Ab-i hayattan damlalar


DÜNYADA İKEN AHİRET ÂLEMİNİ YAŞAMAK



Yüklə 0,67 Mb.
səhifə4/9
tarix30.11.2017
ölçüsü0,67 Mb.
#33407
1   2   3   4   5   6   7   8   9

DÜNYADA İKEN AHİRET ÂLEMİNİ YAŞAMAK
Dünyada iken ahiret âlemini yaşamak istiyorsak, bir mürşid-i kâmilden “âhiret nedir, cennet nedir, cehennem nedir, sırat nedir, Rabbimiz kimdir, Nebimiz kimdir, kitabımız nedir…” gibi soruların cevabını öğrenmemiz ve öğrendiklerimizle âmil olmamız gerekmektedir.

Tevhid tahsilini yapan bir kişi, tasavvufta fenafillah olduğunda sırat köprüsünün 300 yıllık bir yolculuk olduğunu öğrenir. Bu üçyüz yıllık yolun “yüz yılı yokuş, yüz yılı düz, yüz yılı da iniştir” denilir. İşte sözü edilen bu üç yüz efâl yüzü, sıfat yüzü, zat yüzüdür. Fenâ-i efâl, fenâ-i sıfat, fenâ-i zat yapılmakla üçyüz yıl olan sırat geçilir.

Zira kendisine nisbet ettiği efâl yüzünü, sıfat yüzünü, zat yüzünü idrak etmekle kendisine nisbet ettiği varlığın kendisine ait olmadığını anlamış, “ölmeden evvel ölme” idrakına sahip olmuştur. Bedeni ölüm olan ıztırarî bir ölümle ölmemesine rağmen ihtiyarî bir ölümle dünyada iken sıratı geçmiş ve ölme zevkine sahip olmuştur. Iztırarî bir ölümle ölündüğünde bedenimiz, topraktan geldiği için toprağa gider. Bakara Suresinin 156. âyetindeki “gâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun.” “Allah’tan geldik tekrar Allah’a rücu edeceğiz.” (2-156) emri gereğince, ruhaniyetimizin de Rabbimizden geldiği için Rabbimize kavuşmamız olan letafet âlemine göç etmemiz mukadder olacaktır.

İsminden de anlaşılacağı gibi madde âleminin sonu, letafet âlemi yani âhirettir. Dünya âleminde nasıl baba sulbü, anne sulbü ve dünya âlemi gibi maddi âlemlerden geçiliyorsa âhiret âleminde de melekût âlemi, ceberut âlemi ve lahut âlemi olan lâtif âlemlerden geçerek Cenab-ı Hakk’ın zatına vuslat edilmiş olunur. Aslında bu âlemler uzak mesafelerde kat edilmesi gerekli yerler değildir. Bir ağaç düşünün. Bu ağacın çekirdeğinin gövde, dal ve yapraklarına mesafesi olduğu hâlde, çekirdeğin içinde bu mesafelerin olmadığını görürüz. Aynen bunun gibi sayılan bu âlemlerin de insanın gönül âleminde mesafeleri yoktur. Kişinin düşünce ve idrak farklarından ibarettir. Dünya ‘zaman’ dilimiyle tarif edilirken, âhiret ‘an’ ile tarif edilir.

Melekût âlemine ayak basan bir kişi, Cenab-ı Hakk’ın vahdaniyet deryasında teklik zevkiyle zevkiyâb olmuştur. Bu âlemde yaşarken lâtif olan âhiret âlemini yaşamaya başlamıştır. Bakara Suresinin 115. âyeti “ Doğu da, batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır…” (2-115) bize, bütün görünen sıfatlardan Cenab-ı Hakk’ın güzelliğini sergilemektedir. Yunus Emre Hazretleri de bir ilahîsinde
Yusuf'u kaybettim Kenan ilinde

Yusuf bulunur, Kenan bulunmaz” diyor.

Can Yusuf’unu gören kişi artık ten Kenan’ını göremeyecek hâle gelir.

Cenab-ı Hakk’ın teklik yüzü olan vahdaniyetini seyretmek kişide manevi bir sarhoşluk meydana getirir. Kendi varlığının olmadığını kendi diye bildiği bu gölge vücutta Cenab-ı Hakk’ın efâlini, sıfatını, zatını teklik olan vahdaniyeti ile görmeye başlayınca “ben” demeye başlar. Zira Tin Suresinin 4. âyetinin “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (95-4) ifadesi ile Hak kendi mazharından “ben” demektedir. Yaşamı gereği, kesret âleminde bulunduğu için, bütün sıfatlarından tecellînin Hakk’ın zuhuru olduğunu görerek hemen farka geçip, amel ve muamelede fark-ı sanî dediğimiz şeriatı uygulamaya başlar. Burası ceberut âlemidir. Bütün yaşantımızda cemadat, nebatât, hayvanat ve insanlara nasıl yaklaşmamız gerekiyorsa o şekilde bilinçli olarak yaklaşırız. Cenab-ı Allah’ın emir ve yasaklarını yerli yerinde uygularız. Çünkü sana ve senden gayri diye bildiğin bütün varlıklara faydalı oluyorsan bunların Allah’ın emirleri olduğunu, sana ve senden gayri diye bildiğin bütün varlıklara zarar veriyorsan bunların da Allah’ın yasak ettikleri olduğunu hiç unutmayız. İşte burada yaşarken her anımızda hesap verildiğini görür ve anlarız. Ayrı bir ahiret âlemi düşünerek, ilimle zanda bir âhiret yaratıp ceza ve mükâfatın mevcudiyetini düşünmeyiz. Her şeyi görerek, ceza ise cezamızı çekerek, mükâfatsa zevk ile cennetimizi idrak ve düşünüşlerimizle yaşarız. Bir kişi bu ceberut âlemine ilim ve taklidi bir amelle geldiyse, onun karşılığını dünyada görmüştür. Âhiret âlemi olan bu ceberut âleminde onun yeri yoktur. Zira burası dünya değil, lâtif ceberut âlemidir. Lâtif olan bütün sıfatlardan kemalâtıyla Rabbimin rahmaniyeti tecellî ettiği için, Muhammed yüzünden Hakk’ın güzellikleri seyredilir. Buraya kadar, sıratın, âhiretin ne olduğunu, cennetin ve cehennemin ne olduğunu, soru ve cevabın ayrı bir âlemde olmadığını, her an bunların bizzat yaşandığını bilir ve görür. Sakın âhireti inkâr ettiğimi zannetmeyiniz. Ruhaniyet olan lâtif yüzümüz bedende iken dünyada yaşamaktadır. Günü gelip bedenin ölmesiyle bizdeki ruh yoluna devam ederek, bu âlemleri geçecektir. Siz bunu bu âlemde idrak ederseniz, âhiret âlemlerini de bilmiş ve daha burada görmüş olursunuz.

Lahut âlemine geçtiğinde, kul diye vasıflandırdığı varlığının olmadığını, Cenab-ı Hakk’ın bir sıfat olarak Âdem fiiliyle zahir olduğunu anlar. Cenab-ı Hakk’ın mülkünde O’ndan başkasının olmadığını, vücudu ile mevcut, sıfatı ile her şeyi ihata ettiğini, esmasıyla malûm olduğunu, fiilleriyle zahir olarak yekûn görüntünün O olduğunu anlar. İlme’l bilmekten, ayne’l görmeğe, ayne’l şühuddan da Hakka’l yaşamaya geçer. İşte bu kişi lâyıkıyle kul olmuştur. Peygamber efendimizin “Abduhû” ve “Rasûluhû” olmasına şehâdet gibi… Hakk’ın kul mazharıyla açığa çıkma zevkine kul diyoruz. Kul demek köle demektir. Kölenin kendi varlığı bile sahibinindir.

Allah bizleri de bu zevkle zevklendirsin daha bu dünyada iken âhireti yaşatsın. Âmin.

ESMA-ÜL HÜSNA’NIN AÇIKLAMASI

Cenab-ı Allah’ın zatına ait sıfatları 6, isbatına ait subut sıfatları 8, fâilliğinin gereği olarak da en güzel fiil sıfatları 99 dur. Tek, eşsiz olan ismi bütün esmaları şemsiyesi altına alan “Allah” (c.c.) ismidir. Bizler zatına ait sıfatları ilme’l-yakîn olarak biliriz. Çünkü isbatı olan sıfatları yaşadığımızı idrak etmedikçe, o derinliğe, o genişliğe ve o büyüklüğe varamayız. Allah’ın en güzel 99 ismini yani “Esma-ül Hüsna”sını evvela anlamamız gerekmektedir.

ALLAH (c.c.)


Ulûhiyet mertebesindeki adıdır. Bütün esma-ül hüsnayı kendi şemsiyesi altında toplayan, ulûhiyet mertebesinde Allah esmasıyla insan-ı kâmilde tecellîsini gösteren, ulûhiyete tazim, bedenen taat, tevekkül, mutlak zattır. Bütün isimlere câmidir. Zata delâlet ettiği için kendisine ism-i azam ve ism-i câmi de denir. Her mertebede olan, âlemlerden ganiyy ve benzeri olmayan ism-i A’zam’dır. Varlığı kendi zatından olan ve bütün övgülere lâyık bulunan, yokluğu hiçbir zaman düşünülemeyen, başka bir varlığın desteğine muhtaç olmayan, kâinatın yegâne yaratıcısı ve yöneticisi olan, en güzel isim ve sıfatlarla nitelenen Vâcibü'l-Vücud sahibi gerçek ve yegâne ma’bud Allahü teâlâ’dır.
ER-RAHMAN
Allah’ın ilim ve irade tecellîsi ile her şeyin, esmasını bünyesinde toplayan, insan-ı kâmildeki zatının sıfat ve fiil tecellîsidir. İlim ve iradesiyle arşı istiva eder. Zümer Suresinin 53. âyetinde “De ki: ‘Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’" (39-53) buyurulmaktadır. Ayrıca İsra Suresinin 110. âyetinde “De ki: ‘İster Allah deyin, ister Rahman. Hangisini deseniz olur. Nihayet en güzel isimler o’nundur …’ ” (17-110) buyurulmaktadır. Rahman sıfatı Cenab-ı Allah’ın ilk tecellîsi olduğu için her şeyi kuşatmıştır. Rahman ism-i şerifinin yarattığı bütün mahlukât bu rahmete dâhildir. Kâfir, mü’min, çalışan, çalışmayan, suçlu, suçsuz, itaatkâr, âsi, imanlı, imansız… Bunun delili Araf Suresinin 156. âyettidir. “…Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır...” (7-156) Peygamber efendimiz bir hadîslerinde “Toplum hayatının can alıcı idrakı rahmettir. Cemaatte rahmet, ayrılık ve ihtilafta azap vardır.” buyurmuşlardır. Yine başka bir hadîs-i şerifte “İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez” denilmek suretiyle insanlar arasında sevgi, şefkat ve merhametle davranmak gereği işaret edilmiştir.

ER-RAHİM
Tevhid idrakı ile vahdaniyet âlemindeki bütün özellikleri, zikir, fikir ve tefekkürle öğreten ve bizzat âlem suretiyle hakikatlere erdirerek kendisini bütün aynalardan seyreder. Bize şah damarımızdan yakın olan Allah bütün tecellîleri elbette gönül Tûr-i Sînâ’sından her an zuhura getirecektir. Allah’ın iki rahmeti vardır. Bunlardan biri rahmaniyet rahmeti biri rahimiyet rahmetidir. Dünyada kendisine inanıp emirlerine uygun bir şekilde yaşayanları âhirette ebedî nimetlere nâil kıldıracak rahimiyettir. Onun için bizler her işe başlarken işin başında ‘Bismillahirrahmanirrahim’ diyoruz. Bir âyet-i kerimede “Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân'dır, Rahîm'dir.” (2-163) buyurulmaktadır.


EL-MELİK
Mülkünde sıfat ve esmalarıyla istediği gibi her şeye sahib ve malik olandır. Ortağı da yoktur. Biz de zihnimizde idrak ve melekemizle kendimizi sevk ve idare ediyoruz. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü kendisine ait olan Allah ne yücedir! Her şeyin istidat ve kabiliyetlerine göre o mazharlardan kendini açığa çıkarmıştır. Gerçek hükümdar, her şeye sahip, mutlak zengindir.

Ali İmran Suresinin 189. âyetinde “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (3-189) buyrulur. Ayrıca Fatiha Suresinin 2. âyetinde “El hamdu lillâhi rabbil âlemîn.” “Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a özgüdür.”

(1-2) ve 4. âyetinde “Mâliki yevmid dîn” “Din gününün mâlikidir” (1-4) buyurulmaktadır.

EL-KUDDÜS

Bütün yaratıklarına benzemeden, sıfat ve esmasından açığa çıkan, eksiklikten münezzeh pak ve temiz olandır. İsim ehl-i tevhide malûmdur. Haşr Suresinin 23. âyetinde “…O, mülkün gerçek sahibi, her türlü eksiklikten münezzeh… ” (59-23) buyrulmaktadır.
ES-SELAM
Yaratılmışları dünya ve âhirette tehlikeden ve benlikten koruyup, yakînlikle selâmete çıkarandır. Rahatlığa kavuşmak olarak mütalaa edilir. Dertlerden, belâlardan, kusur ve eksikliklerden uzaklaşarak selâmete kavuşmak isteyenleri gerçek selâmete kavuşturur. Selam, felâha kavuşma, feyz alma ve kurtuluşa erme mânâlarına da gelir. Haşr Suresinin 23. âyetinde “…selâmet verendir…” (59-23) buyurulmaktadır.
EL-MÜ’MİN
İman etmiş, inanmış, inanışında sağlam duran, doğru yolu bulmuş olandır. İmanlarında ikilikten kesinlikle yoktur. Enam Suresinin 82. âyetinde iman sahipleri şöyle tanımlanır: “İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.” (6-82)
EL-MÜHEYMİN
Hıfz edici, koruyucu anlamında olup, bütün sıfat, esma ve fiillerini gözetip kontrol eden ve koruyandır. İnsanları murakebe eden, hükümdarlığı ile her şeyi hükmü altına alan, her şeyi koruyan ve gözeten demektir. Tevbe Suresinin 78. âyetinde şöyle buyurulmaktadır: “Allah'ın, içlerinde gizlediklerini ve fısıltılarını bildiğini ve Allah'ın gaybleri çok iyi bilen olduğunu bilmediler mi?” (9-78)

EL-AZİZ
Eşi ve benzeri bulunmayan, karşı konulmaz galip, izzetli, temiz ve kudret sahibidir. O’nun her yarattığı azizdir. Enam Suresi 96. âyet: “O, karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla bilenin takdiridir.” (6-96)

EL-CEBBAR
Azamet ve kudret sahibi, hükmünü mutlaka uygulayandır. Allah’ın her fiilinden, her tecellîsinden bir cebir seyredilir. O’nun için her şeyin bir vakti vardır. Günü saati gelmeden olmaz. Enam Suresi âyet 18 “O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. O, hüküm ve hikmet sahibidir...” Bakara Suresi âyet 117 “…Bir işe hükmetti mi ona sadece "ol" der, o da hemen oluverir.” (2-117)

EL-MÜTEKEBBİR


Allah’ın büyüklüğü, azametidir. Mutlak “Ben”lik ona aittir. Her şeyin kendine mahsus bir büyüklüğü vardır. Âdem’in büyüklüğü ise halifelik kemalâtını açığa çıkarmasıdır. Casiye Suresi 37. âyetinde “Göklerde ve yerde ululuk O'na aittir...” (45-37) buyurulmuştur.

EL-HALIK
Mutlak tek varlığın gizlilikten zuhura gelmesidir. Allah’ın hüviyyet ve eniyyetinin Âdem mazharından fiiliyle açığa çıkması gibi. Rahman Suresinin 29. Âyetinde “…O her an tecellîlerini zuhur ettirme hâlindedir.” (55-29) buyruluyor. Zümer Suresinin 62. âyetinde de “Allah, her şeyin yaratıcısıdır…” (39-62) buyurulmaktadır.

EL-BARİ
Yarattıklarının mükemmel ve ahenkli olarak zuhura gelmesidir. Bütün yaratıklar birbirleriyle yardımlaşma ve beraberliklerini idame ettirmek durumundadırlar. Yüce yaratıcı kâinattaki herşeyi ahenkli ve muntazam bir şekilde her an ayrı bir tecellî ile süslemektedir. Herhangi bir düzensizlik görmekte mümkün değildir. Haşr Suresinin 24. âyetinde “O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah'tır…” (59-24) buyuruluyor.
EL-MUSAVVİR
Esma ve fiilleriyle şekillendiren, tertibli bir şekilde zuhura getirendir. Her şey Allah’ın tasavvuru ile meydana gelmektedir. Bir ağacın yeşermesi, çiçek açması, meyve vermesi gibi… Araf Suresinin 11. âyetinde “Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik...” (7-11) buyrulmaktadır.

EL-GAFFAR


Günahları bağışlayandır. Noksanlıklar-

dan kurtulmayı irade edenleri selâmete çıkarandır. İlimde, hâl ve ahlâk güzelliğine susayanlara yardım edendir. Çirkinlikleri örten, güzellikleri ortaya çıkarandır. Bakara Suresinin 199. âyetinde “…Allah'tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (2-199) buyuruluyor.

EL-KAHHAR
Gayriyetleri yakan, benliklerin olmadığını ikaz eden galip, hâkim olan kılıçtır. İnananlarda cehâlet ve nefsin kötü isteklerini zikirle yok edendir. Sad Suresinin 65. âyetinde “…Her şey üzerinde mutlak otorite sahibi, kahhar olan bir Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur.” (38-65) buyurulmaktadır.

EL-VEHHAB


Karşılıksız bağışlayan ve verendir. İçimizden sevdiğimize duyduğumuz muhabbet gibi. Sad Suresi 35. âyet “…Şüphesiz sen çok bahşedicisin…” (38-35)

ER-REZZAK


Zahir, bâtın bütün rızkı verendir. Doyuran, besleyen, bütün mevcudattaki fiilleri dâim kılandır. Yaratılan her varlık birbirleri için rızıktır. Aynı zamanda birbirlerini doyuran, besleyendir. Hud Suresinin 6. âyetinde “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın…” (11-6) ve Sebe Suresinin 39. âyetinde “De ki: ‘Şüphesiz, Rabbim rızkı kullarından dilediğine bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Allah yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.’” (34-39) buyrulmaktadır.

EL-FETTAH


Nefs, kalp, ruh kapılarını açan, kolaylaştıran, farkıyla fark ettirmesiyle gönül kapılarını açarak, zatının sıfatlarından esma alarak fiilleriyle kendisini zuhura getirerek seyretmesidir. Enam Suresi âyet 59 “Gaybın anahtarları yalnızca O'nun katındadır. Onları ancak O bilir…” (6-59) Sebe Suresi âyet 26 “De ki: ‘Rabbimiz hepimizi kıyamet günü bir araya toplayacak, sonra da aramızda hak ile hüküm verecektir. O, gerçeği apaçık ortaya koyan, hakkıyla bilendir.’ ” (34-26)

EL-ALÎM
Arz ve semada ilmiyle her şeyi sınırsız bilendir. İlim tecellî ettiği yerde âlim adını alır. Zatın yüceliğini seyretmek için kulluğuna kadar altı mertebede tecellîlerini bilmektedir. Mümin Suresinin 7. âyetinde “…Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır…” (40-7) ve Ali İmran Suresinin 119. âyetinde “…Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.” (3-119) buyurulmaktadır.


EL-KÂBIZ
Kalbe sıkıcılık veren, daraltan anlamındadır. İnsanda durgunluk, sıkıntı, bildiğini hatırlamama, içe dönüklük, kesretten uzak olma hâli şeklinde kendisini gösterir. Bakara Suresinin 245. âyetinde “…Allah daraltır ve genişletir…” (2-245) buyrulur. Hac Suresinin 18. âyetinde “…Allah kimi hor ve hakir kılarsa artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur...” (22-18) buyurulmaktadır.

EL-BÂSIT
Allah’ın sıfat, esma ve fiillerinde açıp, bütün kudretini yayan, nefse mutluluk, kalbe hidayet, ruha neşe verendir. Kişideki kabızlık hâlinin sona ermesiyle her şeyin kolaylaşması, hatırlanması gibi… Maide Suresinin 64. âyetinde “…Hayır, O'nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir…” (5-64) , Rum Suresinin 37. âyetinde “Allah'ın, rızkı dilediğine bol verdiğini…” (30-37) , Rad Suresinin 26. âyetinde de “Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar…” (13-26) buyurulmaktadır.

EL-HÂFID
Gayriyeti tart eden, zalimleri alçaltarak onları zelil eden, değersizleştiren, kesretteki sahiplenme sıfatını alçaltandır. Hicr Suresinin 88. âyetinde “Kâfirlerden bir kısmını faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın. Onlara karşı mahzun olma ve mü'minlere karşı alçakgönüllü ol.” (15-88), Vakıa Suresinin 3. ve 4. âyetlerinde “Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.” (56-3,4) buyurulmaktadır.

ER- RÂFİ
Her şeyin hakikatini kavrama, fiillerinde seyretmedir. Zihnimizde dağınık olarak mevcut olan birçok şeyin güzel bir düşünce şeklinde ortaya çıkması gibi… Enam Suresinin 83. âyetinde


…Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir. ” (6-83) buyrulur. Yine Yusuf Suresinin 76. âyetinde “…Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” (12-76) buyrulmaktadır.

EL-MUİZZ
Dilediğini aziz eden, diğerlerine göre yüce yapandır. Fiilleriyle tecellî ettiğinde, her bir tecellîsinin ne kadar aziz olduğu anlaşılmış olur. Münafikun Suresi âyet 8 “…Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah'ın, Peygamberinin ve mü'minlerindir…” (63-8) Ali İmran suresi âyet 26 “De ki: ‘Ey mülkün sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayr senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.’” (3-26)

3.27*************

EL-MÜZİL
Dilediğini zelil kılan, benlik perdesinde aşağılandırandır. Zıddını kuvvetlendiren, kötülüğün kuvvetli oluşu aziz ve yüceliğin üstünlüğünü ortaya çıkarmak bir sebeptir. Onun için ibtila lâzım ve güzeldir. 10.27*************Yunus Suresi âyet 26 “Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz bulaşır ne de bir horluk. İşte onlar cennet ehlidirler ve orada ebedi kalacaklardır.” (10-26) Yunus Suresi âyet 27 “Kötülük yapanlara gelince, kötülüğün cezası misliyledir. Onları bir zillet kaplayacaktır. Onları Allah’a karşı koruyacak hiçbir kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden parçalarla örtülmüştür. İşte onlar cehennem ehlidir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.” (10-27)

ES-SEMİ
Her şeyi iyi işiticidir. Her varlığın işitmesi vardır. Mikropların bile işitme sistemi vardır. Halkı işitiyoruz, fakat Hakk’ı halk mazharından işitemiyoruz. Şura Suresi âyet 11 “…O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (42-11)

EL-BASİR
Her şeyi görücüdür. Her varlıktan Allah görmektedir. Yüce Allah gözlerdeki en belirsiz ve karışık olanları, sadırlarda ne kadar gizli işler varsa hepsini görür ve bilir.

Hucurat Suresi âyet 18 “Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gizliliklerini bilir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (49-18) Enam Suresi âyet 103 “Gözler O'nu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder. O, en gizli şeyleri bilendir…” (6-103)
EL-HAKEM
Her şeye hükmeden hakkı yerine getiren hâkimdir. Halk arasında haklıyı haksızı ayıran fiil sahibi demektir. Araf Suresi âyet 87 “…Allah aranızda hükmünü verinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” (7-87)

EL-ADL
Her şeyin hakkını veren, adaletle hükmedendir. Zerreden küreye kadar her yaratılanda eksiklik bulmak mümkün değildir. Her şey adaletle, yerinde yaratılmış ve doğrudur. Enbiya suresi âyet 47 “Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu adalet terazisine getiririz. Hesap gören olarak biz herkese yeteriz.” (21-47)

EL-LATİF
Bütün incelikleri bilen, lütfu çok olan, rıfkla muamele yapandır. Her şeyi gönül kulağımızla dinleyip, gönül gözümüzle gördüğümüzde Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve inayetinin seyrini yaparız. Enam Suresi âyet 103 “Gözler O'nu göremez. Hâlbuki O, gözleri görür. O lâtif, her şeyden haberdardır.” (6-103)
EL-HABİR
Gizli ve aşikâr olan her şeyden haberdar olandır. Her şey gönlümüzde hazır olduğu hâlde bazen vücut ülkemizden haber alma ve haber vermeyi sağlayamıyoruz. Bu bizim gaflette oluşumuzdandır. Mülk Suresi âyet 14 “Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.” (67-14)

EL-HALÎM
Yumuşak muamele yapan, cezaya gücü yettiği hâlde bunu acele yapmayandır. Zalim olan bir insanda bile bir halimlik, bir yumuşak yön vardır. Nahl Suresi âyet 61 “Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler…” (16-61)


EL-AZİM
Açığa çıkmış esma özelliğiyle muhteşem büyüklük ve azamet sahibidir. Bazen bizler de azmimizden gafil oluruz. Oysa Allah’ın azmiyle beraberizdir. Bakara suresi âyet 255 “…Gökleri ve yeri koruyup gözetmek Allah’a zor gelmez. O yücedir. Azîmdir.” (2-255)

EL-GAFUR
Rahmeti bol, rahmetlerinden ümit kesilmeyendir. Yürek ferahlatıcı, dertlere derman olan, istek ve arzuların yerine getirilmesini sağlayandır. Mülk Suresinin 2. âyetinde “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (67-2) buyrulmaktadır.

EŞ-ŞEKÛR
Emrine itaat edenlere bol mükâfat verendir. İlimleriyle âmil olarak irfaniyet elde edenlerden Allah memnun olur ve onların hicablarını açar. Fatır Suresi âyet 30 “Allah, kendilerine mükâfatlarını tam olarak versin ve kendi lütfundan daha da artırsın diye (böyle yaparlar). Şüphesiz O, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.” (35-30)
EL-ALİYY
Akılların dahi idrakından üstün yüce mertebeden varlıkları seyredendir. Allah zatının Rab tecellîsinde “subhane rabbiyel âlâ”dır. A’la Suresi âyet 1 âyet “Yüce Rabbinin adını tespih et.” (87-1) Şura Suresi 4. âyet “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O, yücedir, büyüktür.” (42-4)

EL-KEBİR
Cenab-ı Allah’ın zatının, sıfatlarının ve efâlinin ikramıyla büyüklüğünün kavranamaz oluşudur. Varlığının kemaline sınır yoktur. İnsan on sekiz bin âleme cami olduğu gibi cami-ül esmadır. Lokman suresi âyet 30 “…Allah Hakk’ın ta kendisidir. O’ndan başka taptıklarıysa mutlaka bâtıldır. Şüphesiz ki Allah çok yücedir, çok büyüktür.” (31-30)

EL-HAFIZ
Bütün mevcudatı ihata ederek hıfzedendir. Muhafaza ederek malûmiyeti ile hatırlayandır. Her varlığın hafızası vardır. Kur’ân’ı ezberleyip hafızamızda saklamamız gibi. Hicr Suresi âyet 9 “…Onun koruyucusu da elbette biziz.” (15-9), Tarık Suresi âyet 4 “Hiçbir kimse yoktur ki, üzerinde koruyucu bulunmasın.” (86-4)
EL-MUKİT

Maddi ve manevi gıdaları meydana getirip ihsan edendir. Her şey kayıtlı olarak yerinde ve zamanında zuhura gelmektedir. Nisa Suresi âyet 85 “Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse, onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını gözetip verendir.” (4-85)


EL-HASİB
Birliğinin zerreden küreye kadar her varlıkta tecellîsini yaşatan ve hesap edendir. Her varlık bir hesapla yaratılmış ve bir hesap dâhilinde görevini ifa etmektedir. Nisa Suresi âyet 86 “Size bir selam verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.” (4-86) , Ahzab Suresi âyet 39 “ O peygamberler ki, Allah’ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah yeter.” (33-39)

EL-CELİL
Her varlıkta zatının, sıfatlarının ve fiillerinin sultanlığını göstermesidir. Zatının sıfatlarında esma alarak fâilliği ile azametini, ululuk sahibi olduğunu göstermektedir. Rahman Suresi âyet 27 “Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.” (55-27) , Rahman Suresi âyet 78 “Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı yücedir.” (55-78)

EL-KERİM
Cenab-ı Allah cömert ve affedicidir. Her varlığa yaptığı ikramlarla O’nu görmekteyiz. İnfitar Suresi âyet 6 “Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?” (82-6)

ER-RAKİB
Her şeyi emri altında tutan, yarattıklarından asla gafil olmayan, onları her an kontrol eden, denetleyen, bütün işler murakabesi altında bulunan demektir. Herkesin işi, çalışması, fiilleri, murakabe edilmektedir. Nisa Suresi âyet 1 “… Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.” (4-1) , Ahzab Suresi âyet 52 “…Şüphesiz Allah, her şeyi gözetleyendir.” (33-52)

4.2************* EL-MUCİB
Kendisine olan yönelişe mutlak icabet eden, yardım edendir. Niyet iyi akibet iyidir. Saffat Suresi âyet 75 “Andolsun, Nûh bize dua edip seslenmişti. Biz ne güzel cevap vereniz!” (37-75)
EL-VÂSİ
İlmi, ihsanı, mağfireti ve rahmetiyle merhametiyle her şeyi kuşatandır. Rızık imkânlarını genişletendir. Dar gördüğümüz çok şeylerde genişlik ve güzellikler vardır. Bakara Suresi âyet 115 “…Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (2-115) , Bakara Suresi âyet 268 “… Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet va'dediyor. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (2-268) , Ali İmran Suresi âyet 73 “…De ki ‘lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah’ın rahmeti geniştir ve o her şeyi hakkıyla bilir.’ ” (3-73)

EL-HAKÎM
Bütün işleri yerli yerinde ve eksiksiz olan, hüküm ve hikmet sahibi, eşyanın, fiillerin hakikatini bilen, ilmin kudretiyle hükmeden demektir. Hud Suresi âyet 45 “Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: ‘Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va'din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.’ ” (11-45) , Tin suresi âyet 8 “Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir?” (95-8)


EL-VEDUD
Çok seven ve çok sevilen, sevilmeye en çok lâyık olandır. Ali İmran Suresi âyet 31 “De ki: ‘Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’” (3-31)
EL-MECİD
Şanı ve şerefi çok üstün, lütuf ve keremi bol olandır. Her an ayrı bir tecellî ile icad edendir. Buruc Suresi âyet 15 “Arş'ın sahibidir, şanı yüce olandır.” (85-15)
EL-BAİS
Ölüleri dirilten, ruhları uyandıran, her şeyi ayrı bir şe’nde tecellîsi ile yeniden hayata döndüren demektir. Taklidî ibadetlerden tahkikî ibadetlerle tekâmül ettiğimiz gibi. Vakıa Suresi âyet 61“Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.” (56-61) , Hac Suresi âyet 7 “Çünkü kıyamet muhakkak gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur ve şüphesiz Allah, kabirlerdeki kimseleri diriltecektir.” (22-7)
EŞ-ŞEHİD
Her yerde hâzır ve nâzır olan, varlığı ile varlığına şahid olan, zatının sıfatından esma alarak fiilleriyle açığa çıkaranı seyreden, kendisinden başkasının olmadığını yaşatandır. Ali İmran Suresi âyet 98 “De ki: ‘Ey kitab ehli! Allah, yaptıklarınızı görüp dururken Allah'ın âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?’ ” (3-98) , Hucurat suresi âyet 18 “Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (49-18)

EL-HAK
Vacibu’l-Vücut olan varlığı hiç değişmeden duran, hiç yok olmayan ve gerçek olandır. Mutlak hakikat, bütün işlerinin hakikati ve kaynağıdır. İsra Suresi âyet 81 “De ki: ‘Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.’ ” (17-81) , Fussilet Suresi âyet 53 “Varlığımızın delillerini, ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur'an'ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?” (41-53)

EL-VEKİL
Kendisine güvenilip dayanılan, işlerini emniyete alan, halifelik sırrının kaynağıdır. Zümer Suresi âyet 62“Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir.” (39-62) , Müzemmil suresi âyet 9 “O, doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle ise O'nu vekil edin.” (73-9) , Ali İmran Suresi âyet 173 “…ve ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!’ dediler.” (3-173)
EL-KAVİYY
Pek kudretli ve her şeye gücü yetendir. Kavî, kudretli, güçlü ve sınırsız kuvvet sahibidir. Allah’ın yarattığı varlıklar cinsine göre bütün zorluklara dayanıklı, mukavemetlidir. Zariyat Suresi âyet 58 “Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.” (51-58)

EL-METİN
Efâl âleminde her şeye gücü yeterek, ayakta tutan kudretli, çok güçlü ve sağlamdır demektir. Bakara Suresi âyet 148 “…Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz, Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter.” (2-148) , Kamer Suresi âyet 55 “Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.” (54-55)


EL-VELİYY


Zat, sıfat ve efâlinde seçkin kullarının yardımcısı ve dostudur. Allah, iman edenlerin dostudur. Bakara Suresi âyet 257 “Allah inananların dostudur…” (2-257) , Araf Suresi âyet 155“… ‘Sen, bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen, bağışlayanların en hayırlısısın’ dedi.” (7-155) , Şura Suresi âyet 9 “Yoksa onlar Allah'tan başka dostlar mı edindiler? Hâlbuki gerçek dost Allah'tır…” (42-9)

EL-HAMİD
Çok övülen, her türlü hamd ve senaya lâyık olan, her an ancak kendisine hamd edilen demektir. İsra Suresi âyet 44 “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah'ı tespih ederler. Her şey O'nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız…” (17-44)

EL-MUHSİ
Her şeyi tek tek bütün ayrıntılarıyla bilen, ilmiyle de ihata edendir. Muhasebesi ile her şeyi iyi hesap edendir. Yasin Suresi âyet 12 “Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) bir bir kaydetmişizdir.” (36-12) Cin Suresi âyet 28 “… Allah, onların her hâlini kuşatmış ve her şeyi inceden inceye sayıp dökmüştür.” (72-28)

EL-MÜBDİ
Mahlûkatı maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratandır. Neml Suresi âyet 64 “Yoksa başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile birlikte başka bir ilâh mı var! …” (27-64) , Ankebut Suresi âyet 19 “Onlar, Allah'ın başlangıçta yaratmayı nasıl yaptığını, sonra onu nasıl tekrarladığını görmüyorlar mı? Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.” (29-19) , Ankebut Suresi âyet 20“De ki, ‘yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. Allah bundan sonra âhiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kadirdir.’ ” (29-20)


EL-MUİD

Mahlûkatın boyut değiştirme tebdilatından sonra, tekrar yaratan ve ölüleri diriltendir. Bakara Suresi âyet 28 “Siz cansız iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O'na döndürüleceksiniz.” (2-28) , Rum Suresi âyet 27 “O, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayacak olandır. Bu, O'na göre (ilk yaratmadan) daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce ve eşsiz sıfatlar o’nundur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (30-27)


EL-MUHYİ
İhyâ eden dirilten, can bağışlayan, hayat verendir. Rum Suresi âyet 50 “Allah'ın rahmetinin eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Şüphe yok ki O, ölüleri de elbette diriltecektir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (30-50) , Nahl Suresi âyet 65 “Allah, gökten su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz bunda dinleyecek bir toplum için bir ibret vardır.” (16-65)
EL-MÜMİT
Ölümü tattıran, mertebelerdeki tecellîlerini o sıfatta durduran, bir yaşam hâlinden, diğer bir yaşam hâline geçirendir. Kaf Suresi âyet 43 “Şüphesiz biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş de ancak bizedir.” (50-43) , Ali İmran Suresi âyet 185 “Her canlı ölümü tadacaktır…” (3-185)

EL-HAYY
Hayatı ebedî olan, zatıyla bütün varlıkların enerji kaynağı olan, sıfatlarının hayatını fiilleriyle ayakta tutup verendir. Furkan Suresi âyet 58 “Sen, o ölümsüz ve daima diri olana (Allah'a) tevekkül et. O'nu her türlü övgüyle yücelterek tesbih et. Kullarının günahlarından hakkıyla haberdar olarak O yeter!” (25-58)


EL-KAYYUM
Her şey kendisi ile kâim, daima ayakta tutan ve bâki olandır. Bakara Suresi âyet 255 “Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur…” (2-255) , Ali İmran Suresi âyet 1,2 “Elif Lâm Mîm. Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. Diridir, kayyumdur.” (3-1,2)

EL-VACİD
Var olan ve herşeyi vareden, icâd eden, varlığı kendinden olan, dilediğini istediği anda var edip yaratandır. O’na karşı hiçbir şey kendini gizleyemez. İstediğini, istediği vakit bulan demektir. Hicr Suresi âyet 21 “Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.” (15-21)

EL-MACİD
Kerem ve ihsanının sınırsızlığıyla şan ve yücelik sahibi olandır. Nur Suresi âyet 38“Çünkü o günde Allah onları yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandıracak ve lütfundan onlara fazlasıyla verecektir. Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.” (24-38)

EL-VAHİD
Tek olan, cüzlere bölünmemiş ve cüzlerden meydana gelmemiş olan, sıfat ve fiil tecellîlerinin hiç biri, diğerine benzemeyen tek enerji sahibidir. Sad Suresi âyet 65 “Resulum de ki: ‘Ben sadece bir uyarıcıyım. Tek ve kahhar olan Allah’tan başka bir ilah yoktur.’ ” (38-65)


EL-EHAD
İkiliği olmayan, zatında bir olandır. İhlas Suresi âyet 1 “De ki: ‘Hu Allah Ehad’dır’” (112-1) , İhlas Suresi âyet 4 “ O’na hiç bir şey denk değildir.” (112-4)

ES-SAMED
Tekliği ile hiçbir şeye muhtaç olmayandır. Her varlık ona muhtaçtır. İhlas Suresi âyet 2 “Allah Samed'dir.” (112-2)


EL-KÂDİR
Her şeyi kudretiyle yapan, istediğini dilediği gibi yapmaya muktedir olandır. Yasin Suresi âyet 81 “Gökleri ve yeri yaratan Allah'ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir.” (36-81) , Fatır Suresi âyet 44 “Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Oysa onlar kendilerinden daha da kuvvetli idiler. Göklerdeki ve yerdeki hiçbir şey, Allah'ı âciz bırakacak değildir. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.” (35-44)
EL-MUKTEDİR
Bütün varlıklarda kudret sahibi ve her şeye sahip olandır. Kamer Suresi âyet 42 “Bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları mutlak güç ve iktidar sahibinin yakalaması gibi yakaladık.” (54-42) , Kamer Suresi âyet 55 “Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.” (54-55)

EL-MUKADDİM


Herşeyden önce olan, dilediğini öne alan, bütün varlıklarda tedbir ve tasarruf sahibi olandır. Dilediğine maddi ve manevi nimetler verip ilerlemelerini sağlayandır. Enbiya Suresi âyet 101 “Şüphesiz kendileri için tarafımızdan en güzel mükâfat hazırlanmış olanlar var ya; işte bunlar cehennemden uzaklaştırılmışlardır.” (21-101)

EL-MUAHHİR


Yarattıklarında istidat ve kabiliyetleri nisbetinle günahların azabını tertip ve tehir edicidir. Bir evvelde fiille hazırlık hâli bir de âhirinde iş yapma hâli gibi. Kıyamet Suresi âyet 13 “O gün insana, yapıp önden gönderdiği ve yapmayıp geri bıraktığı şeyler haber verilir.” (75-13)
EL-EVVEL
Her şeyden önce var olan varlığının başlangıcı olmayandır. Hadid Suresi 3. âyet: “O evveldir, âhirdir, zahirdir, bâtındır. O her şeyi bilendir.” (57-3)
EL-AHİR
Yaratılmış olanların özündeki bâkilik ve sonsuzluğudur. Hadid Suresi 3. âyet “O evveldir, âhirdir, zahirdir, bâtındır. O her şeyi bilendir.” (57-3)
EZ-ZÂHİR
Varlığı sayısız delillerle apacık ortada olan ve görünendir. Hadid Suresi 3. âyet: “O evveldir, âhirdir, zahirdir, bâtındır. O her şeyi bilendir.” (57-3)
EL-BÂTIN
Görünmeyen, gaybın hakikatı gizli nazari ve hissi perdeli olandır. Hadid Suresi 3. âyet: “O evveldir, âhirdir, zahirdir, bâtındır. O her şeyi bilendir.” (57-3)

EL- VÂLİ
Hâkim-i mutlak olanın kudreti ile hükmünü yönetendir. Her varlıkta zatının sıfatlarından esma alarak fiilleriyle, varlıkların istidat ve kabiliyetleri nisbetinde yaşamlarını sevk ve idare etmesidir. Rad Suresi âyet 11 “…Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.” (13-11)


EL-MÜTEÂLÎ
Her şeyden yüce, âli, büyük, noksanlıklardan münezzeh olandır. Bakara Suresi âyet 255 “…O’nun kürsisi gökleri ve yeri içine alır. Onları koruyup gözetmek O’na zor gelmez…” (2-255) , Rad Suresi âyet 9 “O, gaybı da görülen âlemi de bilendir, çok büyüktür, çok yücedir.” (13-9)

EL-BERR
Her şey ile beraber fiillerinin sahibidir. Kullarına iyilik ve ihsanı boldur. Saffad Suresi âyet 96 "Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır." (37-96) , Tur Suresi 28 "Gerçekten biz bundan önce O'na yalvarıyorduk. Şüphesiz O, iyilik edendir, çok merhametlidir." (52-28)

ET-TEVVAB
Hak ve hakikati kavrayanlarda tövbeyi kabul edendir. Şura Suresi âyet 25 O, kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.” (42-25)

EL-MÜNTEKİM


İntikam alan, günahkârları, adaletiyle yargılalayan lâyık oldukları cezaya çarptıran demektir. Secde Suresi âyet 22 “Kim, Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalimdir? Şüphesiz ki biz suçlulardan intikam alıcıyız.” (32-22) Zuhruf Suresi âyet 41 “Ya biz seni alır götürürüz de, onlardan intikam alırız.” (43-41) , Duhan Suresi âyet 16 “Onları o en şiddetli yakalayışla yakalayacağımız günü hatırla. Şüphesiz biz öcümüzü alırız.” (44-16)

EL-AFÜVV
Tövbeleri kabul eden ve affedendir. Nisa Suresi âyet 43 “… Şüphesiz Allah, çok affedici ve çok bağışlayıcıdır.” (4-43) , Nisa Suresi âyet 99 “Umulur ki, Allah bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.” (4-99)

ER-RAÛF
Çok şefkatli ve merhametli olan, çok esirgeyen, kolaylık sağlayan, acıyandır. Bakara Suresi âyet 207 “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın rızasını kazanmak için kendini ve malını feda eder. Allah, kullarına çok şefkatlidir.” (2-207) , Tevbe Suresi âyet 128 “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü'minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (9-128)

MÂLİK-ÜL MÜLK


Mülkün ezelî ve ebedî sahibi olan, dilediğine veren, dilediğinden alan, mülkünde dilediği gibi tasarruf edendir. Ali İmran Suresi âyet 26 “De ki: ‘Ey mülkün sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın…’ ” (3-26)

ZÜLCELÂL-İ VEL-İKRÂM


Celâl, azamet, şeref ve ikrâm sahibi, varlıkları zuhura getirip onlara dâima bol ikram verendir. Rahman Suresi âyet 27 “Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.” (55-27) , Rahman Suresi âyet 78 “Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir.” (55-78)
EL-MUKSİT
Her yaratılmışa ve her yaratılmışın amacına göre hak ettiğini adaletle verendir. Maide Suresi âyet 42 “…Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever.” (5-42) , Araf Suresi âyet 29 “De ki:‘Rabbim adaleti emretti…’ ” (7-29) , Rahman Suresi âyet 9 “Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.” (55-9)
5.43*************

EL-CÂMİ
İstediğini istediği şekilde, istediği zaman, istediği yerde toplayan, yaratılmışları yaratılma amaçları doğrultusunda kıyamet günü ve her an toplayandır. Ali İmran Suresi âyet 103 “…Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti…” (3-103) , Ali İmran Suresi âyet 9 “Rabbimiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın…” (3-9)

EL-GANİYY
Zatında, sıfatında ve fiillerinde hiçbir şeye muhtaç olmayan çok zengin olan demektir. Fatır Suresi âyet 15 “Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla lâyık olandır.” (35-15)

EL-MUĞNÎ
Her şeyin muhtaç olduğu şeyleri hikmetle verip zengin eden, ihtiyaçlarını gideren, müstağni kılan demektir. Necm Suresi âyet 48 “Şüphesiz O, başkalarına muhtaç olmaktan kurtardı ve varlık sahibi kıldı.” (53-48)

EL-MÂNİ
Hak etmeyene, hak etmediğini vermeyerek ona mâni olandır. Yunus Suresi âyet 107 “Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O'ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur…” (10-107)

ED-DARR
Darlık veren azap ve hastalık gibi bazı sıkıntıları veren ve yaşatandır. Enam Suresi âyet 17 “Şayet Allah sana bir zarar dokundursa, bunu O'ndan başka giderecek yoktur…” (6-17)


EN-NAFİ
Hayr ve menfaat verecek şeyleri yaratan, faydalandıran, faydalı düşünceleri hatıra getiririp fiilleriyle uygulayandır. Şuara Suresi âyet 72-73 “İbrahim, dedi ki: "Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?" "Yahut size fayda veya zararları dokunur mu?" (26-72,73)

26.73*************

EN-NÛR
Her şeyin hakikati olan ilim nuru, güneş, ay ve yıldızlar gibi zahir ve bâtın ışık verendir. Nur bizatihi zahir olan, kendisiyle eşyanın zuhura geldiği şeydir. Nur Suresi âyet 35 “Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur… Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (24-35)

EL-HÂDİ
Hak ve hakikate vuslat bulduran, hidayet edendir. Enbiya Suresi âyet 73 “Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet eden kimselerdi.” (21-73)


EL-BEDÎ
Eşi benzeri olmayan güzellikte olup bütün parlak ve cazibeli güzellikleri yaratandır. Bakara Suresi âyet 117 “O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece ‘ol’ der, o da hemen oluverir.” (2-117)
EL-BÂKÎ
“Yok” olmaktan münezzeh, varlığının sonu olmayan, sonu gelmeyendir. Sonsuz ve dâim olandır. Rahman Suresi âyet 27 “Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.” (55-27)
EL-VÂRİS
Bütün servetlerin gerçek sahibi olandır. Varlığı devam eden servetlerin hakiki sahibidir. Servetlerin geçici sahipleri yok olduktan sonra da varlığı devam edendir. Malikiyeti ezeli olduğu hâlde, varlıklarda dönüşmeli olarak çeşitli isimlerle açığa çıkandır. Her şeyin asıl sahibi olandır. Hicr Suresi âyet 23 “Hiç şüphesiz biz diriltir, biz öldürürüz ve her şeye biz varis oluruz.” (15-23)
ER-REŞÎD
Her şeyi kemâle erdiren, olgunlaşmayı yaratan ve yaşatandır. Bakara Suresi âyet 256 “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (2-256)
ES-SABÛR
Çok sabırlı olmak, bütün oluşumun neticesini beklemektir. O ceza vermede acele etmez. Her şeyin sonunu beklemeye sabûr denir. Nahl Suresi âyet 61 “Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler” (16-61) , Hud Suresi âyet 104 “Biz onu ancak belirli bir zamana kadar erteliyoruz.” (11-104) Bakara Suresi âyet 153 “Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah'tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” (2-153) , Bakara Suresi âyet 155 “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (2-155)
Subhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun; veselamun alel murselin, vel hamdülillahi rabbil âlemin.

Görüldüğü gibi Allah’ın 99 güzel ismi olan Esma-ül Hüsna’sı “Rahmân” olan ismiyle başlamış, bütün esmaların oluşumu olan “Sabûr” esmasıyla son bulmuştur.

Esma-ül Hüsna’nın anlamlarını Kur’ân’da geçtiği âyetlerden de birkaç örnek vererek izaha çalıştım.

GÜNÜMÜZDEKİ MELAMİLER


Günümüz Melamilerini üç grupta değerlendirebiliriz:

1- Taklit şeriatla yaşayan sözde Melamiler

2- Bedensel ibadetleri inkâr eden bâtıncılar

3- Zahir ve bâtını tevhid eden gerçek Melamiler

1- Taklit şeriatta olan bu sözde Melamiler maalesef ilme’l-yakînlikten ayne’l-yakînliğe geçemedikleri için, bedensel yaşamları ile ayrı bir vâdide, irfaniyetleri ile ayrı bir vâdide yaşamaktadırlar. Sözde Melami olan bu kardeşlerimize ben “kelâmi” diyorum. Bazı nedenlerden rabıtayı kullanmadıkları için tevhidi yaşayamazlar. İlimle bildikleri Hakk’ın tecellîlerini halk mazharından seyredemedikleri için, ilim ayrı bir vadide, yaşamları ayrı bir vadide devam eder. İbadet ve taatlarında tevhid şühudlarını pekleştirmedikleri için, hemen zan ve hayale çıkarak, ibadetlerini zandaki ve hayaldeki Rablerine yaparlar. Melami esmasını taşıdıkları hâlde gerçek Melami değildirler. İlimlerine başkaları hayran kalabilir. Maddi menfaatleri gündeme geldiğinde tevhid irfaniyetini bir kenara bırakıp taklit şeriatı uygularlar, ‘sevap’ ve ‘ecir’ diyerek nafile bedensel ibadetlerine devam ederler. Bir kişi ilmi ile âmil olmuyorsa yani bildiklerini yaşantısında uygulamıyorsa o kişi ilim hamalından başka hiçbir şey değildir. İlimleri ayrı, yaşamları ayrı bir vadide olan bu kişilerin dünya istek ve arzusundan kopamayışları bu olumsuzluğun devamına vesile olmaktadır. Bu kardeşlerimiz isterlerse, kendilerini yakın takibe almak suretiyle en kısa zamanda bu eksiklerini tamamlayabilirler. Kâmillerinden tahsil ettikleri ilmi kendi gönül laboratuvarlarında tahlil etmeli, öğrendiklerini hayata geçirmelidirler. Ancak bu şekilde hem dünyada hem de âhirette huzur ve mutluluğa erebilirler. Tevhid Hak ve halkla barışık olmamızı emreder. Gerek yuvalarımızda gerek çevremizdeki insanlarla barışık değilsek bilelim ki tevhidi yaşayamıyoruz demektir. Bu Hakk’ı ve halkı ayrı görmek demektir. İkiliğe işaret eder. Oysa Hak ayrı halk ayrı değildir. Hakk’ın halk yüzünden tecellîsi, tecellî olunan o varlığın istidad ve kabiliyeti nisbetinde zuhurudur. Tecellî vâdisinde varlıkların şekil ve esmaları bizleri aldatmamalıdır. Varlıkların bu şekil ve esmaları, meratibde bulunduğu yerlerin değişikliğinden ibarettir.

2- İkinci gruba bedensel ibadet ve taatları terk ettikleri için bâtıncı denmiştir. Kelâmilikleriyle birçok şeye vâkıftırlar. Ancak ilme’l bildiklerinin beden mazharlarından açığa çıkışını şühud edemedikleri için tek kanatlı kuştan farksızdırlar. Yaşantıları itibariyle tevhidden uzaktırlar. Tam anlamıyla kelâmidirler. Biz bunlara “zındık” diyoruz. Tevhidde, sadece tenzihi yaşamak ya da sadece teşbihi yaşamak eksikliktir. İslâmiyet tevhid dini olduğu için tenzih ve teşbih tevhid edilerek Cenab-ı Hakk’ın dostu olunabilir. Yalnız tenzih veya yalnız teşbih yapanlar kelâmilikleriyle ayrı vâdilerde yaşadıkları için eksik olarak değerlendirilmektedir. Toplumumuzda bazı ekollerin kendi görüş ve menfaatleri doğrultusunda bazı âyet ve hadîsleri benimseyip bazılarını hiç gündeme getirmemeleri eksiklikten başka bir şey değildir. Menfaatime uygun âyetleri cımbızla çekip alayım, menfaatime uygun düşmeyen âyetlerden hiç söz etmeyeyim anlayışı tam bir yanlışlık, tam bir sapkınlıktır. Siretin suretten tecellîsi; özün, sözde ve yaşantıda görülmesi demektir. Bu kardeşlerimize göre beden topraktan gelip toprakta ifnâ olacağından bedensel ibadetler, taatler ve yaşantı önemli değildir. Oysa kardeşlerimiz şunu unutulmamalıdır: Tevhidde, “tenzihsiz teşbih müşriklik” olduğu gibi “teşbihsiz tenzih zındıklık”tır.

3- Üçüncü gruptakiler tenzih ve teşbihi tevhid ederek yaşantılarında şühudları ile gerçek Melamiliği zevk ederler. Zahir dediğimiz şeriat-ı ahkâmiye ve hakikat-i Muhammediye ile Cenab-ı Hakk’ın kulun istidat ve kabiliyetleri nisbetinde halk dediğimiz mazharlardan açığa çıkışını seyrederler. Ali İmran Suresinin 191. âyetindeki “Allah abes hiçbir şey yaratmamıştır.” idrakı ile her varlığı yerinde, doğru ve güzel olarak müşahede ederler. Zaten esmaları yerli yerinde görmek ve muamelelerimizde farkıyla şeriatı uygulamak lâzımdır. Bizlerin zahiri halk bâtını Hak’tır. Allah “Allahlığını” kimseye vermeyeceğine göre, bizler kendi kulluk aynamızda Hakk’ı seyrederek yaşamaya bakmalıyız. Her bir mazhar aynası Hakk’ın açığa çıkışını gösterir. Orada tecellî eden ve sana muhatap olan o mazharın istidadı nisbetinde Hak’tır. Cenab-ı Hakk’a göre iyilik kötülük yoktur. İyilik kötülük bizlere göre vardır. Bu yüzden fiillerin cibilliyeti göz önünde bulundurulmalı ve ona göre hareket etmelidir. Yoksa her şeyin Hak olduğunu iddia etmek ahmaklığın ta kendisidir. Nisa Suresinin 79. âyetinde “Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir...” buyurulmaktadır.

Melamilikte vuslat, kendi varlığımızın olmadığını, varlık sahibinin Hak olduğunu, bütün varlıkların Hakk’ın varlığıyla var olduğunu bilmektir. Halka hizmet Hakk’a hizmettir. Her varlık Cenab-ı Hakk’ın kendi mertebesinde açığa çıktığı bir âlet durumundadır. Herkesi sevmek Hakk’ı sevmek, insanlığa faydalı olmak Hakk’a yardımcı olmaktır. Onun için hakiki Melamiler hem bâtındaki sırların bedensel ibadet ve taatlarıyla kendi mazharlarından açığa çıkışını seyrederler, hem de bütün insan ve varlıklarla olan münasebetlerinde Hak’la muamele yaparlar. Hiç kimseyle ihtilafa düşmezler. Her şeyi farkıyla görür ve muamele ederler. Kendi nefslerini iyi tanıdıkları için tevazu’ sahibidirler. Kibirlilik hâlleri yoktur daima alçak gönüllüdürler. Bu hâlleriyle toplumda sevilir, beğenilirler. Peygamber efendimizin ahlâkının yüceliklerine uyan özellikleri vardır. Şeriat-ı ahkâmiye ve hakikat-i Muhammediye’den zerre miktarı ayrılmadıkları gibi asla taviz de vermezler. İşte hakiki Melamiler bunlardır. İnşallah, Allah bizleri de bu zümre Melamilerden eylesin. Âmin.



Yüklə 0,67 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin