2 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 2,59 Mb.
səhifə19/37
tarix07.01.2019
ölçüsü2,59 Mb.
#90806
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   37

  • Düşünce özgürlüğü ve ifadesi: İnsan haklarının omurgası olan düşünce özgürlüğü ve ifadesi demokratik bir toplumun vazgeçilmez insan hakkı olarak güvenceye kavuşturulmalıdır.

  • Herkesin müdahaleye maruz kalmaksızın görüş sahibi olma hakkının var olduğu anayasada yer almalıdır.

  • Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahip olacaktır. Bu hak, ülke sınırları dikkate alınmaksızın ister sözlü, yazılı ya da basılı ya da sanatsal formda olsun isterse de kişinin kendi seçtiği herhangi bir başka araçla olsun, her türlü bilginin ve fikirlerin araştırılması, edinilmesi ve yayılması, iletilmesi özgürlüğünü de içermelidir

  • Anayasada düşünce suçu yaratmaya yol açacak hükümlere yer verilmemelidir.

  • Anayasada yer alacak düşünce ve kanaat özgürlüğü ile düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, bu yaklaşım içinde ve istisnai kayıt ve kısıtlamalarla sınırlı olarak düzenlenmelidir.

  • Bu özgürlükler ancak, insan onuruna ve haklarına karşı saygısızlık, savaş propagandası ve şiddet eylemlerini kışkırtma, insanlığa karşı suçlar, ayrımcılık, düşmanlık ve ırkçı veya dinsel nefret duygularının kışkırtılması nedenleriyle sınırlanabilir. Anayasada her türlü savaş propagandasının kanunla yasaklanması gerektiği yer almalıdır. Anayasada ayrımcılığı, düşmanlığı yahut şiddeti kışkırtan herhangi bir ulusal, ırksal ya da dinsel nefret savunuculuğunun kanunla yasaklanacağı konusunda hüküm konulmalıdır.

  • "Basın hürdür, sansür edilemez" ilkesiyle basın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak tedbirleri almakla devleti görevli kılan düzenleme korunmalıdır. Basın özgürlüğü aleyhine kanun çıkarılamayacağı konusunda "Basın özgürdür, bu özgürlük aleyhine kanun yapılamaz" temel fikri benimsenerek düzenleme yapılmalıdır.

  • Çoğulculuk, tarafsız yayın ve nesnellik ilkeleri anayasada öngörülmeli; ancak bu konudaki düzenleyici esaslar kanuna bırakılmalıdır.

  • Yapılacak yasal düzenlemelerde, halkın doğru haber alması, gerçekleri öğrenme hakkı, farklı görüş ve düşüncelere özgürce ulaşması, kamuoyunun serbestçe oluşumunu sağlayıcı önlemlerin devletçe alınması, belirleyici ilkeler olarak anayasada yer almalıdır.

  • Süreli ve süreli olmayan yayın hakkının önceden izin almaksızın ve mali teminat yatırma şartına bağlanmaksızın kullanılması ilkesi anayasada yer almalıdır.

  • Bu hakkın kullanılmasını, haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, mali ve teknik koşullar ve kısıtlamalar konulamayacağı, basın araçlarının zapt ve müsadere edilemeyeceği, yasaklanamayacağı anayasada yer almalıdır.

  • Şimdi, kültürel haklar bölümü var. Bu kültürel haklar bölümü daha evvel anayasada yer almayan bir şey, bu bizim önerimiz, diğer kültür kurumlarından da gelmiştir umuyorum.

  • Kültürel haklar insan haklarının ayrılmaz parçasıdır. Kültürel çeşitliliğin tanınması ve korunması devletin temel görevidir.

  • Kültürel miras, kültürel çeşitliliği korumak ve kültürlerarası diyaloğu kolaylaştırmak için bir kaynak olarak görülmeli ve geliştirilmeli, gerekli kaynaklar ayrılmalıdır.

  • Devletin kültür hayatındaki rolü, düzenleyici ve altyapı hazırlayıcı olmalıdır.

  • Devlet, sanat ve kültür faaliyetlerinin üretiminde bir aktör ya da sunucu olarak yer almamalı, kültürün üretimi ile yaygın ve geniş dağıtımı için gerekli altyapıyı, olanakları, ülke çapında kültüre erişimi sağlayıcı düzenlemeleri yapmalıdır.

  • Kültür endüstrileri ve yaratıcı endüstriler istihdam yaratan, ekonomik kalkınmaya katkı sağlayan özellikleriyle kültür politikasında merkezî bir konuma getirilmelidir.

  • Anayasada kültürel haklar, kültürel çeşitlilik, eşitlik ve ayrımcılık karşıtlığı ilkeler benimsenerek ele alınmalıdır.

  • Cinsiyet, inanç, etnik kimlik ve tüm kültürel farklılıklar gözetilmeksizin tüm yurttaşların kültürel faaliyetlerin düzenlenmesine eşit bireyler olarak katılımı ve kültürün tüm yurttaşlar tarafından paylaşılabilmesi esas olduğu anayasada yer almalıdır.

  • Tüm dezavantajlı kesimlerin kültürel hayata erişimini sağlayacak düzenlemeleri yapmanın devletin görevi olduğu belirtilmelidir.

  • Her yurttaşın ana dilini öğrenme ve bu dilde kültürel faaliyette bulunma hakkı anayasayla korunmalıdır.

  • Eğitim ve öğrenim hakkı: Anayasada kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı ve eğitimin parasız olacağı yer almalıdır.

  • Uluslararası dillerde eğitimle ilgili uluslararası anlaşma hükümleri dikkate alınarak düzenleme yapılmalıdır.

  • Anayasada belirtilen tüm hak ve özgürlükleri teminat altına alıcı hükümler açık ve net olarak anayasada yer almalıdır.

  • Anayasanın diliyle de ilgili bir temennimiz var. Anayasa metni kısa tutulmalı, ayrıntılar yasalara bırakılmalıdır. Hiçbir kişiye dolaylı ya da doğrudan atıf yapılmamalıdır. Metnin dili güzel, üslubu edebi olmalıdır. Metinde yer alan ifadeler son derece net ve herkes tarafından kolaylıkla okunup anlaşılabilecek şekilde olmalıdır. Teknik ve özel terimler içeren "hukuk diline" mahkûm edilmemelidir. Bunu size sunmuştuk.

  • Şimdi, çıkış noktamız, tabii ki esas ana ekseni düşünce ve ifade özgürlüğü oluşturuyor, dikkatinizi çekmiştir. Şimdi, mevcut durumdaki yasalar, o yasalarla ilgili size de bir görüş de sunduk “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade ve Basın Özgürlüğü” diye. Şimdi, mevcut yasalarda bizim gördüğümüz sıkıntı anayasada verilen hakların bir kısmının yasalarda geri alınıyor olması. Temel çelişki de oradan gerçekleşiyor.

  • İkincisi de bizim Anayasa’mızın da üstünde olduğu kabul edilen uluslararası anlaşmaların, yine belki anayasada yansımasını bulabiliriz ama yasalarda maalesef bu karşılıkları bulamıyoruz diye bir düşüncemiz var. Bu yayınlama özgürlüğü, ifade özgürlüğüyle ilgili getirmeye çalıştığımız görüşler buradan yola çıkarak getirilen görüşler.

  • Bir de tabii, bu bizim tam iş kolumuz olan süreli ve süresiz yayın yani dergi, gazete ve kitaplarla ilgili bölümde de hatırlayacağınız gibi, Anayasa’mızda bol bol ancak var. Belki Anayasa’yı şöyle bile düzeltmek mümkün diye espri olarak da söyleyebiliriz. Ancaklı kısımları çıkarsanız ilk cümleler, ilk paragraflar kalsa belki son derece mükemmel bir anayasamız da olabilir bizim arzu ettiğimiz yönde.

  • Kültürel haklarda da benzer bir ifade özgürlüğüyle ilgili sorunda benzer bir durum var. Kültürel haklar Anayasa’da ifade edilmediği için, tanımlanmadığı için yasalarda sınırlayıcı birçok hüküm maalesef oradan çıkıyor diye düşünüyoruz. Yani onlar belki kısa ve özlü olarak ifade edilse uygulamada, yasalarda yaşanan sıkıntılar yaşanmayacak diye bir düşüncemiz var.

  • Şimdi, eğitim ve öğretim hakkının bizimle ilgisi de şudur: Bizim yayıncılık üretimimizin yaklaşık yüzde 50’si hatta 59’u ders kitabı, akademik yayınlar yani üniversiteye yönelik yayınlar ve yardımcı ders kitabı dediğimiz sözlük, atlas, diğer tip yayınlardan oluşuyor. Yani bizim üretimimizin çok büyük bölümünü eğitim yayıncılığı oluşturuyor. Şimdi, eğitim yayıncılığında yapılacak düzenlemeler de o anlamda bizi ilgilendiriyor, ona değindik.

  • Dediğim gibi, anayasanın diliyle ilgili olan kısımda da yurttaş olarak belki bu görüşümüz olarak takdir edersiniz, yasalar ne yazık ki Türkiye’de bir yasa dili var veya kanun dili diyelim, oradaki sözcüklere, kelimelere göre yapılıyor ama vatandaş sonuçta bunu anlayıp ona göre davranmak durumunda olduğuna göre çoğu kanunda söylenen sözleri anlayıp ona göre davranmak pek mümkün değil. Sonuçta da bizim üyelerimiz de işte, ticari faaliyette bulunan insanlar. Diyelim ki geçenlerde çok hızlı bir şekilde yasalaşan Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu gibi düzenlemeler bizi yüzde 100 ilgilendiriyor aynı şekilde Terörle Mücadele Yasası’nın veya Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgilendirdiği gibi. Dediğim gibi, biz görüş ve önerilerimizi bu çatı altında oluşturduk.

  • Benim söyleyeceklerim şimdilik bu kadar, bilmiyorum arkadaşların ekleyeceği bir şey var mı?

  • TÜRKİYE YAYINCILAR BİRLİĞİ TEMSİLCİSİ TUĞRUL PAŞAOĞLU – Ben Yayıncılar Birliği yöneticisi olmamın dışında aynı zamanda Yayıncılar Meslek Birliği Başkanıyım.

  • Dolayısıyla bu aramızdaki iş bölümünde biz fikrî mülkiyet haklarının korunması, işte, korsan diye tabir ettiğimiz telif haklarının ihlallerinin önlenmesi gibi şeyleri çalışıyoruz Yayıncılar Birliğiyle beraber. Bu noktada dünyadaki genel bir gelişme içinde bu fikrî mülkiyet bildiğiniz gibi çok büyük bir hızla aynı zamanda iktisadi değer hâline gelmeye başladı ve çok önemli bir yer almaya başladı dünya ekonomisinde de uluslararası ilişkilerde de. Fakat bunun genel kavramı yani Türkiye’deki mevzuattaki genel kavrayışı içinde bir maddi mülkiyet ile fikrî mülkiyet arasında yani fikrî mülkiyet böyle elle tutulur, gözle görülür olmadığı için orada bir şey var. Onun için bizim önerimiz, bu mülkiyet hakkındaki 35’inci maddeyi “Herkes maddi ve fikrî mülkiyet ve miras hakkına sahiptir.” diye düzeltilmesinin uygun olacağını düşünüyoruz çünkü Anayasa bu şekilde yol gösterici de olacaktır ilerideki kanun çalışmalarına ve düzenlemelere. Bildiğiniz gibi bu teknolojik gelişmeyle beraber de çok hızlı değişiyor bu alan yani izlemek bile çok güç oluyor, her gün yeni teknolojiler geliyor fikrî mülkiyet üzerinde. Yani dolayısıyla bunun bu şekilde girmesinin uygun olacağını düşünüyoruz.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Değerli arkadaşlar, çok teşekkür ediyoruz.

  • Yeni bir, farklı bir açılım, bir bakış açısı getirdiniz, sağ olun.

  • Arkadaşlarımızın soruları…

  • Buyurun.

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Çok teşekkür ederim değerli arkadaşlar.

  • Bir tek benim iki noktada açık olmadığını düşünüyorum ama bu son derece doğal çünkü Türkiye’de çok kişi bunu yapıyor.

  • Şimdi, “ancakları çıkartsak çok güzel anayasa olur.” dediniz, olmaz. Türkiye’de gene anlayamadığımız bir nokta bu. “Basın özgürdür, sansür edilemez.” Maddeye bak, daha ne yazılır, dünyanın ilk beş maddesi içinde ama uygulamaya baktığında Sınır Tanımayan Gazeteciler diyor ki: “Türkiye, işte, basında, 148’inci ülke.” Şimdi, burada bir çelişki var. Demek ki “Anayasada bir şey yazmayalım, kısacık yazalım, özgürdür diyelim.” demek bana göre yeterli değil. Biz dalgalı suda anayasa yapıyoruz. Dolayısıyla şurada güzel bir şey söylemişsiniz: “Anayasada belirtilen tüm hak ve özgürlükleri teminat altına alıcı hükümler açık ve net olarak Anayasa’da yer almalıdır.” demişsiniz. Peki, ne bunlar? İşte, bizim içinden çıkamadığımız nokta -içinden çıkamadığımız dediğim yani şu çıkabiliriz de- tartıştığımız nokta bu, ne? Benim kafamda bir şey var, herkesin kafasında bir şey var, vereceğiz ama toplumda açık olmayan nokta bu. Herkes şöyle söylüyor: “Kısa anayasa olsun.” Güzel, “Amaları, çıkartalım, ancakları.” Tamam, “Basın özgürdür, sansür edilemez.” Yeterli mi? Yeterli. Ee, neden 148’inciyiz?

  • Dolayısıyla bazı düzenlemelerin, dediğiniz gibi, teminat altına alıcı hükümleri yazmak lazım anayasaya. Canım, Amerika’da var mı, Fransa’da var mı? Orası Fransa, burası Türkiye. Dolayısıyla burada biraz daha -siz olabilirsiniz- net olmanın gerekli olduğunu düşünüyorum ben. Sadece bir öneri olarak söylüyorum bunu yani. Siz yapmazsanız kim yapacak? Mesela bir tane daha: Yeni anayasa toplumun çeşitlilik ve çoğulculuğuna saygılı bir uygulamayı mümkün kılmalıdır. Tartışmak için söylemiyorum yani ne gereği var, ne gereği yok diye değil. Biraz daha, nasıl peki, nasıl, ne yapmamız lazım bunun için? Herkes söylüyor. Hiç siz duydunuz mu, Kenan Evren bile öyle söylüyordu, “Harika anayasa yapıyoruz, demokratik anayasa.” diyor, hiç “Antidemokratik bir anayasa yapıyorum, mahvedeceğim sizi.” diyen duydunuz mu hayatınızda? Hiç duymadınız, ben de duymadım. Hitler bile “Harika şey yapıyoruz” diyordu. Peki, nasıl, nasıl koruyacağız? İşte, burada Türk toplumunda bir şey var, “Kısacık olsun abi, 7 madde yeter.” Ee? “Madde de kısacık olsun ama güvence altına alalım.” Nasıl oluyor? Anladınız mı?

  • O yüzden yayıncıların bence biraz daha… Harika yapmışsınız yani hiç şeyim yok, çok da güzel, neler değişmesi gerektiğini anlıyorum ama şunu hâlâ anlayamıyorum: Mesela, düşünce özgürlüğü, çok haklısınız, net yazmışsınız, yayın özgürlüğünü, basın özgürlüğünü biz nasıl güvence altına alabiliriz? Bunda biraz daha sizlerin bize şey getirmesi lazım, bizim kafamızda fikir olmadığı için değil ama bak, böyle söyledi, bravo. Mesela düşüncede net söylemişsin, şunun için sınırlansın, bir daha da sınırlanmasın demişsin net ama öbüründe yok. Anladınız mı? Kusura bakmayın yani şu manada söyledim, hâlâ bekliyorum, yerden göğe kadar katılıyorum.

  • TÜRKİYE YAYINCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI CELAL METİN ZEYNİOĞLU – Estağfurullah.

  • Ben niye ancaklar olmaması gerektiğini şöyle okuyorum şimdi, bakın, madde 28, ne diyor: “Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak için izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz.” Bu, zaten belki 20’lerden beri gelen bir şey. Sonra devam ediyor: “Basın hürriyetinin sınırlanmasında Anayasa’nın 26 ve 27’nci maddeleri hükümleri uygulanır.” Şimdi, ben size sonra gelen paragrafı soracağım, bu bir anayasada mı yer almalı, yasada mı yer almalı? Çünkü Basın Kanunu’nda var olduğunu düşünüyorum. “Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla basanlar, başkasına verenler bu suçlara ait kanun uyarınca sorumlu olur.” Tamam.

  • Şimdi, burada bizim getirdiğimiz tezdeki şeyimiz şu. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni biz imzalamışız. Zaten orada da bu sınırlamaların benzerleri var. Şimdi, o alınabilir ama devamını takdirinize sunuyorum. “Tedbir yoluyla dağıtım hâkim kararıyla, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı mercinin emriyle önlenebilir. Dağıtımı önleyen yetkili merci bu kararının en geç yirmi dört saat içinde yetkili hâkime bildirir. Yetkili hâkim bu kararı en geç kırk sekiz saat içinde onaylamazsa dağıtımı önleme kararı hükümsüz sayılır.” Şimdi, bunun Anayasa’da olması mı gerekiyor?

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır ama bu…

  • TÜRKİYE YAYINCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI CELAL METİN ZEYNİOĞLU – Bizim, işte ancaktan kastımız bunlar. Yani şimdi bu çünkü belki gelecekte iki saat içinde halledilebilir hâle de gelebilir ama Anayasa bunu hükmettiği için onu siz kanunla düzenleyemezsiniz, iki saat içinde halledilmez ya da hiç toplanmamasına yönelik bir eğilim olur -ki öyle bir eğilim oldu sonuç itibarıyla- Anayasa’da uzun uzun, ayrıntılı ayrıntılı bildirdiği için bunu yapma şeyi bir Anayasa değişikliği gerektirebilir. Bizim tezimizde getirdiğimiz şeyin altında yatan düşünce yapısı budur.

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır, şu var: Kesinlikle tedbir şeklindeki denetimin olmaması gerekir. Prensip olarak olmasın, suçu işlerse adamı atarsın içeri. Tedbir yoluyla denetim olmamalı diyoruz. Şimdi, Anayasa’ya yazmamak çözüm değil yasayla getirirse ne yapacaksın? Dolayısıyla Anayasa’da biz koymalıyız mesela lafın gelişi söylüyorum. Tedbir yoluyla denetim olmamalıdır, sansür yerine gelir demelisin. “Efendim, anlarlar.” Ya anlamazsak yarın biz iktidar olduk, başkası oldu, yasa yaptı. “Ben hiç düşünmemiştim bu yolu.” Böyle bir düşünmemek yok, anayasa yapıyorsan yüzyıllık anayasa bunu ortadan kaldıracak düzenlemelere yer vermelisin. Bizde ise şöyle bir şey var: “Yazma abi, kısacık olsun, yasayla düzenleyelim.” Yasayla ya bozarsan? Anayasa güvence getirir. İşte, o güvenceleri siz de yazmışsınız, o yüzden söyledim, “Güvence getirme, ne güzel.” dedim, peki, o güvenceleri biraz daha açın. Anladınız mı? Yani yayıncı olarak biraz daha açın. Bunun için demiyorum sakın yanlış anlamayın.

  • TÜRKİYE YAYINCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI CELAL METİN ZEYNİOĞLU – Estağfurullah.

  • Bizim, başta da söylemeye çalıştığım gibi bakış açımız bizim sektörümüzün sınırları içinde.

  • Şimdi, bunu da size getirmemin sebebi 1995’ten beri bu raporu biz hazırlıyoruz. Düşünce ve ifade özgürlüğü ödüllerini veriyoruz, raporunu hazırlıyoruz. Bunu niye yapıyoruz? Çünkü bizim yasalarımızda hapse girme sonucunu veren tedbirler var. Maalesef o tedbirlerin birçoğu da sözünü ettiğimiz uzun uzun ifade edilen Anayasa maddelerine bağlanıyor. Şimdi, Terörle Mücadele Yasası’nı tartışmadan veya değiştirmeden Anayasa’yı tartışmak ne kadar şey olur takdirinizde, ben hukukçu olmadığım için biraz şey konuşuyorum kusura bakmayın. 1995’ten itibaren bu raporları hazırlayan arkadaşımız şu anda hapiste, üç ayı geçti, Ragıp Zarakolu, neyle suçlandığını bilmiyor, ne zaman yargılanacağını bilmiyor. Ziyaretine gitmek istiyoruz gidemiyoruz. Yani şimdi böyle bir durumda biz bunu Uluslararası Yayıncılar Birliğine üye olmaya başvurduğumuzda sizinkine benzer bir toplantı yaptık, orada dediler ki: “Siz niye bu yayınlama özgürlüğüyle bu kadar çok ilgileniyorsunuz? Siz tüccar değil misiniz, esnaf?” “Evet, biz, tüccarız, esnafız ama şöyle bir durum var: Diyelim ki Ahmet Şık’ın kitabı daha yayınlanmadan toplatılıyorsa, o zaman biz bundan maddi zarar görüyoruz ve onlar 1870’lerde kurulmuş bir örgüt, Yayıncılar Birliği. 1995’ten sonra… Biz 2000’de üye olduk. 2000’den sonra kendi programlarında yayınlama özgürlüğünü koydular ve bir komite kurdular. O dönem bizi üyeliğe kabul eden genel sekreter de şunu dedi: “Bu bir ticari olaydır. Siz de yayıncılar da yazarlar da bundan maddi ve manevi zarar görüyorsunuz. Biz burada sizin arkanızdayız.” Şimdi, mesele, bizim bakış açımızdaki mesele o. Çünkü bizim üyelerimizin arasında siyasi görüş birliği veya vicdan, dinî görüş birliği filan yok. Herkes kendi görüşünü savunur, kendine göre yayın yapar. Bizim amacımız, onların önünün açılmasını sağlamaktır, yasal alanda olsun, ticari alanda olsun, diğer alanlarda daha çok kitap okunmasını sağlamaktır, onunla ilgili öneriler getirmektir.

  • Şimdi, bu mevcut ortamda söylediğim gibi, bizim raporlarımızı hazırlayan arkadaşımız, siyasi yönelimlerini biliyoruz. Hapisteyken yani nasıl konuşacağız, ben biraz da zorlanıyorum. O yüzden de size bu işte basın özgürlüğüyle ilgili bir değerli avukatın yaptığı çalışmayı getirdim.

  • Şimdi, yasalar maalesef her zaman ve her zaman yeni bir kısıtlama ve yasaklama şeyi üretebiliyor, hiç tahmin edemediğiniz yerlerden. Şimdi, geçen sene şöyle bir olay oldu, bunu yaşayarak öğrendik: Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda korsan yayını önlemek için bizim de kısmen desteklediğimiz bir bandrol uygulaması var. Kitapların üzerine bandrol yapıştırılıyor, onun üzerinden bu korsan yayını takip etmek amacıyla. İşte, arkadaşlar da emniyet genel müdürlüğüyle birlikte iyi bir çalışma yaparak takip yapıyorlar. Şimdi, bu yasa maddesi konulurken biz dedik ki: “Bu düşünce ve ifade özgürlüğü açısından Anayasa’ya aykırı bir hüküm getirir.” Niye? “Çünkü süreli ve süresiz yayınları yayınlamakta hiçbir mali veya idari işlem konulamaz.” diyorsunuz ama ne yapıyorsunuz? Ben kitap çıkarmak istediğim zaman gel diyorsunuz, Kültür Bakanlığına başvur, gerekli belgeleri ver. Bu yaklaşık on beş civarında şimdi. Ondan sonra kaydını yaptır yayıncı olarak. Anayasa yaptırmana gerek yok diyor ama Bakanlık yaptır diyor yasayla. Ondan sonra bu bandrolleri al, yapıştır, ancak o zaman satışa çıkartabilirsin ve hapis cezası öngörüyor.

  • Şimdi, uygulamada tabii ki hiçbir şekilde mesela bunu düşünseniz bu ticari bir olay. Bakanlık da bundan ırgalanmaz diye düşünürsünüz ama uygulamada… Ama geçen sene yasal yoldan, başka yasalar yoluyla engellenemeyen bir kitap bandrol verilmeyerek engellendi. Sonuçta, şimdi onun yayıncısı, burada ödül verdiğimiz arkadaş Bedri Adanır Diyarbakır’da hapiste, yıllardır bekliyor hapis cezasını. Niye oldu biliyor musunuz yargılamasının başlaması? Bandrolsüz kitap çıkarmak. Hâlbuki yasa o süreyi vermiş. O süre içinde devlet bandrolü vermezse siz kitabı yayınlarsınız, ondan sonra da devlet o problemini yasaya göre çözer diyor. Ama yargılamaya geldiğinde hâkim önüne alıyor Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nu “Sen buna aykırı davranmışsın.” Bütün bizim şeydeki yani bu anayasaya bakışındaki kurduğumuz fikri şey bu. Yani niye anayasa yasalara yansımıyor? Niye uluslararası anlaşmalar yasalara yansımıyor ya da uygulamada hâkimler bunu uygularken niye sadece yasaya bakıyorlar da uluslararası anlaşmalara, altını imzaladığımız anlaşmalara bakmıyorlar, onlara göre bir görüş oluşturmuyorlar? Nihayetinde ne oluyor? Adil yargılama olmuyor, yargılama uzuyor. Sonuçta insanlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidiyorlar. Yıllar süren bir periyot içinde bu sıkıntılar yaşanıyor. Bizim bütün geliştirmeye çalıştığımız, yayınlama özgürlüğü açısından geliştirmeye çalıştığımız şey budur.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Efendim, çok teşekkür ediyoruz.

  • Lütfedip geldiniz, dokümanları da verdiniz. Çalışmalarınız için teşekkür ediyoruz. Mutlaka bunlardan da biz yararlanacağız. Daha sonraki konuşmanızda da verdiğinizin metnin biraz daha açıklamasını yaptınız yani backround’unda, arkasında neler olduğunu söylediniz. Bu konuda benim söyleyeceğim pek fazla bir şey yok.

  • Ancak, bu anayasa kısa olmalı, uzun olmalı meselesinde, tabii ki onu biz de düşünüyoruz ama olay şu: Yani hukuk sosyolojisine göre bir ülkenin ihtiyaçları, tecrübeleri, kanunları birinci derecede etkiler. Yani oturup da Medeni Kanun gibi İsviçre’den tercüme etmemişseniz, Ceza Kanunu gibi daha evvel İtalya’dan almamışsanız, siz kendi bünyenizde kendi ihtiyaçlarınıza uygun bir kanun yapacaksınız, bazı maddeler, bazı konularda kazuistik dememeyim ama ayrıntılı bir düzenlemeye ihtiyaç olabilir. Bazı maddelerde de bakarsınız, ülkenizin uygulamaları, tecrübeleri çok detaylı bir maddeyi gerektirmiyorsa orası da bir ilke hâlinde geçer. Yani burada uzun anayasa, kısa anayasa meselesine kategorik olarak takılmamamız lazım yani kısa olsa gayet iyi olur ama ülkenin ihtiyaçları, bazı konularda anayasada bir üst hüküm olarak, bir düzenlemeye ihtiyaç gösteriyorsa orada da biraz daha ayrıntılı bir madde yazılması, o maddenin biraz uzun olmasının bence mahzuru da yok.

  • Ben çok teşekkür ediyorum.

  • MUSTAFA ÖZTOP (İstanbul) – Ben de teşekkür ediyorum.

  • Ben de birkaç şey söyleyeyim, uzun kısa konusunda. Burada tabii uzunluktan, kısalıktan kastedilen, anayasada olması gereken şeylerin anayasada olması, olmaması gerekenlerin de kanuna ve diğer mevzuata bırakılması. Olması gereken hükümler belki uzun da düzenlenebilir. Bu çerçevede, tabii bir de anayasanın bakışı, paradigması da önemli. Yani bir anayasa temel hak ve özgürlükleri ben verdim, bu anayasadaki temel hak ve özgürlükler diye söz ediyorsa temel hak ve özgürlüklerden sadece, o zaman düzenlemelerin tabii ayrıntılı olması gerekiyor. Ama bir anayasa… Temel hak ve özgürlükler anayasa öncesi bir meşruiyete sahiptir. Biz burada bir kısmını düzenliyoruz ama burada düzenlenmemiş olan temel hak ve özgürlükler de işte tabii hukuk bakımından, uluslararası sözleşmeler bakımından mevcuttur, bunları tanıyoruz diyorsa anayasa, o zaman çok ayrıntılı temel hak ve özgürlükleri düzenlemeye…

  • Çok teşekkür ederiz; ayaklarınıza sağlık, ağzınıza sağlık.

  • Kapanma Saati: 12.37



  • DÖRDÜNCÜ OTURUM

  • Açılma Saati: 13.45

  • -----0-----

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Oturumu açıyorum.

  • Türkiye Barolar Birliği adına Avukat Talay Şenol Başkan Yardımcısı; hoş geldiniz.

  • Biz görüşlerinizi alıyoruz. Görüşler üzerinde müzakere, tartışma yok, bunu yapmıyoruz. Bunun yerine, bazı açılması gereken noktaları anlamak için soru olarak sorabiliyoruz.

  • Bu kırk dakikalık sürenin mümkünse otuz dakikası sunum, on dakikası da bu şekilde bir soru-cevap mahiyetinde olursa memnun olurum.

  • Tabii, Barolar Birliğinin bu konuda en çok Türkiye’de en kapsamlı çalışmaları yapan kuruluşumuz, o bakımdan ayrı bir önemi var bizim açımızdan da.

  • Buyurun.

  • TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI AVUKAT TALAY ŞENOL – Teşekkür ederim.

  • Ben de hem zaman kısıtlaması bakımından hem de kişisel görüşlerimi değil de kurumsal görüşlerimi aktaracağım için ben biraz metne sadık kalarak konuşmak istiyorum.

  • Biliyorsunuz, artık bunu tekrar etmeye gerek yok, bu işin uzmanı da sizsiniz, yapanı da sizsiniz. Anayasacılık çalışmaları devletin iktidarın sınırlanması olarak başlamış ve Locke’da bir sınırlı devlet anlayışını gerçekleştirerek düzenlemeler yapılmış ve buna bağlı olarak da 1776 yılında kabul edilen ve dünyanın ilk anayasası olan Virginia, Maryland ve Pennsylvania anayasaları ve daha sonraki Amerikan Anayasası’nda da bu felsefe devam etmiş.

  • Anayasacılık düşüncesinin ve hareketinin gelişmesine etki ve katkı yapan bu düşünceleri temel alarak bir değerlendirme yaptığımızda, anayasacılığın esas anlam ve amacının "devletin temel örgütlenmesini düzenlemekten daha çok, birey hak ve özgürlüklerini güvence altına almak amacıyla siyasi iktidarı sınırlandırmak, bu suretle hem iktidarın ve hem de çoğunluğun hırslarını dizginlemek" olarak ifade edilebileceğine inanıyoruz.



  • Bu durumda, herhangi bir anayasanın, anayasacılığın temel felsefesine uygun olup olmadığının, anayasacılığın ilkeleri ile bağdaşıp bağdaşmadığının değerlendirilmesindeki temel ölçü bize göre o anayasanın, anayasacılığın temel referansı olan birey hak ve özgürlüklerini güvence altına alıp almadığı, bu amaçla siyasi iktidarı sınırlandırıp sınırlandırmadığı, çoğunluğun tiranlığını engelleyip engellemediği, azınlığın haklarını koruyup korumadığı, anayasanın devlet odaklı mı, yoksa insan, birey odaklı mı olduğu hususları dikkate alınmalıdır.

  • Bu referanslardan hareketle, yeni anayasanın tercihlerinin devletten yana değil, bireyden, yurttaştan yana, devleti korumaya odaklanmaktan daha çok, birey hak ve özgürlüklerini korumak ve güvence altına almaktan yana, yürütmeyi, hem yasama ve hem de yargı karşısında fazlası ile güçlendiren ve dolayısıyla otorite ile özgürlük ilişkisinde tercihini otorite lehine kullanmaktan daha çok özgürlükler lehine kullanmasının gerekeceğine inanıyoruz.

  • Anayasa, özü ve işlevi itibariyle hukuki almaktan daha çok siyasi alana ilişkin bir üst normdur. Bir yönüyle devlet örgütlenmesinin dayandığı temel ilkeleri gösterir. O nedenle, bir devletin veya bir toplumun ya da bir kuruluşun kendini kurma biçimine temel teşkil eden gerçeklik vizyonunu oluşturan değerlerin, ilkelerin, algıların, düşüncelerin toplamı olan paradigma her ne ise, o devletin anayasasının da o paradigma üzerine inşa edilmesi gerekir.

  • Dünyanın yazılı ilk anayasaları olarak yukarıda da ifade ettiğimiz Virginia, Maryland, Pennsylvania anayasaları ile onları izleyen Amerikan Anayasası dâhil olmak üzere hemen hemen tüm anayasalar, ait oldukları devletin kuruluş ilkesini ve felsefesini kendi içinde taşırlar. O nedenle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna temel oluşturan paradigmanın, siyasi tercih ve referansların -ki bunların içinde hiçbir ideolojik yönü olmayan, kendisine aklın ve bilimin üstünlüğü ile çağdaşlaşmayı hedef olarak alan Atatürk ilke ve devrimleri de vardır- yeni anayasada bunların yer alması gerekir.

  • 1982 Anayasası ile öngörülen model, kuvvetlerin işbirliği ilkesine, diğer bir deyişle yumuşak kuvvetler ayrılığına dayanan parlamenter hükümet sistemidir. Böyle bir model içinde, yetkisi bu kadar geniş olan, ama vatana hıyanet dışında cezai ve hukuki sorumluluğu bulunmayan bir cumhurbaşkanlığı modelinin bize göre olmaması gerekir. Esasen demokratik hukuk devletinde, yetki ve sorumluluk birbirinden soyutlanması olanaklı olmayan kavramlar olmakla, yetki verilen kişinin konumu, her ne olursa olsun sorumsuz olması kabul edilemez. O nedenle, 1982 Anayasasının öngördüğü model, klasik kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı olduğu gibi, esas olarak sorumlu ve temsili yönetim anlamına gelen parlamenter demokrasi anlayışına, dahası demokratik hukuk devleti ilkesine de aykırılık teşkil eder.

  • Öyle olduğu için bugün Türkiye'de, yasama ve sürütme erkleri, her ne kadar hukuken ve kurumsal olarak birbirlerinden bağımsız ve ayrı iseler de, uygulamada iç içe geçmiş durumdadırlar. Bu içli dışlı oluşa bağlı olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisine ait bulunan yasa yapma görevi, yasaları yürütmekle görevli yürütme erkinin görevi hâline gelmiş, iktidar partisinin Mecliste çoğunluğa sahip olması nedeniyle yasamanın, yürütme erkini denetleme araçları olan gensoru, meclis soruşturması gibi mekanizmaların işlemesi de son derece zorlaşmıştır.

  • Açıklanan bu nedenlerle, yeni anayasanın başkanlık veya yarı başkanlık sistemi üzerine değil, parlamenter sistem üzerine inşa edilmesi, Cumhurbaşkanının yetki ve görevlerinin bu modelin özüne uygun biçimde sembolik düzeye indirgenmesi, yasama, yürütme ve yargı organlarının kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun biçimde düzenlenmesi, yasama organının yürütme organını denetleme araçları ile denetleme mekanizmasının güçlendirilmesi gerekecektir.

  • Yeni anayasanın dilinin açık, anlaşılır, teknik deyimlerden olabildiğince arınmış, sadece anayasa uzmanları ve yüksek mahkeme yargıçları tarafından değil, sıradan vatandaşlarca da okunup anlaşılabilir içerikte ve yalınlıkta olması, gereksim duyulduğunda anayasal sistem içerisinde değiştirilmesine izin vermeyecek derecede katı olmaması gerekir.

  • Günümüzde devlet, kutsal bir varlık olarak değil, insani ve hukuki bir kurum yani bir hizmet organizasyonu olarak örgütlenir. Meşruiyetini, insan haklarından, halkın egemenliğinden alan bu devlet biçiminde şeffaflık ve sivillik esastır.

  • Yeni anayasanın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerleri olan ve biri diğerinden soyutlanması mümkün olmayan, aksine bir bütün oluşturan üniter, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerini benimseyen; insan haklarını korumayı temel hedef olarak gören ve bunu güvence altına alan, hakları kısıtlayan, kullanılmasını engelleyen değil, hakları çoğaltan ve kullanılmasının önündeki engelleri kaldıran ve demokrasi ve hukuk devleti konularında evrensel standartları yakalayan bir anayasa olması gerekir.

  • Burada entelektüel dürüstlük adına söylemek gerekir ki aslında bu ilkelerin pek çoğu 82 Anayasası’nda yer almaktadır. Özellikle 5’inci maddesi çok açık şekilde, devletin bir hizmet organizasyonu olarak ülkenin refahını, bireyin özgürlüklerini gerçekleştirmek göreviyle donatıldığını belirtmektedir. Ancak bunlar yeni anayasada daha belirgin bir şekilde vurgulanırsa, sanıyorum toplum bilincinde ve algılamasında önemli hizmetler yapar.

  • Bu söylediklerimize göre devletin şeklini, cumhuriyetin niteliklerini, devletin bütünlüğünü, bayrağının şeklini, resmi dilinin Türkçe, ulusal marşını İstiklal Marşı, başkentinin Ankara olduğunu düzenleyen ilk üç maddesinin aynen korunması gerekir düşüncesindeyiz. Gerek bu konuda gerekse temel hak ve özgürlükler, kişi özgürlükleri ve siyasal haklar, iktisadi, sosyal ve kültürel hak ve özgürlükler ile çevre, barış ve gelişme hakları konusunda Türkiye Barolar Birliğinin 2007 yılında hazırladığı –ki burada bir örneği duruyor ve hazırlanmasında da Sayın Batum’un da büyük emeği geçmiştir.- bu anayasa önerisinin 1 ve 86’nci madde hükümlerinin dikkate alınması gerektiğini belirtmek isteriz. Bu anayasa sanıyorum bütün milletvekillerine göndermiştik ama yeni baskısını yaptık, gerekirse yine siz sayın milletvekillerimize gönderebiliriz.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yeni baskıda değişiklik var mı?

  • TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI AVUKAT TALAY ŞENOL – Yeni baskıda değişiklik yok, aynı, tıpkı baskı yaptık.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Buraya gönderilirse faydalı olur.

  • TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI AVUKAT TALAY ŞENOL – Olur efendim, ben hemen talimat veririm, sizin komisyonunuza da bu yeni baskısı gönderilir.

  • Anayasalar, bağımsız otorite alanını tanımlayarak devlet organlarını yetkilendirme, toplum için değerler, idealler ve hedefler oluşturma, devletin işlerine denge, düzen ve öngörülebilirlik getirme, bireyi devletten koruma, diğer devletler ve o devletlerin halkları nezdinde devleti ve rejimi meşrulaştırma işlevi de görmektedirler.

  • Yine anayasalar, bilindiği üzere, siyasi kültürle uyumlu oldukları, onun tarafından desteklenip benimsendikleri, yöneticilerden saygı gördükleri, sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere, baskı gruplarının çıkarları ve savundukları değerlerle uyuştukları ve siyasi konulardaki değişikliklere uyarlanabilir esneklikte oldukları takdirde iş yapabilen siyasi ve hukuki metinlerdir.

  • Yeni anayasamızın veya yapılacak değişikliklerin… Yeni anayasa diyoruz ama sanıyorum biraz yanlış ifade, eski Anayasa’mızın bir revizyonu olacak herhâlde, yepyeni bir anayasa yapmayacağız. Bu değişikliklerin bu niteliklere ve özelliklere sahip hâle getirilmesi anayasanın yerinde olacaktır.

  • Diğer yandan demokrasi, hukuk devleti gerek sivil gerekse bireysel hak ve özgürlükler ile bunların omurgasını oluşturan laiklik, cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği en temel ilkelerden birisidir.

  • Laik değerler, sadece düzene, rejime ve sisteme ilişkin alanda biçimsel demokrasinin işlemesi ve hukuken şeklen var olması ile sınırlı olmayıp, toplumsal yaşamı bir arada tutan, toplumun demokrasi, hukuk ve özgürlükler temelinde bir arada ve barış içinde yaşaması ile varlığını sürdürmesini sağlayan en temel ilkedir.

  • Laiklik dini yok saymaz. Din ve inanç konusunda özgür tercih olan laiklik, devletin her türlü inanca ve hatta inanmayanlara karşı aynı mesafede durmasını, toplumsal yaşamın değişebilir özellikli siyaset, eğitim, kültür, aile, ekonomi, hukuk, görgü kuralları, kıyafet vb. gibi yönlerinin değişmez nitelikteki din kurallarından ayrılarak, yaşanan zamana, yaşamın ve toplumun değişen koşullarına, somut gerçeklerine ve gereksinmelerine uygun biçimde belirlenmesini öngörür.

  • Kamu düzeninin sağlıklı biçimde

  • kamu düzeninin sağlıklı biçimde işleyebilmesi, demokrasinin, hukuk devletinin, hak ve özgürlüklerin gerek ihyası gerekse korunması için insanlığın geliştirdiği en uygar ve barışçıl yöntem olan laiklik, dini devlete karşı koruyan, aynı şekilde devleti ve kamu düzeni ile yaşamını da dine karşı koruyan bir sistemdir. Onun için bunu ve yine gerek laikliğin gerekse temel ve tartışılmaz bir kabul olan devletin meşruiyeti ile egemenliğinin ancak ve ancak din dışındaki diğer meşruiyet ve egemenlik alanlarına taşınarak korunabileceğini hiç unutmamak gerekir.

  • Bütün bu nedenlerle, yeni anayasanın laiklik ilkesi, laikliğin korunması, devletin laik yapılanması konularında duyarlı olması gerekir. Bununla birlikte, mevcut Anayasa’nın 24’üncü maddesinde yer alan ve fakat laiklik ilkesiyle asla bağdaşmayan din eğitimi ve kültürünün, ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu dersler arasında din dersinin yer almasına ilişkin düzenlemeye yeni anayasada yer verilmemesi, bu hususun küçüklerin yasal temsilcilerinin tercihine bırakılması gerekir. Laiklik, dinin ve dinî kuruluşların devletten ayrı olmasını, devletin himayesinde veya vesayetinde hiçbir dinin kurumsallaştırılmamasını öngörmekle, devletin vesayetinde İslam dininin kurumsallaştırılması niteliğinde olan ve devlet tarafından finanse edilen ve yine İslam dininin bir mezhebinin tekelinde bulunan Diyanet İşleri Başkanlığına yeni anayasada yer verilmemesi ve din işlerinin doğrudan kişilerin özeline bırakılması gerekir.

  • 1961 Anayasası’na 1971 değişiklikleri ile birlikte giren ve daha sonra 82 Anayasası’nın 91’inci maddesine aktarılan kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı biçimde yasa yapma yetkisini yasama organından alarak, keyfîliğe ve otoriterliğe her zaman daha açık ve yasama ile yargıya oranla her zaman daha tehlikeli olan yürütme erkine devredilmesi niteliğinde olan ve örneklerine daha çok otoriter, totaliter devletlerde rastlanan kanun hükmünde kararname kurumuna yeni anayasada yer verilmemesi, eğer verilecekse bu yetkinin sadece savaş zamanı, sıkıyönetim veya olağanüstü dönemlerle sınırlı tutulması gerekir.

  • Hukuk devleti olmanın en başta koşulu idarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine tabi tutulmasıdır. Bu husus göz önüne alınarak yeni anayasanın devlet iktidarının ve bu iktidarın kullanımının sınırlanmasına hizmet eden hukuk devleti ilkesine uygun olarak, hak arama yollarını daraltan değil, genişleten bir anayasa olması, bunun için de başta Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu ile Yüksek Askerî Şûra kararları olmak üzere idarenin istisnasız tüm işlemlerine karşı yargı yolunu açan bir anayasa olması gerekir.

  • Yeni anayasada yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını tam anlamıyla tesis edebilmek için yargının öncelikle devletten bağımsız kılınması, hem anayasada ve hem de diğer yasalarda bununla ilgili gerekli düzenlemelerin yapılması, yargıç kültürünü bu yönde biçimlendiren eğitimin ise her hâlde yeniden gözden geçirilmesi ve değiştirilmesi gerekir.

  • Gerek Avrupa Birliği kurum ve komisyonlarının Türkiye ile ilgili olarak hazırladıkları ilerleme ve istişari ziyaret raporlarında gerekse Avrupa Yargıçları Danışma Konseyinin ve yine bir kısım hukukçularımızın ve siyasilerimizin görüş ve düşüncelerinde bu modelin terk edilmesinin yanı sıra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Parlamentodaki iktidar çoğunluğu ile yürütme erkinden bağımsızlığını güvence altına alacak ve yine yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını etkileyecek ve engelleyecek her türlü olumsuzluktan uzak olacak biçimde yeniden oluşturulması gerektiği bu düşünceler ve bu istişare raporlarında sık sık vurgulanmaktadır.

  • Bütün bunların sağlanabilmesi için de sistem için bir tehdit niteliği taşıyan Adalet Bakanlığının sistem içindeki etki ve işlevinin ortadan kaldırılması…

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Pardon, Talay Bey, bize vereceksiniz sonra onlardan değil mi?

  • TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI AV. TALAY ŞENOL (Devamla) – Bunu biz sonra yazılı olarak size vereceğiz. Bu benim konuşma metnim olduğu için, daha sonra resmî olarak size bu şeyi göndereceğiz. Yani ben şu an…

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır, hayır, rahat rahat da… Sonra ama bize bir örneğini verirseniz…

  • TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI AV. TALAY ŞENOL (Devamla) – Tabii tabii, size verilecek o, Başkanlığınıza sunulacak efendim.

  • Bütün bunların sağlanabilmesi için de sistem için bir tehdit niteliği taşıyan Adalet Bakanlığının sistem içindeki etki ve işlevinin ortadan kaldırılması, bu bağlamda Hâkimlerin Bağımsızlığına Dair Avrupa Konseyi Tavsiyesi’nin 2/c ilkesi gereğince Adalet Bakanı ve Müsteşarının Kurulda yer almamalarını sağlayacak bir düzenleme yapılması, Cumhurbaşkanına Kurula üye atama yetkisinin verilmemesi ve yine meslekte henüz kariyer aşamasında bulunan, bir gelecek inşa etme kaygısında ve beklentisinde olan ve o nedenle bağımsız davranması kendilerinden çok fazla beklenilmeyen hâkim ve savcıların değil de mesleklerinin deneyimli aşamalarında olan hâkim ve savcıların Kurula üye olarak seçilmelerinin daha uygun olacağı düşünülmektedir.

  • Bu tespit, görüş ve eleştiriler gerekse hâkim ve savcının birbirlerinden farklı iki ayrı meslekte olduğu dikkate alınarak her iki mesleğin özlük işleri ile ilgili kurullarının iki ayrı yapıda örgütlenmesi gerekir. Esasen silahların eşitliği yani iddia ve savunma makamlarının eşit konumda bulunmaları ilkesi de bunu gerektirir. Buna göre yeni anayasada Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun, “Hâkimler Yüksek Kurulu-Savcılar Yüksek Kurulu” biçiminde iki ayrı yapıda düzenlenmesi, Hâkimler Yüksek Kurulunun Başkanlığını Yargıtay 1’inci Başkanının, Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığını ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının yapması, yargının kurucu unsuru olan savunmanın temsilcisi avukatlara her iki kurulda da yer verilmesi, Adalet Bakanı ile Müsteşarının her iki kurulda da görev almamaları, Cumhurbaşkanının her iki kurula da üye seçmemesi gerekir.

  • Yine yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanabilmesi için her iki kurulun da Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonunun (Venedik Komisyonu) Mart 2007 tarihli Raporu’nda işaret edildiği şekliyle demokratik meşruluğunu güçlendirecek, yargıçların ve savcıların demokratik biçimde temsilini sağlayacak, yargı organındaki korporatist yönetim eğilimlerini sınırlandıracak düzenlemelere yer verilmesi, bu bağlamda yapılacak düzenlemelerde 1961 Anayasası'nın 71 değişikliğinden önceki 143’üncü maddesindeki düzenlemenin örnek alınması, yeniden yapılandırılacak olan Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulunda yargının kurucu unsurlarından olan savunma mesleğinin temsilcilerinin her iki kurul için de söylüyoruz, avukatların en üst meslek örgütü Türkiye Barolar Birliği tarafından hem temsil edilmesi hem de oradaki temsilcilerin Barolar Birliğinin Genel Kurulunca seçilmesinin daha demokratik olacağını, şu anki sistemde başkanların –ki bizde bir başkanlık rejimi yok, aslında barolarımız hep yönetim rejimleridir, başkanlar sadece temsil eder- sadece başkanlar tarafından oluşan bir kurulun seçtiği 3 kişiden birinin Meclisçe atanması sanıyoruz bizim açımızdan yeterli temsil niteliği taşımamaktadır.

  • Anayasa sistemimiz açısından anayasa yargısının yerleşmiş ve kabul görmüş bir kurum olmasından ve Anayasa’nın önemli güvencelerinden birini oluşturmasından hareketle yeni anayasada Anayasa Mahkemesinin oluşumu ile vurgulamak istediğimiz önemli hususlar da bulunmaktadır. Şöyle ki: Demokratik meşruiyet ilkesi gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisine de Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisi verilmelidir. Mecliste yapılacak seçimlerde ise nitelikli çoğunluğun öngörülmesi gerekmektedir. Nitekim Barolar Birliğinin Sayın Hocamızın da katkısıyla 2007 yılında hazırladığı anayasa önerisinin 159’uncu maddesinde yer alan düzenleme ile Türkiye Büyük Millet Meclisine Anayasa Mahkemesine 4 üye seçme yetkisi tanınmıştır.

  • Profesör Doktor Thomas Giegerich’in Avrupa Komisyonu için Türkiye hakkında hazırladığı raporda HSYK'da olduğu gibi Anayasa Mahkemesinde de baro üyesi serbest avukatların doğrudan -TBB tarafından aday belirlenmesi- etkin temsil olarak önerilmektedir. Doğru olan bu öneri dikkate alınarak Türkiye Büyük Millet Meclisine aday göstermek yetkisinin Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu veya Genel Kuruluna verilmesi uygun olacaktır.

  • Kıta Avrupası’nda merkezîleşmiş anayasa yargısı sisteminin uygulandığı ülkelerde, örneğin Almanya, İtalya ve Avusturya'da, hatta İspanya ve Portekiz'deki tercihler de buna benzer şekildedirler. Tabii, orada krallığı bulunan, mesela İspanya’da Kral tarafından da atanmalar var. Yalnız, bilindiği üzere son zamanlarda özellikle bizim örnek aldığımız Fransa’daki 2008 değişikliğinde buna paralel, bizim biraz önce söylediğimiz, talep ettiğimiz paralelde de düzenlemeler mevcuttur.

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Çok özür dilerim. Konuşma sıram geldi. Onu beklemiştim zaten, gecikti. Önergenin lehinde konuşacağım, hemen konuşup -beş dakika zaten- geleceğim. Kusura bakmayın.

  • TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI AV. TALAY ŞENOL (Devamla) – Estağfurullah efendim, ne demek. O da bir görev. Sizi bekleyelim…

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır, hayır, siz devam edin, ben geleceğim.

  • TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI AV. TALAY ŞENOL (Devamla) – Peki efendim, tamam.

  • Kıta Avrupası’nda merkezîleşmiş anayasa yargısı sisteminin uygulandığı ülkelerde –kusura bakmayın, bağlamak için tekrar ediyorum- tercih edilen düzenleme de bu şekildedir. Aynı şekilde kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulandığı ilk ülke olan, bizde olduğu gibi kuvvetler ayrılığının yumuşatılmış şeklinin değil de en katı şeklinin uygulandığı Amerika Birleşik Devletleri'nde yüksek mahkeme üyelerini yürütme erkinin başı olan Amerika Birleşik Devletleri Başkanı ismen belirlemekte ve Amerikan Senatosunun onayına sunmaktadır. Yani yüksek mahkeme üyeliğine atama yapılmasıyla ilgili süreçte hem yürütme erki hem de yasama organı yetkili ve görevlidir.

  • Yine Anayasa Mahkemesine üye seçme konusunda Cumhurbaşkanına tanınan doğrudan ve dolaylı yetkinin de geniş tutulmaması gerekir. 1 veya 2 üyenin denge unsuru olarak Cumhurbaşkanı tarafından atanmasında mahzur yoktur ama bu yoğunlukta atama demokratik meşruiyet ilkesine de bize göre ters düşmektedir, üstelik bir de Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu dikkate alındığında.

  • Yargılama faaliyetinde sav, savunma ve yargı bir bütündür ve hep birlikte yargının kurucu unsurlarıdırlar. Dünyanın demokratik her ülkesinde kabul gören ve genelgeçer, genel olarak evrensel bir kural olan bu durum göz önüne alınarak barolara ve savunma makamına yeni anayasanın yargı ile ilgili bölümünde yer verilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede yapılacak yeni anayasada, en yeni anayasa olan… Yani şu an Birleşmiş Milletlere üye devletler arasındaki, anayasası bulunan devletlerin en yeni anayasası Angola Anayasası’dır. 21 Ocak 2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu Anayasa’nın 193’üncü maddesinde olduğu gibi avukatlık mesleği “asli yargı kurumu” adıyla Anayasa’nın “yargı” ile ilgili bölümünde yer almalı ve yine barolar ile Türkiye Barolar Birliğinin diğer kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinden farklı olduğu hususu mutlak surette vurgulanmalıdır. Bunun İngilizce, Fransızca, Almanca metinleri var. Biz İngilizce metninden yargıyla ilgili bölümü tercüme ettirdik. Bu yazımızın ekinde bunu da size sunacağız. Bu Anayasa gerek Anayasa Mahkemesinin üye seçimi, yapılanması ve gerekse Yüksek Hâkimler Kurulu ve Yüksek Savcılar Kurulunun üye yapısı ve yapılanmasında tüm ülkelerin anayasalarından, deneyimlerinden yararlanılarak hazırlandığı için bu Anayasa örnek teşkil edecek bir anayasa olarak düşünülmelidir. Nitekim 1961 Anayasası yapıldıktan sonra Avrupa ülkelerinde bir referans olarak gösterilen en modern anayasa olarak sunulmuştur.

  • Sivillerin askerî mahkemede yargılanmaları kabul edilemeyeceği gibi askerlerin de disiplin suçu dışında kalan diğer suçlar yönünden askerî yargıda yargılanmaları kabul edilemez. O nedenle askerî yargı “disiplin yargı mahkemesi” statüsüne getirilmelidir. Yine idari yargıdaki askerî-sivil ayrımı kaldırılmalı ve idari yargı tek ve özel bir ihtisas alanı olarak düzenlenmelidir.

  • Merkeziyetçi, hiyerarşik ve baskıcı 12 Eylül anlayışına ve ruhuna uygun olarak oluşturulan ve yirmi dört yıllık uygulama süresi içinde görevini büyük bir ölçüde bu anlayışa ve ruha uygun biçimde yerine getiren Yüksek Öğretim Kurumunun yeni yapılacak anayasada, yüksek öğretimle ilgili olarak sadece standart koyan, koyduğu standartları izleyen ve yüksek öğretim kurumlarının uygulamaları arasında birlik ve eş güdüm sağlayan bir yapıya dönüştürülmesi ve böylece üniversite ve yüksekokulların idari, mali ve bilimsel yönden özerk olmaları sağlanmalıdır.

  • Dil ve tarih kurumları Büyük Atatürk tarafından özellikle özel hukuk hükümlerine tabi olarak dernek statüsünde kurulmuşlardır. Atatürk'ün bu kuruluş biçimini tercih etmesinin ve her iki kurumu da kamu tüzel kişiliği statüsü altında devlete eklemlenmiş bir kurum olarak kurmamasının nedeni, bu kurumların statükocu olmalarını istememesi, daha üretici ve yaratıcı olmaları için sivil, bağımsız ve özgür olmaları gerektiğini düşünmesidir. Nitekim 1982 öncesinin ve sonrasının karşılaştırılmasından da kolayca anlaşılacağı üzere, anılan her iki kuruluş, kurucusunun öngördüğü doğrular biçiminde 82 Anayasası’na kadar olan süreç içinde dilimizin gelişmesine, tarihimizin araştırılmasına son derece önemli katkılarda bulunmuştur. Bu husus ve Atatürk'ün zaman içinde ve yaşanarak doğrulanan tercihi göz önüne alınarak her iki kuruma da yeni anayasada yer verilmemesi, her iki kurumun da kamu tüzel kişiliği statüsünden çıkartılmaları, dernek statüsüne dönüştürülerek özel hukuk hükümlerine tabi kılınmaları ve bu suretle Büyük Atatürk'ün vasiyetinin yirmi beş yıllık bir aradan sonra yeniden yerine getirilmesi gerekir.

  • Kadınlar lehine pozitif ayrımcılık yapılması her ne kadar doğru ve gerekli ise de her hâlde bu düzenleme yapılırken 82 Anayasası'nın değişik 50/2’nci maddesinde olduğu gibi kadınları, küçüklerle, bedenî ve ruhi yönden yetersiz olanlarla aynı konumda düşünmek hem şık hem de doğru olmamıştır. O hâlde, kadınlar lehine pozitif ayrımcılığın 82 Anayasası'nın değişik 10/2’nci maddesindeki mevcut düzenlemenin daha da önüne taşınması ve fakat az yukarıda yer verilen 50/2’nci maddedeki gibi veya benzeri düzenlemelerden kaçınılması daha uygun ve kadınlarımız yönünden onurlandırıcı olacaktır.

  • Saygılarımla.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Talay Bey, teşekkür ediyoruz, ağzınıza sağlık.

  • Bir metin olarak da bunu bize daha sonra intikal ettireceksiniz.

  • TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI AV. TALAY ŞENOL – Sunacağız biraz daha genişletilmiş bir şekilde.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Hocam, buyurun.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Çok teşekkür ediyoruz Talay Bey, hakikaten, tabii ki sizden beklediğimiz gibi doyurucu oldu.

  • Hocamın da ifade ettiği gibi metin biraz daha sizin ifadenizle geliştirilmiş bir şekilde odlukça kısa sürede bizim elimize geçerse…

  • TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI AV. TALAY ŞENOL – Öyle olacak evet, zaten hazır da yalnız, biz hem Barolar Birliğiyiz, diğer baroların da temsilcisi durumundayız hem de kendi Yönetim Kurulumuzla ancak iki haftada bir bir araya gelebiliyoruz. Onlara da bir metin verdik, eğer ilave etmek istedikleri bir şeyler varsa bu, birkaç gün içerisinde sizlere takdim edilecek.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – O çok büyük faydalı olacak, hele sizden gelen çok önemli ölçüde somut teklifleriniz de var, o somut teklifler biraz daha geliştirilebilirse bizim buradaki çalışmalarımıza da büyük katkısı olur.

  • Benim herhangi bir şekilde yapacağım bir değerlendirme, soru yok. Gerçekten çok teşekkür ediyoruz efendim hem size hem sizin şahsınızdaki Barolar Birliği yönetimine.

  • TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI AV. TALAY ŞENOL – Ben size teşekkür ederim bize bu şansı verdiğiniz için. Hukuk kuruluşu olarak zaten yasamızda bize bu konuda görevler düşmekte hukuk devletinin geliştirilmesi, insan haklarının geliştirilmesi. Biz her zaman emrinizdeyiz.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Estağfurullah.

  • TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI AV. TALAY ŞENOL – Biz böyle bir vesileyle sizlerin huzurunuzda olmaktan da ayrıca mutluluk duyuyoruz.

  • Ben ve arkadaşlarım adına size tekrar teşekkürler ediyor, saygılar sunuyorum efendim.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Biz de teşekkür ediyoruz.

  • Tabii, gerekirse daha sonra yine sizin de bir çalışmanıza başka ilaveler yapma imkanınız var. Biz de zaman zaman temas hâlinde oluruz.

  • TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKAN YARDIMCISI AV. TALAY ŞENOL – Tabii, gayet tabii, her zaman efendim.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Teşekkürler.

  • Kapanma Saati: 14.18









  • Yüklə 2,59 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   37




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin