ketleri kendileri için günah sayarak bunlar için Allah'tan af dileme-leri nasıl caiz ise, bu günahlarıkendileri hesabına zulüm saymala-rıda caizdir. Çünkü her günah bir zulümdür.

510 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

Daha önce söylediğimiz gibi bu tür sözlerin bir başka yorumu

da vardır. Bu da bu ifadelerde geçen zulüm sözünden kişinin ken-disine zulmetmişolmasının kastedilmişolmasıdır. Nitekim, Hz.

Âdem ile eşinin şu sözlerindeki zulümden kastedilen anlam bu-dur: "Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Eğer sen bizi affetmez,

bize merhamet etmezsenkesinlikle hüsrana uğrayanlardan olu-ruz." (A'râf, 23)

Sakın şöyle sanılmasın: Biz herhangi bir ayetin şöyle şöyle yo-rumu var, dediğimiz zaman bu yorumların ayetlerin zahirine ters

düştüğünü kabul ediyoruz. Arkasından kelimelere verilebilecek

başka bir anlam uyduruyoruz ve ayetleri de bu anlama uyarlıyoruz

ve bu zorlamaya mezhebimizin görüşlerini haklıçıkarmak ve ta-assup kaynaklıbir zorunluluktan dolayıbaşvuruyoruz.

Bunun böyle olmadığının delili, bu kitabın ikinci cildinde yer

alan peygamberlerin masumiyeti (yanılmazlığı) konulu objektif in-celememizdir. O araştırmada sadece ayetlerin kendilerini irdele-dik, Kur'ân'a yabancıve garip önermelere dayanmadık.

Orada ve başka yerlerde şu gerçeği vurguladık. Kur'ân'ın zahirî

anlamı, sadece inceleme konusu cümlenin basit şekilde anlaşıl-masıile belirlenemez. Cümlenin bulunduğu yerin karineleri de za-hirî anlamıetkiler. Bu karineler cümlenin yanıbaşında olabileceği

gibi, başka bir ayetin manasına açıklık getiren bir ayet gibi cüm-lenin uzağında bir yerde de olabilir. Özellikle yüce Allah'ın sözleri

hakkında bu kural da-ha da önemlidir. Çünkü bu sözler birbirini

tamamlayan bir bütündür. Birbirlerine şahitlik ederler ve birbirle-rini doğrularlar.

Bazıtefsirciler ve kelâmcılar bu inceliği gözden kaçırdıklarıi-çin ayetlere zahirî anlamlarıile bağdaşmayan bir anlam yükleme

anlamında tevilciliğe kaçmışlardır ve bu çarpıtmaya özellikle

mezheplerine ters düştüklerini sandıklarıayetlerde başvurmuşlar-dır. Bu kimselerin Kur'ân'ın ayetlerini birbirinden kopardıklarıve

her parçayıpazardaki sıradan bir esnafın diğer bir esnafın sözünü

anladığıgibi bir basitlikle yorumladıklarıgörülür. Böyleleri meselâ,

"Hani o artık kendisini sıkıntıya uğratmayacağımızısanmıştı."

ayetini işittikleri zaman ayette sözü edilen Yunus Peygamberin,

hâşâ Allah'ın kendisini yakalamaya gücü yetmeyeceğini sandığı

Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 511

veya kesinlikle böyle düşündüğü şekilde bir yorum yapıyorlar. Bu

arada bir sonraki ayette "Biz müminleri böyle kurtarırız." (Enbiyâ,

88)ifadesi ile Yunus Peygamberin mümin sayıldığınıgörmezden

geliyorlar. Çünkü Allah'a tereddütle veya kesinlikle acziyet izafe

etmek şöyle dursun, onun gücü hakkında şüphe eden kimse i-mansız olur.

Yine onlar, "Allah senin geçmişve gelecek günahlarınıaffet-mek için..."ayetini işittiklerinde, bu ifadeyi Peygamberimizin

(s.a.a), tıpkıbizden biri gibi, fıkhî meselelere konu olmaya daya-nak oluşturan Allah'ın emirlerinden veya yasaklarından birine ay-kırıdavrandığıve Allah'ın onu affettiği şeklinde anlarlar.

Bu kimseler "Sana apaçık bir fetih verdik." (Fetih, 1) şeklindeki

ayetle bu ayet arasında bağlantıkurmaya yönelik bir düşünce

zahmetine bile katlanmazlar. Oysa eğer böyle bir düşünce çabası-na girişselerdi, burada sözü edilen günahla bu günaha bağlıaf, bi-zim için söz konusu olan günah ve bizim günahlarımız ile ilgili af

gibi olsaydı, bu af ile Mekke'nin fethi arasında sebep-sonuç bağ-lantısıkurmanın anlamsız olacağınıaçıkça görürlerdi. Ayrıca "Sa-na yönelik nimetini tamama erdirmesi, seni doğru yola iletmesi

ve Allah'ın seni güçlü bir şekilde desteklemesi için..." (Fetih, 3)

şeklindeki ayeti bu ayete atfetmenin anlamsız olacağınıfark eder-lerdi.

Yine bu kimseler Âdem, Nuh, İbrahim, Lut, Yakup, Yusuf, Da-vud, Süleyman, Eyyub ve Muhammed (Allah'ın selâmıhepsine ol-sun) peygamberler ile ilgili kıssalarda anlatılan ve bu peygamber-lerin ayak sürçmeleri olduklarınısandıklarıolaylarıiçeren ayetleri

işittiklerinde, hemen bu peygamberlere dil uzatırlar, onlara karşı

edepsizlik yapmak-tan çekinmezler. Oysa yönelttikleri suçlamala-ra asıl kendileri müste-haktırlar ve edepsizlik gibi de bir ayıp yok-tur.

Bu kimselerin nasipsizlikleri ve çarpık görüşlülükleri, o kadar

ileri gitmelerine yol açtıki, âlemlerin Rabbi olan Rablerini tahrif

edilmişTevrat'ın ve İncillerin tanımladığıRabbe dönüştürdüler. Bu

tahrif edilmişkitaplarda tanımlanan Rab, somutlaşmışbir gizli

güçtür ki, zorbaca arzularınıve öfkelerini tatmin etmekten başka

bir şey düşünmeyen bir diktatör ülkesini nasıl yönetiyorsa, varlık

mekanizmasınıöyle yönetiyor. Böylece Rablerinin yüceliğini bil-

512 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

mekten uzak kaldılar.

Arkasından peygamberlerin yücelikleri hakkında da yanıldılar.

Onların erişilmez ruhî derecelerini ve gerçek yüce makamlarını

göz ardıettiler. Böylece o kutsal ve tertemiz ruhlar, onların çarpık

bakışaçılarıile, insanlık şerefi adına sadece kuru bir isim taşıyan

alçak ve şirret nefislere benzediler. Öyle ki, biri falâncayıöldürü-yor, öbürü filâncanın ırzına göz dikiyor ve bu yolla malına el koy-maya çalışıyor.

1Oysa bu kimseler bu cahilliklerine rağmen böyle-sine şaibeli kimselerin dünya işlerini idare etmelerine, bir gün bile

evlerinin ve ailelerinin sorumluluğunu üstlenmelerine razıolmaz-lar.

Böyleyken nasıl oluyor da bu ağır ayıpların yüce Allah'a isnat

edilmesine razıolabiliyorlar? O alîm ve hakîm olan Allah ki, pey-gamberlerini kullarına, artık söyleyecekleri bir sözleri, ileri süre-cekleri hiçbir bahaneleri kalmasın diye gönderdi. Peki, eğer bir

peygamberin küfretmesi, facir olması, insanlarımüşrikliğe ve

putperestliğe çağırması, sonra da bunlardan sıyrılıp yaptıklarını

şeytanın üzerine atmasıcaiz görülürse bir kâfire, bir fasıka nasıl

susturucu bir delil sunulmuşolabilir?!

Bu kimselere Allah'ın peygamberlere bağışladığımasumiyet

hakkında, onlara sunulan yüce dereceler ve erişilmez ruhî üstün-lükler hakkında bazıörnekler sayıldığızaman, bu örnekleri Allah'a

ortak koşmak ve kullara aşırısıfatlar yakıştırmak şeklinde değer-lendirerek hemen, "De ki, ben sadece sizin gibi bir insanım."

(Kehf, 110)ayetini okumaya koyulurlar.

Onların peygamberlerin üstünlüklerini reddetmeleri bir bakı-ma isabetlidir. Çünkü onların yüce Allah ile ilgili tasavvurlarıve O'-na yakıştırdıklarızatî ve fiilî sıfatlar peygamberlere izafe ettikleri

makamlardan daha düşüktür, derece ve değer bakımından daha

aşağıdadır. İslâm'ın ve Müslümanların karşılaştıklarıbütün bu

musibetler Ehlikitab'ın, özellikle Yahudilerin rivayetler üzerindeki

çarpıtmalarının ve yanıltma çabalarının sonucudur.

Onlar bu desiseleri ile İslâm inancınıçığrından çıkardılar. Al-1- Bunların Davud, Süleyman, İbrahim Lut ve diğer peygamberler hakkın-daki rivayetlerine göz atanlar bu tür örneklerle karşılaşırlar.

Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 513

lah'ın hiçbir benzerinin olmadığıilkesini şöyle çarpıttılar: O zorba

bir insan gibidir. İnsanlar yaptıklarından sorumlu iken O kendini

özgür ve yaptıklarından sorumsuz görür. Sonuçların sebepleri iz-lemeleri, öncüllerin sonuçlarıdoğurmaları, maddî ve manevî varlık

özelliklerinin etkilerini ortaya koymaları, bütün bunlar tesadüfidir,

gerçek bir ilişkiye dayanmazlar.

Yüce Allah Hz. Muhammed (s.a.a) ile peygamber gönderme

geleneğini sona erdirdi. Yalnız Musa Peygamber ile konuştu. İsa

Peygamberi ruh ile destekledi. Bütün bu özel tasarruflar bu pey-gamberlerin nefislerinin özelliğinden kaynaklanmıyor. Sadece Al-lah, onlara özellik tanımayıdiledi diye bunlar oldu. Musa Peygam-berin elindeki asâyla bir kayaya vurup oradan suyun fışkırması

mucizesi, tıpkıbizden birinin elindeki değnekle bir kayaya vurması

gibidir. Sadece Allah o kayaya vurma ile su fışkırttığıhâlde, bu ka-yaya vurma ile su fışkırtmıyor. Musa Peygamberin ölülere "Allah'ın

izni ile ayağa kalkın" demesi, bizden birinin mezarlıkta "Allah'ın

izni ile ayağa kalkın" diye seslenmesi gibidir. Yalnız Allah ötekileri

dirilttiği hâlde berikileri diriltmiyor. Bu durum diğer mucizelerde

de böyledir!

Bütün bunlarda tekvinî düzen toplumda yasa koyma düzeni ile

karşılaştırılıp onunla bir tutuluyor. Oysa yasal düzenin dayanağı

yasa koymaya, uzlaşmaya ve sözleşmeye dayanır. Bu da toplu-mun çerçevesini ve insan yığınlarının dünyasınıaşmaz.

Eğer o tefsirciler ve kelâmcılar biraz kafalarınıçalıştırsalardı

ve günahın ilâhî emirlere ve yasaklara karşıgelmek şeklindeki bi-linen anlamıile ilgili ayetleri etraflıbir şekilde inceleselerdi, bili-nen affın üzerinde olan başka bir af türünün farkına varırlardı.

Çünkü yüce Allah, Kur'ân'ın değişik yerlerinde buyuruyor ki,

onun "muhlesîn, yani ihlâslıkılınmışlar, seçilmişler" diye adlandır-dığı, günah işlemeleri söz konusu olmayan masum kullarıvardır.

Şeytan bu kullardan ümidini kesmiştir. Buna göre onların -bilinen

anlamda- günahlarıolmadığıiçin bu tür günahlarla ilgili affa ihti-yaçlarıyoktur. Kur'ân'da İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf ve Musa

Peygamberlerin bu seçilmişkullardan olduklarıaçıkça bildiriliyor.

Meselâ İbrahim, İshak ve Yakup peygamberler hakkında,"Biz on-larısadece ahiret yurdunu düşünen, gönülden bağlıkullar olarak

seçtik." (Sâd, 46)buyruluyor. Yusuf Peygamber de, "O bizim seçkin

514 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

kılınmışkullarımızdandır." (Yûsuf, 24)diye tanıtılıyor. Musa Pey-gamber hakkında da "O seçilmişbir kuldu." (Meryem, 51)

buyruluyor. Öte yandan bu peygamberlerin Allah'tan af diledikleri

naklediliyor. Meselâ İbrahim Peygamber,"Rab-bimiz beni ve ana-babamıaffet." (İbrahîm, 41)diye dua ederken Musa Peygamber,

"Rabbim, beni ve kardeşimi affet, bizi rahmetinin kapsamına al."

(A'râf, 151)diyor. Eğer af, sadece bilinen anlamdaki günahlarla iliş-kili olsaydı, bu peygamberlerin dua etmeleri yersiz olurdu.

Evet, biri çıkıp şöyle diyebilir: Bu peygamberler hiçbir günahla-rıolmadığıhâlde Allah'a karşıalçak gönüllü bir tavır takınarak

kendilerini günahkâr sayıyorlar. Fakat bu itirazıyapan kimse, bu

peygamberlerin bu görüşlerinde yanılmadıklarının, bu sözleri bo-şuna söylemediklerinin bilincine varmasıgerekir. Buna göre o

seçkin kullarıda kapsayan affın doğru bir anlamıvardır ve mesele

ciddîdir.

Üstelik İbrahim Peygamberin (a.s), "Rabbimiz, beni, ana-babamıve bütün müminleri hesaba durulduğu gün affet." şeklin-deki duasında bütün müminlerin affıiçin de dua ediliyor ki, onla-rın arasında Allah'ın muhles ve seçkin kullarıda vardır. Nuh Pey-gamberin, "Rabbim, beni, ana-babamı, evime mümin olarak gi-renler ile kadın erkek bütün müminleri affeyle." şeklindeki duası

da ifadenin mutlak olmasısebebi ile seçkin kullarıda kapsamak-tadır. Oysa affedilmeye muhtaç olmayan günahıolmayanlar için

af dilemek anlamsız olur.

Bütün bunlar şu gerçeğe dikkatimizi çekiyor: Affa bağlantılı

günahlar için bilinen anlamdaki günahlar dışında kalan günahlar

olduğu gibi affın da bilinen anlamdaki affın dışında kalan türleri

vardır. Kur'ân'da İbrahim Peygamberin, "Hesaplaşma günü gü-nahlarımıaffedeceğini umduğum O'dur." (Şuarâ, 82)dediği nakle-diliyor. Herhâlde bu sebeple Allah, Kur'ân'ın bazıayetlerinde rah-metten veya cennet an-lamına gelen ahiret rahmetinden söz etti-ğinde daha önce aftan söz ediyor. Şu ayetlerde olduğu gibi:

"Rabbim, affet ve merhamet eyle." (Mü'-minûn, 118) "Bizi affet, bize

merhamet eyle." (Bakara, 286)Âdem Peygamber ile eşinin şöyle

dedikleri naklediliyor: "Eğer bizi affetmez, bize merhamet etmez-sen..." (A'râf, 23)Nuh Peygamberin şu sözleri naklediliyor: "Beni

affetmez, bana merhamet etmezsen..." (Hûd, 47)

Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 515

Yaptığımız açıklamalardan çıkan sonuç şudur: Günahın arka

arkaya sıralanmışhalkalar oluşturan değişik aşamalarıolduğu gi-bi, affın günahın bu aşamalarına paralel çeşitli aşamalarıvardır.

Affın her aşamasıona paralel olan günahla bağlantılıdır. Her gü-nah, her suç mutlaka bir ilâhî emir veya yasakla bağlantılıdeğildir

ki, sıradan insanların basit anlayışlarıonu bilsin ve kavrasın. Tıpkı

bunun gibi her af da bu tür bir günahla bağlantılıdeğildir.

Yaptığımız bu genel incelemeye göre ortaya çıkıyor ki, günah-ların ve affın dört aşamasıvardır ve bu aşamalar şunlardır:

1-Mevlevî emir ve yasaklarla bağlantılıgünahlar. Bunlar fer'î

veya aslî bir şeriat hükmüne aykırıdavranmaktan kaynaklanır.

Daha genel bir deyişle bu günahlar dinî veya dinî olmayan her-hangi bir kanun maddesine aykırıdavranmaktan doğan günah-lardır. Bu günahlar kendileri ile aynıhizada olan bir afla bağlantı-lıdırlar.

2-Aklî ve ahlâkî hükümlerle bağlantılıgünah ile bu günah türü

ile bağlantılıolan af.

3-Edep hükümleri ile bağlantılısuç ve günah ile bu tür günah-larla bağlantılıolan af. Bu tür suçlar edep kurallarınıgözeterek

yaşayanlar için söz konusudur. Bu iki kısım, sıradan halkın anlayı-şına göre günah ve af sayılmayabilir. Belki de böyleleri bu kelime-lerin sözünü ettiğimiz anlamlarda kullanılmalarınımecazî kulla-nım olarak kabul ederler. Oysa bu günah ve af türleri, mecazî an-lamda günahlar ve aflar değildirler. Çünkü bunlara ait gerçek so-nuçlar vardır.

4-Sevginin hükmettiği suç ve günah ile bununla bağlantılıo-lan af. Nefret ortamında da buna benzer bir suç ve afla karşılaşı-rız. Suçun ve affın bu türünü sıradan anlayışbu kısımlardan

saymaz. Bu konudaki yanılgı, bir hüküm hatasından

kaynaklanmıyor. Bunun sebebi, böylesine sıradan kimselerin bu

tür bir suçu ve onunla bağlantılıaffıkavramakta ve anlamını

seçmekte yetersiz kalmalarıdır.

Bu kısa görüşlülerden biri şöyle diyebilir: Bu suç ve günah an-layışıaşıkların, kara sevdalıların ve satlıcan hastalığına yakala-nanların bir vehmi veya şairlere mahsus bir hayaldir; aklî bir ger-çeğe dayanmaz. Böyle diyen kimse şu gerçeğin farkında değildir.

516 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

Bu tasavvurlar sosyal hayat yolunda birer vehim ve hayal olmala-rına rağmen aynızamanda kulluk yolunda Allah sevgisi ile bağlan-tılıgerçekler olurlar. Bu Allah sevgisi gerçeği, kalbi eritir, gönlü

coşturur, insanda Rabbinden başkasınıdüşünecek bir şuur,

Rabbinin istediğinden başkasınıisteyecek bir irade bırakmaz.

Böyle bir coşkuya kapılan kimse açıkça görür ki, en hafif bir

şekilde nefsine veya nefsinin arzularına yönelmesi büyük bir gü-nah ve kalbi üzerinde ancak Allah'ın affetmesi ile kalkabilecek ka-lın bir perdedir. Nitekim şu ayette yüce Allah günahı, kalbin Allah-'a tam olarak yönelmesini engelleyen bir perde saymaktadır: "Ha-yır, onların yaptıklarıkötülükler kalplerinin üzerinde pas oldu.

Hayır, onlar o gün Rablerinden perdelenmişlerdir." (Mutaffifîn, 15)

Bunlar, içinde gerçeklerle oyun oynanmayan, ciddî bir incele-menin verdiği sonuçlardır. Kulluklarında Allah sevgisi yolunda iler-leyen Allah dostlarıöyle ince günahlar ve öyle latif aflar görürler

ki, genel incelemelerin onlara ermesi söz konusu bile değildir.



Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   45




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin