A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3


taksız II, muayyen ve kat'î olmıyan. taksızdık



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə77/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   73   74   75   76   77   78   79   80   ...   90

taksız II, muayyen ve kat'î olmıyan.

taksızdık, muayyen ve dürüst olmamaklık.

takşal, 1. aynı eda (nota) üzeride kalmak (ses hakkında); 2. alışmak; itiyat edinmek, meleke kesbetmek: 3. sağlamlaşmak.

takşalış., muş. takşal-'dan.

takşi dem çekmek (öten kuş hakkın­da).

taksit-, et. takşı-'dan.

takta I = tak I.

taktaII, f. 1. tahta, kereste; kara takta: kara tahta; kızıl takta: kır­mızı tahta; buuday takta boldu: buğday denk olarak yükseldi (ba­şak çıkarmak üzere iken); 2. iki parçadan dikilmiş ve gocuk yap­mak için hazırlanmış olan deri.

takta- III, muayyeniyet vermek, in­ce ve noktası noktasına hesap yap­mak; alasaberesenğdi taktap cürgün;: alacak verecek hesaplarında temiz ol.

taktala-, bir şeyi bir şey üzerine sıra ile koymak.

taktaş-, hesaplaşmak.

taktaşuu, hesaplaşma; muayyeniyet verme.

taktay = takta II.

taklayla-, tahta ile örtmek yahut süslemek; üstü astın taktaylap salğan uy: tavanı ve dabanı tahtalar­dan olan ev.

taktaylan-, tahta ile örtülmek yahut süslemek.

taktaylat, et. taktayla-'dan.

taktı = tak II; azimkandınğ taktısı folk.: azimhanın tahtı.

taktık, muayyeniyet, muşahhasiyet; cüzdön bîr taktığı menen mat.: yüzde bir nisbetinde dürüstlük ile; cüzdön bir taktıktan kemi menen mat.: yüzde bir nisbetinden eksik dürüstlük ile; sözdön bir taktıktan artığı menen mat. yüzde bir nisbetinden daha fazla dürüstlük ile.

taktır-, et. tak-V'ten.

taktika, r tabiye.

taktikaluu, taktlı. ölçülü.

takuur, işs. takı-'dan.

tal I, 1. badem söğüdü, söğüt, kürek söğüdü; kırcın tal. 'bilek tal, ecki t al: söğüdün nevileridir; sen anı tal karmaba: sen onu kendisine imti­sal edilecek bir örnek sayma!; mac-rum tal: salkım söğüt; 2. çubuk, in­ce çubuk; 3. tane (uzunca şekilde olan şeyler hakkında); bir tal şi-renğke: bir tanekibrit.

tal II : tapa tal = tapatal.

tal III, yahut talı-, 1. donakalmak, yumuşak (uzuv hakında), bayıl­mak; kolıum talıdı: elim uyuştu;; közü talıytı: gözü yoruluyor; ölö-tala yahut ölgön.talğanda yahutöldüm-taldım değende bk. öl- II; 2. sar'adan muzdarip olmak.

tala-, soymak, yağma etmek.

talaa, 1. step. kır, sahra; ay talaa: çöl: kuu talaa: kuru sahra, çöl; pakta talaası: pamuk tarlası; talaağa ket-mec.: boşun, faydasız yere kaybol­mak; bizde emgek talaaağa ket. pey t: bizde emek boşuna kaybolup gitmez; kur talaanı süylöyt: boş ve faydasız sözler söylüyor; közünün caşı on talaa bölüp ıylap turat: iki gözü iki çeşme; talaada kalsanğda: ne pahasına olursa-olsun; talaada kalsanğ da; taap ber: nerede bulursan-bul; 2. vadi; alay talaası: alay vadisi; 3. tebeteydinğ talaası: kalpak dikmeye yarayan kumaş parçaları.

talaala-: kan talaalap ağıp turğan: kan çeşme gibi aktı.

talaalan-. havaya savrulmak, boşuna mahvolmk.

talaalık. sahravî. sahralık.

talan, yağma, talan; talaanğa tüşkön mal: yağma ile elde edilen hayvanlar, yağma mal; taaan-çaçın yahut talaan-bülün: nehbü garet; talaan sal-: yağma ettirmek.

talak, a. 1. boşama (nikâhı kaldırma bozma);kızı talak: mırdar, pis; 2. reddetme; ;kızı talak kuu maldı, talak kılıp taştaybı: folk. kahrolası servetten vazgeçer mi. hiç.; talak kılıp butumdu, taştap kıtay curtümdü folk. putlarımdan vazgeçerek, Çin yurdumu terkederek.

talakay = talakey.

talakey, yağma, çapul; kan talakey: birçeşit aşık oyunudur.

talam = talap; senin talamınğdı talaşam: senin menfaatlarını müda­faa ediyorum,

a ediyorum.



talaman: talamandın tal tüşündö .= tapatal tüştö (bk. tapatal).

talamay, yağma (kan talakey oyu­nun safhalarından biridir, bk. ta-lagey).

talan-, yağma edilmek, soyulmak.

talant-, r. istidat, deha

talantuu, aşırı istidatlı.

talanttuuluk, aşırı istidat sahibi olmaklık.

talanuu yağma edilme, soyulma.



talap, a. temayül, talep, iddia.

talapker, a.f. arzu eden, temayül e-den, iddiada bulunan, talip olan.

talaptan-, talebi olmak, tamayülü ol­mak, arzusu omak, iddida bulun­mak.

talaptaş, aynı şeyi istiyenler, aynı maksada doğru yürüyenler.

talaptuu, arzulu, talepli, istekli.

talaş l kavga niza; eç kimdinğ talaşı çok: kimse itiraz etmiyor; küz-talaş maalı ats. güz-mücadele (kışlık geçimini sağlamak için uğraş­ma) çağıdır; talaş- tartış kavga ve niza

talaş., II münakaşa etmek, münazaa etmek, itiraz etmek, iddiada bu­lunmak; can talaş bk. can II; namısmğdı talaşam: senin şerefini, namusunu müdafaa ediyorum.

talaşsız, kavgasız, münazaasız, nizalı olmıyan; talaşsız nerse: nizalı olmıyan nesne.

talaştır-, et. talaş- h'den; çoku talaş-tıra berip kaldı: kafa tepesine bir iki defa indirdi (şiddetle vurdu); can talaştır bk. can II.

talaşuu, işs. talaş- ıfden; can talaşu-u: 1) ölümle mücadele, ihtizar, can çekişme; 2) mec. umutsuzca (nev- midane) gayret sarfetme.

talat- yağma ettirmek; çöbön malğa talattı: otunu hayvanlara çiğnetti; talatıp kpydıu' eline altmış töö se-bimdi: folk. çeyizim olan altmış deveyi halka yağma ettirdi.

talatuu; işs. talat-'dan.

talay = dalay.

talda-, 1. ayrı ayrı dallara ayırmak; 2. dikkatla seçmek, ayırtlamakr çeşitlemek; 3 tahlil etmek; taldap kara-: ayrı ayrı bakmak, inceden inceye tetkiki etmek.

taldat-, et. talda-'dan.

taldırmaç: taldırmaç kızıl: sıhhat pembeliği (yanaklarda).

taldoo, 1. ayrı ayrı dallara, demetle­re ayırma; 2. çeşiteme, tasnif; 3. tahlil etme.

talğak, 1. aş yerme (gebe kadınlar­da); 2. hırçınlık, hoppalık; 3. mec. şiddetli arzu; şiddetle arzulayan.

tali. = tal III

talığuu, 1. yorulma, uyuşukluk; 2. uyuklama, pinekleme.

talık-, yorulmak, takattan düşmek, bitkin bir hale gelmek; talıpkastan: yorulmaksızın.

talıkşı-, sölpümek, yorulmak.

talıkşıt-, et. talıkşı-'dan; uyku talik. şıtıp turat: uyku basıyor.

talımsı-, 1. donmak, hassasiyetini kaybetmek; talımsıp çat-: hareket­siz yatmak; 2. mec. kırıtmak (naz­lanmak); talımsığan: kırıtmasını seven.

talıt-, yormak; köz taht-: gözleri yor­mak; taman talıt.: tabanı yormak.

talıtuu, işs. talıt-'dan.

talimsi- = talımsı-.

takala-, havanda dövemek, ufalamak, param-parça etlemek, tahrip etmek.

taklan-, ufalamak, dövülmek, param parça olmak.

talkalanış, işs. talkalan-'dan.

taklalaş-, müş. talkala-'dan.

talkalat-, et. talkala-'dan.

talkaloo, işs. talkala-'dan.

talkan, kavut; may talkan: yağlı ka­vut; taş talkanı çıktı: param parça oldu; taş- talkanın çığar yahut taşın talkan kıl-: kınp parça parça etmek; oozuna talkan kuyup mec.: ağzına kavut almış gibi (konuşmu­yor).

talkanda-, 1. kavuta çevirerek; 2. kı­rıp parça parça etlemek.

talkuu, 1. deriyi ezip yumuşatmak için kullanıln tokmk; 2. mec. mü­zakere, mevzuu işleme, münakaşa; talkuua sal-: 1) deriyi tokmakla dövmek; 2) mec. müzakereye koy­mak; talkuu iretinde: müzakere usulü ile, münakaşa usulü ile.

talkımla-, 1. deriyi yumuşatmak; 2. müzakere etmek, bir konuyu gere­ği gibi işlemek, münakaşa etmek.

talkuulan-, pas. talkujuda-'dan.

talkuuloo, 1. deriyi yumuşatma: 2. müzakere, işleme.

talma, sar'a; talması karmağan: 1) sar'ay a tutulmuş, 2) mec. taşkınlık ağrıyor.

talmalan-, 1. saradan mudarip ol­mak; 2. mec.taşkınlık etmek, ku­durmak.

talmoorsu- bütkön boyum talmoorsup turat: bütün vücudum sızlıyor} ağrıyor.

talon, r. bono, talon.

taloo, yağma, talan.

talooçuluk, yağmagerlik.

taloolon-, kısmen kızarmak, pembe­leşmek; beti kızarıp taloolonup turat: yüzü yer yer kusardı; kün ta­loolonup kızarıp çıktı: güneş kır­mızı şualar saçarak doğdu.

taloon I, talan, yağma, çapul, saldı, rış;; taloon koy-: saldırmak; yağ­ma etmek.

taloon II — talon.

taloonçu, yağmacı.

talootuu kocaman bir efsanevî sert kanatlı böceğin adıdır.

talp: talp etek: (kadın hakkında) hafif meşrep, bozuk.

talpağay, yayvan, basık; murdunun ucu talpağay: burnun ucu basıktır.

talpak, I. yün veya pamuk atarken sergi vazifesini gören, kurutulmuş tay derisi; talpağın taşka caydı mec.: onu soyup soğana çevirdi ve son nefesi kesilecek hale koydu; talpağı taşka cayıldı mec.: tarumar edilmiştir (pabucu dama atılmış­tır); 2. biçimsiz.

talpakta- 1. hacimsiz şekilde gezmek; 2. meç- kaygısız, halinden memnun olmak.

talpanğ, biçimsiz, hantajl

talpanğda. = talpakta-.

talpasa = dalbasa.

talpüdat-, et. talpılda-'dan.

talpın-, 1. çırpınmak, kurtulmıya ça­lışmak; kuş talpınat: (bağlanmış) kuş uçmak istiyerek çırpmıyor; talpmıp canğıdan basıp kele catkan bala: yeni yürümeye başlıyan ço­cuk; 2. ileriye atılmak; yeltenmek.

talpınıl-, pas. talpın.'dan; 'kanca talpınılğan menen da...: ne kadar çırpınılsa çırpınılsın...

talpmş-, muş. talpın-'dan.

talpınt-, et. talpın-'dan.

talpınuu, işs. talpın.'dan.

taltak, paytak, gerilerek ve bacakla­rı açarak gezen.

taltakta-, 1. çarpık bacaklı kimsenin yürüyüşiyle yürümek; 2. mec. nazlanmak, kırıtarak şımarıklık göste­rerek istemek (rica etmek).

taltaktaş-, muş. taltakta-'dan.

taltanğ = taltak; erke-taltanğ: fazla incelerek, rahata alışmış; erke taltanğ sıdırım yahut erke taltanğ çel: lâtif ruzgââr.

taltanğda- = taltakta-.

taltay-, ayaklarını açarak gerilip oturmak.

taltayınkıra-, hafifçe gerilmek.

taluu, donma, uyuşma (el, ayak hak­kında.), baygınlık; taluu cer: hassas yer (öyle bir yerdir, ki oraya vurmak vücudun bir kısmının duygusuzlanmasını veya baygınlığı (mucip olur).

tam I, (balçıktan, kerpiçten yapılan) duvar; tam uy: daimî (portatif olmıyan) mesken, ev (balçık sıvalı, kârgir ve s. gibi); cer-suu, tam taş: arazi ve meskân; teşik tam: (rad.) örekenin balçıktan yapılan yuvar­lak başı.

tam II: tam tam yahut tam tüm: (he. nüz yürümeye başlıyan çocuğun) korkak adımlan; tam tüm bas-: korka korka atılan adımlar (küçük çocuk hakkında).

tam- III (girundifi taamp'tır) „ damlamak.

tam- IV, tutuşmak, yanmak; ot tama elek: ateş henüz tutuşmadı (odun daha ateş almadı).

tamak, 1. yiyecek; tamak iç-: ,gıda almak, yemek; bugün tamak içtinğ-bi?: bugün yemek yedin mi? ta-mak-aş önör çayları: erzak sanayi-i müesseseleri; 2. gırtlak;; tamak boo: hamut sırımı (bağı); ay tamak: beyaz gerdanlı (güzel kadı­nın sıfatlarından biridir); kıl ta­mak: ince boyunlu; aram tamak: başkalarına yük olan, çalışmadan yiyen; tamak kır-: kesik kesik ok. sürmek; kaz tamak: geranium (bitki); çar tamak: guşa (hastalık).

tamaksoo. obur, boğazına düşkün (bütün düşüncesi yiyeceğe yöneltil­miş olan kimse).

tamaktan-, birparça yemek; gıda al­mak, doymak, gereği gibi karın doyurmak.

tamaktandır, yedirmek içirmek

tama, a. l .herkes, hepsi; 2. tamam, son.

tamamat, a. tamamiyle, büsbütün, herkes, hepsi.

taman, 1. taban (ayağın ve ayakka­bının); kara taman kon. es. baldırı çıplak; it taman: köpek pençesi (mimarî tezyinatın bir çeşididir); tamam cerge tiybet: 1) tabanı ye­re değmiyor (gayet hızlı koşuyor); 2) asın derecede seviniyor; çel ta­man: rahat oturmayan adam; ta­man tındır-: ayakları dinlendirmek; tamanıbızdı tındırbayt: bizi rahat bırakmıyor (daima şuraya buraya gönderiyor); tamanğa ur- av.: alıcı kuşu avın peşine salıvermek; sarı taman = sartaman; 2. üzenginin dibi; altın taman üzöngü folk.: al­tın dipli üzengi

tamanda-, 1. tabanla koşmak, (mes bir ucuna basarak, öteki ucunu çekmek için taban altına koymak); bacakların arasını açarak, tabanlariyle dayanmak; 2. ötük tamanda-: çizmeye taban, pençe vurmak.

taınandal-, mut. tamanda.'dan.

tamaşa, a. l. zevk, eğlence, hoşlana­rak bakılacak şey; tamaşaa bat.: tam olarak zevk almak; tamaşa kıl-: temaşa etmek; tanğ tamaşa kaldır- taaccübü mucip olmak, hayrete düşürmek; 2. şaka; tama-şanğdı koy-: şakanı bırak.; tamaşa kep: lâtife, ciddî olmıyan sohbet; tamaşası çok: şakası yak, ciddî

tamaşçıl., 1. eğlenceli temaşaları se­ven kimse; 2. şakacı; şen adam.

tamaşakor, a-f. eğlenceleri seven kimse.

tamaşaköy, a-f. şen, lâtifeci kimse.

tamaşala., 1. zevk duyarak bakmak; 2. alaya almak, eğlenmek,

tamaşalaş-, hep beraber şaka etmek, şakalaşmak.

tamaşalat-, et. tamaşala-'dan.

tamaşluu, alâka uyandırıcı, eğlence­li, can sıkmaz.

tamçıloo, damlama.

tamçalat-, et. tamçda-'dan; köz caşın tamçılatıp: gözyaşlarını damlata. rak.

tamçıloo, damlama.

tameki, tütün; tameki tart-: tütün içmek.

tamekeçi, 1. tütün içen; 2. tütün ye­tiştiren.

tamekiçilik, tütüncülük;

tamğa, 1. atın sağrısına yakmak su­retiyle vurulan damga; tamğa ur* yahut tamğa bas-: damga vurmak yahut damga basmak; t aşka tamğa baskanday r çok vazııh, pek açık; 2: işaret, harf; arap tamğa: arap al­fabesi; tınış tamğalan: noktalama (nokta, virgül ve buna benzer işa­retler) ; koşuu tamğası mat.: zait işareti; tenğdik tamğası mat.: mü­savi işareti.

tamğala., damgalamak,, damga vur­mak.

tamğalat-, et. tamğala-'dan.

tamğaloo, damgalama, damga vur­ma.

tamğaluu, damgalı, imli, işaretli; bir tamğaluu san: mat. tek haneli sa­yı; eki tamğaiuaı san mat: iki ha­neli sayı.

tamıl-, mut. tam- IV'ten; öçüp ketip tamılıp, ölüp ketip tirilip folk.: söndü ve tutaştu, öldü ve dirildi.

tamılçi-, 1. kızarmak, pembeleşmek (şiddetli ısıdan yahut şaraptan); kımız içip tamılçıp: kımız içerek ve kızararak; 2. tam bir uyuşukluk ve rehavet dımımunda bulunmak (mes., çokça kımız içtikten sonra).

tamır 1. kök; tamir cay-: kök salmak; tamir kırk- 1) kökünü kesmek, kökünden yok etmek; 2) tedip etmek: 2. kan daman; nabız; tamir kar­ma- yahut tamir kör-: nabzı yok­lamak; nabız tepmesine göre, has­talığı teşhis eylemek; tamir kar-mat.: nabzı yoklatmak; 3. dost, ah­bap, dünür; soök-taanır; hısım ve dostlar.

tamırcı, nabza göre hastalığı teşhir eden mütetebbip; kıl tamırçı: usta tamırçı.

tamırçılık, tamirci (bk.) mesleği

tamırla-: söök-tarmralp ketti: hısım akrabalarına (misfirliğe) gitti.

tamırlaş-, (armağanlar verişmek suretiyle) ahbap olmak.

tamız I, a. sıcak, sıcaklık.

tamız- II, damlatmak; düşmandın çırağına may tamız- mec. düşma­nın değirmenine su akıtmak (harf.: düşmanın çırağına yağ damlat­mak); oozğo suu tamız (ölüm ha­linde olan kimsenin) ağzına su damlatmak (tâki ıstırabı hafifle­sin); oozuna suu tamızıp kaldı mec.: son dakikaları yaşıyor.

tamız III, tutuşturmak, yakmak; öşkön ottu tamızdınğ, ölgön candı tirgizdinğ fok.: sönmüş olan ateşi (yeniden) tutuşturdun, ölen canı dirilttin.

tamızğı I, damlatma aygıtı, pipet, damlalık.

tamızğı II, ateş tutuşturmaya yara­yan nesne (çıra, yonga, talaş ve s. gibi).

tamızğılık = tamızğı II.

tampanğda., biçimsizce hareket et­mek.

tampay-, biçimsizce şişman omak.

tamsil a. kısa, hikmetli söz, kinayeli söz.



tamşan-, 1. bir şeyin tadına -bakarken yahut hayert ederek dilini şa­kırdatmak ve dudaklarını şapır* datmak; 2. hoş bir şeyi hatırla­mak; 3. taaccüp etmek.

tamşandır, tamşant-, et. tamşandan.

tanışanuu, 1. bir şeyin tadına bakar­ken yahut taaccüp ederek dili şak­latma ve dudakları şapırdatma; 2. hoş bir şeyi hatırlama; 3. taaccup etme.

tamtanğ: tamtanğ bas- = tamtanğda..

tamtanğda-, 1. korka korka basarak yürümek, düşe kalka gezmek (ço­cuk hakkında); 2. mec. fakir düş­mek.

tamtanğdat-, et. tamtanğda-'dan.

tamtay-, fakirce ve örselenmiş kılık­ta bulunmak; tamtayğan:'büsbütün fakir.

tamtık, tamtığı çıkkan yahut tamtığı ketken: yırtlmış, pare-pare olmuş, örselenmiş; kiyiminde tamtık çok yahut kiyiminin tamtığı ketken yahut tayda tamtık çok: giyimi büsbütün parçalanmış, yırtık pır­tık olmuş; betinde tamtık çok: yü­zünde sağlam yeri kalmamış (tır­malanmış, yaralanmış); tamtıgına çeyin: son ipliğine kadar.

tamtıksız, adamakıllı yırtılmş, pare pare olmuş, örselenmiş.

tan-, inkâr etmek, kendine ait oldu­ğunu veya kendisinin yaptığını ta­nımamak, imtina etmek; anı tanbayım: onu inkâr etmiyorum; mu. nü eç kim tana albayt: bunu kim­se inkâr edemez; esten tan: histen mahrum olmak,'bayılmak; kişi baş­kanı tansa da, tokoçtu tanbayt:-insanı herşey bıktırıyorsa da, ekmek bıktırmıyor; etti tanıp kettim: etten nefret etmeye başladım, et­ten bıktım; akıldan tan-: aklını oy­natmak.

tana, dana (iki yaşına basmış genç inek).

tanaca, küçük dana.

tanap, a. 1. ip, bağ, nâkil tel; 2. bir satıh ölçüsüdür, ki aşağı yukarı 1/6 hektara muadildir.

tanaptaş, müşterek bağlayıcı tellere malik olan.

tanazar, a.: tanazar albayt: on para­lık kıymet vermiyor, yüksekten, küçümseyerek bakıyor.

tanda-, seçmek, iyisini ayırıp almak.

tandalma = tandamal; tandalma pakta: yüksek evsaflı (seçme) pa­muk.

tandamal, seçme.

tandamaluu, seçilmiş, seçme.

tandat-, et. tanda-,dan.

tandır I a. çörek ve börek pişirmek için soba, fırın.

tandır- II, et. tan-'dan; akıldan tan­dır»: aklını oynatacak dereceye gö­türmek.

tandoo, seçme, ayırtlama.

tanğ I, şafak, tan; tanğ attı: şafak söktü; tanğ ağardı yahut tanğ kılaydı yahut tanğ sürdü: şafak söktü; tanğ ağarıp atkanda yahut tanğ sarğarıp atkanda: şafak sökerken; atar tanğdın astman: şafak sökme­den biraz önce; tanğ ertenğ: sabah erkenden; tanğ aşır yahut tanğga aşır: (atı) sabalıa kadar yemsiz bı­rakmak suretiyle mukavemete hazırlamak; tanğ künü: hergün; tanğ atpay: sabaha kadar (şafak sökme­den önce); tanğ attır yahut tanğ atır-: geceyi sabaha kadar geçir mek; tanğda künü bk. tanğda.

tanğ II, 1. taaccüp, hayret; tanğ kal -yahut anğ tanğ kal-: hayret et­mek taaccüp etmek, şaşa kalmak; tanğ kauluuçu iş: şaşılacak iş; tanğ kaldır-: hayerti mucip olmak, hay­rete düşürmek; tanğ- tamaşa bk. tamaşa 1; 2. bilmiyorum, kim bil­sin (sualin cevabıdır); al kelet beken?. tanğ!: gelecek mi, acaba? -kim bilir!

tanğ III, kuyruk altındaki beyaz le­ke, benek (bazı hayvanlarda bulu­nur) ; bököndün tanğınday, bk. bökön.

tanğ IV: tanğ bolğon söz: hayide (çiğnenmiş, bayağı, harcıalem) olmuş söz veya tabir; tanğ bolğon kız: evde kalan kız; tanğı çıkkan ötuk: örslenmiş çizme.

tanğ- V, bağlamak.

tanğat = tanğ at (bk. tang I).

tanğattır- = tanğ attır (bk. tanğ I).

tanda, yahut tanğda künü: yarın.

tanğdan-, taaccüp etmek, hayret et­mek şaşa kalmak.

tanğdandır-, taaccübü mucip olmak, hayrete düşürmek; birdi kurbant-ti; birdi tanğdandırdı: (bu) birisi­ni sevindirdi, birisini de hayrete düşürdü.

tanğdanış., muş. tanğdan-'dan.

tanğdanuu, taaccüp, hayret.

tanğday 1. (daha doğrusu üstünğkü tanğday) damak; 2. (daha doğru­su: astmğkı tanğday) dilaltı sülük-çügü ile birlikte dilaltı; kaz tanğ­day: 1) civan perçemi: achillea millefolium; 2) birçeşit mimarî tezyiinatın adı.

tanğdayla-, (Rad.) söylemek, demek.

tanğdaylaş-, 1. mütenazır (syımimet-rique) ve güzel olmak (mimarî tezyinat hakkında); tanğday laçkan sayma: güzel işleme (nakış); 2. uyuşmak, mutabık kalmak, konuş­mak (ör. bk. manğdaylaş); 3. db. hanekileşmek , damaklılaşmak (sesler hakkında).

tanğdaylaştır-, 1. (mimarî tezyinatı) mütenazır yapmak; 2. db. hânekl leştirmek.

tanğdaylaştıruu, 1. mütenazır yapma; 2. db. hanekileştîrme.

tanğdaylaşuu, işs. tanğdaylaş-,tan.

tanğdı: tanğdı künü: hergün.

tanğğak, bağ, demet, tutam.

tanğğalarlık (tanğ kalarlık), hayreti mıucip olan, taaccübü mucip olan.

tanğğalt- = tanğdandır-; aalamdı but tanğğaltıp, avanın colun salışkan folk.: (tayyareciler) alemi hayretler içinde bırakarak hava yolu aç­tılar.

tanğğıç, yol (sefer) kayışları.

tanğık, bağ (deste).

tanğıl-, 1. bağlanmak; 2. tabi olmak.

tanğılçak. bağ. deste, tutam.

tanğıluu, bağlanmış; kolu butunğ tanğıluu folk.: elin ayağın bağlıdır.

tanğırakay, ucu yukarıya çevrilmiş ve kanatları geniş olan burnuna ma­lik olan.

tanğırık: tanğınk murun: kanatları kabarık olan burun.

tanğırka-, taaccüp etmek, hayret et mek; tanğırakap karap kaldı: hay­retle baka kaldı.

tanğırkat-, hayreti, taaccübü mu­cip olmak.

tanğış, bağ, ip; bosoğo tanğışı: kapı pervazını (baş bosogo) kerege (bk.)'ye bağlıyan ip.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   73   74   75   76   77   78   79   80   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin