Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə123/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   119   120   121   122   123   124   125   126   ...   134

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 184-186; Evliya, Seyahatname, I, 328-329; O. Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, îst., 1986, s. 344-346; M. Binan, Kapılar, îst., 1950, s. 30-43; Çeçen, Üsküdar, 57-58; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist. 1993, s. 537-538; G. Erol, "Çinili Cami ve Külliyesi", STAD, S. 3 (1988), s. 37-43; ay, "Çinili Cami Külliyesi", DİA, VIII, 335-337; Eyice, İstanbul, 114; ISTA, VII, 4009-4011; (Konyalı), Abideler, 27-29; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 130-136; Kumbaracılar, Sebiller, 23; Kütükoğlu, Da-rü'l-Hilafe; Raif, Mir'at, 130-131; Z. Nayır, Osmanlı Mimarlığında Sultan Ahmet Külliyesi ve Sonrası (1609-1690), îst., 1975, s. 178-183; Öz, istanbul Camileri, II, 18; Şeh-suvaroğlu, İstanbul, 83; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 266; E. Tokay, istanbul Şadırvanları, İst., 1951, s. 23; Ş. Yetkin, "Kütahya Dışındaki Kütahya Çinileri ile Süslü Eserler", Kütahya, îst, 1981-1982, s. 83-110.

AHMET VEFA ÇOBANOĞLU



ÇİROZ

Uskumru balığının kurutulmuşu. Uskumrunun kış boyunca depoladığı yağ ilkbaharda erir, yumurta döktükten sonra balık kupkuru hale gelir. Uskumru yağlıyken "lipari", bu devrede de "çiroz" o-larak adlandırılır.

İlkbaharla beraber güçlenen güneş ışınları Boğaz'da denizi ve toprağı ısıtırken, kuzeyden esen tatlı sert rüzgârlar Karadeniz'e açık burunları ve tepeleri doğrudan etkiler. Uskumru da bu devre içinde, nisanın ilk haftasından 15 Mayı-s'a kadar kurutulmaya elverişlidir. Kandilli, Arnavutköy, Emirgân, Sarıyer sırtları gibi Boğaz'ın güneş ve rüzgâr alan bölgelerine kurulan sergilere asılı çirozlar kurutulmaya bırakılır. Bu tarihten sonra balıklar yağlanmaya başladığı, havalar da fazlaca ısındığı için yavaş yavaş kuruyamaz, dolayısıyla kurtlanıp bozulur.

Kurutma işlemi ise şöyledir: Ölçüyü 100 adet uskumru üzerinden alırsak, balıklar geniş ve çukur bir kaba konup 350 gr mutfak tuzuyla karıştırılır. 12 saat kapta bırakılır. Bundan sonra solungaçlany-la birlikte bağırsakları yaka tarafından çekilip çıkarılır. İşlem sırasında balıkların göğsünü kafa kısmına bağlayan organın koparılmamasına, karnının patla-tılmamasına dikkat edilir. Ayıklanmadan ötürü kanların ve fazla tuzun giderilmesi için balıklar iki-üç kez yıkanıp suları süzülür. İkişer ikişer sırt sırta gelmek suretiyle kuyruklarından ilmek yapılarak üç-dört parmak aralıkla sicime dizilir. Kurutulmak üzere rüzgâra açık ve güneş gören uygun bir yere serilir. Kurutma işlemi bir hafta, on gün içinde tamamlanır.

Kurutulmuş çirozlar temmuz ve daha sonraki aylarda katılaşır ve açıkta asılı durduğu için de bir hayli kirlenirler. Bu haliyle satın alınan çirozları kafaları ko-parıldıktan sonra, pişirmeden evvel iyice yıkamak gerekir. Böylelikle üzerindeki kir ve tozlar giderildiği gibi, balıklar da nemlenmiş olur. Bundan sonra a-teşte her iki tarafı pişirilir. Balıkların nemli olması, üstlerinin yanmadan yavaş yavaş pişmesini sağlar. Pişen balıklar, kâğıda sarılıp havan eli veya benzeri sert bir aletle sırt taraflarına vurmak suretiyle biraz ezilir. Kılçıklarını içeren karın kısmı ve omurgası atılır. Kabuk haline gelmiş derisi temizlenir. Küçük küçük parçalara ayrılır. Çukur bir kaba veya süzgece konarak musluk altında üç-dört kez suyu akıtılarak yıkanır. Bu işlem sırasında balığın bütün kir ve tuzu çıkar. Elyafı şişer, yumuşak bir hal alır. Didik-lenerek servis tabağına konur. Üzerine zeytinyağı dökülüp, ince kıyılmış dereotu serpilir. Böylece yarım saat bekleti-

İikbahar güneşinde kurutulan çirozlar. A. Selçuk Sakaoğlu



Çit Kasrı

Ali Hikmet Varlık, 1994

lir. Ancak yemeden önce sirke veya limon suyu konur. Evvelce yağı içmiş balıklar sirkeyi kabul etmezler. Böylece yumuşak ve zevkle bir çiroz salatası yemek mümkün olur.

1965'e kadar Marmara Denizi'nde güçlü lambalarla yapılan aşırı uskumru avcılığı ve daha sonraki yıllarda meydana gelen deniz kirliliği balığın Marmara'ya girmemesine neden olmuştur. Bu yüzden uskumru çirozu yerini istavrit çirozuna bırakmış, ancak lezzet itibariyle istavrit, hiçbir zaman uskumrunun yerini alamamıştır.

ALİ PASİNER



ÇİT KASRI

Yıldız Sarayı(->) birinci avlusu içinde, harem duvarına bitişik bir yapıdır. Günümüzde Yıldız Sarayı'nın (müze), Büyük Mabeyn, Yaveran ve Bendegân Dairesi, Harem Kapısı ve duvarı ve Çit Kasrı ile oluşmuş birinci avlusunun kuzey sınırını meydana getirmektedir.

Çit Kasrı, Yıldız Sarayı'nın ilk yapılarından biri olup, Abdülaziz (hd 1861-1876) tarafından yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Yapının özgün işlevi padişahı ziyarete gelen yabancı elçilerin bekleme yeri ve zaman zaman askeri ve mülki devlet erkânının toplantı yeri olmasıydı.

Çit Kasrı, doğu-batı doğrultusunda arka arkaya sıralanmış ve birbirine geçen odalardan oluşan bir plan şemasına sahiptir. Bu şemanın doğu ucunda büyük toplantı salonu yer almaktadır. Batı ucuna ise bir kat alttan girilmekte, buradan yukarı çıkılarak ilk bekleme odasına u-laşılmaktadır. Ayrıca yapının tam ortasında birinci avludan girilen bir kapı ve camekân da (rüzgârlık) bulunmaktadır. Doğu tarafında bulunan büyük toplantı salonu, harem ile bağlantılı olup, padişahın toplantı salonuna doğrudan ulaşımını sağlamaktadır. Yıldız Sarayı, hilafetin kaldırılması ve Cumhuriyet'in ilanından sonra bir süre boş kalmış, daha sonra Silahlı Kuvvetler'in çeşitli kademeleri ve özellikle de Harp Akademileri tarafından 1978'e kadar kullanılmıştır. Bu dönemde Çit Kasrı kütüphane binası olarak işlev görmüştür. 1978'de Kültür Ba-

kanlığı'na devredilmesinden sonra Çit Kasrı, İslam Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi'nin kullanımına verilmiş ve 1983'te biten bir restorasyon ile bu merkezin, kütüphane ve dokümantasyon binası olarak kullanıma açılmıştır. Yapının, özellikle 1920-1978 arasında, gerek boş olduğu yıllarda, gerekse Harp Akademileri'nin kullanımında olduğu yıllarda bakımsızlık ve bilinçsiz müdahaleler sonucunda, iç mimarisinde ve özellikle dekorasyonunda bozulmalar olmuştur. Restorasyonda, özgün malzeme ve belgesel izler korunmuş, yok olmuş bölümlerde yenilemeler yapılmıştır. Çit Kasrı, aynı dönemde yapılmış Büyük Ma-beyn'in mimari özelliklerim andıran bir dış mimariye sahiptir. Adını iç dekorasyonda duvarların kaplamasında kullanılan "çit" kumaşından almıştır.

Bibi. F. Ezgü, Yıldız Sarayı, îst., 1962; C. Binan, "Yıldız Sarayı, Yanmış Hususi Daire Kuzey Avlusu Mekânsal Oluşumu, Sorunları ve Değerlendirilmesi Üzerine Bir Araştırma", (ÎDMMA basılmamış yüksek lisans tezi), 1984.

CAN BİNAN



ÇİTURİHANI

Hanın mülkiyetim uzun süreler ellerinde tutmuş olan Çiturislerin adıyla "Çituris Hanı" olarak da bilinir. Voyvoda Caddesi (Bankalar Caddesi) ile Tersane Caddesi arasındaki Mertebanî Sokağı'mn (bugün Teğmen Hüseyin Sofu Sokağı) Söğüt Sokağı ile kesiştiği köşededir.

Hem Mertebanî hem de Söğüt Sokağı' na cephesi olan hanın giriş kapısı Mertebanî Sokağı'na açılır. Çevrede benzerleri de görülen 19. yy'm ikinci yarısının, klasik süslemelerine sahiptir. Kapısının üstünde yarım daire ve yarı sütun başlıkları gibi görünen çıkıntılar vardır. Mertebanî Sokağı'na bakan cephesinde dörder, Söğüt Sokağı cephesinde ikişer penceresi bulunmaktadır.

1861'de yapılmış olan hanın ilk sahibi deri işi yapan Vasil Hacıyanopulos'tur, Han o zamanlar iki katlı iken Çituri Biraderler 1918'de binayı satın aldıktan sonra üstüne iki kat daha çıkılmış ve han bugünkü görünümünü almıştır.

Hanın bulunduğu Bankalar Caddesi'

ÇİVİZADE KIZI MESCİDİ

524


525

ÇOCUK FOLKLORU

Çituri Hanı'nın girişi.



Yavuz Çelenk, 1994

ne parelel sokak, 19. yy'ın sonu ve 20. yy'ın başlarında Galata bankerlerinin yerleşim alanıydı. Tam karşısında ünlü Cor-pi ailesinin bankerlik bürosu bulunuyordu. Hanın ilk katı önceleri tümüyle mağaza olarak kullanılıyordu. Çituri Birader-ler ise, hanı aldıktan sonra bir yandan kırtasiye malzemesi ithal edip satarlarken bir yandan da zamanın ünlü Çituri Mat-baası'm çalıştırıyorlardı. Dönemin hemen hemen bütün yabancı dil yayınları Çituri Biraderler'in matbaasında basılırdı.

Çiturisler kırtasiye işlerini geliştirip kâğıt ithaline de başlayınca İstiklal Caddesi üzerinde Eski Çiçekçi Sokağı köşesindeki İsak Sevy'e ait eczaneyi devraldılar ve Çituri Kırtasiye adı altında işletmeye başladılar. Ailenin Türkiye'yi terk etmesi sırasında, bu dükkânlar ve han satılıp devredildi. Çituri Ham günümüzde eski dış görünümünü korumakla birlikte, içinde değişik işler yapan küçük işyerleri bulunmakta, zemin kattaki, Çituri Biraderler'in kırtasiye mağazası ise günümüzde başka sahiplerin elinde aynı işlevi sürdürmektedir.

BEHZAT ÜSDİKEN



ÇİVİZADE KIZI MESCİDİ

Fatih İlçesi'nde, Davutpaşa semtinde, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi sınırları içinde çocuk polikliniği karşısında bulunmaktadır. Cavuşzade veya Ümmü Gülsüm Mescidi olarak da bilinir.

Mescit, Mimar Sinan'ın eseridir. Banisi hakkında iki farklı görüş vardır. Ay-vansarayî'ye göre banisi Ümmü Gülsüm Hatun'dur. Diğer görüşe göre ise, 9797 1540-41'de, Mustafa Çavuş tarafından yaptırılmış olup minberim Ümmü Gül-

süm Hatun koydurmuştur. Mescit zamanla harap duruma gelmişse de 1965' te Vakıflar İdaresi tarafından ihya edilerek yeniden ibadete açılmıştır.

Mescit kaba yontma taş örgülüdür. Çatısı ise basit kiremit örtülüdür. Son cemaat yeri önüne camekânlı bir kısım eklenmiştir. Bu kısmın kapısı batı yönünde ise de son cemaat yeri ve hari-min kapıları mihrap eksenindedir. Son cemaat yerinde biri kapı üzerinde, diğer dördü kapının iki yanında olmak üzere beş adet pencere mevcuttur. Harimin doğu yönünde üç, mihrap yönünde ise mihrabın iki yanında olmak üzere beş adet pencere yer almaktadır. Batı yönü ise sağırdır. Pencerelerin tümünde dökme demirden şebekeler bulunmaktadır. Minare yuvarlak gövdeli, tek şerefeli ve renkli sıva ile kaplıdır.

Ek kısmın girişinin tam karşısında bir kapı ile ayrılmış kısım kadınlar mahfilidir. Son cemaat yerinde de giriş kapısının solundaki kısım bir paravanla ayrılmıştır ve imam odası olarak kullanılmaktadır. Harime girişin üzerinde ahşaptan yapılmış bir mahfil görünümündeki kısım, sonradan cemaatin sığabilmesi için yapılmıştır. Bu bölümün girişi harim kapısı sağındaki bir merdivendendir. Mescidin mihrabı yakın bir tarihte Kütahya çinileriyle kaplanmıştır. Minber ise Ümmü Gülsüm Hatun'un yaptırdığı minberdir. Külah kısmı sonradan eklenmiştir. Son derece sade olan minber, mescidin bütün içi gibi yeşile boyanmıştır. Tavan kaplaması ise ahşaptır.

Cami bahçesi içinde mihrap yönünde Dayı Ömer ve Nafia Hanım Çeşmesi olarak anılan bir çeşme bulunmaktadır. Kitabesi mevcuttur. Bu kitabeye göre çeşme 1881'de Dayı Ömer tarafından yaptırılmıştır. İkinci yaptıranı ise Nafia Ha-nım'dır. Çeşme şu anda kullanım dışıdır. Kesme taştan yapılmış bu çeşmenin haznesi kaba yontma taş örgülüdür.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 79; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 28-29, no. 150; Öz, istanbul Camileri, I, 40; Fatih Camileri, 80-81. ESRA GÜZEL ERDOĞAN

Çivizade Kızı Mescidi

Tarkan Okfuoglu, 1993

ÇİVİZADELER

16-18. yy'larda İstanbul'un tanınmış ilmiye ailesidir. Bu aileden yetişen iki şeyhülislam vardır.

Bostanzadeler(->) gibi Anadolu kö-

kenli ve Türk asıllı olan Çivizadelerin a-tası, Menteşeli (Muğla) hattat ve Çivi Efendi diye ünlü İlyas'tır. Oğlu "Büyük Çivizade" denen Şeyhülislam Muhyiddin Şeyh Mehmed Efendi (1476-1547) İstanbul medreselerinde öğrenim gördü. Ta-cizade Sadî Çelebi'den, Fenarî Muhyiddin Efendi'den dersler aldı. Karabali Med-resesi'ne muid (asistan) oldu. Müderrisliğe Edirne'de başladı.

1527'de yargı sınıfına geçerek Mısır kadısı oldu. 1537'de Anadolu kazaskerliğine atandı. 1539'da şeyhülislam oldu. Bu görevde iken tasavvufu ve tarikatları yasaklayıcı fetvalar verdi ve tasavvuf karşıtı akımın öncülüğünü yaptı. Bu tutumundan dolayı 154l'de görevinden azledildi. Hacca gitti. Dönüşünde Fatih Med-resesi'nde müderrislik görevi aldı. 1545'te Rumeli kazaskerliğine getirildi ve bu görevdeyken öldü. Eyüb Sultan Camii haziresine gömüldü.

Damadı Hâmid Efendi (1494-1577) Rumeli kazaskerliği (1557-1566) yapmıştır. Oğullarından Abdurrahman Abdî Çelebi (ö. 1553) başdeftardarlığa kadar yükselmiştir. Abdî Çelebi'nin oğlu Müderris ve Kadı Mustafa Efendi'dir (ö. 1565). Mustafa Efendi'nin oğlu Abdurrahman Efendi (ö. 1629) IV. Murad döneminde (1023-1640) Anadolu kazaskeriydi.

Muhyiddin Efendi'nin ikinci oğlu Çivizade Mehmed Efendi (1531-1587) babasından, Perviz Efendi'den, Taşköprü-lüzade'den dersler aldı. 1552'de müderris oldu. istanbul medreselerinde görev yaptı. 1569-1575 arasında Şam, Mısır, Bursa, Edirne ve İstanbul kadılıklarında bulundu. 1575'te Anadolu, 1577'de Rumeli kazaskeri oldu. İki yıl açıkta kaldı. 1580' de ikinci kez Rumeli kazaskerliğine getirildi. 1582'de şeyhülislam oldu. 1584'te vezirazam olan Özdemiroğlu Osman Paşa kendisini ziyarete giderek saygı sunuşunda bulundu ve bu Osmanlı protokolünde yeni bir gelenek durumuna girdi. Mehmed Efendi şeyhülislam iken öldü. Babasının yanına gömüldü. Mehmed Efendi de tasavvuf ve tarikat karşıtıydı. İstanbul'un ilmiye sınıfı semti olan Zeyrek'te cami ve medrese, Şehremini'de bir mescit yaptırmıştır.

Mehmed Efendi'nin oğlu Şeyh Mehmed Efendi (ö. 1Ö5D Su'nullah Efendi' den ders aldı. İstanbul'da Zal Paşa, Eyüp, Sahn-ı Semaniye, Valide Sultan, Süleyma-niye medreselerinde müderrislik, Şam, Mısır, Galata, Bursa, Edirne ve İstanbul' da kadılık yaptı. 1639'da Anadolu kazaskeri iken emekli oldu. l644'te ikinci kez Anadolu kazaskeri, l647'de Rumeli kazaskeriydi. 1648'de açığa alındı.

Mehmed Efendi'nin oğlu Çivizade Ata-ullah Efendi de (1638-1725) İstanbul'da müderrislik, Kudüs, Şam, Selanik, Mekke, Galata, Edirne, Kahire, Filibe ve İstanbul'da kadılık yaptı. 1717'de Anadolu kazaskeri oldu. 1719'da Karacabey'e sürüldü. 1721'de Rumeli kazaskerliğine getirildi. Bir süre açıkta kaldıktan sonra 1723'te ikinci kez Anadolu kazaskeri oldu ve bir yıl sonra emekliye ayrıldı.

Eyüp'teki aileye ait yalıda öldü. Eyüb Sultan Camii haziresindeki türbesine gömüldü. Çivizade Darülhadisi denen bir medrese yaptırmıştır.



Bibi. Ataî, Hadaiku'l-Hakaik, 292-294; Şeyhî, Vekayiü'l-Fuzalâ, I, 195-196, 517, 539, II-III, 600-602; Mecdî, Hadaiku'l-Şakaik, 446-448; Müstakimzade, Devhatü'l-Meşayih, ist., ty, s. 19-20; Tarih-i Selânikî, 221-222; Tarih-i Naima, I, 109; Müstakimzade, Tuhfe, 444; Ayvansarayî, Hadîka, I, 72; ilmiye, 262, 403; Uzunçarşılı, ilmiye, 95, 177, 187, 195.

NECDET SAKAOĞLU



ÇİZGEN, ABDULLAH

(1911, İstanbul - 25 Aralık 1986, İstanbul) Ressam.

İlkokuldayken resimle ilgilenmeye başladı. Ressam Hasan Tahsin'in teşvikiyle Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdi, 1932'de Feyhaman Duran atölyesinden mezun oldu.

Sanat hayatının çeşitli evrelerinde değişik çizgiler izlemiş olan Çizgen, sonunda gerçekçi bir üsluba yönelmiştir. Bir dönem Topkapı Sarayı ressamı olarak görev yapmış, tablo restorasyonu konusunda çalışmıştır.

Çeşitli karma sergilere katılan Çizgen, daha çok peyzaj ve enteriyör (iç mekân) çalışmaları ile tanınmıştır. İstanbul'la ilgili eserlerinden bazıları: "Topkapı Sarayı Harem Dairesi Kapısı", "Topkapı Sarayı'n-da Ocak", "Kanlıca", "Topkapı Sarayı Veliaht Dairesi"dir.



Bibi. N. İslimyeli, Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedisi, Ankara, 19Ğ7; Boyar, Türk Ressamları, 250.

AHMET ÖZEL



ÇOCUK DİLİ

Çocukların yeni yeni konuşmaya başladıkları, anadilini çat pat kullanabilecek duruma geldikleri zaman annelerince öğretilen ya da çocukların kendiliklerinden uydurdukları kelime esasına dayanan dil.

Çocuk dilini oluşturan kelimelerin bir kısmı çocuklar tarafından, büyük çoğunluğu da anne ve çevresi tarafından yaratılır. Çocuk dilindeki kelimeler, başka yerlerde olduğu gibi İstanbul'da da hayvanların ses taklitlerinden (miyav miyav, vak vak, hav hav), hece ve kelime tekrarlarından (cip cip, dah dah), şiddetli seslerden (kıh, atta), bazı kelimelerin sonuna getirilen küçültme ve sevgi ifade eden eklerden (atacık, hoppacık) zaman zaman da her çocuğun kendine özgü yakıştırmalarından (bum bum "su") oluşur.

Yörelere göre değişiklikler gösteren çocuk dili daha çok anne ve çocuk ya da çocukla diğer aile bireyleri arasında konuşulur. Çocuk dili Osmanlı şairlerin-ce de işlenmiştir. Ayrıca ramazan gecelerinde mahalle bekçilerinin okuduğu maniler (bak. bekçi manileri) arasında "Fasl-ı Lisân-ı Sıbyân" başlığını taşıyan ve 12 dörtlükten oluşan bir mani katarı vardır. Bu dörtlüklerde çocuk dilinde çocuğa "bebek", dayağa "batıcak", kapmaya "ha-pıcık", yemek yemeye "nam nam", takT keye "ta ta", ekmeğe "ba ba", dua okumaya "amin amin", sokağa çıkmaya "atta", oyuna "elçıp", hamama "çap çap", kediye "pisi", köpeğe "kuçu kuçu", iyiye "cici", kötüye "kaka", korkutucu şeylere

"'

^fe^^^^Sfl?f^»->!5|ÎKİİ1îS^'v^



İm

Abdullah Çizgen'in "III. Murad Odası" adlı tablosu, tuval üzerine yağlıboya, 65x82 cm. Maçka Mezat

"böcü", sopaya "dudu", öpmeye "macı-cık", ateşe "cız", uykuya "ninni", yiyeceğe "mama", ata "dahdah", başını dövmeye "vah vah", bekçiye "tak tak baba", kesici nesneye "kıh" denildiği manzum bir biçimde anlatılmaktadır.

Yoğun göçler nedeniyle nüfusu hızla artan İstanbul'da bugün farklı yörelerin kültür öğeleri bir arada bulunmaktadır. Anadolu'nun değişik yörelerinden gelenler belli ölçülerde de olsa geldikleri yörenin geleneksel kültür öğelerini korudukları için çocuk dilini oluşturan kelimeler de ailenin geldiği yörenin izlerini taşımaktadır.



Bibi. Ali Rıza, Bir Zamanlar, 116-117; S. V. Örnek, Geleneksel Kültürümüzde Çocuk, Ankara, 1979; A. Çelebioğlu, "Çocuk Dili (Lisân-ı Sıbyân) İle Yazılmış Şiirler", //. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Ankara, 1982; ay, Türk Ninniler Hazinesi, ist., 1982; ay, Ramazanname, ist., ty, s. 115-116. MEVLÜT ÖZHAN

ÇOCUK FOLKLORU

Eski İstanbul ailesinde, doğum öncesinden başlayarak ergenlik çağına kadar çocuk konusunda birçok gelenek ve uygulama vardır. Çocuklarla ilgili halk edebiyatı ürünleri de oldukça geniş bir birikim oluşturmuştur.

İstanbul çocuk folkloru, ailelerin toplumsal durumuna, semt ve mahallelerin özelliklerine göre farklılıklar gösterir. İstanbul'da ayrı bir dünya durumunda o-lan, çoğu kurumlaşmış ve tören niteliği kazanmış saray gelenek ve uygulamaları arasında beşik alayı(-0 doğrudan doğruya çocuklarla ilgilidir.

Çocuk sahibi olmak isteyen karı kocanın ya da kocalarından gizli olarak kadınların kendi aralarında gerçekleştirdikleri büyüsel işlemlerden, bu amaca yönelik geleneksel uygulamalardan herhangi birine başvurmaları oldukça yaygındır (bak. adak yerleri; kısırlık âdetleri; yatırlar; ziyaret yerleri). Doğumdan sonra, doğrudan doğruya çocuğa ve anneye yönelik gelenek ve uygulamalar toplamını oluşturan ve lohusalık dönemini de içeren doğum âdetleri(->) ve doğumdan sonraki kırk günlük dönemde uyulması gereken kurallarla ilgili olan kırklamak(->); annelerin çocukları uyutmak için ezgiyle söyledikleri ninniler(-»); yeni yeni konuşmaya başlayan bebeklerin oluşturduğu ya da büyüklerden öğrendiği çocuk dili(~>); erkek çocuklar i-çin sünnet âdet ve törenleri; okula ilk başladıkları gün düzenlenen âmin ala-yı(-0; çocuklar kadar büyüklerin de ilgi gösterdikleri bilmeceler(->); masallar(->); çocuk hastalıklarının tedavisinde de kullanılan halk ilaçları(->); değişik dinsel, büyüsel ya da denenmiş uygulamalardan oluşan iyileştirme yollan çocuk folklorunu oluşturan temel öğelerdir.

Çocukluk döneminin vazgeçilmez eğlence araçlarından olan oyuncaklar (bak. Eyüp oyuncakçıları); türlü türlü eğlence araç ve imkânları sunan bayram yerle-ri(->) mahalle ve sokak aralarındaki boş

ÇOCUK OYUNLARI

525


52 7 ÇORLULU AIİ PAŞA KÜLLİYESİ

AÇOK'un 1992-1993 sezonunda oynadığı Benim Arkadaşım Yok'tan bir sahne.



istanbul Devlet Tiyatroları Arşivi

alanlarda, bazı eski yangın yerlerinde, arsalarda, cami ve okul avlularında oynanan her biri ayrı bir güç ve beceri gerektiren çocuk oyumarı(-»), bu oyunlar sırasında belli amaçlarla söylenen tekerlemeler^), kendileri de başlıbaşına birer oyun sayılan yarultmacalar(->) İstanbul çocuklarının dünyasında bir dönem için yer edinmiş, etkili olmuş geleneksel kültür değerleridir.



Bibi. Bayrı, İstanbul Folkloru, 1972; Ali Rıza, Bir Zamanlar; S. V. Örnek, Geleneksel Kültürümüzde Çocuk, Ankara, 1979; Musahibza-de, istanbul Yaşayışı, 1992; "Çocuk-Çocuk Yayınları", ÎSTA, VIII, 4057-4094.

istanbul çocuk oyunları

Eski İstanbul'da çocuklar için oyun yerleri oldukça boldu. Büyük ya da küçük topluluklar halinde cami avlularında, yangın yerlerinde, mezarlık tarlalarında, sokak ve mahalle aralarında ya da boş buldukları her yerde günün belirli saatlerine, mevsimlerin özelliklerine göre çeşitli oyunlar oynarlardı.

Çocukta çok küçük yaşlarda başlayan oyun kavramı doğal olarak yaşanılan yerle ve bu yerin toplumsal özellikleriyle, çocuğun çevresinde bulunan büyüklerin bilgi ve deneyimleriyle, çocuğun cinsiyetiyle yakından ilgilidir.

Bebeklikten kurtulup oyuncaklara anlam vermeye başlayan çocuk, İstanbul' da aile büyüklerinin yaptığı el işi oyuncaklarla ya da Mısır Çarşısı'ndan, mahalle aktarından, Eyüp'ten (bak. Eyüp oyuncakçıları) alınmış çeşitli oyuncaklarla tanışırdı. Yavaş yavaş ev içinde, avluda kendi başına oynamaya başlayınca oyunlar ve oyuncaklar değişirdi. Çocuk oyunlarının kapı önlerine, sokak ve mahalle aralarına kadar yayılması çocuğun yaşma ve cinsiyetine göre değişmekteydi. İstanbul' da kız çocuğunun kapı önünde belli bir yaşa kadar oynamasına izin verildiği halde erkek çocukları için bu sınırlama yoktu.

İstanbul çocuk oyunlarında, çocukların büyükleri taklit etmeleri esasına dayanan birçok öğe bulunmaktadır. Devlet erkânının davranışlarım, askerlerin savaş talimlerini, tulumbacıların bir yerden bir yere gidişlerini, ramazan gecelerinde dervişlerin tekkeler için yardım toplayışlarını taklide dayanan oyunlar vardı.

Eski İstanbul'da 10-15 yaşlarındaki erkek çocukların büyük alaylar oluşturarak oynadıkları oyunlardan biri de mahalleler arası taş savaşıydı. Çocukların kendileri ve mahalle halkı için zaman zaman çeşitli tehlikeler de yaratan bu oyunun yüz yıl kadar önceki oynanış biçimini Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey(-»), Bir Zamanlar İstanbul adıyla derlenen anılarında çok güzel tasvir eder. Ali Rıza Bey'e göre gözlerim taştan sakınmayan, dayaktan yılmayan, her tehlikeye meydan okuyan çocuklardan kurulu takımlar, öteki mahallenin takımına haber gönderip perşembe günü savaş kararı alırlar. Genellikle de tatil olan cuma günü önceden

topladıkları taşlan yanlarına alarak, savaşa başlarlar. Çatışmaların bazen akşama kadar sürdüğü bu oyunda' karşı taraftan esir almalar, kafa göz yarılmaları, konu komşunun camlarının kırılması, oradan geçen birinin herhangi bir yerine taş ya da sopa değmesi gibi olumsuzluklar her zaman görülebilirdi. Bir taraf yenilgiyi kabul etmediği sürece devam eden savaşta esirlerin geceyi evlerinde geçirmeleri, ancak oyun yeniden başlayınca esaretlerinin de başlaması kuraldı.

Ahmed Rasim(->) de çocukluk anılarım topladığı Falaka adlı kitabında İstanbul çocuklarının 1870'lerde neler oynadığına ışık tutar. M. Halit Bayrı(->) da istanbul Folkloru adlı incelemesinde İstanbul'da oynanan 58 çocuk oyununu derlemiş ve bunların nasıl oynandıklarını kısaca açıklamıştır.

Geçmişte ve bugün İstanbul'da oynanan çocuk oyunlarının isimlerini şöyle sıralamak mümkündür: Açıl kilidim açıl, adım atlama, alaylar alaylar, altın beşik, aşık, aşık atma, atları idare, ayine-i devran, ayak yere basmaz, balık ağı, balık kaçtı, bir keserim var, birdir bir, bom (bum), ceviz, ceviz atma, çatal matal, çember çevirmek, çıplak yavrum, çimdik çimdik makarna, çukur, dur, düğme, ebe çıldır, ebem kızdı, el çırpma, el el üstünde, elim üstünde kalsın, eller ve ayaklarla koşmak, esir almaca, estepeta, eveleme develeme, fış fış kayıkçı, güzellik oyunu, ip atlama, kaç kurtul, kadifeci güzeli, kafa karış, kap kaç, kapamazsın, kartopu oynama, kaydırak, kırmızı beyaz, kızak kayma, kızartma, kolan vurma, körebe, köşe kapmaca, kurt kuzu, kutu, orospu bohçası, öt kuşum, pilav pişti, pişti, saklambaç, sapan, sek sek, seke seke ben geldim, sekme, şap şap, tahin pekmez, tahtaravalli, taklidi oyun, taş savaşı, tavukla doğan, tek mi çift mi, topaç, tulumbacıların taklidi, uçurtma uçurma, uzun eşek, üşüdüm üşüdüm, varan bir top geri, vız, yağ satarım, yazı mı tuğra mı, yumurta tokuşturma, yumurtalı tavuk, yutturmam, yüzük, zıp zıp.

Bu oyunlardan bazılarının oynanış şekli kısaca şöyledir:

Elim Üstünde Kalsın: İki ve daha fazla oyuncuyla oynanır. Bir oyuncunun eliyle diğer oyunculardan birinin omzundan veya başka yerinden tutarak "elim üstünde kalsın" demesiyle oyun başlar. Diğer oyuncu da bu oyuncunun bir yerinden tutmaya çalışır. İlk tutan oyuncu diğer oyuncunun kendisini tutmaması için kaçar, öteki oyuncu onu kovalar. Kaçan o-yuncu tutulursa ebe olur, tutulmazsa öteki oyuncunun ebeliği devam eder.

Yumurtalı Tavuk: Oyuncular, aralarında ebeyi tespit ettikten sonra gözlerini bağlarlar. Önceden bulunan top, bir oyuncu tarafından herhangi bir yere saklanır. Saklama işi tamamlandıktan sonra çocuklar ellerindeki yassı taşları birbirine vurarak, Yumurtalı tavuk / Yumurtalı tavuk / Yumurtası nerede / Folluktadır follukta diye hep bir ağızdan bağırırlar. Bu sesi duyan ebe gözündeki bağı çözer ve

topu aramaya başlar. Diğer oyuncular da ellerindeki taşları birbirine vurup "Git git gıdak, Git git gıdak" diye sesler çıkararak gezinirler. Ebe topu bulunca oyuncular kaçışırlar. Ebe topla onları vurmaya çalışır, vurursa vurulan çocuk ebe olur, vu-ramazsa veya oyunculardan biri ebenin attığı topu tutarsa ebeliği devam eder.



Öt Kuşum: Kız çocukları arasında oynanan bu oyunda önce ebe seçilir. Ebenin gözleri bağlanarak eline bir minder verilir. Diğer oyuncular dağınık bir şekilde otururlar. Ebe elindeki minderle oyuncuların arasında dolaşır, bir oyuncunun kucağına elindeki minderi koyarak oturur ve çocuğa "öt kardeşim öt" der. Çocuk kendini belli etmeyecek şekilde sesini değiştirerek "cik cik" diye öter. Ebe çocuğu sesinden tanır da ismini söylerse ebelikten kurtulur, yerine kuş gibi öten çocuk ebe olur.

Balık Kaçtı: 8-10 oyuncuyla açık alanda oynanan bu oyunda önce ebe seçilir. Diğer oyuncular bir daire oluşturarak yere çömelirler. Ebe dairenin ortasında durur. Çocuklar ellerindeki mendili ebeye göstermeden gizlice birbirlerine verirler. Bu sırada da hep birlikte "balık kaçtı, balık kaçtı" diye bağırırlar. Ebe mendili saklanırken görürse yakalanan oyuncu ebe olur ve oyun devam eder.

Taklitti Oyun: 5-10 çocuk arasında oynanır. Çocuklar aralarında bir ebe seçtikten sonra daire şeklinde yere otururlar. Ebe dairenin ortasına geçerek oturan çocuklardan her birine bir müzik aletinin adım verir. Ebe herhangi bir müzik aletinin çalındığında çıkardığı sesin taklidini yapar. Ancak bu müzik aletinin taklidim iyi yapmazsa oyundan çıkarılır.

Bom (Bum): Kalabalık oyuncu grubuyla oynanan bum oyununda çocuklar daire şeklinde yere otururlar. Oturan çocuklardan biri "bir" diye saymaya başlar. Yanındaki oyuncu "iki", onun yanındaki "üç" diye devam eder. Oyunda kural o-larak beş ve beşin katı olan rakamlar söylenmez. Beş ve beşin katı rakamları söylemesi gereken çocuklar onun yerine "bom" ya da "bum" diye bağırırlar. Bom demeyip şaşırarak rakam söyleyenler o-yundan çıkartılırlar. Yanlışlık yapmayarak sona kalan çocuk oyunu kazanmış sayılır.

Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   119   120   121   122   123   124   125   126   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin