Danıel Defoe Robınson Crusoe



Yüklə 1,09 Mb.
səhifə10/26
tarix26.08.2018
ölçüsü1,09 Mb.
#75006
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   26

Ertesi gün, ayın 16'smda da aynı yere gittim ve bir gün önce gittiğim yerden biraz daha ilerlediğimde derenin de çayırlığın da bittiğini, bu arazinin öncekinden daha ağaçlık olduğunu gördüm. Bu bölgede farklı meyveler, özellikle de yerde bol miktarda kavun ve ağaçlann üzerinde üzümler buldum. Asmalar gerçekten de ağaçların üzerine kadar uzan-

-160-

mıştı ve üzüm salkımlan da tam kıvamında, olgun ve suluydu. Bu şaşırtıcı bir buluştu ve beni çok sevindirmişti; ama deneyimlerimden bunlan yerken dikkatli olmam gerektiğini biliyordum; çünkü Berberistan kıyılannday-ken, orada köle olarak bulunan bizim İngilizlerden birkaçının, yedikleri üzüm yüzünden ishal olup ateşlenerek öldüklerini hatırlıyordum. Ama ben bu üzümlerden yararlanmak için mükemmel bir yol buldum; güneşte kurutup kuru üzüm olarak saklayacaktım. Böylece taze üzüm bulamadığım zaman hem yemeye uygun hem de sağlıklı olacaklardı ki, gerçekten de öyle oldu.



Bütün akşamı orada geçirdim ve eve dönmedim, bu arada bunun evimden başka bir yerde yattığım ilk gece olduğunu söyleyebilirim. Geceleyin, adadaki ilk günümde yaptığım gibi bir ağaca çıktım ve güzelce uyudum. Ertesi sabah keşif gezime devam ettim ve vadinin uzunluğundan çıkarabildiğim kadanyla aşağı yukan altı kilometre kadar kuzeye gittim; güneyimle kuzeyimde tepeler vardı.

Bu yürüyüşün sonunda, batıya doğru inen bir açıklığa geldim; yanımdaki tepeden küçük bir tatlı su kaynağı diğer yöne, yani doğuya doğru akıyordu. Bu arazi öyle taze, öyle yeşil, öyle canlı görünüyordu ve her şey öyle sonsuz bir bahar yeşilliği içindeydi ki, bakımlı bir bahçeye benziyordu.

Bu güzel vadinin kenanndan biraz aşağı indim; bütün bunlann bana ait olduğunu düşünerek diğer üzüntülerimle kanşık da olsa, gizli bir sevinçle etrafı inceliyordum; bü-

-161-


tün bu bölgenin kralı, kayıtsız şartsız tek efendisiydim ve burada istediğim gibi hüküm sürebilir, bunları nakledebilseydim, tıpkı İngiltere'deki bir lord gibi tamamıyla mirasıma dahil edebilirdim. Burada bir sürü kakao, ağaçkavunu, portakal ve limon ağacı gördüm; ama hepsi yabaniydi ve çok azı meyve vermişti, en azından o mevsim için. Bununla birlikte topladığım yeşil misket limonlarının hem yemesi çok hoştu hem de sağlıklıydılar; sonradan bunları sıkarak suyla karıştırdım, böylece su hem sağlıklı oluyor hem de soğuyup serinletici bir özellik kazanıyordu.

Şimdi bunları toplayıp eve götürmek gerektiğinden yeteri kadar işim vardı; yaklaştığını bildiğim yağmurlu mevsime hazırlanmak için üzüm, misket limonu ve limonları bir kenara saklamaya karar verdim.

Bunun için, bir yere büyük, başka bir yere de küçük bir üzüm yığını yaptım; ayrı bir yere de misket limonlarını ve limonları yığdım; birkaçını yanıma alarak eve doğru yola çıktım; tekrar gelmeye ve yanımda da bir torba, çuval ya da geri kalanı eve taşıyabilmeme yarayacak ne bulabilirsem getirmeye karar verdim.

Üç gün süren bu yolculuktan sonra eve (çadırımla mağarama böyle diyeceğim artık) döndüm, ama daha eve varmadan üzümler bozulmuştu, taneler dolgun ve sulu olduğu için ezilmiş ve çürümüşlerdi, artık pek işe yaramazlardı; misket limonlarına bir şey olmamıştı, ama onlardan çok az getirebilmiştim.

Ertesi gün, ayın 19'unda, mahsulümü eve

-162-


I

getirmek için iki küçük torba yaparak geri döndüm; ama topladığımda o kadar sulu ve güzel olan üzüm yığınımın yanına vardığımda hepsinin etrafa saçılmış, ezilmiş, dağıtılmış ve çoğunun da yenmiş olduğunu gördüğümde şaşırdım. Buna dayanarak etrafta yabani hayvanlar olduğu sonucuna vardım, bunu da onlar yapmıştı, ama ne tür hayvanlar olduklarını bilemiyordum.

Bununla birlikte, üzümleri ne orada yığınlar halinde bırakabilir, ne de çuvalla eve götürebilirdim; birinci durumda hayvanlar tarafından ziyan edilecekler, ikincisinde ise kendi ağırlıklarıyla ezileceklerdi, bu yüzden başka bir yol buldum; epey bir miktar üzüm topladım ve bunları, güneşte kurusunlar diye ağaçların dış dallarına "astım. Misket limonlarına ve limonlara gelince, taşıyabileceğim kadarını torbalara doldurup götürdüm.

Bu yolculuktan eve döndüğümde büyük bir zevk duyarak vadinin verimliliğini, yerinin güzel, fırtınaya karşı korunaklı, sulak ve ağaçlık olduğunu düşündüm; böylece evimi kurmak için adanın en kötü yerini seçmiş olduğum sonucuna vardım. Bütün bunlar üzerine evimin yerini değiştirmeyi ve mümkünse, adanın o güzel, verimli kısmında şimdi bulunduğum yer kadar güvenli bir yer aramayı düşünmeye başladım.

Bu düşünce kafamda dolaşıp durdu ve oraların güzelliği beni büyülediğinden bir süre için bu fikir çok hoşuma gitti. Ama bu konuyu daha ayrıntılı düşününce, şimdiki yerim deniz kenarında olduğundan en azından

-163-


Mi

bana yaran dokunacak bir şeyler olabileceğine, beni buraya atan kör talihin aynı yere belki başka zavallıları da sürükleyebileceğine; böyle bir olasılık çok düşük de olsa kendimi adanın ortasındaki dağlarla ormanın arasına kapatmanın tutsaklığımı daha baştan kabul etmek ve bana yaran dokunacak bir şeyin gerçekleşme ihtimalini düşürmek, hatta yok etmek demek olduğuna, ne olursa olsun taşınmamam gerektiğine karar verdim.

Bununla birlikte, orası o kadar hoşuma gitmişti ki, temmuz ayının geri kalan kısmında, zamanımın çoğunu orada geçirdim; yuka-nda belirttiğim gibi, ikinci kez düşündüğümde evimin yerini değiştirmemeye karar vermeme rağmen orada kendime çardak gibi küçük bir yer yaptım ve çevresini de boyumun yettiği yükseklikte, iki kat sağlam çitle çevreledim, çitleri kazıklarla destekledim ve iki çitin arasını da çalılarla doldurdum. Daha önceki gibi merdiven kullanarak girdiğim bu çitin ortasında artık güven içinde yatabiliyordum ve bazen iki üç gece üst üste kalıyordum. Böylece artık hem bir kır evim, hem de bir yalım olduğunu düşünmek hoşuma gidiyordu; ama bu iş beni ağustosun başına kadar uğraştırmıştı.

Çitimi bitirmiş, verdiğim emeklerin tadını daha yeni yeni çıkanyordum ki, yağmurlar başladı ve beni ilk evime kapanmak zorunda bıraktı. Bir yelken parçasını iyice gererek buraya da önceki gibi bir çadır yapmıştım, ama burada beni fırtınalardan koruyacak ne bir dağ eteği, ne de arkamda yağmur iyice bastırınca sığınabileceğim bir mağara vardı.

-164-

Dediğim gibi ağustosun başlarında çardağımı bitirmiş ve keyfini sürmeye başlamıştım. Ağustosun 3'ünde, dallara astığım üzümlerin tamamen kurumuş olduğunu, güneşin altında gerçekten de mükemmel kuru üzümlere dönüştüklerini gördüm; dolayısıyla bunlan dallardan indirmeye başladım. Bunu iyi ki de yapmışım, yoksa gelen yağmurlar yüzünden hepsi bozulacak, kışlık erzağımın en önemli kısmını yitirecektim, çünkü kocaman kocaman iki yüz salkımdan fazla üzümüm vardı. Üzümleri indirip çoğunu mağarama taşıdıktan hemen sonra yağmurlar bastırdı ve o günden itibaren, yani ağustosun 14'ünden ekim ortalarına kadar hemen hemen her gün yağdı; hatta zaman zaman o kadar çok yağıyordu ki birkaç gün mağaramdan çıkamıyordum.



Bu mevsimde ailemin sayıca artması beni çok şaşırttı. Kedilerimden biri ortadan kaybolduğu için çok üzülmüştüm, beni bırakıp kaçmıştı ve bir daha izine rastlayamadığım için öldüğünü sanıyordum; ama ağustosun sonlarına doğru, bir gün üç yavruyla çıkagel-diğini görünce şaşınp kaldım. Yavrularla gelmesi ise bana daha garip gelmişti; çünkü tüfeğimle, yabankedisi dediğim bir hayvanı öldürmüş olmama rağmen bu kedinin bizim Avrupa kedilerinden oldukça farklı olduğunu sanıyordum. Aynca yavrular tıpkı anneleri gibi ev kedisiydi ve kedilerimin ikisi de dişi olduğu için, bu çok tuhaf bir durumdu. Ama bu üç yavru sonradan öyle hızlı çoğaldılar ve kedilerden o kadar usandım ki onlan haşarat ya da vahşi hayvan gibi öldürmek ve müm-

-165-


kün olduğunca evimden uzaklaştırmak zorunda kaldım.

Ağustosun 14'ünden 26'sına kadar ardı arkası kesilmeden yağmur yağdığı için dışarı çıkamadım; artık ıslanmamaya çok dikkat ediyordum. Eve kapandığım bu süre içinde yiyeceğim azalmaya başladı; ama iki kez dışarı çıkmayı göze aldım ve ilk gün bir keçi vurdum; eve kapanışımın son günü olan 26 Ağustos'ta da çok büyük bir kaplumbağa buldum; bu benim için tam bir ziyafet oldu ve böylece yiyecek işim de düzene girdi: Kahvaltıda bir salkım kuru üzüm, öğle yemeğinde bir parça kızarmış -en büyük talihsizliğim de yiyecekleri kaynatacak ya da haşlayacak bir kabımın olmamasıydı- keçi veya kaplumbağa eti, akşamleyin de iki üç tane kaplumbağa yumurtası yiyordum.

Yağmurdan korunmak için sığınağıma kapandığım süre boyunca, her gün iki üç saat mağaramı genişletmek için çalışıp durdum ve yavaş yavaş tepenin bir eteğinden dışan çıkana kadar mağaranın içini oydum, çitimin ya da duvarımın dışına açılan bir kapı ya da çıkış yolu yapmıştım; böylece giriş çıkışlarda bu yolu kullanmaya başladım. Ama böyle açıkta kalmaktan biraz huzursuz olmuştum; çünkü daha önce, dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı kendimi tam bir koruma altına almıştım; ama şimdi herhangi bir şeye karşı daha savunmasızdım. Yine de korkacak bir şey olduğunu sanmıyordum, çünkü şimdiye kadar adada gördüğüm yaratıkların en büyüğü keçiydi.

-166-


30 Eylül - Bu, adaya ayak basışımın uğursuz yıldönümü. Direğimdeki çentikleri saydım ve tam üç yüz altmış beş gündür bu adada olduğumu fark ettim. Bu günü kutsal bir oruç günü kabul ederek dini ibadetlere ayırdım; en içten duygularımla kendimi küçük düşürmek için yüzükoyun yere kapandım ve günahlarımı Tann'ya itiraf ettim, O'nun benimle ilgili yargılarının doğru olduğunu benimsedim, Yüce İsa aracılığıyla beni bağışlaması için O'na dua ettim. On iki saat boyunca ağzıma tek lokma koymadım ve ancak güneş battıktan sonra bir peksimetle bir salkım üzüm yedim, günümü başladığım gibi bitirerek yatağa girdim.

Bütün bu süre boyunca pazar günlerine hiç dikkat etmemiştim, çünkü ilk başta aklımda dinle ilgili hiçbir şey yoktu; bir süre geçince de haftaları birbirinden ayırt etmek için pazar günlerinin çentiklerini diğerlerinden daha uzun yapmayı unutmuştum, bu yüzden de hangi günün hangisi olduğunu gerçekten bilmiyordum. Ama şimdi yukarıda da belirttiğim gibi, günleri saydığımdan bir yıldır burada olduğumu anladım ve yılı haftalara böldüm, her yedinci günü de pazar günü olarak ayırdım. Ama serüvenimin sonunda hesaplarımda bir ya da iki günü atladığımı fark edecektim.

Bundan kısa bir süre sonra mürekkebim azalmaya başladı, bunun üzerine her şeyi günü gününe not etmektense, yalnızca hayatımdaki en önemli olayları yazarak mürekkebimi daha tutumlu kullanmaya karar verdim.

-167-


Artık yağmur mevsimiyle kurak mevsimin düzenini ayırt etmeye başlamış ve kendimi de buna göre hazırlamayı öğrenmiştim. Ancak bunu anlayana kadar geçen sürede yaptıklarım bana pahalıya mal olmuştu. Şimdi anlatacağım şey de cesaretimi en çok kıran deneyimlerimden biriydi. Şaşırtıcı bir şekilde kendi kendine yetiştiğini sandığım birkaç arpa ve pirinç başağını -otuz sap pirinç, yirmi sap da arpa olduğunu düşünüyordum- sakladığımdan bahsetmiştim. Yağmurlardan sonra güneş de güneye döndüğü için artık bunları ekme zamanının geldiğini düşündüm.

Böylelikle, bir parça toprağı, tahta küreğimle elimden geldiğince kazdım ve iki kısma ayırarak tohumlarımı ektim; ama ekerken bir ara, doğru zamanın ne zaman olduğunu bilmediğim için tohumların hepsini birden ekmemem gerektiği geldi aklıma. Böylece her birinden bir avuç kadar ayırarak tohumların sadece üçte ikisini ektim.

Böyle yapmakla çok iyi etmiş olduğumu sonradan anladım, çünkü bu ilk ektiğim tohumlardan hiçbiri yeşermedi. Tohumlan ektikten hemen sonra kurak aylar başlamış ve hiç yağmur yağmadığı için toprak, tohumların büyümesini sağlayacak nemden yoksun kalmıştı. Yağmur mevsimi yeniden başlayana kadar bu tohumlar hiç yeşermedi, ancak yağmur mevsiminden sonra, sanki daha yeni ekilmiş gibi büyümeye başladılar.

İlk ektiğim tohumların yeşermediğini görünce bunun kuraklıktan kaynaklandığını

-168-

hemen anladım ve bir daha denemek için daha nemli bir yer aradım. Yeni çardağımın yakınlarındaki bir yeri "kazarak şubat ayında, bahar dönümünden hemen önce tohumlarımın geri kalanını ektim. Bu tohumlar mart ve nisan aylarının yağmurlarıyla sulandığı için çok güzel yeşerdiler ve iyi de ekin verdiler. Ama elimde sadece ilk ektiğim tohumlardan kalanlar olduğu ve hepsini de ekmeye cesaret edemediğim için sonunda elime çok az bir miktar geçmişti ve bütün ürünüm her iki tür birlikte iki avucu geçmiyordu. Ama bu denemeyle işimin ustası olmuş, ekime uygun zamanı tam olarak öğrenmiş ve yılda iki kez ekim, iki kez de hasat yapabileceğimi anlamıştım.



Bu tahıllar büyürken sonradan bana faydası dokunacak küçük bir şey keşfetmiştim. Yağmurlar sona erip de hava düzelmeye başlar başlamaz, yani kasım ayı civarında çardağımın bulunduğu vadiye bir gezi yaptım. Aylardır oraya gitmemiştim, ama her şeyi bıraktığım gibi buldum. Yalnız yaptığım duvarı ya da iki kat çitimi sağlam ve eksiksiz bulmakla kalmadım, bir de çevredeki ağaçlardan kestiğim kazıkların hepsinin, kesildikten sonraki ilk yıl çoğunlukla sürgün veren söğüt ağaçları gibi, dallanıp budaklandığını gördüm. Bu kazıkları kestiğim ağacın adını bilmiyordum. Bu fidanların büyümesine hem şaşırmış hem de çok sevinmiştim. Budayarak birbirlerine benzer biçimde büyümeleri için elimden geleni yaptım. Üç yıl içinde nasıl güzel bir şekil aldıklarını söylesem inanmazsınız; böylece çi-

-169-


tim çapı yirmi iki metre olan bir çember olmasına rağmen, ağaçlar -artık ağaç diyebilirdim çünkü bunlara -kısa bir sürede bunun üstünü kaplamış ve bütün kurak mevsim boyunca altında oturulabilecek bir gölgelik oluşturmuşlardı.

Bu durumu görünce, biraz daha kazık keserek duvarımın etrafına (ilk evimin duvarı demek istiyorum) yarım daire şeklinde, aynı bunun gibi bir çit daha yapma karan aldım ve nitekim yaptım. Ağaçlan ya da kazıklan çitimden, yani ilk çitimden aşağı yukarı altı metre öteye, iki sıra halinde diktim. Kısa bir süre sonra yeşerdiler. İlk başta evim için hoş bir gölgelik oldular ve sonradan da, sırası gelince anlatacağım gibi savunma görevi de gördüler.

Yılın mevsimlerini, Avrupa'daki gibi yaz ve kış diye değil de, genellikle yağmur mevsimi ve kurak mevsim diye ayırabileceğimi artık anlamıştım; bu genellikle şöyle oluyordu:

Şubatın yansı Mart

Nisanın yansı

(Yağmurlu, güneş gündönümünde ya da yakınlannda.)

Nisanın yansı

Mayıs


Haziran

Temmuz


Ağustosun yansı

(Kurak, güneş ekvatorun kuzeyinde.)

-170-

Ağustosun yansı



Eylül

Ekimin yansı

(Yağmurlu, güneş geri geliyor.)

Ekimin yansı

Kasım

Aralık


Ocak

Şubatın yansı

(Kurak, güneş ekvatorun güneyinde.)

Yağmur mevsimi rüzgârın esişine göre daha uzun ya da daha kısa sürebiliyordu; ama gözlemlerime göre genel olarak yukandaki gibiydi. Tecrübelerimle, yağmurda dışanda kalmanın acı sonuçlannı anladıktan sonra, dışarı çıkmak zorunoTa kalmayayım diye erzağı-mı önceden hazırlamaya özen gösteriyor ve yağmurlu aylarda mümkün olduğunca evde kalıyordum.

Bu süre içinde, birçok iş buldum. Zamanım da elverişli olduğundan ancak çok zorlanarak ve sürekli uğraşarak yapabileceğim bir sürü şeyi yapmak için büyük bir fırsat doğmuştu. Özellikle de kendime bir sepet yapmak için birçok yolu denedim, ama bu iş için bulabildiğim dallann hepsi de çok çabuk kı-nldıklarmdan hiçbir işe yaramıyorlardı. Çocukken, yaşadığımız kasabadaki bir sepetçi dükkânına giderek hasır sepetleri nasıl yaptıklarını büyük bir zevkle izlemiş olmamın şimdi bana çok faydası dokunuyordu; hemen her çocuk gibi yardım etmeye fazla istekliydim, ellerindeki malzemeyle nasıl çalıştıklan-

-171-


nı dikkatle izliyor ve bazen yardım bile ediyordum; böylelikle sepetlerin nasıl yapıldığını tamamıyla öğrendiğimden şimdi tek ihtiyacım olan şey malzemeydi. Sonra, sürgün veren kazıklarımı kestiğim ağacın dallarının İngiltere'deki sepetçi söğüdünün dallan kadar sağlam olabileceği aklıma geldiğinde bir deneme yapmaya karar verdim.

Ertesi gün hemen kır evime -oraya böyle diyordum- gittim; birkaç küçük dal kestim ve bunların amacıma arzu ettiğim ölçüde uygun olduğunu gördüm. Bunun üzerine bir dahaki gidişimde, bunlardan daha çok kesebilmek için yanımda küçük bir balta da götürdüm ve çevrede bu ağaçtan bol miktarda bulunduğu için kısa bir süre içinde istediğim kadar dal da buldum. Bunlan çitimin ya da duvanmın içinde kurumaya bıraktım ve kullanıma elverişli hale geldiklerinde mağarama taşıdım; sonraki mevsim boyunca, elimden geldiğince, hem toprak hem de gerektiğinde başka şeyler taşımama ya da koymama yarayacak bir sürü sepet yapmakla uğraştım. Görünüşleri pek şık olmasa da işimi görecek kadar kullanışlı sepetler yapabilmiştim. Ondan sonra da hiç sepetsiz kalmamaya özen gösterdim; eskidikçe yenilerini yapıyordum. Bir de aldığım mahsulün bir gün artabileceğini düşünerek tahıllanmı koymak için çuval yerine, derin ve sağlam sepetler yaptım.

Dünyanın zamanını harcayarak bu güçlüğün de üstesinden geldikten sonra iki eksiğimi daha giderip gideremeyeceğimi görmek için harekete geçtim. Sıvı şeyleri koyacak, ne-

-172-


redeyse ağızlanna kadar romla dolu iki fıçı, orta büyüklükte birkaç şişe, içinde su ve içki gibi şeyleri tuttuğum birkaç dört köşe şişeden başka kabım yoktu. Gemiden kurtardığım büyük bir kazan dışında hiç tencerem yoktu ve bu kazan da çorba yapmak ve et haşlamak için fazla büyüktü. En istediğim ikinci şey de bir pipoydu, ama pipo yapmam imkânsızdı. Bununla birlikte, en sonunda bunun da bir yolunu buldum.

Bütün yaz ya da kurak mevsim boyunca, tahminimden daha fazla zamanımı alan bir iş çıkmadığı sürece, kazıklann ikinci sırasını çakmak ve sepet örmekle uğraştım.

Bütün adayı görmeyi çok istediğimden daha önce bahsetmiştim; derenin yukarılanna doğru çıkıp çardağımı yaktığım yere ulaştığımı ve oradan adanın diğer tarafını ve denizi görebildiğimi de anlatmıştım. Şimdi adanın o tarafındaki deniz kıyısına kadar gitmeye karar vermiştim. Böylece silah, küçük bir balta ve her zamankinden daha fazla barut ve saçma alıp torbama da iki peksimetle büyük bir salkım üzüm koyarak yolculuğuma başladım. Çardağımın bulunduğu vadiyi geçtiğimde, yukanda da bahsettiğim gibi, batıdan uzanan denizi görmeye başladım ve hava çok açık olduğundan birden karşıda bir kara gördüm. Bir ada mı, yoksa bir kıta mı olduğunu anlayamıyordum, ama çok yüksek olduğunu görebiliyordum, batıdan güneybatıya doğru uzanıyordu ve çok uzaktaydı; tahminime göre en az on beş yirmi fersah uzaklıkta olmalıydı.

-173-


Bu kara parçasının dünyanın neresi olduğunu kestiremiyordum, ancak Amerika'nın bir parçası olması gerektiğini biliyordum ve gözlemlerimden İspanyol sömürgelerinin yakınlarında, belki de tümüyle vahşilerin yaşadığı bir yer olabileceği sonucuna vardım; kazadan sonra oralara çıksaydım şimdikinden çok daha kötü bir duruma düşebilirdim. Bunu düşünerek, artık her şeyde bir hayır olduğu inancını da benimsemeye başladığımdan Tann'nın iradesine boyun eğdim. Yani bu düşünceyle kendimi avuttum ve boşu boşuna, "Orada olsaydım keşke," diyerek kendimi üzmekten vazgeçtim.

Ayrıca, bu konu üzerinde biraz düşündükten sonra, o kara parçası şayet İspanyollara ait olsaydı, bir ara mutlaka gelen ya da giden bir gemi görmüş olmam gerektiğini anladım. Ama İspanyolların değilse, o zaman İspanyol topraklarıyla Brezilya arasındaki, vahşilerin yaşadığı kıyılardı ve buradaki vahşiler gerçekten de en azılı olanlarıydı; çünkü yamyam ya da insan-yiyici türdendiler ve ellerine düşen hiçbir insanı öldürüp yemekten geri kalmazlardı.

Kafamda bu düşüncelerle yavaş yavaş ileri doğru yürüdüm. Adanın şimdi bulunduğum bu tarafının; çiçekler ve çimenlerle bezeli açık alanlarıyla, sevimli çayırlanyla, şirin korulanyla benim oturduğum tarafından çok daha güzel olduğunu gördüm.

Bir sürü papağan gördüm ve mümkün olsa da bir tanesini tutup evcilleştirerek konuşmayı öğretsem, ne güzel olur diye düşündüm.

-174-

Bir süre çabaladıktan sonra yavru bir papağanı tutmayı başardım; bir değnekle vurup yere düşürmüş, sonra alıp eve götürmüştüm. Ama ona konuşmayı öğretmem birkaç yıl sürdü. Yine de en sonunda, beni adımla çağırmayı öğrendi. Ama bu yüzden başıma gelen kaza, önemsiz olmakla birlikte sırası gelince anlatacağım üzere, oldukça eğlencelidir.



Bu yolculuk çok hoşuma gitmişti. Aşağılarda tavşanlar ve -öyle zannediyorum- tilkiler gördüm; ama benim daha önce gördüğüm türlerin hepsinden çok farklıydılar ve birkaçını vurmuş olmama rağmen hiçbir zaman bunları yemeye cesaret edemedim. Başıma iş açmanın anlamı yoktu; çünkü yiyeceğim vardı, hem de bunlar çok güzel şeylerdi. Hele şu üç çeşide, yani keçi, güvercin ve deniz ya da kara kaplumbağasına bir de üzüm eklenince Leadenhall Pazarı bile benden daha iyi bir sofra kuramazdı. Acınacak durumda olmakla birlikte, yine de şükredebileceğim çok şey vardı; yiyecek sıkıntısı çekmiyordum, hatta çerezlere varıncaya dek bolluk içindeydim.

Bu yolculuklarda, hiçbir zaman bir günde iki milden öteye gitmiyordum, ama ne gibi şeyler bulabileceğimi görmek için çok dönüp dolaşıyor ve geceyi geçirmek için seçtiğim yere geldiğimde bitkin düşmüş oluyordum. Sonra ya bir ağaca çıkıp dalma uzanıyor ya da vahşi hayvanlar gelirse uyanayım diye etrafımı, bir ağaçtan bir ağaca, yere çaktığım kazıklarla kuşatıyordum.

Deniz kenarına ulaşır ulaşmaz, evimi gerçekten de adanın en kötü yanında kurduğu-

-175-


mu görerek şaşırdım; çünkü bu kıyının kaplumbağalarla kaplı olduğunu gördüm. Oysa ben diğer tarafta bir buçuk yıl içinde sadece üç tane bulmuştum. Burada ayrıca çok çeşitli, sayısız kuş da vardı; kimisini daha önce görmüş, kimisini hiç görmemiştim ve çoğunun eti de çok iyiydi, ama penguenler dışında hiçbirinin adını bilmiyordum.

Bunlardan istediğim kadar vurabilirdim; ama bu, barutumla saçmamı boşa harcamak olurdu, bu yüzden tadı daha güzel bir dişi keçi vurmayı tercih ederdim. Burada, adanın benim oturduğum tarafından daha çok keçi vardı, ama arazi düz ve engebesizdi; dolayısıyla beni tepelere çıktığım zamankinden çok daha çabuk gördükleri için yanlarına yaklaşmak çok zordu.

Adanın bu tarafı benimkinden çok daha güzeldi; ama buraya taşınmak gibi en ufak bir istek duymadığımı da belirtmem gerekiyor. Evimdeki düzenimi iyice oturttuğumdan yaşadığım yeri benimsemiştim. Adanın bu yanında bulunduğum süre boyunca kendimi evimden uzakta, bir yolculukta gibi hissediyordum. Bununla birlikte, deniz kıyısı boyunca doğuya gittim, sanırım on beş kilometre kadar yol aldıktan sonra bir işaret olsun diye, kıyıya büyük bir direk diktim ve eve dönmeye karar verdim. Bir dahaki yolculuğuma adanın öbür tarafından başlayacak ve evimden doğuya doğru giderek buraya diktiğim direğe varana kadar adanın çevresini dolaşmış olacaktım. Bunu da yeri gelince anlatacağım.

Adanın her yanını tanıdığımı, geçtiğim

-176-

yerlere baka baka evimi kolayca bulabileceğimi düşünerek dönüşte başka bir yolu denedim. Ama yanılmışım; üç dört kilometre gittikten sonra kendimi tepelerle çevrili büyük bir vadinin içinde buldum. Tepeler de koruluklarla kaplı olduğundan yönümü bulabilmek için güneşe bakmaktan başka çarem yoktu, günün bu saatinde güneşin hangi tarafta olacağını çok iyi bilmediğim sürece bunun da bir faydası olmazdı.



İkinci bir şanssızlığım da, ben bu vadideyken havanın üç dört gündür sisli olmasıydı; dolayısıyla güneşi göremediğimden huzursuz bir şekilde etrafta dolandım; en sonunda diktiğim direği bulabilmek için deniz kenarına inmek, geldiğim yoldan geri dönmek zorunda kaldım. Hava aşın 'derecede sıcaktı; tüfeğim, cephanem, baltam ve diğer malzemelerim de ağır olduğundan mola vere vere eve doğru yol aldım.

Bu yolculuk sırasında köpeğim, yavru bir keçi görüp üzerine atladı; koşup köpeği tuttum ve yavruyu elinden sağ kurtardım. Elimden gelirse, bu yavruyu eve götürmeyi çok istiyordum; çünkü eskiden beri, böyle bir iki yavru tutup ileride barutumla saçmam bittiği zaman beni besleyecek evcil bir keçi türü yetiştirebilir miyim acaba, diye sık sık düşünüyordum.

Bir halattan yaptığım ve her zaman yanımda taşıdığım bir ip parçasından, bu küçük keçiye bir tasma yaptım ve güçlükle de olsa çardağıma varıncaya kadar arkamdan getirdim. Onu içeri kapayıp orada bıraktım;

-177-


çünkü bir aydan uzun bir süredir ayrı olduğum evime gitmek için sabırsızlanıyordum.

Eski barakama vanp da hamağıma şöyle bir uzandığım zaman ne büyük bir mutluluk duyduğumu anlatamam. Başımı sokacak bir yer olmadan dolaşmaktan öyle rahatsız olmuştum ki, bununla karşılaştırınca evim -ben artık ona böyle diyorum- bana eşsiz bir yer gibi geliyordu. Evimdeki her şey bana öyle bir rahatlık sağlıyordu ki, kaderimde bu adada kalmak yazılı olduğu sürece bir daha asla evimden çok fazla uzaklaşmamaya karar verdim.


Yüklə 1,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin