|
|
səhifə | 34/53 | tarix | 22.12.2017 | ölçüsü | 3,49 Mb. | | #35622 | növü | Yazı |
|
1994 yıllarında Kuzey Irak'a karşı girişilen operasyonlarda askeri
istihbaratı getiren değerli elemanları da bulunmaktadır. Bu konuda MİT
içinde çokça tartışılan ve üzüntüye yolaçan ölüm olayı 19 Ocak 1994 günü
Erbil'de PKK ile destekçisi kürt grupların, batılı servislerin de yardımı
ile öldürdükleri Cenan Kocahakimoğlu'nun kidir. MİT'i yasa boğan öldürme
olayı, Kocahakimoğlu'nun arabasına çarpraz ateş açılması sonucu
gerçekleşmiş ve olayla ilgili ilk bilgiyi de 20 Ocak'da Kürdistan
Demokratik Partisinin Ankara temsilcisi Sefin Dizayi vermiştir. Dizayi
yerel saat ile 19.30 da gerçekleşen olayda Türkiye'den yapılan insani
yardımın koordinasyonu ile görevli olan Can Cemal adlı kişinin öldüğünü
duyurmuştur.
Ancak Türk gazetecilerin insani yardımdan sorumlu olan Kızılay'a
yaptıkları başvurada aldıkları yanıt daha ilginçtir. Kızılay yetkilileri
kendi elemanları arasında Can Cemal adında bir kişinin bulunmadığını
açıklamışlardır. Hatta Kızılay Genel Başkanı Kemal Demir, Genel Müdürleri
Ünal Somun'un bölgedeki ekiple konuştuğunu ve böyle bir olaydan haberdar
olmadıklarını dile getirir. Ancak aynı yetkililer ertesi gün ağız
değiştirip kendi personellerine ateş açıldığını ve bir kayıpları olduğunu
açıkladılar. MİT ile Kızılay koordinasyonu yetersiz kalmıştır.
Kızılay'da, MİT'de bu operasyonda ne kadar koordinasyonsuz ve tedbirsiz
olduklarını gözler önüne sermiştir. Bu işten en büyük yarayı Kızılay
almıştır. Daha sonra ortaya çıkan başka olaylar nedeniyle Kızılay bir
istihbarat yan kuruluşu gibi görülmüştür. Uluslararası ilişkilerinde bağlı
bulunduğu kuruluşlar içinde çok zor durumda kalmıştır.
Kocahakimoğlu'nun cenazesi Maltepe camiinden kaldırılır. Bütün MİT
neredeyse oradadır. Ancak ne bir kamera ne de bir gazeteci vardır. O
sırada haberi bize duyuran kişiyse telefonda " bakın bu ülke için ölen
insanlar nasıl sessiz ve adsız defnediliyorlar" demiştir. Gazeteci dostum
Zeki Saral ile birlikte Maltepe camiine gittiğimizde gördüğümüz manzaranın
bize söylenenden farksız olduğunu gördük. Cenaze ortadaydı. Yeterince
kalabalık vardı. Çelenkler boldu. Kucaklarda dolaşan iki küçük çocuk ve
gözyaşlarına boğulan bir genç kadın dışında acının derinliğiyle sarsılan
bir çok insan gözden kaçmıyordu. Ama soğuk, adsız ve bilinmeyen bir adamdı
tabutun içindeki MİT görevlisi.
Herkes MİT'i Kuzey Irakta ne yapıyor diye eleştirirken, MİT, görevi
başında ölen bir elemanını halkından gizlemektedir. Gerekçe bölgedeki
operasyonlardır. Ama o operasyonlar konusunda koordinasyonsuzluktan dolayı
yeterince bilgi basına sızmıştır. Bölgedeki batılı servisler , Kürt
grupları, Türk güvenlik birimleri herkes olayı bilmektedir. Bilmesi
istenmeyen Türk halkıdır. Cenazenin kalktığı gün. Sefin Dizayi ise olayla
ilgili yorumunda şunları söylemiştir:
DÜNYANIN BİLDİĞİNİ TÜRKİYE BİLMESİN DİYE OYNANAN OYUNA AD: KIZILAYCILIK
"Dışişleri Bakanlığına bilgi verdik. katillerin bulunması için her türlü
önlem alındı ve Türk görevlilerin etrafındaki güvenlik arttırıldı.
Saldırıyı gerçekleştirenler PKK olabilir. Çünkü öldürülen bir Türk
vatandaşı.Öte yandan Irak ajanları da Türk görevlilerin gözünü korkutmak
ya da provakasyon amacıyla bu cinayeti işlemiş olabilirler. Irak ajanları
daha önce yabancı yardım kuruluşlarının görevlilerine karşı buna benzer
eylemlerde bulundular."
Dizayi'nin neyi bilip neyi bilmediğini sizin yorumunuza bırakıyoruz.Tabii
bu haberi okuyanlarda orada ne olduğunu hiç anlamadılar. MİT büyük bir
gizlilikle operasyonunu tamamlamış oldu! Ama bu olayların sonuncusu
olmamıştır. Aynı olay daha sonra da yaşanır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin 1995 Mart'ında 35 bin kişilik bir kuvvetle
girip denetimi altına aldığı Kuzey Irak'da 7 çobanın kulakları kesik ve
ölü olarak bulunması, bunun ardından çobanların askerlerce öldürülmeden
önce gözaltına alındığının iddia edilmesi üzerine yine MİT elemanları
öldürülür. Yine Kızılay mensubu kimliği kullanan ve çobanlarla ilgili
cenaze töreni ile olayları gözleyen Orhan Bulut, Yaşar Mutlu ve Mithat
Okan göstericilerle girdikleri çatışma sonrasında feci şekilde
öldürülürler. Cenazelerinde yine herkes vardır, çelenkler boldur ama
onların adı ve işi yoktur. Arkadaşlarının kimliğinin gizli kalmasına isyan
mıdır, yoksa beceriksizlikten mi bilinmez , ama bu cenaze töreninde
fotoğraf çekenleri MİT elemanları durdurur, güvenliği onlar sağlar. Ama
ölenler için hala Kızılaycı kimliği kullanılmaya devam eder.
Aslında gizli servis açısından bu olay duygusal ve gerçeklikten uzak
değerlendirmelerle geçiştirilmektedir. Objektif değerlendirmeler
yapılamamaktadır. Bir istihbaratçı için en önemli şeyin hayatta kalmak
olması gerekmektedir. Oysa buradaki bir istihbarat elemanı ile iki
korumanın ölümü bölgedeki faaliyetlerin artık istihbarat özelliklerinden
çok askeri veya poliseye özellikler gösterdiğini ortaya çıkarmaktadır.
Olay günü bölgede çekim yapan ve Diyarbakır'da yerleşik olan yabancı
televizyon ekipleri ile onların kullandığı Türk kameramanlar çobanların
ölülerini, halkın öfkesini kaydetmişlerdir. Türk kameramanlar olay
yerinden dönerken Kızılay araçlarında gördükleri MİT elemanlarına
bölgedeki havayı yansıtmış ve tehlikeye dikkat çekmişlerdir. Buna rağmen
bu üç görevli kalabalığın üzerine gitmiş, tepki ile karşılaşınca da
kızgın , öfkeli yöre halkıyla tartışmaya başlamışlardır. Küfürler savuran
kalabalığa karşı alttan almak, bölgeyi terketmek , durumu idare etmek,
olayı yatıştırmak yerine karşı çıkan bu üç görevli kimilerine göre
kahraman olarak nitelendirilebilirler. Belki cesaretleri gözönüne
alındığında bu yorum doğru olabilir. Ancak hiç bir istihbaratçının
yapmaması gereken bir hata yapılmıştır. Halkla karşı karşıya gelinmiştir.
Öfkeli ve silahlı kalabalığa silahla karşılık verilmiştir. Kalabalık ile
girişilen çatışmada üç görevli ölürken, kalabalık içinden de 6 kişi
ölmüştür.
Olay skandal boyutlarda yansımıştır . Burada istihbaratçının görevi
tartışmaya açılmak zorundadır. Bölgede görev yapan MİT elemanlarının
istihbarat tecrübeleri, kendilerinden ne isteneceği ve ilişkide
bulundukları gruplar çok önem kazanmaktadır.
Bölgenin gerçeklerinden , yaşam tarzından, insan pisikolojisinden habersiz
olan ve istihbarata değil sanki savaşa gidercesine bölgeye korumaları ve
silahlarıyla sevkedilen elemanların bilgi ve belge getirmeleri elbetteki
mümkün değildir. İstihbaratçı önce hayatta kalmayı başaran adamdır. En
kötü istihbarat olmayan istihbarattır ve ölülerin bilgi vermesi mümkün
değildir. Buradaki hata bölgeye deneyimli ve iyi eğitim görmemiş
elemanların sevkedilmesinden kaynaklanmıştır. Bölgede uzun süre tutulan ve
özellikle asker ile özel timler arasındaki çekişmeye açık tutulan
istihbarat elemanları sonuçta bilgi toplamak yerine cezalandırmak veya
açık savaşa girmek gibi hatalara düşmektedirler. MİT içindeki anlamsız ve
çoğu zaman hatalarla donatılan gizlilik perdesi, yanlışların
eleştirilmesini ve ortaya ders alınacak sonuçların çıkmasını
engellemektedir. MİT özeleştiri mekanizmaları çok ağır ve sıkça işlemeyen
bir örgüt görüntüsü vermektedir.
GAZETE PATRONLARINA MİT MEKTUBU
MİT bu olayların basına yansımasından duyduğu rahatsızlığı, güçlü halkla
ilişkiler yöntemleriyle kendi lehine çevirebilecekken garip içerikli
cenaze törenleriyle olayın büyümesine yolaçmıştır. Cenazeler MİT'indir,
herşeye MİT sahip çıkar, ama Kızılay senaryosu oynanır. Roller kötü
biçilmiştir. Bu kötü oyunu izleyen ve rahatsızlığını dile getiren basın
için MİT'in aldığı iki önlem vardır. Birincisi cenazede istenmeyen
fotoğrafları çeken gazetecilere polisin yaptığı gibi dayak atılıp,
korkutarak ellerindeki filmler alınır. İkincisi de gazete patronlarına
klasik " Bu vatan için yalnızca biz çabalamayacağız, siz de yardım edin.
Son olaylar sırasında yapılanları uygun bulmadık" içerikli sitem
mektupları gönderilir. Mektupların altında Müsteşar Sönmez Köksal'ın
imzası vardır.
Bütün bu olaylar yaşanırken acaba Türk Dışişleri Bakanlığı olayların
neresindedir? Aslında istihbarat faaliyetlerinde en az MİT kadar etkin
olması gereken, özellikle dış istihbarat alanında stratejik bilgi
toplanmasında MİT'ten daha ilerde bulunması gereken Dışişleri Bakanlığı
ne yazık ki, 1980 sonrasının yeni yapılanmasında şişkin kadroları ile ,
ayrıcalıklı ve aristokrat yapısıyla Ankara'daki Balgat semtinin
kenarında kurulu çirkin beton yapısında, işlevsiz durmaktadır. İyi
çalışabilse, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki parlak günlerinde olduğu gibi
Türkiye'ye çok büyük katkıları olacak bakanlık ne yazıkki hantal bir
görüntü içindedir. Üstelik Dışişleri Bakanlığının içinde bir de İstihbarat
Dairesi ve kadrosu bulunmaktadır.
DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI DÖKÜLÜRKEN
Örneğin Türkiye, Almanya başta olmak üzere Dünya'da, Güneydoğu'da yaşanan
olaylar nedeniyle köşeye sıkıştırılırken sadece şu an Dışişleri Bakanlığı
Müsteşarlığı koltuğunda oturan dönemin Almanya Büyükelçisi Onur Öymen
girişimlerde bulunmuştur. Diğer yetkililer ise suskundur. Öymen, önce
ülkesindeki sorunla ilgili olarak gazete haberlerinin bilgilendirmesinin
ötesine geçerek, ilgili valileri aramış ve kaynaktan bilgi toplamıştır.
Örneğin sorunların en önemlisinin yaşandığı Tunceli ile ilgili olarak
valiyi arayarak bilgi isteyen tek büyükelçisi Öymen'dir.
Dışişleri sorunu sadece bununla kalmamaktadır. Olayların ilk temaslarında
etkin olan bakanlık sonradan yokolmakta ne analiz, ne de politika
üretiminde inisiyatif kullanabilmektedir. Oysa Türkiye siyasetinde en
etkin konumda bulunma cesareti ve gücü Dışişleri Bakanlığı ve
elemanlarının elinde bulunmaktadır. Turgut Özal'lı siyaset yıllarının
getirdiği sorunları 1995 yılında bile üzerinden atamayan teşkilat ne
yazıkki istihbarat konusunda etkin değildir. Karar alma ve analiz
konusunda da Dışişlerinin eksiklikleri çok büyüktür. İstihbarat birimi de
başarısız kalmıştır.
İşte buna ilk kez burada okuyacağınız ve insanda şaşkınlık yaratacak
denli büyük bir örnek.
TUTANAKLARDAN İLK TALABANİ VE TÜRKİYE GÖRÜŞMESİ: NAKLEN
Tarih 26 Haziran 1992. Yer Ankara, Balgat. Dışişleri Bakanlığı ana binası.
Kürdistan Yurtsever Birliği (KYB)'nin Lideri Celal Talabani binadadır.25
Haziran 1992 tarihinde Ankara'ya gelmiştir ve 26 Haziran 1992 tarihinde
bakanlık koridorlarını aşarak girdiği toplantı salonunda İstihbarat
Araştırma Dairesi Başkanı Büyükelçi Cenk Duatepe ve diğer üst düzey
dışişleri mensupları Burhan Ant , Türkekul Kurttekin ile bir toplantı
halindedir. Talabani'ye Ankara'daki İrtibat Görevlisi Sarchill Kazzaz da
eşlik etmektedir. Gelin isterseniz tutanaklardan konuşmaları şöyle bir
gözden geçirelim:
"Talabani: Viyana'da düzenlenen Irak muhalif gruplarının toplantısı
başarıyla sonuçlandı. Toplantıda çesitli muhalif gruplardan oluşan
heyetlerin temaslarda bulunmak için bazı ülkeleri ziyaret etmeleri
kararlaştırıldı. İlk ziyaret edilecek ülkenin Türkiye olmasında ısrar
ettik ve bu isteğimizi size ilettik. Ziyaretimin nedenlerinden biri de bu
konudaki cevabınızı öğrenmek.
Kurttekin : Devlet erkanının halen Ankara dışında bulunduğunu
biliyorsunuz. Biz Viyana'daki Büyükelçiliğimizin heyetle görüşmesini
öngördük. Ancak anladığımız kadarıyla grup Londra'ya geçmiç. Dolayısıyla
görüşme Londra Büyükelçiliğimizle yapılabilir.
Talabanini; Heyet Londra'da delil, üyeleri Kahire, Riyad gibi bulundukları
ülke başkentlerine döndüler. Önemli bir adını olarak gördüğümüz bu
girişim için heyetin gidilen ülkede üst düzeyde kabul edilmesini
istiyoruz. Oysa sizin bu cevabınız önerimizin reddi gibi bir mahiyet
arzediyor.
Kurttekin", Talebinizi üst makamlarımıza ilettik. Pratik olacağı
gerekçesiyle belirttiğim usulün izlenebileceği talimatını aldık. Ancak
grup dağılmış ise, üyeleri bulundukları ülkedeki Türk Büyükelçiliği ile
görüşebilirler.
TALABANİ AÇIKLIYOR: PKK İRAN VE ERMENİSTAN'I ÜS YAPTI
Talabani; Esasen biz ziyaret edilecek ilk ülke olarak Türkiye'ye
önerdiğimizde birçoğu buna karçı çıktı. Sizin bu tavrınız bu çevrelerin
işini kolaylaştırıyor. Heyetin ABD'de Baker ve Kongre üyeleri ile
görüşmesi öngörülüyor. Belki de Başkan Bush'un da kabulü söz konusu
olabilir. İngiltere'de Major ve Hurd kabul edecek. Türkiye'de de üst
düzeyde bir kabul beklerdik. Ben bu cevabınızı önerimizin reddi şeklinde
kabul ediyorurn. Heyete, ziyaretlerine Arap ülkelerinden baskalarını
telkin edeceğim.
Kurttekin; Pek tabii, ziyaretlerine istedikleri yerden başlayabililer.Biz
de bu ifadelerinizi üstlerimize aksettiririz.
Talabani: Ziyaretimin birinci nedeni bu durumu size aktarıp, cevabınızı
öğrenmekti. İkincisi ise, PKK ile ilgili bazı yeni gelişmeler konusundaki
fikirlerimi sunmak olacak. PKK şu anda İran ve Ermenistan'ı üs olarak
kullanıyor. Öte yandan bu örgütün Suriye tarafından dışlanmış olduğu
konusunda tereddütlerim var. Suriye'liler oyunlarının bir parçası olarak
belki simdilik bu rolü oynuyorlar, ancak PKK'nın bu ülkeden çıktığına
inanmak güç. Bir diğer izlenimleri de PKK'nın Türkiye'deki etkisinin
giderek kaybolmasıdır. Buna Abdullah Öcalan'ın deliliklerin de büyük
katkıda bulunduğunu söylemeliyim. Kürtler Abdullah Öcalan'ın davalarına
zarar verdiğini kabul etmeye başladılar. Bu hem sizin, hem de bizim için
çok olumlu bir gelişme. Bundan bir yıl evvel Mehdi Zana ile görüşürken
kendisi bana Abdullah Öcalan'ı desteklememiz gerektiğini kararlı bir
ifadeyle söyledi. Ben de kendisine "Şam'a gidip Öcalan'la bir görüş,
döndüğünde aynı fikirdeysen bundan böyle senin her sözünü dinlerim" dedim.
Gitmiş görüşmüş, döndükten sonra kendisini gördüğümde "haklıymışsın" dedi.
" ÖCALAN'I SERBEST BIRAKSANIZ KÜRTLER ONDAN KURTULMANIN ÇARESİNİ ARAR"
Diyeceğim o ki, Öcalan'ı Türkiye'de serbest bıraksanız Kürtler ondan bir
an evvel kurtulmanın çaresini ararlar.PKK'ya yaklaşım konusunda aramızda
bir fark var. Ben siyasetçiyim, bir Devleti de temsil etmiyorum. Benim PKK
ile kavgam siyasi düzeyde olur. Ben PKK'yı Kürt milletinin gözünde afişe
etmek için caniliğini, barbarlığını, Kürt rnilletine verdiği zararı,
Saddam'la yaptığı işbirliğini herkese açıklayan siyasi bir kampanya
sürdürürüm, ama onunla savaşamam. Sizi de anlayışla karşılıyorum. Siz bir
Devletsiniz ve 'PKKya karşı yumuşak davranamazsınız. Ama silahla da
herşeyin halledileceğine inanmak zordur. İngiltere gibi tüm imkânları olan
bir ülke 1RA'yla başedemiyor. Kanaatimce İçişleri Bakanınızın teslim olan
PKK'lı militanların hoşgörüyle karşılanacağı yolundaki açıklaması çok
olumlu bir tutum. PKK'yı tecrit etmek istiyorsak daha siyasi davranmak
gerektiğini ve onların silahını ellerinden almak gerektiğini düşünüyorum.
Ben PKK'ya daha farklı yaklaşabiliyorum, çünkü ben Kürdüm ve onların
anlayabileceği. lisanı ve üslupla düşünüyorum. HEP'lilerle burada yaptığım
görüşmelerde hata yaptıklarını söylüyorum. Önceleri bana inanmıyorlardı.
Şimdi ise ne kadar haklı olduğumu teslim ediyorlar. Onlara SHP'den
ayrılmalarının hata olduğunu söyledim. Simdi bana hak veriyorlar. Zaten
bizde Türkmenler tarafından söylenen bir atasözü vardır. "Bir Kürdün
beyninin ancak olaydan sonra çalıştığı" tasvir ediliyor. Diğer taraftan
PKK nın işlediğii cinayetlere ilişkin olarak hazırlanan kasetler de çok
faydalı, bunların televizyonlardan yayınlanması halkı etkiliyor. Siz Kuzey
Irak'ta bunu yapıyoruz ve netice alıyoruz.
TALABANİ: " BELKİ BAĞIMSIZ BİR DEVLET KURARIZ"
Duatepe: Yeri gelmişken söyleyeyim. Talebiniz üzerine PTT ve TRT
Teknisyenlerinden oluşan bir ekibi Kuzey Irak'a gönderdik. Ancak
adıgeçenler Kuzey Irak'ta bizim anladığımız tarzda bir televizyon yayın
şebekesi bulunmadığını, kısıtlı ve bölgesel yayın kapasitesi olan 3 verici
bulunduğunu TV yayın şebekesinin tam anlamıyla kurulmasının ise büyük bir
proje hazırlanması, bunun da yüklü bir bütçeyle desteklenmesi gerektiğini
bildirdiler. Bu görevliler ayrıca, kendililerine yakın ilgi gösterilmediği
gibi, tecrit dahi edildiklerini bildirdiler.
Talabani: Kuzey Irak'ta 4 istasyon ve her biri 1S kw gücünde: 4 vericimiz
var. Bunlar Kerkük'teki Irak vericisinden daha güçlü ve 200 km2'lik bir
alana yayın yapabiliyor. Bizim sorunumuz bunlardan 3'ünün devre dışı
bulunması. Bunların yedek parçalarının karşılanmasını istiyoruz. Büyük
projeye gerek yok. Bu yedek parçaların bedelini de ödemeye hazırız. Etu
teknisyenlere ilgi gösterilmediği, tecrit edildikleri iddiasına gelince,
ben kendilerine evimde yemek verdim. Gittikleri her yerde de yakın ilgi
gördüklerini söyleyebilrim.
Kurttekin: Benim dikkatinizi çekmek istediğim bir husus Avrupa'daki
gazetecilere verdiğiniz demeçlerle ilgili. Bu demeçleriniz belki de basın
organlarınca tam yansıtılmıyor ve tutumunuzda dalgalanmalar olduğu
izlenimi yaratıyor. Örneğin İtalyan "La Republica" gazetesine verdiğiniz
demeçten (Roma Büyükelçiliğinin 740 sayılı açık teli) Irak'ta sadece
Kürtler ve Arapların yaşadıkları gibi bir netice ortaya çıkıyor. Yine bu
demecinizde yarın bir gün Kürdistan'ın bağımsızlığına kavuşabileceğini
söylüyorsunuz. (Sayın Kurttekin daha sonra makalenin metnini okumuştur.)
Talabani: Bu makalede yeralan herşeyi söyledim ve bugün bana aynı sorular
sorulsa aynı şeyi söylerdim. Herşeyden önce benim Irak'ta sadece Kürt ve
Arapların yasadığı gibi fikir öne sürmem imkansız. Ben Türkmenlerin talebi
üzerine onların da sözcülüğünü yapıyorum" Bunu Türkmenlere sorabilirsiniz.
Kürdistan'ın bağımsızlığı konusuna gelince; cümleyi tam okursanız benim
"Eğer bir gün Araplar birleşirse Kürdistan bu ülkenin bir parçası
olmayacaktır" dediğimi göreceksiniz. Biz Irak'ın bölünmesini istemiyoruz
ayrıca gerçekten de yarın bir gün Araplar birleşirse, Kürtler Arapların
bir kolonisi olmayacaktır. Belki Türkiye'yle birleşmeye karar verir, belki
bağımsız bir devlet kurarız, ama artık hiçbir zaman Arap sultasında
yaşamak istemiyoruz. Samimi olarak ifade edeyim ki, şimdi Irak'ın
bölünmesi için en müsait vakit" Buna rağmen biz Irak'ın bütünlüğünün
korunmasına taraftarız. Eğer bölünmeyi isteseydik çoktan harekete
geçerdik. Bizim tavrımız çok açık. Bu bakımdan makalede yazılarının
Dostları ilə paylaş: |
|
|