ULAŞACAĞIN CENNET
AKLINA YÖN VERENİNKİ KADARDIR!
Ulaşacağın cennet, aklına yön vereninki kadardır!. Bu, eşin de olabilir; bir ârif de!.
Kılavuzun kim ise, sonucunu yaşayacaksın!.
* * *
AHMAKLAR CENNETİNDEN KURTULUP,
İRFAN CENNETİNDE YER ALMANIN YOLU
“ALLAH” İSMİYLE İŞARET EDİLENDE KENDİNİ BULMAKTIR!
Yukarıda seni hesaba çekecek bir tanrının olmadığı boyuta; dünyadan hiç bir şey götürmeden a'mâ olarak gitmek mi güzeldir; yoksa dünyada bırakıp da gideceklerini biraz ikinci plâna bırakarak; gözünü gerçeklere açıp, perden kalkmış olarak o boyuta intikal etmek mi?...
Yaptığın iyilikler ve kazandığın sevaplarla "Bühl Cenneti”nde yer almak yeterli oluyor mu sizlere?...
Şu dünyada AHMAKlarla -anlamadığını bile anlayamayanlarla- yaşamak, ne kadar mutlu ediyor ki sizi, ölümötesinde bile onlarla olmayı kabullenebiliyorsunuz!
Dünyadan ayrılıp yaşantısına gitmek tüm mutluluk umudumuz; ama, o Cennet’in buradan yapılan çalışmalar sonunda şekilleneceğini ve oluşacağını hâlâ anlamadık mı?...
Ahmaklar Cennetinden kurtulup, İrfan Cenneti’nde yer almanın yolunun “ALLAH” ismiyle işaret edilenin kendinde açığa çıkmasını oluşturamadıkça...
“ALLAH” ismiyle işaret edilende, kendini bulamadıkça; bir diğer deyişle...
Allah bakışıyla mevcûdata bakamadıkça çelişkiler bitmez, diyebilir miyiz?...
* * *
CENNET BOYUTUNDA ALLAH’IN İSİMLERİNİN ÖZELLİKLERİ
O KİŞİNİN İLMİYLE SINIRLI OLARAK AÇIĞA ÇIKAR!
Cennet boyutunda, o kişinin ilmiyle sınırlı olmak şartıyla, Allah isimlerinin özellikleri açığa çıkacak; o boyutta yaşayanlar, Allah’ın kuvvet-kudret ve yaratıcılığıyla diledikleri her şeyi istedikleri anda istedikleri şekilde yaşayabileceklerdir.
* * *
ATEŞTE BENLİĞİNİ YAKMA KORKUSUNU
ATIP İÇİNE DALABİLENLER İLİM VE İRFAN
CENNETİNE GİREBİLİRLER!
Biz, yalnızca ilim için yaratıldık!.
İlmi de, ateşin arkasına koydu ki Allah, korkaklar o ateşe "nefsim yanmasın, yanarak arınmasın" diyerek yaklaşamasın da; böylece, yanma korkusuyla, da lâyık olmadıklarını ele geçiremesinler diye...
Ateşte benliğini yakma korkusunu atıp, içine dalabilenler; Deccal’ın sağ yanındaki ateş Cehenneminden geçip, ilim ve irfân Cenneti'ne girebilirler!..
Korkuyu atamayanlar ise, ateşten geçemezler ve ilme irfâna ulaşamazlar... Korkuyu atmak gerek!.
* * *
EĞER SEN CENNET İÇİN YARATILMIŞSAN
CENNET EHLİNİN FİİLLERİ SANA KOLAY GELECEK
VE CENNETE ULAŞACAKSIN!
Evet, "ALLAH" her ortam için, o ortamın ehlini meydana getirmiştir..
Nitekim Hz. Rasûlullah aleyhisselâm açıklıyor ki;
"ALLAH CEHENNEMİ YARATMIŞ VE ONUN İÇİN EHLİNİ (İnsanSI’ları) MEYDANA GETİRMİŞ; CENNETİ DE HALKETMİŞ ONUN İÇİNDE EHLİNİ (İnsan’ları) MEYDANA GETİRMİŞTİR."
Bu açıklamayı iyi anla dostum...
Şimdi sen, eğer cennet için yaratılmış, meydana getirilmişsen, cennet ehli olmak üzere varedilmişsen, sana cennete gitmenin yolları kolay gelecek; cennete doğru adım atmak sana kolay gelecek; cennet ehlinin fiillerini meydana getirmek sana kolay gelecek; o fiiller senden meydana gelecek; ve neticede sen cennete ulaşacaksın!.
Yok eğer, cehennem ehli olarak târif edilen kişilerden olmak üzere meydana gelmişsen, bu takdirde seni oraya sevkedici fiiller davranışlar sana hoş gelecek; sana zevk verecek; onları ortaya koymak sana kolaylaşacak; böylecede sen kendini azâba sokacak olan fiilleri kolaylıkla yapacak, yaşayacak; ve bu senden meydana gelen fiiller neticesinde de paşa paşa o azâp ortamında yerini alacaksın!.
Dolayısıyla şimdi kendi hâline bir bak!.
Eğer şu anda senden, seni azâba sokacak olan fiiller meydana geliyorsa; şu anda öldüğün takdirde, seni azâp bekliyor.
Yok eğer, senden, seni huzura, saadete, mutluluğa, cennete sevk edecek fiiller meydana geliyorsa şu anda, bu takdirde, şu anda ölürsen sen bir cennet ehli olarak, şu dünyadan geçip gidersin.
Sakın, beni niçin böyle yarattın, deme gafletine düşme!.
Çünkü, böyle denebilecek bir muhatabın yok!.
Nitekim bunu Hz. Rasûlullah da çok güzel vurguluyor...
"ALLAH CENNET İÇİN BİR BÖLÜK YARATTI, CEHENNEM İÇİN BİR BÖLÜK YARATTI." (insanlar ve insansılar)...
* * *
İNSANLAR DÜŞÜNCE-DEĞERLENDİRME VE
YAPTIKLARIYLA CENNETİ YAŞAYACAKLAR!
Allah yoluna harcanmayanlar nereye gider?... Bunu göremeyecek kadar kör olanlar düştükleri batağı fark ettiklerinde iş işten iyice geçmiş olacaktır!.
Şeytanına tâbi olarak, gerçekleri görmekten perdelenmiş olanlar, TÖVBE de edemeyecekleri için; kendi elleriyle kendi geleceklerini cehennem etmektedirler.
Bil ki, insanlar düşünce, değerlendirme ve yaptıklarıyla ya cenneti yaşayacaklardır; ya da bu alanlardaki yanlışları ve yanlışta ısrarları ile hem kendilerini hem de kendilerine bağlı olanları helâk edeceklerdir!.
* * *
CENNETTE KİŞİNİN KUDRETİ
Cennetteki kişinin kudreti, kendindeki vehim kuvvesini kullanabildiği miktardadır. Bu, esasen dünyada dahi böyledir!.
* * *
(Soru: Avam için, hayâl ettiği Cennet boyutu, alt boyuttaki yaşantıda da hayâl dahi olsa mekân ve sûretler yok mudur?)
Vardır!. Ayrıca üsttekiler de Allah’ın kudretiyle bunu oluşturup gereğini yaşarlar
* * *
CENNETTE AZAP YOKTUR!
Cennet’te yanma yoktur!.
Bu ne demektir, düşünebiliyor musunuz?.
Bilincinizin kilitlenmesi!.
* * *
Soru: Cennette de azap var mıdır? Vuslata erip de dîdarı müşâhede edememenin azâbı?
Cennette azap yoktur!.. Herkes elindekinin en iyi olduğunu düşünüp, daha üstününden de haberi olmayacağı için hiç bir Cennet ehli azap duymaz!..
* * *
CENNET EHLİ, ZÂT-I İLÂHİ’DEN PERDELİ
KALMAKTAN ALLAH’A SIĞINIRLAR!
Cehennem ehli, cehennem ortamının oluşturacağı azaplardan dolayı şiddetle Allah'a sığınma mecburiyeti hissederler!.. Ancak bu yakarışları hiç bir müspet karşılık almaz, çünkü “Allah'ın Sistemi”ne ters düşmüşlerdir. Artık bulundukları noktada yapacakları hiç bir şey kalmamıştır, içinde bulundukları hâle katlanmaktan başka.
Bunun gibi, bir kısım cennet ehli dahi aynı şekilde Allah'a sığınırlar, cennet nimetleriyle Zât-ı ilâhîden perdeli kalma hâlinden!..
Cennet ehlinden kimler bunlar?.
İrfan sahipleri!.
Dört sınıf cennet ehlinden Ef’al ve Esmâ Cenneti ehlinin Allah'a sığınmasından bahsediliyor.
Çünkü Zât'a dönük perdelerden henüz kurtulamamışlardır ve bu yüzden de bildiklerine ulaşamamanın üzüntüsü içindedirler.
Ayrıca bu bahsedilen sığınma olayı, yanlış anlamayalım dünyada yaşarken olmaktadır. Bu konuda bilgi sahibi olup da, henüz gereğini yaşayamamaktan ileri gelen bir hâldir.
* * *
CENNET EHLİ
CENNET NİMETLERİNİN HESABINI YAPARAK
EN BÜYÜK NİMETİ KAÇIRMAKTADIR!
Cennet ehli, daima cennetin sayısız nimetlerini düşünerek, onları ne şekilde elde edebileceğinin hesabı içindedir. Bu yüzden de kafası hep cennet ve cehennemle ilgili fiillerle meşguldür. O nimetlerin sahibi kendilerini ancak ikinci derecede ilgilendirir.
Oysa, bu durumları dolayısıyla, öyle büyük bir nimeti elden kaçırmaktadırlar ki bunun lisan ile târifi mümkün değildir.
Zîrâ, hakikata ermenin, Allah'ı "öz"ünde bulmanın getireceği öylesine sonsuz ve büyük bir nimet söz konusudur ki, yaşayamayana bunu dil ile anlatmak mümkün olmaz.
* * *
ASTROLOJİK ETKİLER
CENNETTE DE DEVAM EDER
Astrolojik etkiler Cennet yaşamında da devam eder.
İnsan varolduğu sürece onun zaman ve mekânı yok olmaz, içinde yaşadığı boyuta ve ortama göre!.
Cennet yaşamında da melekî etkiler sonsuza dek devam eder.
* * *
ÖLÜMÜ TADAN “CENİN”İN ÂKIBETİ NEDİR?
(Soru: 120. günden kısa bir süre sonra anne karnındaki yapının ölümü durumunda âkibeti ne olur Üstadım?.
Beyninin açılımına göre imanlı veya imansız olarak genetiğindeki özellikler doğrultusunda bir yapıya ve ortama gider.
* * *
CENNET LİSANI
Cennet lisanından her bir kelime veya cümle bir harf ile ifade edilir. Kurân-ı Kerîm’in bazı sûre başlarında yer alan Elif, Lâm, Mim, Nun, Ra, Ta, Ha, gibi harfler dahi bu cennet lisânındandır.
* * *
CENNETE GİDEN KİŞİ CEHENNEMDEKİ YAKINI
İLE BİRLİKTE OLMAK İSTERSE...
(Soru: Cennet’te olan kişi, Cehennem’de olan yakını ile birlikte olmayı arzu edip, bunu gerçekleştirebildiğine göre; bunun Cehennem’deki kişiye tesiri ne olabilir?..)
Sen sevdiğinle rüyanda çok güzel dakikalar geçirirken, o bir başka yerde diş ağrısından kıvranıyorsa; senin rüyada yaşadığının ona etkisi ne olur?!.
* * *
RIDVAN
“Cennet” denilen ortamın halkının lideri olan melek.
* * *
CENNETİN EVRELERİ
Eğer siz hâlâ kendini beden zanneden bilinçlerdenseniz, söyleyecek bir sözüm yok size…
Ancak, kendini beden ötesi bilinç varlık olarak algılayabilenler için bir önemli işaretim var…
Cehennem, beden cehennemi, dünya cehennemi, kabir cehennemi ve nihayet mutlak cehennem gibi çeşitli evrelere nasıl ayrılmışsa…
Cennet de aynı şekilde, dünya cenneti, bilinç cenneti, kâbir cenneti, mutlak cennet gibi yaşanmakta ve yaşanacak evreler hâlindedir…
* * *
CENNETLER BİRBİRİNDEN AYRI
DÖRT MEKÂN OLMAYIP BOYUTSALDIR!
Önce şu tasnifi yapalım;
Dünya yaşamının cennet kavramı var; kendi şartları içinde…
Kâbir âleminin cenneti var; kendi şartları içinde…
Mutlak mânâda cennet var… Kendi şartları içinde…
Bazıları “cennet” kavramını, bunlardan yalnızca biri için kullanınca, olayın anlaşılmasında çok güçlükler yaşanıyor…
Cennet ehli aslında birkaç sınıftır. Kezâ cennet de!.
Ef'âl cenneti, esmâ cenneti, sıfat cenneti ve zât cenneti olmak üzere dört cennetin mevcûdiyetinden sözedilir.
Ancak bu dört cennet birbirinden ayrı dört mekân şeklinde olmayıp, boyutsal tasniftir!.
Herkese bir dünya düşecek şekilde galaktik boyutlarda bir cennet sözkonusudur. Nitekim bu duruma bir hadîs-i şerîfte şöyle işaret edilmektedir:
"Cennete en son girecek kişiye, bu dünyanızın on misli büyüklüğünde bir dünya verilir ve orada dilediğini iste denilir!."
Kısacası cennet ortamına gidecek her kişiye, üzerinde yaşadığımız bu dünyanın çok sayıda büyüğü birer dünya düşecektir!. Ve bu insanlar, o yıldızlarda ya da boyutlarda; dünyada kendini tanıyabildiği nispette, kendisine zevk verecek şeyler arasında yaşamına devam edecektir.
“Cennet”ler denilen sayısız gezegenlere giden hologramik dalga bedenler (ruhlar) kendi türünden olan oradaki sayısız varlıklarla görüşüp konuşmak, ilişki kurmak; orada kendisindeki üstün güçler dolayısıyla dilediği gibi tasarruf edebilmek imkânına kavuşacaklardır!.
Âdeta tâbiri câizse, o gittiği gezegenlerin tanrısı (!) gibi olacaktır!.
Zîra, kendisi, ALLAH'ın yeryüzündeki Hâlifesi olarak meydana getirilmiş ve sayısız ilâhî güçlerle donatılmış ve bezenmiştir.
Halbuki o gezegenin kendine has varlıkları, insanda bulunan bu toplu güçlerden yoksundur.
Dolayısıyla, “Cennet”e gidenler, hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın duymadığı, hiç bir dilin söylemediği nimetlere kavuşacaktır... Bizim bu konudaki bütün tahayyülümüz yetersiz kalır.
* * *
1-EF’ÂL CENNETİ
Herkes, ortak olarak ef'âl cenneti hâlini yaşayacaktır.
* * *
2-ESMÂ CENNETİ
Esmâ cenneti ise bedenî değil, düşünsel zevkler cennetidir. Ki, dünya hayatı sırasında bu şekilde yaşamaya başlamış kişilere has bir yaşam şeklidir.
* * *
Bir de 5 duyunun ötesinde tefekkürle ilhamla yaşanacak olan ilâhi isimlerin mânâlarından oluşan âhiret var… Buna tasavvufta “Esma cenneti” derler… “Efal cenneti” değil; beden boyutuna karşılık olan cennet değil! Allah’ın isimlerinin mânâlarından oluşmuş cennet, “Esma cenneti” denilen yaşam!
İşte bu, mânâ boyutundaki ahirettir. Senin şu andaki aklının, idrâkının ve hâlinin getireceği bir sonraki hâl!.
Bu sonraki hâl şu anda ölümü tadana kadarki devrede her ne kadar büyük gelişmelere tekâmüle açıksa da ölümü tattıktan sonra dünyada edindiğin sınırlar içinde kalır. Daha fazlasını orada elde ertmek mümkün değil!
İşte eğer bunu burada idrak ederse kişi, dünyadayken bütün gücünü kuvvetini kudretini Allah’ı daha iyi tanımaya verir! Allah’ı ne kadar yakından tanırsan, yakından derken mesafe anlamında değil; -iyi tanıma anlamında, geniş kapsamlı tanıma anlamında- tanırsan bir sonraki âlemde yani ölümle birlikte ba’s olacağın yeni yapıda o kadar iyi tanıyabilirsin.. Tek şansın burada bu kadar iyi tanıyabilmek!.
* * *
3-SIFAT CENNETİ
Sıfat cenneti, kendi hakikatına ârif olarak yaşamış hakikat ehlinin duyacağı zevklerin cennetidir.
* * *
A’RAF EHLİNİN YAŞADIĞI CENNET HÂLİ
İlâhi sıfatlarla dünyada iken tahakkuk edenlerin yaşadığı cennet hâlidir!
* * *
MEVHİBE (KESİB) CENNETİ
Sıfat mertebesinde irfan sahibi olup da dünyada tahakkuk edememiş kişilerin, orada bu sıfatlarla tahakkuk ettikleri cennettir!
İlâhî sıfatlarla dünyada iken tahakkuk edenlerin yaşadığı cennet hâli "A'râf” ehlinin yaşadığı cennet hâli; sıfat mertebesinde irfan sahibi olup da dünyada tahakkuk edememiş kişilerin, orada bu sıfatlarla tahakkuk ettikleri cennet de "kesîb" olarak tanıtılmaktadır. Abdülkerim Ceylî hazretleri tarafından İNSAN-I KÂMİL isimli eserde.
Kişinin Cennete girmesi, TAKDİR hükmündedir. Fakat cennetteki mertebesi, amelleri itibariyledir!
Cennete giriş, amele bağlı değil, ilâhi takdire bağlıdır!
Sen, takdirle, çok çok az amelle de cennete girersin ama cennetteki şartların son derece sınırlı kalır.
Cennetteki merteben, amele bağlıdır.
Takdirle girilmesi itibariyle “Mevhibe Cenneti “ denmiştir, yâni; “Allah’ın hîbesi ile kazanılmış Cennet “anlamına olması dolayısıyla “Mevhibe” denmiştir ama amele bağlı olan mertebeler itibariyle de “Kesif” diye târif edilmiştir.
Kişi, kendisinden sâdır olan fiillerinin karşılığı mertebeyi yaşar orada!
Dünyada da öyledir... Ne kadar çalışıyorsan onun karşılığını yaşıyorsun, onun bir fazlasını alamıyorsun ki ...
250 gramlık bal yersen, 250 gramlık balın enerjisi vücudunda oluyor; 300 gramlık bal enerjisi vücudunda olmuyor.
“Allah’ın düzeni-sistemi”, kimden ne sâdır olursa-açığa çıkarsa onun o kadarının karşılığına ulaşması söz konusudur, ki bunun adı da CEZA !
Arapça ‘daki adı, ceza!.
* * *
“ADN CENNETİ”
“Adn” cenneti yaşamı, ilâhi sıfatların birimden zuhûru ile yaşanan hâl demektir. Kendini diğer varlıklardan daha güçlü, daha kudretli olarak gören birim, Allah’ın sıfatlarını, nefsani sıfatlarıyla örtme durumundadır ki; İlâhi sıfatları örtme durumunun adı da “küfür”dür!. Neticesi de, o izhar ettiği şeyin hakikatını yaşayamamaktır.
Öyleyse bir kişi, bu anlatılan idrâk kendisinde ortaya çıktığı ve hazmettiği zaman;
“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” demiş olur!.
“Adn”, cennetlerden birinin adıdır. Sıfat cennetidir...
İlâhi sıfatların kişiden zuhuru hâlinde, yaşanılanların adıdır.
Acz içinde olduğunu idrâk edende büyüklenme, böbürlenme, gururlanma olmaz!. Kendini bir başka varlığa karşı büyük görmez!.
Kendinde bir varlık görememenin; kendisinin acz içinde olduğunu görmenin sonucu, kendisindeki kemâl sıfatlarının Allah’a ait olduğu müşahedesini getirir.
Kendindeki kemâl sıfatlarının zuhûru “ADN” denen cenneti doğurur. Onun içindir ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :
“Kendini büyük görenler, kibirlenenler Adn Cennetine giremez!.” Buyurmuştur.
Bu hâdisin mânâsını, kendisinde bir varlık, kuvvet ve kudret gören perde ehli bunu anlayamaz!. Varlığındaki ilâhi sıfatlardan gelen büyüklüğü müşahede edemez!. Onun sonucunu da elbette ki yaşayamaz!.
* * *
(Soru: Üstadım, sadece ADN Cenneti’nde mi daimi olarak Allah'ın Cemâl’i seyredilir?..)
ADN cenneti nerededir?...
Allah Cemâli’nin seyredildiği yer olabilir mi; yoksa bundan kastedilen bir boyut mudur?... Bu boyut, dünya yaşamında da geçilebilecek bir boyut olabilir mi; yoksa mutlak Cennet ortamında görülecek midir?..
* * *
4-ZÂT CENNETİ
Dünya hayatında iken zât tecellisine nâil kılınmış kişilerin yaşayabileceği bir cennet hâlidir!
* * *
BÜHL (AHMAKLAR) CENNETİ
(Soru: Üstadım, ölümden önce uyanamamışsak ölümle birlikte buna benzer bir rüyayı yaşamak zorundayız (yanlış anlamamışsam) ama burada "ahmağın cennetini" anlayamıyorum.)
Ölümden önce hakikatı idrak edip yaşayamayan, ölümötesinde de bunu yaşayamaz!.
Hakikatın irfânı olmayan; demektir bunun anlamı...
Cehennem’de insan kalmayacaktır!.
Bütün insanlar Cennet’e gececektir!.
Ama insanların önemli bir kısmı İRFAN sahibi olamadıkları için, Cennet’te de, buradaki gibi kendi güzellikleriyle kifâyet edecek, Allah'a yakînin sonuçlarını elde edemeyeceklerdir!.
* * *
KABİR ÂLEMİ CENNETİ
“Kabir âlemi cenneti” ise bir hayli farklı dünya cennetinden...
Kişi mezarda yaşanan maddesel algılamalı boyuttan, kabir âlemine geçtikten sonra, eğer âkıbeti cennet olacak ise, yaşamı “kabir cenneti” denen bir biçimde gelişme gösteriyor.
Kişi, kabir âlemine geçtiği andan itibaren, cehennem ve cennet boyutlarını algılamaya başlıyor, ruhânî algılama sistemiyle!.
Burada, beş duyu yok artık… Onun yerine, kendisine ulaşan dalga boylarını dünyada edindiği kapasiteye göre algılayıp, değerlendiren bir ruhî algılama sistemi var… İsterseniz buna, ruhun beyni adını verelim, anlatımda kolaylık olsun diye…
Kabir âleminde yaşamakta olan kimse, bir yandan cehennem boyutunu seyrederken ve bundan büyük korku duyarken; diğer yandan da, cennet boyutunu seyretmekte; bunun özlemini çekmekte; bu arada kendi türünden ve boyutundan ruhânî varlıkları ve ruh boyutuna tenezzül etmiş melâikeyi de algılamaktadır.
Rüyada, nasıl belli duygular ve düşünceler belirli sembollere bürünerek kişi tarafından seyredilmekte ise; kabir âleminde de kişi, bir tür rüya gibi, dünyada edindiklerinin getirisini otomatik olarak seyretmekte ve yaşamaktadırlar. Bazen zevkle, bazen kabûslar şeklinde!
Artık dünya ile iletişimi kesilmiştir… Yalnızca, dünyadakilerin kendisi hakkındaki yönlendirilen düşüncelerini ve dualarını, anladığı kadarıyla Kurân’sal mesajlarını almaktadır… Fakat bütün bunlar onu uzun süreli meşgul etmemektedir. Bu tıpkı, tek yönlü çalışan bir receiver(alıcı) gibi olmaktadır.
Ruhun beyninde oluşan dalgalar, bizim beynimizin alma kapasitesinin çok üstünde olan yüksek frekanslı dalgalar olduğu için, onların alınması insanlar tarafından mümkün olmamaktadır. İnsan beyinleri bazı şartlarda, en fazla cin boyutundakilerin dalgalarını değerlendirebilmektedirler.
* * *
ÂDEM’İN YAŞADIĞI “YERYÜZÜ CENNETİ”
İnsan, "VEHİM" hükmü altına girmemiş bir akılla herhangi bir şey düşünüp, o şeyi yapmağa karar verirse; ve bu hususta da azimli olursa, normal şartlara göre imkânsız olan o şeyi mümkün hâle getirebilir!..
Ve sanki bir madde bedeni yokmuşçasına özgür bir yaşam sürebilir... Sanki cennetteymişçesine!.
İşte yeryüzünde yaratılmış olan Adem aleyhisselâm da, "VEHİM" duygusunu tatmadan yaşadığı için bulunduğu ortam "yeryüzü cenneti" olarak tanımlanıyordu.
* * *
ADEM TÂLİM EDİLEN TÜM ESMÂLARIN
ÖZELLİKLERİNİ ORTAYA KOYABİLECEK KEMÂLÂTA
ULAŞARAK “CENNET YAŞAMI”NA GEÇTİ!
Bkz. A / Âdem
* * *
CEVÂMİÜL KELÂM
Gerek Rasûlullah aleyhisselâmı, gerekse O`nun vârisi olan kemâlât sahibi kişilerin en büyük özelliği konuştukları zaman ifade ettikleri kelâmda bir kaç mânâ bulunmasıdır. Yani, bir tek cümle söylerler, ancak o cümleden çeşitli mânâlar çıkar.
Burada dikkat edilecek husus şu:
O anlatımdan çıkan bir kaç mânâdan bir tanesi esastır da diğerleri doğru değil, değildir!.
Hangi boyutta hangi mânâları algılıyorsan, onların hepsi de o kelâmda mevcut.
Yani bir cümlede bir kaç hakikate birden işaret edebilme özelliği mevcut.. Buna "cevâmiül kelâm", kelâmında toplu olarak bir çok mânâlar ifade edebilme özelliği deniyor. Hazreti Rasûlullah`a ve vârislerine ait olan bir özellik bu!.
Bir mânâyı, bir cümleyi söylüyor; o cümleden bir kaç boyutta mânâ algılayabiliyorsun.
Önemi dolayısıyla tekrar ediyorum, burada şuna dikkat etmek zorunlu;
Bu mânâların sadece biri tercihe şâyân değil; hepsi de geçerli!.
Önemli olan hepsinin de ayrı ayrı geçerli olduğu, boyutları müşahede etmeğe çalışman... Yani işin incelik noktası burası!. Şu mânâ mı, bu mânâ mı demek doğru değil!. Zira her mânâ kendi boyutunda doğru!.
İş bu nedenledir ki sen, bütün boyutları kavramaya çalış; ki o zaman meseleyi kapsayabilesin bütünüyle.
* * *
CEZA
Ceza = karşılık.
Arapçada ‘’ceza’’; bir fiilin sonucunda karşılaşılan netice demektir... İyi de olabilir, kötü de!.
Herkesin er ya da geç yaptıklarının neticeleriyle karşılaşmasıdır.
“Allah’ın düzeni-sistemi”, kimden ne sâdır olursa–açığa çıkarsa onun o kadarının karşılığına ulaşması söz konusudur, ki bunun adı da CEZA!
Arapça ‘daki adı, ceza!.
* * *
“CEZA” kelimesi Arapçada, Türkçede anladığımız mânâya gelmez. Kur'ân-ı Kerîm‘de “karşılık” anlamına gelen bu kelime “iyiliğin cezası, iyiliktir” tarzında kullanılmaktadır. Yani ‘’yapılan fiilin sonucu’’ anlamına gelir.
Dinî kurallar ve teklifler, tamamıyla bilimsel gerçekler ve yaşamın esası üzerine binâ edilmiş; yapılması, insanın geleceği yönünden gerekli fiiller bütünüdür.
Asla havadan gelmiş rastgele hükümler bütünü değildir!. Bu sebeple de hangi çalışmayı ihmal ederseniz, bu ihmalinizin karşılığını mutlaka ve kesinlikle ödersiniz.
* * *
HER KİŞİ VE TOPLUM ELLERİYLE YAPTIKLARININ,
BEYİNLERİYLE ÜRETTİKLERİNİN SONUÇLARINI YAŞIYOR
YANİ KARŞILIĞINIZ(CEZASINI) ALIYOR!
Şu gerçek fark edilmelidir ki; düz tepsi dünya üzerinde yaşayan insanlar değiliz; ve evren bizim için, çevremizde dönmüyor!
Evrensel bir mekanizma yaratılmış ve o mekanizmaya tâbi olarak yaşıyoruz!.
Tanrıyı yargılayan anlayışı kıtlardan olmaktan vazgeçmek gerek!. Kimse kimseyi cezalandırmıyor!
Her kişi ve toplum elleriyle yaptıklarının, beyinleriyle ürettiklerinin sonuçlarını yaşıyor yani karşılığını alıyor!.
Kötülüğün manyetizması kötülüğü çeker; onlardan ayrılamayanlar da aynı şeyleri paylaşır!. İyiliğin manyetizması da iyileri çeker; yanlarındaki de aynı şeyi paylaşır.
Haramla (rüşvet), büyümüş neslin belki kendi günahı yoktur; ama bu şu gerçeği değiştirmez; o kişiler farkında olmadan zehirle beslenenin âkıbetine uğrar!.
Unutmayın, gökte Tanrı yok; ‘’niye?’’ diye hesap soracağınız!. Yaratılmış evrenin varoluş sistem ve düzen ve mekanizmasına tâbisiniz!.
Yanlış yapan kişide o yanlış zaten kendiliğinden o kişiyi cezalandırmakta ve o kişiyi o konunun doğrusundan mahrum bırakmaktadır.
‘’Doğru’’dan mahrum kalmanın bedeli ise neticede karşılaşılacak olaylardaki yanlış değerlendirmeleri getireceği için, insan bundan dolayı azap çekecektir!.
Yâni sizi dışarıdaki biri cezalandırmamakta olup, siz yaptıklarınızın sonuçlarına katlanmak suretiyle kendi cezanızı almış oluyorsunuz.
* * *
Dostları ilə paylaş: |