Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə127/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   123   124   125   126   127   128   129   130   ...   134

ÇUKUR HAN

Çukur Han, Kapalıçarşı'da. Yağlıkçılar, Perdahçılar ve Tığcılar sokaklarının sınırladığı üçgen alanda yer alan hanlar grubu içindedir. İki yandan bitişik nizamda olan yapının ana girişi Yağlıkçılar Soka-ğı'na açılır.

Kitabesiz olduğundan, yaptıranı ve mimarı bilinmeyen yapı, mimari özellikleri ve yapı malzemesi, ayrıca bulunduğu hanlar yoğunluğu içinde yer almış olması göz önünde bulundurularak 18. yy'a tarihlenebilir.

Çukur Han, doğu cephesiyle Mercan Ağa Hanı, kuzey cephesiyle de Büyük Safran Hanı ile bitişiktir. Yapı, güneyindeki çıkmaz sokağa bakan cephesindeki kapısıyla dışa açılır.

Yapı, dört yönde hafif çarpık kareye yakın bir alanda iki katlı olarak inşa e-dilmiştir. Yaklaşık 24x24 m'lik bir alanda yer alan yapının dikdörtgen avlusu 8x11 m ölçüsünde olup revaklarla çevrilidir. Revak sistemi günümüzde özgün durumunu kaybetmişse de, zemin katta yuvarlak kemerli, üst katta sivri kemerli o-larak yapılmıştır. Taşıyıcı sistem ise kare kesitli örme taş payelerden oluşur. Avlu cepheleri taş-tuğla-derz dokusuyla devam edip tuğla kirpi saçak friziyle sınırlanır.

Zemin kattaki revak ve mekânlar beşik tonoz ile örtülü olup üst katta örtü sisteminin özgün durumu değişmiştir.

Hanın batı cephesi ile güney cephesi taş-tuğla-derz dokulu olup, ince bir işçi-

lik görülmez. Cephelerde her mekân birer dikdörtgen söveli pencere ile belirlenmiştir. Giriş cephesinde dışa açılan tek açıklık ise yuvarlak kemerli kapı açıklığıdır. Bu cephelerin de avlu cepheleri gibi tuğla kirpi saçak frizi ile sınırlandığı, kalıntılardan anlaşılabilmektedir. Bibi. Güran, İstanbul Hanları, 119.

GÖNÜL CANTAY

ÇUKURCUMA

Beyoğlu'nda Galatasaray'ın güneyine düşen Firuz Ağa Mahallesi'nin bir bölümü. Adını Boğazkesen Caddesi ile Altıpatlar Sokağı arasındaki Çukurcuma Caddesi'n-den, Çukurcuma Camii'nden ve aynı isimle anılan sokaktan alır.

Cami ilk olarak Şeyhülislam Muhid-din Mehmed (Molla Fenarî) Efendi'nin isteğiyle Mimar Sinan tarafından 1540'lar-da yapılmıştır. Çeşitli yangınlardan geçtiği için ilk halinden geriye ancak duvarlarının bir bölümü ile minarenin temeli kalmıştır, son şekli dikdörtgen biçimindedir, girişin iki yanında birer ahşap odacık bulunmaktadır, bu bölümler sonradan eklenmiştir.

Caminin karşısındaki Çukurcuma veya Ömer Ağa adıyla anılan çeşme, I. Mah-mud'un hazinedarlarından Ömer Ağa tarafından, Sultan Mahmud Bendi'nin yapılmasından sonra inşa edilmiştir.

Çukurcuma Caddesi'nin diğer bir ö-zelliği de üzerinde iki hamam bulunmasıdır. Bu hamamlar da 1830'larda Nakşi-dil Valide Sultan hayratı olarak Beyoğlu' na yeni su verilmesinden sonra yapılmıştır. Boğazkesen tarafındakine Çukurcuma Bostancıbaşı Hamamı, caminin karşısındakine ise Çukurcuma Sürahi Hamamı denilmektedir.

Çukurcuma Caddesi'nin cami tarafı ve onun çevresindeki sokaklar bugün bir antikacılar çarşısı kimliğindedir. Önce eskicilerin ve bazı sahaf dükkânlarının buraya gelmesiyle başlayan değişim sonucunda, bugün birçok ev antika eşyaların, eski kitap ve dergilerin satıldığı dükkânlara dönüşmüştür.

BEH2AT ÜSDÎKEN

ÇUKURCUMA CAMÜ

Tophane'de, Çukurcuma semtinde, Firuz Ağa Mahallesi'nde, Çukurcuma Caddesi ile Çukurcuma Camii Sokağı köşe-sindedir. Bazı kaynaklarda "Çukurçeşme Camii" olarak zikredilen yapı bugün Mu-hiddin Molla Fenarî Camii adı ile de bilinmektedir.

Cami Muhiddin Mehmed Efendi tarafından, Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Yapı Tezkiretü'l-Bünyan ve Tezkiretü'l-Ebniye'de "Muhiddin Çelebi Camii" olarak geçmektedir. Camide Sinan devrine ait hiçbir kitabe yoktur. Önceleri bitişiğinde bulunan sıbyan mektebi günümüze ulaşmamıştır. Yapı şimdiki biçimini, büyük ihtimalle 1823 Firuz Ağa yangınından sonra almıştır. Minare kürsüsü ve beden duvarlarının tarihi 16. yy'a kadar uzanır. Fakat minaresinin gövdesi, ah-

şap son cemaat yeri, üst örtüsü, yuvarlak kemerli yüksek pencereleri ve yuvarlak nişli mihrabı 19. yy'da yapılmıştır. Cami en son olarak 1967-1968'de Vakıflar İdaresi'nce onarılmıştır. Yapının tam karşısında Ömer Ağa tarafından düzgün kesme taşla yapılmış olan, 1133/1720 tarihli bir çeşme yer almaktadır.

Yapıya doğusundan üç, kuzeyinden çift taraflı dokuzar merdivenle çıkılır. Merdiven alanının üstü kiremit bir saçakla örtülüdür. Bina tuğla hatıllı taş duvarlı, sıvalı, sakıflı ana kitlesinin önünde ahşaptan bir son cemaat yeri ve altında meşruta bulunacak şekilde yapılmıştır. Yapı kiremit örtülü çatı ile kapatılmıştır. Yapıya girildiği zaman ön hazırlık bölümü, bunun iki yanında birer oda yer alır. Buradan asıl son cemaat yerine ulaşılır.

Ana mekânın güneyindeki mihrap, yarım yuvarlak niş şeklinde olup iki yanında ahşap birer sütunla sınırlandırılmıştır. Üzeri gene ahşaptan alınlık şeklindedir. Mihrabın iki yanında yuvarlak kemerli birer büyük pencere vardır. Vaaz kürsüsü ve minberi ahşaptır. Vaaz kürsüsü güneydoğu köşesinde olup, duvara bitişik olarak yapılmıştır. Ana mekâna girildiğinde sağ tarafta maksure vardır; buradan da minareye geçmek için bir kapı açılmıştır. Yapının doğu cephesindeki kapıdan ve son cemaat yerinden geçilen bölümde, aşağıya inen ve yukarıya çıkan merdivenlerle kadınlar mahfiline geçilir. Mahfil harime bakan yönde iki ahşap sütunla donatılmış, ortadaki açıklıkta küçük bir çıkma tasarlanmıştır.

Orijinal olarak günümüze gelen minare kaidesi bir sıra kesme taş, üç sıra tuğla ile örülmüştür ve onun üzerinde yuvarlak gövdeli olarak devam eder; şerefesine yakın iki bilezik yapılmıştır. Tek şerefeli minare, konik külah ile son bulur.

Yapı içten ve dıştan oldukça sadedir. Tavanın ortasında daire içinde ışınsal bir yıldız, onun da etrafında iç içe geçmiş iki göbek bulunur. Göbekler birbirinden altın yaldızla ayrılmışlardır. Işınsal olan göbeğin orta yerinden ve mihraba yakın yerden avizeler sarkmaktadır. Tavanın geri kalan yüzeyi yapıdaki diğer mekânların tavanları gibi enli çıtalarla dikdörtgen alanlara ayrılmıştır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 66; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 34-35, no. 143; Raif, Mir'at, 389; Öz, istanbul Camileri, II, 19; ISTA, VIII, 4164; 1KSA, III, 1510; Kuran, Mimar Sinan, 289.

N. ESRA DİŞÖREN



ÇUKURCUMA HAMAMI

Beyoğlu Firuz Ağa Mahallesi'nde, Çukurcuma Caddesi üzerinde, Çukurcuma Camii'nin karşısındadır.

Beyoğlu cihetinde Nakşıdil Valide Sultan tarafından vakfolunan su tesisleri, 1831'den sonra bu bölgenin hamam ve çeşme yönünden zenginleşmesini sağlamıştır. Sürahi Hamamı adı ile de tanınan bu yapı da aynı tesisten yararlandığına göre 1831'den az sonraki bir dö-

nemde inşa edilmiş olmalıdır. Küçük, ancak tipik bir tek hamamdır.

Hamamın orijinali ahşap olan ve Çukurcuma Caddesi'ne cepheli şirin came-kânı, yerini garip bir üslupta inşa edilmiş beton bir yapıya bırakmıştır. Ancak dört basamak merdiven ve bir kısa koridorla girilen bu mekânın iç kısmı orijinal halini korumaktadır. Camekânm sağ gerisinde yer alan bir spiral merdivenle üst kat soyunma odalarına çıkılır. Sol gerideki bir kapıdan ise tonozlu bir soğukluğa geçilir ki, burası da orijinal durumunu korumaktadır. Soğukluğa girildiğinde sağda mermer bir set, karşıda dipte ise ikişer kurnalı, iki soğuk halvet bulunmaktadır. Bunların önünde sola açılan bir kapıdan tuvaletlere geçilir. Sağdaki bir kapı ile de büyük bir sıcaklık mekânına girilir. Kare bir göbektaşı etrafında 12 kurnadan oluşan bu bölüm bir yarım kubbe ile örtülmüştür. Giriş kapısının solundaki duvarda bulunan bir kapı ile 4 kurnalı bir sıcak halvete girilir ki, bu mekân da beşik tonozlu örtüye sahiptir.

Camekânm zemin katında sol taraftaki 24 basamaklı bir merdivenle kubbeler hizasındaki bir kapıya çıkılır. Bu kapı Bostanbaşı Caddesi'ne bağlı bir çıkmaz sokağa açılır. Böylece burası hamamın ikinci girişini oluşturur.

Hamamın mülkü, R. E. Koçu'nun belirttiğine göre, Prapyon Kamber isimli bir Ermeni vatandaşa aitti ve 19601ı yıllarda Tokatlı Yusuf Yılmaz tarafından işletilmekteydi. Bugün de aynı yöreden kişilerce işletilen hamam artık turistik amaca hizmet etmektedir. Hamamın "Sürahi Hamamı" olarak bilinen adı bugün "Süreyya Hamamı"na dönüşmüştür. Bibi. ISTA, VIII, 4167-4168.

ZİYA NUR SEZEN



Çukurcuma Hamamı

Yavuz Çelenk, 1994

D GRUBU

540

541

DAGİSTEOS HAMAMI

D GRUBU

1933-1951 arasında etkili olmuş sanatçı topluluğu.

Eylül 1933'te beş ressam ve bir heykeltıraş, altı sanatçı arkadaşın, Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino ve Zühtü Müritoğlu'nun bir araya gelerek oluşturdukları bu topluluk, Türkiye'de batı kökenli plastik sanatlar alanında ilk grup etkinliğidir. Güzel Sanatlar Birliği (Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Türk Ressamlar Cemiyeti, Türk Sanayi-i Nefise Birliği), Yeni Ressamlar Cemiyeti, Müstakil Ressamlar ve Hey-

keltıraşlar Birliği'nden sonraki dördüncü sanat topluluğu olan grup, Nurullah Berk'in önerisiyle Latin alfabesinin dördüncü harfini simge olarak seçti.

Grup üyelerinin sayısı, Turgut Zaim, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Eşref Üren, Halil Dikmen, Sabri Berkel, Salih Urallı, Hakkı Anlı, Nusret Suman, Fahrünnisa Zeid ve Zeki Kocamemi'nin de katılımıyla giderek arttı. Leopold Levy, Şeref Akdik ve Cemal Nadir Güler de birer kez yapıtlarını grupla sergilediler.

D Grubu Cumhuriyet'in genç kuşağını temsil ettiği gibi, bu dönemin görsel sanatlarında da etkili ve yönlendirici bir rol oynadı. Çoğu Paris'te çeşitli sanatçılarla çalıştı. Özellikle Andre Lhöte'un "kübist" ve yapısalcı, Fernard Leger'nin "bireşimsel kübist" etkili biçim anlayışını ve "yaşayan sanat" kavramını Türk sanat ortamına soktu. 1914 İzlenimcileri olarak andığımız ve çoğu Güzel Sanatlar Akademisi'nde hocalık yapmakta cilan bir kuşağın akademik izlenimciliğine de karşı çıktı.

D Grubu, devletin 1930'larda güçlenen "halkçılık" ve "ulusçuluk" programı doğrultusunda kültür ve sanat olaylarına "ulusal" ve "yeni" bir yön verebilmek istendiği süreçte yer aldı. Çağdaşlaşma yolunda tüm kurumlarıyla Batı'yı örnek a-lan Türkiye'nin, sanatının da "yeni" 'olması gerektiğini savunan grup, başlan-

D Grubu'nun düzenlediği 4. Plastik Sanatlar Sergisi katalogunun kapağı. Zeynep Yasa Yaman piyonu

üncü Plâstik Sanatler Sergisi

1934

Galatasaraylılar Klübü

gıçta Osmanlı geleneklerinden, birikiminden yararlanmak yerine Batı'daki yeni akımları tanıtma ve deneme yolunu seçti. Sergiler düzenleyerek "yeni" sanatı göstermeyi amaçladı.

Grup, ilki 8-18 Ekim 1933 tarihleri arasında Narmanlı Han'ın altındaki Mimoza Şapka Mağazası'mn alt ve üst kadarında ve sonuncusu 1-15 Ekim 1960 tarihlerinde Beyoğlu Şehir Galerisi'nde olmak üzere toplam 17 sergi düzenledi. 1933-1951 arasında açılan 16 sergi, o yularda istanbul'daki sergileme mekânları hakkında da bir bilgi vermektedir.

1937'den başlayarak çoğu Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde toplanan grup üyeleri, giderek devletin sanat politikasına yön veren bir konuma geldi. 1940lı yıllarla birlikte Doğu-Batı bireşiminden özgün bir yoruma ulaşmayı isteyen D Grubu, yurtdışına da açılarak düzenlediği sergilerle çağdaş Türk plastik sanatının tanıtılmasına katkıda bulundu.

D Grubu birlik, dernek gibi resmi kurumlaşmalar yerine grup etkinliğini yeğledi. Batı'da karşı çıktıkları anlayışı eleştirmek, kendi görüşlerini yaygınlaştırmak amacıyla sunulan bildirgeler, grup halinde sunulan yeni düşünceler D Gru-bu'na örnek oldu. Bir dernek etkinliği göstermeyen D Grubu üyeleri ortak bir "yaşayan sanat" estetiği çevresinde toplandı. Zaman içinde düşünce ve yaratılarında değişiklik yaparak bir birey dönüşümü gösterdi.

D Grubu, seçmeci olmayı yeğledi, çok sergi açmak ve bu yolla yeniyi tanıtmak olarak belirlediği amacı doğrultusunda sanatı ana sorun olarak tartışmaya soktu. Devletin korumasında gözükmekle birlikte, sanatçının özgür bırakılması gerekliliğini vurguladı; bireyci, güdümlen-meden korkan, seçkinci bir tavrı savundu. Ankara'da yalnızca bir sergi açtı. İstanbul'da ve yurtdışında sergi açmayı önemsedi. Anadolu'ya açılarak halkın sanat, zevk ve beğenisini geliştirmeyi a-maçlayan bir yaklaşım yerine entelektüel bir gereksinim olarak gördüğü sanatı, İstanbul'da açtığı sergilerle kent olgusu içinde algılatmak; Paris, Münih, New York gibi bir istanbul havası yaratmak istedi.

Sanata ilişkin çalışmaları, görüşlerini dile getiren yazılarıyla çağdaş Türk sanatında etkin rol oynayan D Grubu üyeleri, 1950'li yıllarda yaygınlaşmaya başlayan "soyut" sanat tartışmaları içinde de yer aldılar ve 1951'den sonra çalışmalarını kişisel olarak sürdürdüler.



Bibi. F. Adil, "d Grubunun On Beş Senesi Münasebetiyle", d Grubu ve Türkiye'de Resim, .İst., 1947; N. Berk, Türkiyede Resim, İst., 1943; N. Berk-H. Gezer, 50 Yılın Türk Resim ve Heykeli, ist., 1973; N. Berk-A. Tura-ni, Başlangıcından Bugüne Türk Resim Sanatı Tarihi, II, ist., 1981; N. Berk-K. Özsez-gin, Cumhuriyet Dönemi Türk Resmi, Ankara, 1983; C. Beykal, "Müstakiller ve D Grubu", Gösteri, S. 87 (1988); E. Yarar Dal, "D Grubu ve Türk Resmindeki Yeri", Boyut, S. 15 (1983); Z. Yasa Yaman, "1930-1950 Yılları Arasında Kültür ve Sanat Ortamına Bir Ba-

kış", (Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Arkeoloji-Sanat Tarihi Anabilim Dalı için hazırlanan basılmamış doktora tezi), Ankara, 1992.

ZEYNEP YASA YAMAN

DADYAN AİLESİ

18. ve 19. yy'larda İstanbul'da üç kuşak barutçubaşılık yapmış Ermeni asıllı aile.

Soyları Ermeni Kralı Senekerim Ardz-runi'yle akrabalığa kadar uzanan Dadyan ailesinin atası Beroz'dur. Uzun yıllar onun adıyla Beryan diye anılan aile Sivas'tan Eğin'in Gamaragab Köyü'ne, oradan da İstanbul'a göç etmiştir. Aile, l650'de atalarından Dad'ın adından Dadyan soyadını almıştır.

Ailenin ilk önemli üyelerinden Dad Arakel 20 Aralık 1753'te Eğin'in Gamaragab Köyü'nde doğdu. 1787'de İstanbul'a yerleşerek bir süre sarraflık yaptı. Bu dönemde III. Selim yeni bir baruthane kurma çalışmalarına başlamıştı. Bir Fransız tarafından yapılan girişimler sonuçsuz kalınca Reisülküttab Raşid Efendi'nin aracılığıyla Dad Arakel devreye girmiştir. Başarı sağlanınca III. Selim 1795'te Dad Ara-kel'i barutçubaşılığa getirmiştir. Dad Arakel Osmanlı tarihinde ilk Ermeni barut-çubaşıdır. 31 Ağustos 1812'deki ölümüne kadar bu görevde kalan Dad Arakel, baruthanede önemli yenilikler yapmış, ayrıca imal ettiği beş çuha tezgâhı ile III. Selimin özel sevgisini kazanmıştır.

Dad Arakelln büyük oğlu Simon Ami-ra Dadyan (1777-1832) babasının ölümü üzerine 31 Ağustos 1812'de barutçubaşılık görevine atandı ve kardeşi Hovhan-nes Bey ile son günlerine kadar bu görevi sürdürdü.

Oğlu Boğos Bey Dadyan da (1800-1863) babasının ölümünden sonra barutçubaşı oldu. Kırım Savaşı (1853-1856) sırasındaki hizmetlerinden dolayı "Bey" unvanı verilen Boğos Dadyan, Ermeni cemaatinin yönetim işlerinde de önemli görevler üstlenmiş, İstanbul'da birçok kilisenin, okulun ve hastanenin inşasına ya da onarımına maddi katkıda bulunmuştur.

Dad Arakelln diğer oğlu Hovhannes Bey Dadyan (1798-1869) babasının ölümü üzerine baruthanede çalışmaya başladı. 1820'de Beykoz Kâğıthanesi'nin başına getirildi. 1829'da bu görevi bırakıp makinelerle uğraşan Hovhannes Dadyan, tüfek demirlerini delmek için bir makine icat etti. Simon Amira Dadyan' m ölümünün (1832) ardından Azadh Baruthanesi barutçubaşılığına atandı.

Hovhannes Dadyan, Dolmabahçe Tü-fenkhanesi, Hereke İpekli Dokuma Fabrikası, Yeşilköy Çivi Fabrikası, Beykoz Deri-Kösele Fabrikası, İzmit Çuhahane-si, Hereke Halı Dokuma Fabrikası, Hereke İplikhanesi, Zeytinburnu Demir Dökümhanesi ve Buharlı Değirmen Fabri-kası'mn da yöneticiliğini veya kuruculuğunu yapmıştır.

Hovhannes Dadyan'ın oğlu Harutyun (Artin) Paşa Dadyan (1830-1901) ise diplomatlık yapmıştır. Fransa'da yükseköğrenim görmüş, Sorbonne Üniversitesi'ni

Boğos Dadyan (üstte), Hovhannes Dadyan (ortada) ve Harutyun (Artin) Paşa Dadyan. Intartsak Oratsuyts (Genel Takvim), 1900 (üst), Dadyan Kerdasdan (Dadyan Ailesi), 1934 (orta ve alt) Vağarşag Seropyan koleksiyonu

bitirmiştir. İstanbul'a döndükten sonra, Hariciye Nezareti'ne girmiştir. Birçok ö-nemli görevde, elçiliklerde, delegasyon üyeliklerinde bulunan Dadyan, 1880-1888 arasında da Hariciye Nezareti müsteşarlığı yapmıştır.

Harutyun Paşa Dadyan, İstanbul Ermeni cemaati içinde de önemli görev ve sorumluluklar almıştır. Patrikhane Eğitim Şûrası, Patrikhane tüzüğü hazırlama ko-

misyonu, genel meclis üyelikleri, Beşiktaş Makruhyan Okulu mütevvelliliği bunlardan birkaçıdır.

Dadyan ailesinin bu üyeleri dışında Arakel-Sisak Bey (1828-1895), Boğos Bey (1801-1895), Boğos Bey (1801-1863), Simon Bey (1829-1889) ve Krikor-Mihran Bey (1832-1882) barutçubaşılıkta; Nerses-Hosrov Bey (1825-1872) makine mühendisliği ve yöneticilikte; Simon Bey (1847-1906) mühendislik ve desinatorlükte; Hov-hannes-Diran Bey (1855-1908) ve Hov-hannes-Vahram Bey (1857-1916) devlet adamlığında, Dırtad Bey (1860-1916) mühendislikte; Miralay Boğos Bey (1862-1934) askeri veterinerlikte ün kazanmışlardır.



BibL A. Berberyan, Badmutyun Hayots (Ermeni Tarihi), ist., 1871; V. K. Zartaryan, Hi-şadagaron (Anı Kitabı), ist., 1910; M. Or-manyan, Azkabadum, III, Kudüs, 1927; T. Azadyan, Ağın Yev Agıntsik (Eğin ve Eğinliler), ist., 1943; Y. Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, 1453-1953, ist., 1953; T. Azadyan, Ağın (Eğin), İst., ty; B. Garabed-yan, tnnisunamya Hopelenagan Hişadaga-ran Bakırköyi Surp Asdvadzadzin Yegeğetsvo Yev Dadyan Varjarani (Bakırköy Azize Meryem Ana Kilisesi ve Dadyan Okulu Doksanıncı Yılı Hatıra Kitabı), ist., 1934; T. Azadyan, Dadyan Kertasdanı Yev ir Aganovar Temken (Dadyan Ailesi ve Önemli Simaları), ist., 1952; E. Poghossian, Dadyan Kertesda-nı-Die Geschichte Der Familie Dadian (Dadyan Ailesi), Viyana, 1968; H. Jamgoçyan, Hi-şadagaran 125 Amya Hopelyani Dzınunt Surp Asdvadzadzin Yegeğetsvo Yev Dadyan Vanjarani Bakırhüği (Bakırköy Dzınunt Surp Asdvadzadzin Kilisesi ve Dadyan Okulu 125'inci Yıl Hatıra Kitabı), İst., 1969; Badmutyun Surp Pırgçi Hivantanatsin Hayotz i Gostantnubolis (istanbul'daki Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Tarihi), ist., 1987; P. Tuğlacı, Dadyan Ailesi, ist., 1993.

VAĞARŞAG SEROPYAN



DAGİSTEOS HAMAMI

Bizans döneminde, bugünkü Eminönü'n-de Zindankapı dolaylarında bulunan halk hamamı.

Dagisteos Hamamı I. Anastasios döneminde (491-518) yapılmaya başlanmış, ancak inşaatı 528'de, L İustinianos döneminde (527-565) tamamlanabilmiştir. Hamama adım veren Dagisteos, bazı kaynaklara göre 479'dan itibaren Konstanti-nopolis'te rehin olarak yaşayan Got kökenli bir soyludur; bazı kaynaklarda ise, I. İustinianos döneminde yaşamış bir general olarak gösterilir. Yapının en azından 7. yy'a kadar hamam olarak kullanıldığı, Bizans sirk eğlencelerine katılan çeşidi grupların toplantı yeri olduğu sanılmaktadır. Bu tarihten sonra, yapı bir yaşam mekânı olarak kullanılmış olmalıdır. Hamamın harabelerinden, 10. yy sonlarına ait kaynaklarda hâlâ söz edilmektedir.

Dagisteos Hamamı, Domninos Revağı' nın(-0 doğusunda, aşağı yukarı bugün Valide Ham'nın bulunduğu yerde olmalıdır.



Bibi. Janin, Constantinople byzantine, 217; A. Berger, Untersuchungen zu den Patria Konstantinupoleos, Bonn, 1988, s. 439-441.

ALBRECHT BERGER



DAĞ, ŞEVKET

542

543

DALLEGGIO, EUGENE

DAĞ, ŞEVKET

(1865, İstanbul - 23 Mayıs 1944, istanbul) Ressam. 1897'de Sanayi-i Nefise Mektebi'ni (Güzel Sanatlar Akademisi) bitirdi. İstanbul'da kız ve erkek öğretmen okullarında ve Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) resim öğretmenliği yaptı. 1909'da kurulan Osmanlı Ressamlar Ce-miyeti'nin kurucuları arasında yer aldı ve yönetim kurulunda görev yaptı. Galatasaray ve Ankara sergilerine katıldı. 1904 Atina, 1909 Münih, 1910 Sofya ve Brüksel, 1933 Paris ve 1939 New York sergilerinde eserleri yer aldı. Çeşitli ödüller ve madalyalar kazandı. V. dönemde Konya, VII. dönemde Siirt milletvekili seçildi.

Dağ, resimlerinde çoğunlukla İstanbul'un tarihsel mekânlarını, özellikle de cami içlerini konu almıştır. Ayasofya ve Rüstem Paşa Camii konulu resimlerinde olduğu gibi eserlerinde akademik sanatın yönlendirici etkisi ile perspektifi ön planda tutmuş; özellikle cami içlerine pencerelerden sızan ışığı, izlenimci duyarlılığı ile mistik bir şekilde ele almıştır. İstanbul'la ilgili eserlerinden en tanınmışları "Topkapı Sarayı'nda Kızlar Ağası Dairesi", "Topkapı Sarayı'nda Veliaht Dairesi", "Rüstem Paşa Camii", "Zindan-kapı'da Sokak", "Ayasofya Camii İçi" ve "Ayasofya Kapısı"dır.



Bibi. Boyar, Türk Ressamları, 202; A. Çöker, Osman Hamdi ve Sanayi-i Nefise Mektebi, İst., 1983; Z. Güvemli, Sabancı Resim Koleksiyonu, ist., 1984; S. Tansuğ, Çağdaş Türk Sanatı, İst., 1986; T. Toros, "Türk Dünyasından Bir Dağ Şevket Dağ", Skytife, S. 49 (1990).

HÂLENUR KÂTİPOĞLU



DAĞCILIK

İstanbul'un coğrafi yapısında bu spora elverişli dağ bulunmamasına rağmen İstanbul'dan pek çok dağcı yetişmiştir. Daha Türkiye'de dağcılık sporu başlamamışken, Fransa'da tıp öğrenimini yapmakta olan Ali Vehbi adlı Türk gencinin, bir Fransız arkadaşıyla 26 Temmuz 1906'da Alp Dağları'mn en yüksek tepesi Mont Blanc'ın doruğuna tırmanarak, beraberinde götürdüğü Türk bayrağını oraya dikmesi, Türk dağcılık sporunun başlangıcı kabul edilmektedir. Bu Türk genci de İstanbullu idi ve uzun yıllar İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde öğretim ü-yeliği yapmıştır (Prof. Dr. Ali Vehbi Tür-küstün).

İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Muhiddin Üstündağ da dağcılık sporuna meraklı bir kişi olduğundan 1933'te İstanbul'da "Türk Yürüyücülük, Dağcılık ve Kış Sporları Kulübü" adı altında bir kulübün kurulmasına önayak olmuştu. Bu kulübün öncülüğüyle başlayan dağcılık sporu zaman içinde gelişme göstermiştir. Bugün İstanbul'da dağcılık sporuyla ilgilenen beş kulüp bulunmaktadır. Bunlar, İstanbul Tenis Eskrim ve Dağcılık Kulübü, İstanbul Üniversitesi Spor Kulübü, Boğaziçi Üniversitesi Dağcılık Kulübü, İstanbul Dağcılık İhtisas Kulübü ve İstanbul Yıldız Üniversitesi Spor Birliği Dağcılık Kulübü'dür. Aynca İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesi içinde de bir dağcılık kolu bulunmaktadır.

Bu kulüplere mensup dağcılar, yurdun çeşitli köşelerinde bulunan dağcılık

Şevket Dağ'ın

"Ayasofya

Camii İçi"

adlı tuval

üzerine

yağlıboya



tablosu.

msü

Resim ve Heykel

Müzesi

Arşivi

sporuna elverişli dağların doruklarına tırmanışlar yapmaktadırlar.

Dünyanın en tehlikeli sporlarından biri olan dağcılık sporunda kaza sonucu pek çok dağcı hayatını kaybetmektedir. Bu Türkiye'de diğer ülkelere oranla daha düşük olmasına rağmen Türk dağcılık sporu da birçok şehit vermiştir. Bunlar arasında 8 Eylül 1956 günü Demirkazık doruğuna tırmanırken düşüp ölen İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencisi Engin Kongar (1935-1956), 28 Temmuz 1985 günü Ağrı Dağı tırmanışı sırasında çığ altında kalıp ölen İstanbul Teknik Üni-versitesi'nin iki kız öğrencisi Gülden Ha-beroğlu (1961-1985) ile Nuray Sarubatur (1963-1985) İstanbullu dağcılardır.

CEM ATABEYOĞLU



DALASSENE, ANNA

(1025, ? - 1100/1102, Konstantinopolis) İmparator I. Aleksios Komnenos'un (hd 1081-1118) annesi. Oğlunun tahta geçmesinde ve iktidarı sırasında etkili olmuştur.

10-11. yy'larda orduda ve devlet idaresinde önemli görevler üstlenmiş Dalas-senos ailesinin, Doğu Anadolu'da Fırat üzerinde Dalaşa denen yöreden geldiği ve Ermeni asıllı olduğu rivayet edilir. Ailenin Antakya, Selanik ve Serez'de valilik ve ordu kumandanlığı yapan üyelerinden Konstantinos, İmparator VIII. Kons-tantinos'un yakın dostluğunu kazanmış, hattâ onun vârisi olarak görülmüştü.

Ailenin en tanınmış üyesi olan Arına ise 1040 ya da 1045'te daha sonra imparator olacak I. İsaakios'un (hd 1057-1059) kardeşi İoannes ile evlenerek sarayda güçlü bir konum elde etti. Manuel, Ma-ria, İsaakios, Eudokia, Teodora, Andro-nikos, Nikeforos ve daha sonra tahta geçecek olan Aleksios'un annesi olan An-na Dalassene, L İsaakios'un 1059'da tahttan indirilmesini takip eden karışık günlerde, tahtın vârisi olan Dukas ailesine karşı mücadele başlattı. Bu nedenle, oğlu Aleksios'un karısı olan aynı aileden Eirene Dukaina'yı da hiç sevmedi. Daha sonraki yıllarda 1059'da imparator olan X. Konstantinos Dukas'a; onun 1067'de ölümünden sonra, dul karısı İmparatori-çe Eudokia ile evlenerek tahta çıkan IV. Romanos Diogenes'e karşı mücadeleye devam etti. Romanos Diogenes'in Malazgirt'te Selçuklulara yenilmesi üzerine 1071'de tahttan indirilmesinden sonra tekrar harekete geçen Arına, bu kez de VII. Mihail ve III. Nikeforos Botaniates'e karşı oğulları İsaakios ve Aleksios'un isyanını kışkırttı, ancak iktidar hırsının bedelini bir süre için önce Ayasofya'ya sonra da Haliç civarındaki Petrion Ma-nastırı'na sürülerek ödedi.

1081'de uzun yıllar sürdürdüğü iktidar mücadelesinin meyvesini toplayan Anna, oğlu Aleksios'un tahta çıkmasıyla sarayın en güçlü kişisi oldu. Aynı yıl genç imparator sefere çıkarken bir fermanla, annesi Anna'nın emirlerinin kendi emirleri gibi kabul edilerek kayıtsız şartsız uygulanmasını emretti.

1095'te, sabık imparator Romanos Diogenes'in vârisi olduğunu iddia ederek ayaklanan Nikeforos Diogenes'in gözlerine mil çektiren Arma, halkın tepkisini çekmeye başladı. Bu nedenle oğlu Aleksios ile ilişkisi bozuldu ve bugünkü Eski İmaret Camii'nin bulunduğu yerdeki Pantepoptes Manastırı'na sürüldü. Kendini tümüyle dine veren ve buradaki keşişlerin hamiliği ile yetinmeyi öğrenen Anna Dalassene, 1100 ya da 1102'de öldü.

Anna Dalassene'den sonra, Bizans tarihinde, Dalassenos ailesinin fertlerinin adları pek fazla geçmez. Bibi. j. C. Cheynet-J. F. Vannier, Etudespro-sopographiques, Paris, 1986, s. 75-115; B. Skoulatos, Leş Personnages byzantins de I'Alexiade, Louvain, 1988, s. 20-24; N. Adontz, Etudes armeno-byzantines, Lizbon, 1965, s. 163-177.

': AYŞE HÜR


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   123   124   125   126   127   128   129   130   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin