Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə99/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   95   96   97   98   99   100   101   102   ...   134

Bibi. Tarih-i Naima, VI, 125-127; Şeyhî, Ve-kayiü'l-Fuzalâ, I, 663-665; Müstakimzade, Tubfe, 639; Seyyid Rıza, Tezkire-i Rıza, ist., 1316, s. 23; H. Ayan, Çevri, Hayatı, EdebîKi-şiliği, Eserleri ve Divanının Tenkitli Metni, Erzurum, 1981; M. Seroğlu, "Matbaa Adam: Cevrî Çelebi", Tarih Dünyası, s. 474,482.

NECDET SAKAOĞLU



CEVRÎ ÇELEBİ HİKÂYESİ

Konusunu IV. Murad döneminde (1623-1640) yaşanılmış olaylardan alan "kitabî, mensur, realist İstanbul hikâyeleri"nden biri. Bu hikâyeleri İ. H. Sevük "aşklı hikâyeler", P. N. Boratav ise "realist halk hikâyeleri" olarak adlandırmaktadır. Buna "İstanbuF'u ekleyen Ş. Elçin'dir. Ö. Nutku ise bu hikâyeleri meddah hikâyelerinin kaynakları arasında sayar.



Hançerli Hammi-^), Letaifname(->~), Sansar Mustafa(~>), Tayyarzade\->) ve Tıfli ile İki Biraderler^-*) hikâyelerinde olduğu gibi, IV. Murad burada da ikinci derecede bir roldedir. Diğer hikâyelerde de görülen sultanın nedimi Tıflî'nin bu hikâyedeki rolü konusunda P. N. Boratav ile Ş. Elçin'in görüşleri farklıdır. Yazma nüshası bulunmadığı gibi basma nüshaları da ender olduğu için hakkındaki bilgileri M. N. Özön'le Ş. Elçin'deki tarihsiz nüshaların değerlendirilmesinden elde edebilmekteyiz. Ayrıca Hikâye-i Çevri Çelebi adıyla 1289/1872 tarihinde de basılmış olduğu tespit edilmiştir.

Hikâyenin özeti şöyledir: Zamanının çoğunu berber Mehmed Çelebi'nin dükkânında geçiren Cevrî Çelebi, Yusuf Ça-vuş'un karşıdaki konağının penceresinde gördüğü Abdî'ye âşık olur. Yusuf'un ölmesi üzerine aileye yaklaşan Cevrî Çe^ lebi, Abdî ile işrete başlar; ona olan düşkünlüğünü dile getirir. 1.000 altına yaptırdığı Abdî'nin tasvirinin arkasında da güzel bir kız resmi vardır. Bu tasvire vurulan Abdî, ancak o kızın bulunması şartıyla Cevrî ile olan dostluğunu devam ettirecektir. Abdî'nin tasvirin sahibi olan kıza, Cevrî Çelebi'nin Abdî'ye olan ilgisi her ikisini de hasta eder. Üzülen anneler, kızın bulunması için sokak sokak dolaşırlar.

Kız, Hoca Mahmud'un kızı Rukiye' dir. Anneler bir yolunu bulup bir gece onun evinde misafir kalırlar ve uygun bir zamanda Abdî'nin tasvirini Rukiye' ye gösterirler. Kız da ona vurulur ve Abdî'yi görmek ister. Hastaların iyileşmesinden sonra çengi kılığına bürünen Abdî, Rukiye'yi de alıp onunla birlikte birkaç günlüğüne Hoca Mahmud'un yalısına gider. Orada, Rukiye bu buluşmanın sebebini öğrenince Cevrî Çelebi'yi çağırtmaya karar verirler. Çelebi bazı şeylerden şüphelenerek korka korka yalıya gelir. Abdî ile Cevrî Çelebi arasındaki bazı konuşmalar, kol gezen bos-tancıbaşının dikkatini çeker ve yalıya yanaşır. Rukiye ile Abdî gizlenirler.

Cevrî bütün bu olup bitenleri IV. Murad'a anlatır. Abdî ile Rukiye evlendirilir; Cevrî Çelebi'ye de saraydaki kızlardan birini verirler, düğünleri yapılır.

Bu arada Rukiye'nin babası Hoca Mahmud da sarayda bezirgânbaşı olur.

Cevrî Çelebi Hikâyesi, benzer hikâyelerde bulunmayan özelliklere de sahiptir. Burada cellata teslim etme, cariyelere âşık olma, batakhaneye düşme gibi motiflere yer verilmemiştir. Belirli bir işi olmayan Abdî, babasının ölümünden sonra maceraya atılır. O, klasik edebiyatımızın vazgeçilmez motifi olan güzel bir kızın tasvirine âşık olarak onun yolunda helak olmayı bile göze alır.

P. N. Boratav, bu tür hikâyelerin, kitaba geçmeden önce, tıpkı halk hikâyelerinde olduğu gibi sözlü gelenekte yaşadığı görüşündedir. Onun diğer bir dikkati de halk hikâyelerinde görülmeyen gulâmperestliğin, Tayyarzade Hikâyesi'n-de olduğu gibi Cevrî Çelebi Hikâyesi'n-de de görülmesidir.

Hikâyede, meddah hikâyeleri ile halk hikâyelerinin izleri yanında masal dünyasının izleri de görülmektedir. Cevrî Çelebi'nin 40 gün berber dükkânına gitmesi, hastalanıp 40 gün ağlayıp sızlaması gibi zaman ve sayı bildiren kalıp sözlerin yanında tasvirlerde görülen ifadeler de yer almaktadır: Kaşlar yaya benzer, cemal aya benzer, tir kirpik, dudağı ebru, burun çekme, ağız hokka, dişler inci vb gibi.

Hikâyenin anlatımında az da olsa İstanbul'a ve İstanbul hayatına da yer verilmiştir. Konaklar, köşkler ve yalılar, o-layların başladığı ya da önemli anların yaşanıldığı yerler olarak belirir. Sık görülmemekle birlikte, hikâye kahramanları, atla çekilen ve koçu adı verilen arabaya binerler. Kahramanlarımızın bindiği deniz aracı yedi çifte kayıktır. IV. Murad İstanbul'unun vazgeçilmez kişisi olan bostancıbaşı da geceleri denizde dolaşarak asayişi sağlamaya çalışmaktadır.

Bibi. Mustafa Nihat (Ozon), Türkçede Roman Hakkında Bir Deneme, İst., 1936, s. 108-111; ismail Habib (Sevük), Edebiyat Bilgileri, İst., 1942, s. 302; P. N. Boratav, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, Ankara, 1946, s. 122-125; Ş. Elçin, "Kitabî, Mensur, Realist istanbul Hikâyeleri", Hacettepe Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, I, S. l (Mart 1969), s. 74-106; M. S. Özeğe, Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Katalogu, II, ist., 1973, s. 564; Nutku, Meddahlık, 93.

SAİM SAKAOĞLU



ÇEVRİ KALFA SIBYAN MEKTEBİ VE ÇEŞMESİ

Sultanahmet Meydanı'nda, Divanyolu Caddesi üzerinde yer alır.

Kitabesinde II. Mahmud tarafından 1235/1819'da, saray hareminden Çevri Kalfa'nın (veya Usta) anısı için yaptırılmış olduğu yazılıdır. Çevri Kalfa 1808'de Şehzade Mahmud'u öldürmeye gelenlerin gözlerine kül serpmek suretiyle şehzadenin kurtulmasına yardım etmiştir. Şehzade Mahmud, II. Mahmud adıyla padişah olduktan sonra Çevri Kalfa'yı ha-zinedarbaşı yapmış ve ölümünden sonra da bu sıbyan mektebi ile çeşmesini inşa ettirmiştir.

Çevri Kalfa Sıbyan Mektebi, İstanbul'



Çevri Kalfa

Sıbyan

Mektebi ve

Çeşmesi

Erkin Emiroğlu

daki sıbyan mekteplerinin en büyüğüdür. Batı'dan gelen sanat akımlarının izlerini taşıyan bir biçimde ampir üslubun-da(->) yapılmıştır. Sıbyan mektepleri genellikle iki katlı ve ikinci katta tek dershane odasından ibaretken, bu üç katlı bina geniş cepheli ve on odalı olarak inşa edilmiş, bu yüzden de sıbyan mektebi olarak bir süre kullanıldıktan sonra 1858'de kız sanat mektebi olarak kullanılmaya başlamış, Cumhuriyet döneminde 1929-1930 arasında kısa bir süre Devlet Basımevi'nin matbaacılık okulu olmuş, 1932'de Adliye Sarayı yangını nedeniyle bazı mahkeme daireleri tarafından kullanılmış, bir süre de Başbakanlık Arşivi' nin deposu olarak hizmet vermiştir. 1945- 1946'da Elli Dokuzuncu İlkokul olarak tekrar mektep haline getirilmiş, 1955-1956 ders yılından itibaren de Çevri Kalfa İlkokulu adıyla hizmet etmiştir. 1980' li yıllarda bir süre boş durduktan sonra 1985'te Türk Edebiyatı Vakfı'na tahsis edilmiştir. Halen üst katı vakıf tarafından kullanılan binanın alt katındaki odalarda turistik eşya satış yeri bulunmaktadır.

Çevri Kalfa Sıbyan Mektebi, 28 Mayıs 1927 tarih ve 1057 sayılı "Türkiye Cumhuriyeti Dahilinde Bulunan Bilcümle Me-bânî-i Resmiyye ve Milliyye Üzerindeki Tuğra ve Methiyelerin Kaldırılması Hakkındaki Kanun"dan zarar görmüş yapılardandır.

Çevri Kalfa Sıbyan Mektebi'nin girişi yapının sorundadır. Ortada yer alan iki katlı kitlenin üst katı beş mermer konsola oturan bir çıkma biçiminde yapılmıştır. Bu kısım kurşun kaplı bir aynalı tonozla örtülüdür ve tonozun tepesinde bir alem bulunmaktadır. Bu kitlenin sağında kademeler halinde yarım yuvarlak kemerli çeşme yer alır. Çeşmenin sağında da üç katlı, pencere araları yassı pilastrlarla ayrılmış ikinci bir kitle yükselir. Bu bölümün II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) eklendiği söylenir. Ancak sıbyan mektebinin çıkmalı kısmıyla tam bir mimari benzerlik gösterdiğinden, ilave olup olmadığını anlamak zordur.

Sıbyan mekteplerinin bir çeşme ve sebilhane ile birlikte yapılması geleneği,

üslup farklılığına rağmen burada da uygulanmıştır. Çeşmenin her iki yanındaki blokların zemin katlan sebilhane olarak tasarlanmıştır. Bu yüzden sağda ve solda yer alan dörderden sekiz pencere, sebilhane penceresi olup dökme demirden Batı üslubunda şebekelerle örtülmüştür. Şebekelerin altlarında su tası verme gözleri bulunmaktadır. Tarih manzumesinin son mısraında, "Merhume Usta'nın iç rûhiyçün âb-ı zemzem (12357 1819)" denildiğine göre, bazı kaynaklarda Çevri Kalfa'nın ölüm tarihi olarak gösterilen 1824 yanlış olmalıdır.

Son yıllarda Divanyolu Caddesi'nin taban seviyesinin çok yükseltilmesi yüzünden mektebin dış mimari nispetleri bozulmuş, sebilin eteği ve şebekelerinin alt kısımları yere gömülmüştür.

Çevri Kalfa Sıbyan Mektebi, Osmanlı dönemi sanatında sıbyan mektepleri mimarisinin son safhasına örnek teşkil eder.



Bibi. O. Nuri (Ergin), Muallim M. Cevdet'in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi, ist., 1937, s. 254; Ergin, Maarif Tarihi, I, 457-459; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 242-244; I. A. Gövsa, Türk Meşhurları Ansiklopedisi, ist., ty, s. 86; Eyice, istanbul, 29; Aksoy, Sıbyan Mektepleri, 73; Kut, Sıbyan Mektepleri, 59; İSTA, VII, 3524-3525; IKSA, III, 1370-1374; S. Eyice, "Cevrî Kalfa Mektebi", DÎA, VII, 461-462.

SEMAVİ EYİCE



ÇEVRİ USTA CAMÜ

Üsküdar'da, Bağlarbaşı'na giden Nuhku-yusu Caddesi'nin solunda yer alır.

II. Mahmud'un hayatını kurtaran Çevri Usta'nın anısına inşa edildiği tahmin edilen caminin, banisini belirten kitabesi yoktur. Nuhkuyusu adıyla da anılan cami 1302/1884'te tamir edilip yenilenmiştir.

Yapı fevkani ve kagir duvarlıdır. Taş basamaklarla üçgen alınlıklı, ahşap hazırlık mekânına çıkılır. Kare planlı ha-rim bölümünü, dört büyük kemer üzerine, pandantiflerle geçilen, daire kasnak-lı sağır bir kubbe örtmektedir. İki kalın kolonla üç bölüme ayrılmış olan son cemaat yerinin üzerinde, sağda ve solda birbirine geçişsiz iki ayrı bölüm olarak, ahşap fevkani mahfil yer almaktadır. İnce uzun, kenarları yumurta frizi şeklin-



CEZA VE TUTUKEVLERİ

424

425

CEZAYİRLİ HASAN PAŞA

de bir bordüıie çevrelenmiş yuvarlak kemerli mihrabı, neoklasik üslubun bir uygulamasıdır. Mihrap nişi kalem işiyle istiridye kabuğu şeklinde dilimlenmiş, kemerin tam ortasına iri bir bitki motifi süsleme oturtulmuştur. Yapının güney, doğu ve batısında birer büyük kemerden meydana gelen cephelere, uzun dikdörtgen kesitli üçer adet pencere açılmış ve cepheler özenli bir işçilikle süslenmiştir. Pencerelerin kilit taşları, akan-tus yapraklarıyla süslü konsol şeklinde ileriye çıkarılmış, üstleri kıvrımlı, girift bitki motifleriyle taçlanmıştır. İnce uzun pilastrlarla iki yandan sınırlanan cepheler, iki pilastr arasında bırakılan kırmızı renkli tuğlalarla renkli ve hareketli bir görünüm kazanmıştır. Kemerlerin içini, taştan, kabartma bir palmet frizi dolaşır. —Caminin kuzeybatısında kesme taştan yapılmış bodur minaresi yer alır. Dikdörtgen prizma şeklindeki kaidesinin ü-zeılnde, kalın yivlerle bölümlenmiş gövdesi yükselir. Kalın konsollarla desteklenen şerefenin petek kısmı birbiri içine geçen halka şeklindeki taşlardan meydana gelir. Taş külahı üzerinde ahşap bir alem bulunur. Son cemaat yerinin sağındaki nazirede Bektaşî şeyhlerinden Ali Baba, Fethi Baba (ö. 1813) ve Hatice Ha-nım'ın (ö. 1857) mezarları bulunur.



Bibi. Raif, Mir'at, 135; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 123; İSTA, VII, 3524; ÎKSA, III, 1371.

TARKAN OKÇUOĞLU



CEZA VE TUTUKEVLERİ

Bizans döneminde, Konstantinopolis'te-ki Büyük Saray'ın(-») içinde bulunan altı hapishanenin dışında, şehirdeki ve Ada-lar'daki pek çok manastır bu amaçla kullanılıyordu. Osmanlı döneminde ise, suçluların cezalarım çektikleri yerlere daha çok zindan deniyordu. İstanbul'un ünlü zindanları arasında, Tersane, Yedi-kule, Ağakapısı, Boğazkesen, Baba Cafer zindanlarının özel bir yeri vardır (bak. zindanlar). Ayrıca daha ağır suçluların kapatıldığı "tomruk" adı verilen hapishanelerle bir tür açık hava hapishanesi olan "salma tomruk"lar da vardı.

1831'de Sultanahmet'te İbrahim Paşa Sarayı'nın bir bölümünde açılan Hapis-

Cevri Usta Camii

Yavuz Çelenk, 1994

hane-i Umumi, günümüz cezaevlerinin ilk örneklerindendir. Bu dönemde, İstanbul dışındaki kale burçlarının zindan o-larak kullanılmasına devam edilmiştir. Tanzimat Fermanı ile birlikte, "kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesi uyarınca çıkarılan Ceza Kanunname-i Hümayunu ile bu alanda da yeni düzenlemeler yapıldı. 1851'de suçlar yeniden tanımlanarak değişik nitelikte yeni cezalar kabul edildi. Cezaevlerinde kalan ağır hasta hükümlülerin iyileşinceye dek kefaletle salıverilmeleri ve yoksul mahkûmların beslenme ve giyim giderlerinin devletçe karşılanması bu yasanın getirdiği yeniliklerdendir. 1858'de, Fransız Ceza Kanunu ile hürriyeti bağlayıcı cezalar, kürek cezası, kalebentlik ve hapis cezalan olarak üçe ayrıldı. Bu dönemde cezaevi olarak, başka amaçlar için yapılmış devlet binaları kullanılıyordu. 1880'de çıkarılan "Mema-lik-i Mahrusa-i Şâhâne'de Bulunan Tevkifhane ve Hapishanelerin İdare-i Dahiliyelerine Dair Nizamname" ile yeni bir düzenlemeye gidildi. Bu tüzükle, hükümlü ve tutuklular birbirinden ayrılıyor, ceza ve tevkifevlerinin yiyecek masrafları devletçe karşılanıyordu. Ayrıca 18 yaşından küçüklerle, kadınlar için ayrı koğuşların sağlanması da tüzükçe öngörülmüştü. Aynı dönemde, hükümlü ve tutukluların günlük yaşamları ve dışarı ile ilişkileri düzenlenirken, hükümlülere çalışma zorunluluğu getirildi. Bu ilkeler ışığında, 1916'da Sultanahmet' te Hapisha-ne-i Umumi (bak. Sultanahmet Cezaevi) ile Üsküdar'da Paşakapısı Hapishanesi inşa edildi. Öte yandan, Beyazıt'taki Be-kirağa Bölüğü(-0 de 1922' ye kadar varlığını korumuştu. Aralıklı olarak yaklaşık 50 yıl boyunca sivil ve askeri tutukluları barındıran Bekirağa Bölüğü İstanbul'daki cezaevleri arasında en ünlüsü idi.

l Temmuz 1926'da kabul edilen Türk Ceza Yasası ile, Osmanlı ceza ve infaz sistemi tümüyle ortadan kaldırıldı. 1929' da Adalet Bakanlığı'na bağlanan ceza ve tutukevlerinin denetim işi, yerel cumhuriyet savcılıklarına bırakıldı.

1965'te yürürlüğe giren Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanun uyarınca, günümüzde cezaevleri, kapalı, yarıaçık ve a-

çık olarak üç gruba ayrılmıştır. Bunun dışında, yapı tipine ve barındırdığı hükümlü sayısına göre, cezaevleri en küçükleri 24 kişilik A tipi, en büyükleri ise 300 kişilik E tipi olmak üzere başka bir şekilde de sınıflandı. Son dönemlerde, özel tip cezaevleri de inşa edilmektedir. Sivil tutuklu ve hükümlülerin kaldıkları yerler dışında, Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı olarak faaliyet gösteren askeri ceza ve tutukevleri de vardır.

İstanbul İli sınırları içindeki sivil cezaevlerinden Sultanahmet Cezaevi 1970' lerin başında kapatıldı. Üsküdar'da 16. yy'dan kalma Mimar Sinan yapısı tarihi binada faaliyet gösteren Toptaşı Cezaevi ise, 1982'de bir yangın geçirdikten sonra kapatılarak binası Üsküdar İmam Hatip Lisesi'ne devredildi.

Günümüzde İstanbul'da 6 sivil, 2 de askeri cezaevi vardır. Eskiden Sağmalcılar Cezaevi diye bilinen, Bayrampaşa'da-ki İstanbul Hususi Cezaevi 1969'da kurulmuştur. Aralık 1993 verilerine göre 783 personeli vardır ve 1.300'ü aşkın tutuklu ve hükümlüyü barındırmaktadır. İstanbul'un en büyük cezaevidir. Bünyesinde 1983'te oluşturulan özel tip cezaevinde "devlete karşı işlenen suçlardan" yargılanan sanıklarla hükümlüler kalmaktadır. Burada 226 personel görev yapmakta, 600'den fazla tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. 1983'te askeri cezaevi olarak inşa edilen Metris Cezaevi ise 1989'da Adalet Bakanlığı'na devredilerek sivil cezaevi olarak kullanılmaya başlanmıştır. 204 personeli bulunan Metris Cezaevi'nde 700'e yakın tutuklu ve hükümlü kalmaktadır. 19l6'da inşa edilen Paşakapısı Cezaevi ise İstanbul'un Anadolu yakasındaki tek sivil cezaevidir. 145 personeli vardır ve 600'e yakın

1970'lerin başında kapatılan Sultanahmet Cezaevi binası. Nazım Timuroğlu

tutuklu ve hükümlüyü barındırmaktadır. 1951'de kurulmuş Silivri ve Şile cezaevleri ise 24'er kişilik A tipi cezaevi olup, altışar görevlisi vardır.

İstanbul'daki bütün cezaevleri kapalı türden olup, dış güvenlikleri jandarma tarafından sağlanır. Kadın ve çocuk hü-kümlü-tutuklular Bayrampaşa, Metris ve özel tip cezaevlerine gönderilmektedir. İş yoluyla eğitim ve ıslah amaçlandığından, Bayrampaşa Cezaevi'nde, çorap-tri-kotaj, fırıncılık, demircilik, bakım-ona-rım, torna işleri, fotoğrafçılık, marangozluk, çeşitli inşaat işleri, matbaacılık, halıcılık atölyeleri ile cezaevi sakinlerine hizmet veren bir mağaza bulunmaktadır. Metris ve Paşakapısı cezaevlerinde ise inşaat ve fotoğrafçılık çalışmaları yapılmaktadır. Şile ve Silivri cezaevlerinde herhangi bir üretim faaliyeti yoktur.

İstanbul'da Milli Savunma Bakanlığı' na bağlı askeri ceza ve tutukevlerinden Kartal-Maltepe'deki cezaevi 1945'te inşa edilmiştir ve yaklaşık 250 kişi kapasitelidir. 19. yy'da inşa edilmiş olan Davut-paşa Kışlası ise halen askeri cezaevi olarak kullanılmaktadır. 12 Eylül 1980 sonrasında Gaziosmanpaşa'daki Hasdal, Sa-rıgazi'deki Alemdağ, Beykoz'daki Kaba-koz ve Üsküdar'daki Selimiye kışlalarında da geçici sürelerle tutukevleri oluşturulmuştur.

İSTANBUL


CEZAYİRLİ HASAN PAŞA CAMİİ

Beyoğlu İlçesi'nde Kasımpaşa'da İskele Caddesi üzerinde bulunan Kalyoncular Kışlası içinde yer almaktadır.



Hadîka'ja. göre yapının banisi Kap-tan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa' dır. Kışlanın içerisinde kalyoncuların i-badet görevini yerine getirmeleri amacı ile 1196/1782'de yaptırılan cami, barok mimari(->) tarzda, fevkani ve tek minareli olarak inşa edilmiştir. Kışlanın içinde yer alması ve kışla ile aynı tarihte yapılmış olmasından dolayı benzer mimari özellikler göstermektedir. Hizmete girmesinden kısa bir süre sonra meydana gelen depremde çinilerle süslü olan minare külahı yıkılmıştır. Deprem sonrası yapılan onarımda yapıya mahfil ile birlikte batıdan hünkâr ve kaptan-ı deryanın, doğudan kalyoncuların girişlerini sağlamak için birer köprü yapılmıştır (bu köprüler 19. yy'da kaldırılmıştır). Bu onarım sırasında camiye konulan "Kebir Saat" bugün Deniz Müzesi'nde bulunmaktadır. Caminin en önemli özelliği, abdest muslukları dışında kalyoncuların temizliğini sağlamak amacıyla yapılmış bulunan ve yapıyı üç yönden çevreleyen ayak ve elbise yıkama yalaklarıdır. 19. yy ortalarında, kışla ile birlikte onarım gören yapıda var olan barok özellikler kaldırılarak ampir üslubundaki(->) serçe sarayları ve kuş evleri konulmuştur. Bu ampir özellikler 1950'li yıllarda yapılan onarımla ortadan kaldırılmıştır.

Günümüzde yapıda restorasyon çalışmaları yapılmaktadır. Yapıya, ahşap olarak yapılan son cemaat yerinden gi-

rilir. Son cemaat yerinin altında abdest almak için musluklar bulunmaktadır. Buranın üstü ahşap çubuklarla karelere ayrılmıştır. Son cemaat yeri dışarıdan, altı mermer sütun ile taşınmaktadır. Ana mekân kare planlı olup yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Kasnakta dikdörtgen üzeri yarım yuvarlak kemerle son bulacak şekilde yapılmış pencereler yer almaktadır. Yapının batısında on yedi, doğusunda ise on üç pencere vardır. Güneyde mihrap dışa taşkın bir şekilde bulunmakta olup etrafında on üç pencere açılmıştır. Kuzeyde yer alan son cemaat yeri ise yedi pencere ile aydınlatılmaktadır. Yapının ana mekânına giriş kapısının her iki yanında (içeride) müezzin mahfilleri yer almaktadır. Bu bölümün tavanı ahşap olup çubuklarla karelere ayrılmıştır. Mahfil düz olup köşede bulunan hünkâr mahfili balkon çıkması yapmıştır. Hünkâr mahfilinin her iki tarafı demir şebekelerle çevrelenmiştir. Ana mekândaki alt sırada bulunan pencereler derin, dikdörtgen bir niş şeklinde açılmışlardır. Üstteki pencereler yarım yuvarlak kemerle son bulacak şekilde yapılmışlardır. Yapının minaresi yapıya bitişik, kare kaide üzerinde, tek şere-feli olarak, düzgün kesme taştan yapılmıştır. Mihrap, dışarıdan yapının ortasında ve dışa taşkın bir şekilde yer almaktadır. Mihrabın hemen üstüne gelen yerde ufak ve yuvarlak bir pencere açılmıştır.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 28; İSTA, IV, 3535; Kaptan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa, (Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Yayını), İst, 1989.

ERGÜN EĞİN



CEZAYİRLİ HASAN PAŞA ÇEŞMESİ

Beyoğlu İlçesi'nde, Kasımpaşa'da, Ca-miikebir Mahallesi'nde, Cezayirli Mektebi Sokağı'nda bulunmaktadır.

Taksim Suyu şebekesine bağlı olan bu çeşme, 1200/1786'da Kaptan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa (ö. 1790) tarafından yaptırılmıştır. Günümüzde bakımlı olan çeşmenin suyu akmaktadır.

Çeşmenin, bütünüyle beyaz mermer kaplı olan cephesi iki yandan kompozit başlıklı sütunçelerle kuşatılmış, bunların üzerine, alttan ve üstten silmelerle sınırlandırılmış olan, lento görünümündeki kitabe yerleştirilmiştir. Çatık kaş biçiminde kemerciklerle sonuçlanan kartuşlar içine istifli sülüsle yazılmış olan manzum kitabenin hattatı "Laz Ömer" lakaplı Trabzonlu Ömer Vasfi Efendi'dir (ö. 1824). Kitabenin ekseninde, küçük bir kartuş içinde 1200/1785 tarihi okunmaktadır. Osmanlı barok üslubunun bellibaş-lı motiflerinin gözlendiği ayna taşı, kaval silmelerle çerçevelenmiş ve cepheden geri çekilmiş olan dikdörtgen bir yüzeyin içindedir. Ayna taşı, birbirine eklenerek iç içe iki bileşik kemer oluşturan "S" ve "C" kıvrımları ile bezenmiş, dıştaki kemerin köşelerine ve tepesine gemi feneri kabartmaları kondurulmuş-tur. Ayna taşının yanlarında yükselen pi-



Cezayirli Hasan Paşa Çeşmesi

Yavuz Çelenk, 1994

lastılar "S" kıvrımlarından oluşan bir bileşik kemerle taçlandırılmıştır. Bu çeşmenin yanısıra, Cezayirli Hasan Paşa'ya ve bahriye mensubu olan diğer bazı kişilere ait çeşmelerde de gözlenen gemi feneri motifleri, 18. yy sonlarında faaliyet gösteren ve barok üslubuna kendine özgü bazı yorumlar katan bir taşçı atölyesinin varlığına işaret etmektedir.



Bibi. İnal, Son Hattatlar, 259; Çeçen, Taksim-Hamidiye, 87-88.

M. BAHA TANMAN



CEZAYİRLİ HASAN PAŞA ÇEŞMESİ

Beyoğlu İlçesi'nde, Kasımpaşa'da, Kadı Mehmet Efendi Mahallesi'nde, Nalıncı Mektebi Yokuşu ile Paşa Çeşmesi Yo-kuşu'nun kavşağında bulunmaktadır.

Taksim Suyu şebekesine bağlı olan bu çeşme, 1195/1781'de Kaptan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa (ö. 1790) tarafından yaptırılmıştır. Son yıllarda onarım geçirmiş olan çeşme bakımlıdır.

Çeşmenin, dikdörtgen prizma biçimindeki haznesi bir sıra küfeki taşı ve iki sıra tuğla ile almaşık düzende örülmüş, köşeler kesme taş örgü ile takviye edilmiştir. Beyaz mermerle kaplanmış ve kısa bir saçakla donatılmış olan çeşme yüzeyi, yatay silmelerle eşit olmayan üç kesime ayrılmıştır. Alttaki kesimde Osmanlı barok üslubuna özgü bileşik bir kemerin içinde, aynı üsluba bağlanan "S" ve "C" kıvrımlarının yanısıra yaprak kabartmaları ile süslü ayna taşı yer alır. Kitabeye tahsis edilen ortadaki kesim, ekseninde yer alan düşey bir çubukla iki parçaya ayrılmış, söz konusu çubuğun yüzeyi vazodan çıkan çiçek kabartmaları ile bezenmiştir. Metni "Safî" mahlaslı bir şaire, sülüs hattı "Laz Ömer" lakaplı hattat Trabzonlu Ömer Vasfi E-fendi'ye (ö. 1824) ait olan manzum kita-



CEZAYİRLİYAN, MIGIKDIÇ 426

be, 1195/1781 tarihim taşımaktadır. Son onarımda, kitabenin zemini koyu yeşile boyanmış, harfler yaldızlanmışım Kitabe ile saçağın arasında kalan üst kesime, üç adet gemi feneri kabartması yerleştirilmiştir. Köşeleri çeyrek dairelerle yumuşatılmış dikdörtgen kartuşlar içinde bulunan bu kabartmalardan ortadaki, cephenin eksenine yerleştirilmiş ve buna göre simetrik konumda olan diğerlerinden daha büyük tutulmuştur.



Bibi. Yüngül, Taksim Suyu, 67; İnal, Son Hattatlar, 259; Çeçen, Taksim-Hamidiye, 92; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 135; 1KSA, III, 1372; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 346.

M. BAHA TANMAN



CEZAYİRLİYAN, MIGERDIÇ

(1805, İstanbul - l Nisan 1861, İstanbul) Ermeni sarraf.

Hasköy'de doğdu. Sarkis Amira Cezayirliyan'ın (1742-1815) oğludur. Eğin'den İstanbul'a göçmüş olan büyük dedesi Sarkis de saraflıktan zengin olmuştu. Dedesi Ohannes ise Cezayir'le yaptığı ticaretten büyük para kazanmış, bu yüzden de Cezayirliyan soyadını almıştı. Mı-gırdıç Cezayirliyan da ilköğrenimden sonra, sarraflık mesleğine atıldı. 1830'la-rın başında gümrük eminliğine getirildi. Sarraflığın yamsıra bu görevi de sürdürdü. Amiralık(-») sanı taşıyan Cezayirliyan kısa denebilecek hayatının son yıllarında Kadıköy'de oturdu. Ölümünde Hasköy' deki Ermeni mezarlığına defnedildi. Kabrinde hiçbir yazı, kitabe veya taş yoktur.

Cezayirliyan'ın İstanbul'daki en ö-nemli eseri Ayvansaray ile Piri Paşa arasında inşa ettirdiği köprüdür. Kişisel imkânları ile yaptırıp üzerinden de ilk kez kendisinin geçtiği köprü, Cezayirliyan'ın birçok karşıtı arasında kıskançlık yaratmıştır. Çevrilen entrikalar sonucu devlet bu köprüyü yıktırmıştır. Hasköy'deki Karaağaç rıhtımı da Cezayirliyan'ın eseridir.

Siyasi çevrelerle de iyi ilişkiler içerisinde olan Cezayirliyan, Mustafa Reşid Paşa' nın yakın dostuydu. Cezayirliyan'ın çabaları sonucu 7 Mayıs 1847 tarihli bir fermanla, Osmanlı imparatorluğu sınırları içerisindeki Ermenilerin cismani ve ruhani meclislerinin kurulmasına izin verildi.

İstanbul'daki, bilhassa Hasköy'deki Ermeni Tiyatrosu da Cezayirliyan'a çok şey borçludur. Arakel Altun-Dürri'nin 1850'de kurduğu tiyatro onun büyük maddi desteğini görmüştür.

Yeniköy'de muhteşem bir köşk yaptıran Cezayirliyan, hayatının bir bölümünü orada geçirmiştir. Daha sonra Avusturya Elçiliği'ne dönüştürülen Cezayirliyan Köşkü'nün alnında, yaptıranın adının başharfleri olan "M" ve "C" harfleri nakşedilmiştir.

Cezayirliyan, hayatının son yıllarını entrikalar sonucu mali bakımdan sarsılmış durumda geçirmiştir. Koruyucusu Mustafa Reşid Paşa'nın ölümü, alacaklarını toplayamaması bunun başlıca nedenleriydi.

VAĞARŞAG SEROPYAN



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   95   96   97   98   99   100   101   102   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin