Mit dünden bugüne gizli dünyanin bilinmeyenleri tuncay özkan



Yüklə 3,49 Mb.
səhifə34/53
tarix22.12.2017
ölçüsü3,49 Mb.
#35622
növüYazı
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   53


1994 yıllarında Kuzey Irak'a karşı girişilen operasyonlarda askeri

istihbaratı getiren değerli elemanları da bulunmaktadır. Bu konuda MİT

içinde çokça tartışılan ve üzüntüye yolaçan ölüm olayı 19 Ocak 1994 günü

Erbil'de PKK ile destekçisi kürt grupların, batılı servislerin de yardımı

ile öldürdükleri Cenan Kocahakimoğlu'nun kidir. MİT'i yasa boğan öldürme

olayı, Kocahakimoğlu'nun arabasına çarpraz ateş açılması sonucu

gerçekleşmiş ve olayla ilgili ilk bilgiyi de 20 Ocak'da Kürdistan

Demokratik Partisinin Ankara temsilcisi Sefin Dizayi vermiştir. Dizayi

yerel saat ile 19.30 da gerçekleşen olayda Türkiye'den yapılan insani

yardımın koordinasyonu ile görevli olan Can Cemal adlı kişinin öldüğünü

duyurmuştur.

Ancak Türk gazetecilerin insani yardımdan sorumlu olan Kızılay'a

yaptıkları başvurada aldıkları yanıt daha ilginçtir. Kızılay yetkilileri

kendi elemanları arasında Can Cemal adında bir kişinin bulunmadığını

açıklamışlardır. Hatta Kızılay Genel Başkanı Kemal Demir, Genel Müdürleri

Ünal Somun'un bölgedeki ekiple konuştuğunu ve böyle bir olaydan haberdar

olmadıklarını dile getirir. Ancak aynı yetkililer ertesi gün ağız

değiştirip kendi personellerine ateş açıldığını ve bir kayıpları olduğunu

açıkladılar. MİT ile Kızılay koordinasyonu yetersiz kalmıştır.

Kızılay'da, MİT'de bu operasyonda ne kadar koordinasyonsuz ve tedbirsiz

olduklarını gözler önüne sermiştir. Bu işten en büyük yarayı Kızılay

almıştır. Daha sonra ortaya çıkan başka olaylar nedeniyle Kızılay bir

istihbarat yan kuruluşu gibi görülmüştür. Uluslararası ilişkilerinde bağlı

bulunduğu kuruluşlar içinde çok zor durumda kalmıştır.

Kocahakimoğlu'nun cenazesi Maltepe camiinden kaldırılır. Bütün MİT

neredeyse oradadır. Ancak ne bir kamera ne de bir gazeteci vardır. O

sırada haberi bize duyuran kişiyse telefonda " bakın bu ülke için ölen

insanlar nasıl sessiz ve adsız defnediliyorlar" demiştir. Gazeteci dostum

Zeki Saral ile birlikte Maltepe camiine gittiğimizde gördüğümüz manzaranın

bize söylenenden farksız olduğunu gördük. Cenaze ortadaydı. Yeterince

kalabalık vardı. Çelenkler boldu. Kucaklarda dolaşan iki küçük çocuk ve

gözyaşlarına boğulan bir genç kadın dışında acının derinliğiyle sarsılan

bir çok insan gözden kaçmıyordu. Ama soğuk, adsız ve bilinmeyen bir adamdı

tabutun içindeki MİT görevlisi.

Herkes MİT'i Kuzey Irakta ne yapıyor diye eleştirirken, MİT, görevi

başında ölen bir elemanını halkından gizlemektedir. Gerekçe bölgedeki

operasyonlardır. Ama o operasyonlar konusunda koordinasyonsuzluktan dolayı

yeterince bilgi basına sızmıştır. Bölgedeki batılı servisler , Kürt

grupları, Türk güvenlik birimleri herkes olayı bilmektedir. Bilmesi

istenmeyen Türk halkıdır. Cenazenin kalktığı gün. Sefin Dizayi ise olayla

ilgili yorumunda şunları söylemiştir:

DÜNYANIN BİLDİĞİNİ TÜRKİYE BİLMESİN DİYE OYNANAN OYUNA AD: KIZILAYCILIK

"Dışişleri Bakanlığına bilgi verdik. katillerin bulunması için her türlü

önlem alındı ve Türk görevlilerin etrafındaki güvenlik arttırıldı.

Saldırıyı gerçekleştirenler PKK olabilir. Çünkü öldürülen bir Türk

vatandaşı.Öte yandan Irak ajanları da Türk görevlilerin gözünü korkutmak

ya da provakasyon amacıyla bu cinayeti işlemiş olabilirler. Irak ajanları

daha önce yabancı yardım kuruluşlarının görevlilerine karşı buna benzer

eylemlerde bulundular."

Dizayi'nin neyi bilip neyi bilmediğini sizin yorumunuza bırakıyoruz.Tabii

bu haberi okuyanlarda orada ne olduğunu hiç anlamadılar. MİT büyük bir

gizlilikle operasyonunu tamamlamış oldu! Ama bu olayların sonuncusu

olmamıştır. Aynı olay daha sonra da yaşanır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin 1995 Mart'ında 35 bin kişilik bir kuvvetle

girip denetimi altına aldığı Kuzey Irak'da 7 çobanın kulakları kesik ve

ölü olarak bulunması, bunun ardından çobanların askerlerce öldürülmeden

önce gözaltına alındığının iddia edilmesi üzerine yine MİT elemanları

öldürülür. Yine Kızılay mensubu kimliği kullanan ve çobanlarla ilgili

cenaze töreni ile olayları gözleyen Orhan Bulut, Yaşar Mutlu ve Mithat

Okan göstericilerle girdikleri çatışma sonrasında feci şekilde

öldürülürler. Cenazelerinde yine herkes vardır, çelenkler boldur ama

onların adı ve işi yoktur. Arkadaşlarının kimliğinin gizli kalmasına isyan

mıdır, yoksa beceriksizlikten mi bilinmez , ama bu cenaze töreninde

fotoğraf çekenleri MİT elemanları durdurur, güvenliği onlar sağlar. Ama

ölenler için hala Kızılaycı kimliği kullanılmaya devam eder.

Aslında gizli servis açısından bu olay duygusal ve gerçeklikten uzak

değerlendirmelerle geçiştirilmektedir. Objektif değerlendirmeler

yapılamamaktadır. Bir istihbaratçı için en önemli şeyin hayatta kalmak

olması gerekmektedir. Oysa buradaki bir istihbarat elemanı ile iki

korumanın ölümü bölgedeki faaliyetlerin artık istihbarat özelliklerinden

çok askeri veya poliseye özellikler gösterdiğini ortaya çıkarmaktadır.

Olay günü bölgede çekim yapan ve Diyarbakır'da yerleşik olan yabancı

televizyon ekipleri ile onların kullandığı Türk kameramanlar çobanların

ölülerini, halkın öfkesini kaydetmişlerdir. Türk kameramanlar olay

yerinden dönerken Kızılay araçlarında gördükleri MİT elemanlarına

bölgedeki havayı yansıtmış ve tehlikeye dikkat çekmişlerdir. Buna rağmen

bu üç görevli kalabalığın üzerine gitmiş, tepki ile karşılaşınca da

kızgın , öfkeli yöre halkıyla tartışmaya başlamışlardır. Küfürler savuran

kalabalığa karşı alttan almak, bölgeyi terketmek , durumu idare etmek,

olayı yatıştırmak yerine karşı çıkan bu üç görevli kimilerine göre

kahraman olarak nitelendirilebilirler. Belki cesaretleri gözönüne

alındığında bu yorum doğru olabilir. Ancak hiç bir istihbaratçının

yapmaması gereken bir hata yapılmıştır. Halkla karşı karşıya gelinmiştir.

Öfkeli ve silahlı kalabalığa silahla karşılık verilmiştir. Kalabalık ile

girişilen çatışmada üç görevli ölürken, kalabalık içinden de 6 kişi

ölmüştür.

Olay skandal boyutlarda yansımıştır . Burada istihbaratçının görevi

tartışmaya açılmak zorundadır. Bölgede görev yapan MİT elemanlarının

istihbarat tecrübeleri, kendilerinden ne isteneceği ve ilişkide

bulundukları gruplar çok önem kazanmaktadır.

Bölgenin gerçeklerinden , yaşam tarzından, insan pisikolojisinden habersiz

olan ve istihbarata değil sanki savaşa gidercesine bölgeye korumaları ve

silahlarıyla sevkedilen elemanların bilgi ve belge getirmeleri elbetteki

mümkün değildir. İstihbaratçı önce hayatta kalmayı başaran adamdır. En

kötü istihbarat olmayan istihbarattır ve ölülerin bilgi vermesi mümkün

değildir. Buradaki hata bölgeye deneyimli ve iyi eğitim görmemiş

elemanların sevkedilmesinden kaynaklanmıştır. Bölgede uzun süre tutulan ve

özellikle asker ile özel timler arasındaki çekişmeye açık tutulan

istihbarat elemanları sonuçta bilgi toplamak yerine cezalandırmak veya

açık savaşa girmek gibi hatalara düşmektedirler. MİT içindeki anlamsız ve

çoğu zaman hatalarla donatılan gizlilik perdesi, yanlışların

eleştirilmesini ve ortaya ders alınacak sonuçların çıkmasını

engellemektedir. MİT özeleştiri mekanizmaları çok ağır ve sıkça işlemeyen

bir örgüt görüntüsü vermektedir.

GAZETE PATRONLARINA MİT MEKTUBU

MİT bu olayların basına yansımasından duyduğu rahatsızlığı, güçlü halkla

ilişkiler yöntemleriyle kendi lehine çevirebilecekken garip içerikli

cenaze törenleriyle olayın büyümesine yolaçmıştır. Cenazeler MİT'indir,

herşeye MİT sahip çıkar, ama Kızılay senaryosu oynanır. Roller kötü

biçilmiştir. Bu kötü oyunu izleyen ve rahatsızlığını dile getiren basın

için MİT'in aldığı iki önlem vardır. Birincisi cenazede istenmeyen

fotoğrafları çeken gazetecilere polisin yaptığı gibi dayak atılıp,

korkutarak ellerindeki filmler alınır. İkincisi de gazete patronlarına

klasik " Bu vatan için yalnızca biz çabalamayacağız, siz de yardım edin.

Son olaylar sırasında yapılanları uygun bulmadık" içerikli sitem

mektupları gönderilir. Mektupların altında Müsteşar Sönmez Köksal'ın

imzası vardır.

Bütün bu olaylar yaşanırken acaba Türk Dışişleri Bakanlığı olayların

neresindedir? Aslında istihbarat faaliyetlerinde en az MİT kadar etkin

olması gereken, özellikle dış istihbarat alanında stratejik bilgi

toplanmasında MİT'ten daha ilerde bulunması gereken Dışişleri Bakanlığı

ne yazık ki, 1980 sonrasının yeni yapılanmasında şişkin kadroları ile ,

ayrıcalıklı ve aristokrat yapısıyla Ankara'daki Balgat semtinin

kenarında kurulu çirkin beton yapısında, işlevsiz durmaktadır. İyi

çalışabilse, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki parlak günlerinde olduğu gibi

Türkiye'ye çok büyük katkıları olacak bakanlık ne yazıkki hantal bir

görüntü içindedir. Üstelik Dışişleri Bakanlığının içinde bir de İstihbarat

Dairesi ve kadrosu bulunmaktadır.

DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI DÖKÜLÜRKEN

Örneğin Türkiye, Almanya başta olmak üzere Dünya'da, Güneydoğu'da yaşanan

olaylar nedeniyle köşeye sıkıştırılırken sadece şu an Dışişleri Bakanlığı

Müsteşarlığı koltuğunda oturan dönemin Almanya Büyükelçisi Onur Öymen

girişimlerde bulunmuştur. Diğer yetkililer ise suskundur. Öymen, önce

ülkesindeki sorunla ilgili olarak gazete haberlerinin bilgilendirmesinin

ötesine geçerek, ilgili valileri aramış ve kaynaktan bilgi toplamıştır.

Örneğin sorunların en önemlisinin yaşandığı Tunceli ile ilgili olarak

valiyi arayarak bilgi isteyen tek büyükelçisi Öymen'dir.

Dışişleri sorunu sadece bununla kalmamaktadır. Olayların ilk temaslarında

etkin olan bakanlık sonradan yokolmakta ne analiz, ne de politika

üretiminde inisiyatif kullanabilmektedir. Oysa Türkiye siyasetinde en

etkin konumda bulunma cesareti ve gücü Dışişleri Bakanlığı ve

elemanlarının elinde bulunmaktadır. Turgut Özal'lı siyaset yıllarının

getirdiği sorunları 1995 yılında bile üzerinden atamayan teşkilat ne

yazıkki istihbarat konusunda etkin değildir. Karar alma ve analiz

konusunda da Dışişlerinin eksiklikleri çok büyüktür. İstihbarat birimi de

başarısız kalmıştır.

İşte buna ilk kez burada okuyacağınız ve insanda şaşkınlık yaratacak

denli büyük bir örnek.

TUTANAKLARDAN İLK TALABANİ VE TÜRKİYE GÖRÜŞMESİ: NAKLEN

Tarih 26 Haziran 1992. Yer Ankara, Balgat. Dışişleri Bakanlığı ana binası.

Kürdistan Yurtsever Birliği (KYB)'nin Lideri Celal Talabani binadadır.25

Haziran 1992 tarihinde Ankara'ya gelmiştir ve 26 Haziran 1992 tarihinde

bakanlık koridorlarını aşarak girdiği toplantı salonunda İstihbarat

Araştırma Dairesi Başkanı Büyükelçi Cenk Duatepe ve diğer üst düzey

dışişleri mensupları Burhan Ant , Türkekul Kurttekin ile bir toplantı

halindedir. Talabani'ye Ankara'daki İrtibat Görevlisi Sarchill Kazzaz da

eşlik etmektedir. Gelin isterseniz tutanaklardan konuşmaları şöyle bir

gözden geçirelim:

"Talabani: Viyana'da düzenlenen Irak muhalif gruplarının toplantısı

başarıyla sonuçlandı. Toplantıda çesitli muhalif gruplardan oluşan

heyetlerin temaslarda bulunmak için bazı ülkeleri ziyaret etmeleri

kararlaştırıldı. İlk ziyaret edilecek ülkenin Türkiye olmasında ısrar

ettik ve bu isteğimizi size ilettik. Ziyaretimin nedenlerinden biri de bu

konudaki cevabınızı öğrenmek.

Kurttekin : Devlet erkanının halen Ankara dışında bulunduğunu

biliyorsunuz. Biz Viyana'daki Büyükelçiliğimizin heyetle görüşmesini

öngördük. Ancak anladığımız kadarıyla grup Londra'ya geçmiç. Dolayısıyla

görüşme Londra Büyükelçiliğimizle yapılabilir.

Talabanini; Heyet Londra'da delil, üyeleri Kahire, Riyad gibi bulundukları

ülke başkentlerine döndüler. Önemli bir adını olarak gördüğümüz bu

girişim için heyetin gidilen ülkede üst düzeyde kabul edilmesini

istiyoruz. Oysa sizin bu cevabınız önerimizin reddi gibi bir mahiyet

arzediyor.

Kurttekin", Talebinizi üst makamlarımıza ilettik. Pratik olacağı

gerekçesiyle belirttiğim usulün izlenebileceği talimatını aldık. Ancak

grup dağılmış ise, üyeleri bulundukları ülkedeki Türk Büyükelçiliği ile

görüşebilirler.

TALABANİ AÇIKLIYOR: PKK İRAN VE ERMENİSTAN'I ÜS YAPTI

Talabani; Esasen biz ziyaret edilecek ilk ülke olarak Türkiye'ye

önerdiğimizde birçoğu buna karçı çıktı. Sizin bu tavrınız bu çevrelerin

işini kolaylaştırıyor. Heyetin ABD'de Baker ve Kongre üyeleri ile

görüşmesi öngörülüyor. Belki de Başkan Bush'un da kabulü söz konusu

olabilir. İngiltere'de Major ve Hurd kabul edecek. Türkiye'de de üst

düzeyde bir kabul beklerdik. Ben bu cevabınızı önerimizin reddi şeklinde

kabul ediyorurn. Heyete, ziyaretlerine Arap ülkelerinden baskalarını

telkin edeceğim.

Kurttekin; Pek tabii, ziyaretlerine istedikleri yerden başlayabililer.Biz

de bu ifadelerinizi üstlerimize aksettiririz.

Talabani: Ziyaretimin birinci nedeni bu durumu size aktarıp, cevabınızı

öğrenmekti. İkincisi ise, PKK ile ilgili bazı yeni gelişmeler konusundaki

fikirlerimi sunmak olacak. PKK şu anda İran ve Ermenistan'ı üs olarak

kullanıyor. Öte yandan bu örgütün Suriye tarafından dışlanmış olduğu

konusunda tereddütlerim var. Suriye'liler oyunlarının bir parçası olarak

belki simdilik bu rolü oynuyorlar, ancak PKK'nın bu ülkeden çıktığına

inanmak güç. Bir diğer izlenimleri de PKK'nın Türkiye'deki etkisinin

giderek kaybolmasıdır. Buna Abdullah Öcalan'ın deliliklerin de büyük

katkıda bulunduğunu söylemeliyim. Kürtler Abdullah Öcalan'ın davalarına

zarar verdiğini kabul etmeye başladılar. Bu hem sizin, hem de bizim için

çok olumlu bir gelişme. Bundan bir yıl evvel Mehdi Zana ile görüşürken

kendisi bana Abdullah Öcalan'ı desteklememiz gerektiğini kararlı bir

ifadeyle söyledi. Ben de kendisine "Şam'a gidip Öcalan'la bir görüş,

döndüğünde aynı fikirdeysen bundan böyle senin her sözünü dinlerim" dedim.

Gitmiş görüşmüş, döndükten sonra kendisini gördüğümde "haklıymışsın" dedi.

" ÖCALAN'I SERBEST BIRAKSANIZ KÜRTLER ONDAN KURTULMANIN ÇARESİNİ ARAR"

Diyeceğim o ki, Öcalan'ı Türkiye'de serbest bıraksanız Kürtler ondan bir

an evvel kurtulmanın çaresini ararlar.PKK'ya yaklaşım konusunda aramızda

bir fark var. Ben siyasetçiyim, bir Devleti de temsil etmiyorum. Benim PKK

ile kavgam siyasi düzeyde olur. Ben PKK'yı Kürt milletinin gözünde afişe

etmek için caniliğini, barbarlığını, Kürt rnilletine verdiği zararı,

Saddam'la yaptığı işbirliğini herkese açıklayan siyasi bir kampanya

sürdürürüm, ama onunla savaşamam. Sizi de anlayışla karşılıyorum. Siz bir

Devletsiniz ve 'PKKya karşı yumuşak davranamazsınız. Ama silahla da

herşeyin halledileceğine inanmak zordur. İngiltere gibi tüm imkânları olan

bir ülke 1RA'yla başedemiyor. Kanaatimce İçişleri Bakanınızın teslim olan

PKK'lı militanların hoşgörüyle karşılanacağı yolundaki açıklaması çok

olumlu bir tutum. PKK'yı tecrit etmek istiyorsak daha siyasi davranmak

gerektiğini ve onların silahını ellerinden almak gerektiğini düşünüyorum.

Ben PKK'ya daha farklı yaklaşabiliyorum, çünkü ben Kürdüm ve onların

anlayabileceği. lisanı ve üslupla düşünüyorum. HEP'lilerle burada yaptığım

görüşmelerde hata yaptıklarını söylüyorum. Önceleri bana inanmıyorlardı.

Şimdi ise ne kadar haklı olduğumu teslim ediyorlar. Onlara SHP'den

ayrılmalarının hata olduğunu söyledim. Simdi bana hak veriyorlar. Zaten

bizde Türkmenler tarafından söylenen bir atasözü vardır. "Bir Kürdün

beyninin ancak olaydan sonra çalıştığı" tasvir ediliyor. Diğer taraftan

PKK nın işlediğii cinayetlere ilişkin olarak hazırlanan kasetler de çok

faydalı, bunların televizyonlardan yayınlanması halkı etkiliyor. Siz Kuzey

Irak'ta bunu yapıyoruz ve netice alıyoruz.

TALABANİ: " BELKİ BAĞIMSIZ BİR DEVLET KURARIZ"

Duatepe: Yeri gelmişken söyleyeyim. Talebiniz üzerine PTT ve TRT

Teknisyenlerinden oluşan bir ekibi Kuzey Irak'a gönderdik. Ancak

adıgeçenler Kuzey Irak'ta bizim anladığımız tarzda bir televizyon yayın

şebekesi bulunmadığını, kısıtlı ve bölgesel yayın kapasitesi olan 3 verici

bulunduğunu TV yayın şebekesinin tam anlamıyla kurulmasının ise büyük bir

proje hazırlanması, bunun da yüklü bir bütçeyle desteklenmesi gerektiğini

bildirdiler. Bu görevliler ayrıca, kendililerine yakın ilgi gösterilmediği

gibi, tecrit dahi edildiklerini bildirdiler.

Talabani: Kuzey Irak'ta 4 istasyon ve her biri 1S kw gücünde: 4 vericimiz

var. Bunlar Kerkük'teki Irak vericisinden daha güçlü ve 200 km2'lik bir

alana yayın yapabiliyor. Bizim sorunumuz bunlardan 3'ünün devre dışı

bulunması. Bunların yedek parçalarının karşılanmasını istiyoruz. Büyük

projeye gerek yok. Bu yedek parçaların bedelini de ödemeye hazırız. Etu

teknisyenlere ilgi gösterilmediği, tecrit edildikleri iddiasına gelince,

ben kendilerine evimde yemek verdim. Gittikleri her yerde de yakın ilgi

gördüklerini söyleyebilrim.

Kurttekin: Benim dikkatinizi çekmek istediğim bir husus Avrupa'daki

gazetecilere verdiğiniz demeçlerle ilgili. Bu demeçleriniz belki de basın

organlarınca tam yansıtılmıyor ve tutumunuzda dalgalanmalar olduğu

izlenimi yaratıyor. Örneğin İtalyan "La Republica" gazetesine verdiğiniz

demeçten (Roma Büyükelçiliğinin 740 sayılı açık teli) Irak'ta sadece

Kürtler ve Arapların yaşadıkları gibi bir netice ortaya çıkıyor. Yine bu

demecinizde yarın bir gün Kürdistan'ın bağımsızlığına kavuşabileceğini

söylüyorsunuz. (Sayın Kurttekin daha sonra makalenin metnini okumuştur.)

Talabani: Bu makalede yeralan herşeyi söyledim ve bugün bana aynı sorular

sorulsa aynı şeyi söylerdim. Herşeyden önce benim Irak'ta sadece Kürt ve

Arapların yasadığı gibi fikir öne sürmem imkansız. Ben Türkmenlerin talebi

üzerine onların da sözcülüğünü yapıyorum" Bunu Türkmenlere sorabilirsiniz.

Kürdistan'ın bağımsızlığı konusuna gelince; cümleyi tam okursanız benim

"Eğer bir gün Araplar birleşirse Kürdistan bu ülkenin bir parçası

olmayacaktır" dediğimi göreceksiniz. Biz Irak'ın bölünmesini istemiyoruz

ayrıca gerçekten de yarın bir gün Araplar birleşirse, Kürtler Arapların

bir kolonisi olmayacaktır. Belki Türkiye'yle birleşmeye karar verir, belki

bağımsız bir devlet kurarız, ama artık hiçbir zaman Arap sultasında

yaşamak istemiyoruz. Samimi olarak ifade edeyim ki, şimdi Irak'ın

bölünmesi için en müsait vakit" Buna rağmen biz Irak'ın bütünlüğünün

korunmasına taraftarız. Eğer bölünmeyi isteseydik çoktan harekete

geçerdik. Bizim tavrımız çok açık. Bu bakımdan makalede yazılarının


Yüklə 3,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   53




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin