Emperyalizme Faşizme Karşı


DEPOLiTiZASYONUN POLİTİKASI



Yüklə 495,67 Kb.
səhifə6/9
tarix02.11.2017
ölçüsü495,67 Kb.
#26649
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9

DEPOLiTiZASYONUN POLİTİKASI
POLİTİKANIN DEPOLİTİZASYONUNUN ALTERNATİFİ:

“DEPOLİTİZASYONUN POLİTİKASI” MIDIR?

 

Bugün solun durumu ve sol politikaların üretilirine (ya da üretilemeyişine) ilişkin temel bir hatalı kavrayışı açığa vuran "politikanın depolitizasyonu" tespiti haklı bir ilgi topladı. Bu ilgi hemen herkesin yakın çevresinde benzer görüntülere tanık olmasından kaynaklanmaktadır. Sorunun salt "biz"le sınırlı olmadığı, şu ya da bu biçimde tüm solun sorunu olduğu belirgin olmasına rağmen, bunun hangi biçimlerde somutlandığının açığa çıkarılmasında yarar var. Ancak bu kadarla da yetinilmemeli, sorunun nasıl aşılabileceğine dair çıkarımlar yapılmalıdır. Salt durum tespitiyle sınırlı kalınınca, bundan yapıcı olduğu kadar yıkıcı sonuçların çıkarıldığı da görülebilmektedir.



SOLUN KISA PANORAMASI

Ülkemiz solu, genişleyen bir gündeme ilişkin sorulara yıllardır cevap arıyor. Yaşanan sorunlar karşısında solun bir bölümü akıntıya kapılarak kimi "moda" düşüncelerin üstüne çok çabuk "atladı". Ne talihsizlik ki(l) gelişmelerin hızlı seyri bu modaları da aynı çabuklukla eskitti. Bu kümelenmeler hızla savruldular. Savruldukça parçalandılar. Parçalandıkça atomize oldular, oluyorlar. Böylece yaşanılan süreçte solu karakterize eden bir olgu atomizasyon oldu.

Bu gelişme, ayrışma olarak nitelendirilebilir mi?

Ayrışma, mücadele açısından temel öneme sahip konularda gündeme gelirse anlamlıdır. Her konudaki farklılıkları dile getirmekten öteye gidemeyen, bu açıdan da kaos yaratmaktan başka bir işlevi olmayan bugünkü tartışmalarda sadece tek bir olgu su yüzüne çıkmıştır. Geleneksel revizyonizm devrim perspektifini topyekün yitirip açıktan ve doğrudan sınıflar arası uzlaşmayı savunur hale gelerek, kör gözüm parmağına uzlaşmacı -reformist bir çizgiye oturmuştur. Burada dönüm noktasını Glastnost ve Perestroika'ya yaklaşım oluşturdu. Avrupa Komünizminden buyana reformizme kapağı atanlar Gorbaçov politikalarıyla taze kan bulup bu politikalara baştan beri destek verdiler. TKP-TİP vb. ise, yine her zaman ki gibi, reformizme de kendi dinamikleriyle değil, SBKP politikalarındaki değişimin doğrudan bir ürünü olarak ulaştılar.

Solun geriye kalan bölümü devrim perspektifini korudu. Dolayısıyla gelişmeler soliçi bir ayrışma değil, ancak soldan bir ayrılma olarak nitelendirilebilir. Öte tarafta, atomize olma haliyle karakterize olunabilen sol (veya benzer bir dağılmayı yaşayan reformistler) somut politikalar etrafında değil, hemen her konudaki soyut tartışmalar nedeniyle parçalanmaktadır. Ve parçalandıkça "birlik" konusu daha fazla taraftar toplamaktadır. Her biraraya geliş ise, sonraki dağılmanın gerekçelerini oluşturmaktadır. "Birlik" toplantıları ve reformist kanattaki "yasal marksist parti" girişimleri bu hatalı zihniyetin tipik örnekleridir. Bunlar, solda gündemi işgal ediyorlar, aktüel olabiliyorlar, sahnede kalıyorlar ama her geçen gün bunun bedeli de ödeniyor. Her söylenen daha sonra söyleneceklerin inanılırlığına gölge düşürüyor. Bugüne kadar parçalandıkça varolma sorununu çözebilmek için yani başka bir düzeyde "biz" olabilmek için, solun bir bölümünün başvurduğu bu yolla politikanın içi boşaltıldı. Somut ve güne denk düşen hedefler ve politikalar etrafında değil, soyut tartışmalar etrafında birlik arayışı, politika üretmeden varolabilme anlayışının farklı düzeyde bir yansıması oldu.

Solun diğer bir bölümüyse politikayı -dolaylı da değil- doğrudan varolma sorunu çerçevesinde algıladığı için, adeta aşiret ilişkisivari reflekslerle, kendi sorunları.etrafında kendi program ve kendi takvimlerini hayata geçirmektedir.

Salt varolma sorunu çerçevesinde "politika" yapma alışkanlığı, ya da "politikanın depolitizasyonu" haklı tepkiler yaratmakla birlikte bu tespitten hangi siyasi sonuçlara ulaşılacağı noktasında farklı düşünceler belirmektedir.

Gençlik bazında ele aldığımızda, çeşitli birimlerdeki bazı arkadaşlar, aynı olgunun değişik görünümlerini gözlemleyerek, "kendi birimlerinde somut politika üretilemediğine göre o birimde birarada bulunmanın da anlamlı olmadığını" düşünmektedir.

İlk bakışta tutarlı görünen bu mantığın temel açmazı, bir olumsuzlarına yapıp olumlu bir çözüm önerisi geliştirememesinde yatmaktadır. Kısacası, bu tür arkadaşlar, nesnel olarak, "doğru şeyler yapmaksızın birarada olmaktansa, hiç birşey yapmamayı" önermektedirler. Oysa "politikanın depolitize" edilişine karşı çıkıştaki temel amaç, politika yapar gibi görünüp yaşama devrimci bir biçimde müdahaleyi gündemine almayan yaygın bir zihniyeti açığa çıkarmaksa eğer; bunun alternatifi devrimci bir gelecek projesiyle bütünleşen somut-pratik politikalar üretmek olmalıdır, politika yapmamak değil. Kimse devrimcilere iki kötüden birini seçmeyi önermemelidir. "Politikanın depolitizasyonunun" alternatifi "depolitizasyonun politikası" olamaz.

SOLDA DEPOLİTİZASYON ZİHNİYETİNİ OLUŞTURAN ZEMİN

12 Eylül sonrasında yaşanılan yenilgi devrimcilerin ideoloji ve politika üretiminde bir kesinti yarattı. Bu kesinti, sosyalizmin gerilemesiyle de çakışarak ciddi ideolojik boşluklara, giderek kaosa yol açtı. Aynı dönemin, emperyalist-kapitalist sistemin en uç boyutuyla yeni sağın yükselişinde cisimleşen her düzey deki atağı ile karakterize olduğu düşünüldü günde, ideolojik-politik yeniden üretimin kesintiye uğramasının vehameti daha iyi anlaşılacaktır. Bu durumun uluslararası plandaki ilk sonucu sosyalist kampta güçlü bir ideolojik sağa kayış şeklinde belirdi. Ülke içindeyse, solda benzer bir sağa kayışın yanı sıra geniş halk yığınlarında devrimcilere ve sosyalizme karşı yaygın bir güvensizliğe yol açtı Bu güvensizlik çemberi, dalga dalga tüm sol saflarda etkisini gösterdi. Her başarısızlık güven bunalımını derinleştirdi, insanların düze ne daha güçlü entegre oluşuyla birleşen güvensizlik ortamı yaygın bir örgütlenme fobisi ne dönüştü. Çeşitli alanlardaki yasal ve er meşru örgütlenmeler bile, bu fobiden kaynaklanan bu güçlüklerle karşılaştı (ve halâ de karşılaşmaktadırlar).

Buna karşın, toplumda muhalefet eğilim güçlenmektedir. Muhalif olmak için oldukça fazla neden vardır ve her geçen gün bu nedenlerin sayısı artmaktadır. Bu iki "darboğaz" (bir tarafta ideolojik-politik-örgütsel güvensizlik, diğer taraftaysa muhaliflik) arasın da kalanlarda, hiçbir ideolojik/politik akime angaje olmaksızın, bireysel bir muhalefetle yetinmek biçiminde yaygın bir eğilim gelişti Devrimci Hareketle ilişkisi oranında, insanlar da değişik görünümlerle ortaya çıkan bu olgu, örneğin en yakın çevremizde "bugünkü durumun daha fazla riski veya özveriyle diyelim yaşam düzenini değiştirmeyi- göze almaya değmeyeceği" inancında somutlanmaktadır. Kendisi bir şeyleri göze almayanlar, başkalarının bir takım politik veya insan riskleri göze almalarını istemekte, yani "mayın eşekleri" aramaktadırlar. Bir konuda haklıdırlar; devrimcilik bu riskleri göze almadan yapılamaz. Burada asıl bilince çıkarılması gereken, insanların konumlarının yıllar içeri sinde değiştiği ve bu tür tavırların yeni konumlarını ortaya koyduğudur. Artık eski "taraftarlık" ilişkileri kabuk bağlamıştır. Bugün bu kabuk dökülmekte, altta gelişen taze organizmanın kendi deri dokusu uç vermeye başlamaktadır. Çoğunlukla devrimciliği büyüklerinden öğrenen bugünün devrimci gençleri ve tavırlarını çevrelerindeki "eski" güven ilişkilerine göre belirleyenler artık şu ya da bu kişiyi pusula edinmek yerine, aktif politika içinde yer almayı ve politik önermelere ve politik gelişmelere göre tavır belirlemeyi önlerine koymalıdırlar.

Gerek eski gerekse de yeni kuşaklar arasında "inançlarını korumak" ama güncel politikaya da mesafeli yaklaşmakta rengini bulan bu alt kültür, farklı koşullarda farklı görünümler kazanmaktadır. Gençlik hareketi içinde ağırlıkla 85'lerdeki ilk dernekleşme çalışmalarında yer alan ve bir dönem gençlik hareketinin önder kadrolarını oluşturan kuşak, bu alt-kültürün etkilerini fazlasıyla üstünde taşıyan tipik bir örnektir, ilk dinamizmini kısa sürede yitiren ve devrimciliği "eskilere" öykünme çerçevesinde algılayan bir kuşağın temel Özelliği, biçimsel olgulara çok önem vermesi ancak bir siyasi harekete değil yaşamıyla politikaya angaje olma noktasında fazlasıyla cimri olmasıdır. Önemli ölçüde dönemin olumsuzlukları içinde boğulan bu kuşak giderek fosilleşti ve gençlik hareketinin canlandığı, kitleselleşme sancıları çektiği yakın zamanda hareketin önünde engel oluşturmaya başladı. Birçok birimde bu durum, kitle mücadelesi açısından daha olumlu bir ortamda yetişen ve geçmiş başarıların baskılanmasını üzerinde hissetmeyen "yeniler"in önderliğe soyunmasıyla aşılırken, yer yer de bu kuşağın en olumlu unsurlarının kendilerini aşmalarıyla bir evrim geçirdi. Fakat bu dönemin anlayış ve alışkanlıkları şu ya da bu düzeyde hemen her birimde boy gösterebilmekte ve şu an ki yakınmaların bir bölümüne kaynaklık edebilmektedir. Örneğin, kendi dar ilişkileri içinde sıkışıp kalan ve bunu aşmak için ciddi bir çaba sarf etmeyen uygun alanlarda sabırlı bir çaba harcamayıp daha çok günübirlik ilişkilerle yetinen kimi arkadaşlar politika üretememekten yakınmaktadırlar. Hareketsiz bir kütle alt organizmaları, araçları olmayan/ sınırlı olan bir "yapı" hangi araçlarla ve hangi politikalarla kitle iletişimini, etkileşimini sağlayabilir ve kitleyi hareketlendirebilir? Nasıl bir istihdam politikası güdebilir? Doğrusu çok meraka değer!

Kuşkusuz böylesi bir zemin devrimci hareketin yeniden üretilmesi ve aşılması sürecinde bir yanıyla da kaçınılmazdır. Zira, yaşamın her alanında karşılığını bulan ideolojik/ politik bir perspektif ve bunun aracılığıyla yaşamın her alanına müdahale edebilen bir organizma zaten bu olumsuzluklar aşıldığı oranda kendi varlık koşullarını yaratacaktır. Sorun bunun bilincinde olarak, ideolojik bakış açımızda, politik tavır alışımızda, insan ilişkilerinin düzenlenmesinde ve çeşitli alanlar arasındaki ilişkilerin oluşturulmasında varolan eksiklikleri gidermek doğrultusunda ciddi ve cesur adımlar atmaktan geçmektedir.

NE YAPMALI

Bugün solun toparlanması ve birliğinin sağlanması süreciyle, devrimci hareketin yeniden üretilmesi ye aşılması süreci farklı ah gündemler oluşturmakla birlikte aynı zamanda içice geçen süreçlerdir. Yaşanan dağınıklığın en önemli nedenleri, yenilgi ve sosyalizmin uluslararası sorunları olarak gösterilebilirse de, bugünkü olağanüstü amorf görüntünün bir nedeni de ülkemiz solunun önemli bir bölümünün ideolojik-teorik formasyonunun güçlü bir belkemiğinden yoksun oluşudur. Tutarlı bir eksen üzerinde yükselmeyen düşünceler hızlı bir rüzgârda çökmekte ve hızla yeni arayışlara girmekte, bir çırpıda en temel çıkış noktalarını terk edebilmektedir. Bunun bir diğer alt görünümü ise, tartışma gündemini, doğru saptamamakta yani neyin ne zaman tartışmaya açılması gerektiğini kestirememekte belirmektedir. Bu durumun başta gelen nedeni, solun büyük bir bölümünün düşünce birikiminin kendi dinamikleriyle gelişmemesinden doğan eklektikliğidir kuşkusuz.

Öte yandan, şöyle bir etrafa bakıldığında, "sofun ideolojik tartışmalarının ciddî-somut bir anlamla yüklü olarak yürütülemediğî görülmektedir. Tartışmalar ayrıntılara boğulmakta, gerçekte devrimin ve sosyalizmin ciddi sorunlarına temas eden yazılar da sınırlı bir ilgi görmektedir.

Görünen odur ki, bu gün keramet söylenen sözlerde değil, sözlerin denk düştüğü somut pratiktedir. Sözler, pratik mücadelenin sorunlarını çözen cevapları içerdiği ölçüde anlamlıdır. Bu açıdan, gerek solun, gerekse de devrimci hareketin birliği sürecine hayat verecek temel unsur devrimci eylemdir, pratik adımların atılmasıdır. Dolayısıyla soyut-belirsiz hedeflere dönük işlevsiz tartışmalara değil, devrimci bir birliğin unsurlarını bu günden somut hedefler için birlikte uğraş vermeye yönelmelidir.

Bu noktada, "politika üretimi* kavramını mistik kılıfından soymak zorunludur. Birliğin, ortaklaşa üretilen politikaların birlikte hayata geçirilmesi temelinde yükseleceğini söylemek, en ince ayrıntısına dek planlanmış bir politika üzerinde düşünce birliği oluşturduktan sonra, uygun bir işbölümüne gitmek vb. biçiminde bir süreç önermek anlamına gelmez. Görünürdeki bütün kargaşaya karşın ülkemiz devriminin güncel-temel görevleri açısından denenmiş-sınanmış köşe taşlan bulunmaktadır, yani devrimci politikanın pratik sınır çizgilerinde fazlaca bir belirsizlik yoktur. "Politika üretimi" bir "yoktan var etme" işlemi değil bir "genişletilmiş yeniden üretim" ekinliği olarak ele alınmalıdır. Bu ise, faşizme karşı emekçi halan kitlesel devrimci direnişini pratik olarak örgütleme görevini yerine getirebileceğimiz ölçüde içerisinde yer alabileceğimiz, ileri safhalara taşıyabileceğimiz bir süreçtir. Bu gün üretilecek politika bu surecin içerisine girmenin politikasıdır. Ortaklaşılması gereken ise, sürecin ayrıntılarına ilişkin bütün fikirler değil, yaşama devrimci bir biçimde müdahale etmemizde kılavuzluk edecek hedeflerdir.

Gençlik mücadelesi açısından ele alındığında, ortada büyük ölçüde belirli reflekslerle hareket eden geniş bir külle bulunmaktadır. Söz konusu küfle, örgütsüzlüğü, dağınıklığı ve geri bilinç düzeyi nedeniyle dışsal faktörlerin e&isîne alabildiğine açıktır. Bu durum, devrimci gençlerin değişken verilerle karşı karşıya politika yapmaları anlamına gelmektedir. Bir an için etkili olan yöntemler kısa bir süre sonra etkisini yitirmekle, bir dönem için her uygulama girişimi başarısızlıkla sonuçlanan taktikler bir anda uygulanabilir/ uygulanması gerekli hale gelmekte, uygun anlar tüketilmekte ya da kaçırılmakladır. Sonuçta, devrimci gençler umudu ve karamsarlığı neredeyse dönüşümlü olarak yaşamakladırlar. Sorunun çözümü elbette kaynağının (yani bu koşulların) kurutulmasındadır, ancak bunun bu günden yarına sağlanması da mümkün değildir. Böylesi bir durumda, gençlik mücadelesinin istikrarsızlığını aşmakta kendi etkinliklerimizin istikrarının önemli bir unsur oluşturacağını kavramak, örgütlü etkinliğimizin sürekliliğini sağlamak başlıca kaygılarımızdan biri olmalıdır. Yaşamımızı devrimci etkinliğe, devrimci etkinliği ise kitlelere göre düzenlemek gerektiği açıktır. Bu ise, özellikle günümüzde son derece sağlam bir irade ve geniş görüşlülüğe sahip olmayı zorunlu (utmaktadır. Ancak, çoğu kez bu inişli çıkışlı ruh hali, devrimci gençlerin genel ideolojik düzeylerinin sığlığının yarattığı şematizmle bütünleşerek, karşılarına çıkan sorunlara kolay cevaplar bulmaya, çeşitli dönemlerde birtakım kavramlara "her kapıyı açan sihirli anahtar" rolü yüklemeye itmektedir. "Politika üretememek" tespitine de bu sihirli anahtar rolü yüklenmemelidir. Sorun tüm karmaşıklığı içerisinde, yaşamda karşılığını son derece sade ve basit çözümlerde bulabilecek niteliktedir.

Bu çözümler, gençlik hareketini çok yönlü işlevler üstlenebilen, bütünlüklü ve canlı bir organizma halinde örgütlendirmek ve eylemini devrimci bir çizgiye oturtmak teme! görevi kapsamında ele alınmalıdır. Bu görevi yerine getirilmesi yalnızca gençlik kitlesine olumlu nitelikler kazandırmakla kalmayacak, aynı zamanda, devrimci gençliğin niteliksel gelişiminde de etkin bir rol oynayacaktır. Demokratik Öğrenci Hareketi bir bütün olarak kapsayacak gençlik kitlesini ağır ağır canlandıracak zeminlerin yaratılması, organlar oluşturulması için çeşitli düzeylerde birimler ,yapılar, görev grupları oluşturmak, yeni ve etkin araçların kullanılmasına öncülük etmek, . kullanılmakta olan biçim ve yöntemleri geliştirmek ve gerek Demokratik Öğrenci Hareketinin genel/özel örgütlenmeleriyle gerekse de Devrimci Gençliğin özgül görevlerine göre oluşturulmuş yapı ve ilişkilerle her düzeyde tek tek ilgilenmek söz konusu genel görevin belli başlı unsurlarını meydana getirmektedir. Hangi birimde ne olmamalıdan yola çıkarak, yerine ne konmalıya uzanan bir tartışma, tartışmanın sonuçlarını uygulamaya sokan organlar, bir yandan bu organların aşağıya doğru örgütlenmesi, diğer yandan da daha genel tartışmalarda yer almaları, bir üst düzeyin/evrenin görevlerine hazırlanmaları biçiminde gelişecek bu sarmal süreç gençlik hareketine aşağıdan gelen bir dinamizm katacaktır.

Bugün gençlik hareketi kitleselleşememenin sancısını çektiği ölçüde, tutarlı ve yetkin bir önderliğin sancısını da çekmektedir. Saîr bireysel yetenek, kararlılık ve geniş ufuklu!uğun gençlik hareketini sıçratabileceği d5nem çoktan sona ermiştir. Gençlik hareketinin bu günkü sorunlarının merkezinde politika üretiminde yetersiz kalma sorunu bulunmaktadır. Bu sorun ise, anca^ k$e mücadelesi içerisinden çıkan örgütlü-politik bir önderliğin etkin müdahalesiyle çözülebilir. Politikadan kaçma eğilimi, aslında giderek genişleyecek görevlerden kaçma eğilimidir. Önümüzdeki süreç bu önemli sorunu asmayı önüne koyan politikalar ve organlaşmalarla karakterize olacaktır.



ZİYA GÜL İLE RÖPORTAJ
ZİYA GÜL İLE RÖPORTAJ

 

- 1990 Türkiye’sinde grevli toplu sözleşmeli sendika talebini yükseltmeye çalışan öğretmenlerin bu mücadelede ulaştıkları örgütlenme düzeyini ve öğretmenlerin genel durumlarından başlayalım isterseniz?



Bundan önce eğitimin genel durumunu ortaya koyan bilgilerle konuşmaya başlamak daha doğru olur, sanıyorum. Son verilere göre yaklaşık 500 bin'in üzerinde öğretmen halen ilk, orta, lise, meslek ve teknik liselerde görev yapmaktadır. Ve bu rakam ülkemizde öğretmen gereksiniminin ancak 2/3'ini oluşturmaktadır.

Öte yandan, eğitim, özellikle 12 Eylül faşizmi sonrasında insanı yücelten değil, körelten; üretken ve araştırıcı değil, düşünmeyi yasaklayan; kollektif ve katılımcı değil, bireyselliği öne çıkaran bir nitelik almıştır. Resmi ideoloji haline gelen Türk-İslam Sentezi, eğitim ve öğretimin bütün unsurlarını güdümlü hale getirmiştir. (Kadrolar, programlar, ders kitapları vs).

Eğitimin niteliği bu denli insana yabancı hale getirilirken, eğitim emekçileri öğretmenler de bu sistemin gönülsüz uygulayıcıları durumuna sokulmuşlardır. Öğretmenler, bir yandan siyasal ve kültürel baskı kıskacına alınırlarken, diğer yandan ekonomik olarak da tam bir sefalete sürüklenmişlerdir. Bu denli zor koşullara rağmen, örgütlenme gelenekleri sayesinde eğitim emekçileri bugün de insanca yaşam ve bilimsel üretim temelinde giderek güçlenip gelişen bir örgütlülük istemi içindedirler.

- Öğretmenlerin örgütlenme geleneğinden söz ettiniz, bu konuda bilgi verir misiniz?

Aslında Öğretmenlerin örgütlenme gelenekleri Cumhuriyet öncesine kadar dayanmaktadır. Bu uzun ve örgütlü geçmişin bugünü aydınlatan ortak paydası, bağımsızlıkçılık, laiklikten yana olmak, uzlaşmacılığı reddediş ve mücadeleci karakterde odaklanmaktadır. Bu örgütlenmeler, süreç içerisinde TÖS ve TÖB-DER'le daha kitlesel ve nitelikli bir düzeye erişmiştir. TÖS, öğretmenlerin örgütlü ilk sendika deneyleridir. Grev ve toplu sözleşme hakkı olmamasına rağmen, TÖS 65-71 döneminde öğretmenlerin 2/3 çoğunluğunu örgütlerken, 1969 Kasım'ındaki 4 günlük "öğretmen boy-kotu'yla da fiilen grev yapmayı başarabilmiştir. 12 Mart faşizmi, TÖS'e tahammül edememiş, memurların sendikal hakkını Anayasa ile yasaklamıştır. 1971-80 arasında öğretmenlerin TÖB-DER’de örgütlendiklerin eğitimin temel sorunlarından, kendi ekonomik-demokratik sorunlarına; faşizmin ideolojik ve fiziki saldırılarından, demokrasi mücadelesinin en yaşamsal görevlerine kadar örgütlü bir biçimde yer aldıklarını görüyoruz. Bu süreçte, en fazla kıyılan, faşizmin saldırılarına maruz kalan, iç savaş koşullarında yaralanan, öldürülen toplum kesimlerinin ilk sıralarında öğretmenler de bulunmaktaydı.

- 12 Eylül'den sonra öğretmenlerin yeniden örgütlenmesi ve EĞİT-DER'in durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

12 Eylül ve sonrasında iktidarlar, gençleri ve öğretmenleri potansiyel suçlu olarak gördü, dernek kurma, en meşru ve yasal örgütlenmelerin bile yasaklarla ve fiili engellerle önü kapatılmak istendi ve bu engellemeler halende sürüyor. 12 Eylül'ün yaptığı tahribatın en derin etkileri eğitim alanında görülmektedir. Bu anlamda öğretmenlerin, 12 Eylül sonrası örgütlenme çabaları çok gecikmeli olarak ortaya çıkmıştır. Bunda öğretmen hareketinin yılların deneyim ve birikimini üzerinde taşıyan en kararlı ve bilinçli unsurlarının öğretmen alanından uzaklaştırılmasının rolü fazladır. Çeşitli nedenlerle (Tutuklanma, mahkumiyet, 1402, meslekten uzaklaştırma vb.) 40.000'i aşkın TÖB-DER'li öğretmenin meslek dışı kalmaları, bugünkü örgütlenmenin niçin yavaş geliştiğini açıklamada önemli bir nokta olarak düşünülmelidir. 1986 yılından başlayarak, Abece Dergisi'nin çıkmaya başlaması, öğretmenlerin ilk kıpırdanışı sayılabilir. Daha sonra ise, çalışan öğretmenlere dernek kurma ve üye olma yasağının sürdüğü bir süreçte, öğretmenlik dışındaki eğitim emekçileri tarafından EĞİT-DER kurularak, öğretmenlerin örgütlü mücadelesinin önü açılmıştır. Bence EGİT-DER, bir geçiş örgütlülüğüdür. Öğretmenlerin sendika mücadelelerinin önünün açılması, sendikal mücadelede öğretmen girişimciliğinin, öğretmen eylemliliğinin sağlanmasında bir geçiş örgütü, taşıyıcı bir çatı örgütüdür. Ve yine öğretmenlerdeki düzene muhalefet, hak arama, haksızlıklara karşı koyma azminin, özgüveninin ortaya çıkarılması, mücadele bilinç ve kararlılıklarının geliştirilmesi işlevini de yerine getirecektir.

EĞİT-DER, 80 şubesi, 30.000 üyesiyle, öğretmen hareketinin örgütlü gücü ve demokratik haklarının da geniş şekilde savunulduğu mücadele platformudur.

- Bugün öne çıkarmaya çalışılan sendikal talep, örgütlenme açısından hangi düzeydedir?

Sendika talebi, 30 yıllık bir birikimden gelmektedir. TÖS, TÖB-DER'le taşınmış ve bugünlerde gelinmiştir. Siyasi konjonktür gereği, sendika talebi diğer talepleri bastırıp, bugün daha bir öne çıkmıştır. Zaten EĞİT-DER'in kuruluş gerekçesinde de bu talebin öne çıkarılmasındaki amaç da bu doğrultuda maddi bir güç oluşturulması ve sendika hedefine ulaşma çabasıdır. EĞİT-DER, sendikal talebi yükseltebilmek için yetersiz ve hantal yapısına rağmen bir takım somut adımlar atmıştır. Bu konuda Eylül 89'daki "Sendikal Haklar Kurultayını bölgesel panel, sempozyum ve yine onlarca toplantıyı gerçekleştirmiş ve konuyu araştırma gündemine sokmayı başarmıştır. Ancak EĞİT-DER, sendikal mücadele talebini yükseltirken sistemli bir çalışma tutturamamıştır. Bunda tabandan gelen sağlıklı önermeleri dikkate almamak, bir siyasi eğilimin takvimine uygun hareket etmek gibi yanlış yaklaşımlar etkili olmuştur. Öğretmenlerin örgütlenme yasağını kırmak ve EĞİT-DER asil üyeliğini gerçekleştirmek konusundaki görev, yerine getirilmeden gündemden kaldırılmıştır. Bir yasağın aşılması, bir demokratik hakkın kazanılması, öğretmenlerden sanki esirgenmiştir. EĞİT-DER, merkezi olarak buna öncülük etmediği için, bugün şubeler tek tek ve kendi başlarına, bu sorunu çözmek için uğraşmaktadırlar.

Bu noktada sendikal mücadele ve örgütlenme konusunda iki farklı yaklaşım söz konusudur. Birincisi, Birlik Dayanışma diye anılan öğretmenlerin özgücü, örgütlü eylemliliği yerine kendi dışındaki güçleri öne çıkaran ve somut olarak ILO, AT ve Türkiye'de de öğretmenler dışındaki güçleri dikkate alarak mücadeleyi bu güçlerin katkısına göre şekillendirmek isteyen, kitlelere güvenmeyen bir anlayıştır. Diğeri dış güçleri (uluslararası ve içerde) destek olarak yanına almayı reddetmeyen fakat asıl olarak öğretmenlerin öz güç ve girişimciliğini temel alan, diğer mücadele biçimlerini bu eksenin etrafına şekillendiren bir anlayıştır. Bizce öğretmen hareketinin geleceği ve ülkemizdeki devrimci demokrasi mücadelesinde etkin olarak yer alabilmesi ikinci perspektifi yakalamaktan geçer.

- Bu anlayışın sendikal mücadeleye yaklaşımı nedir? Diğer anlayışla ayırım noktalan nelerdir?

En masum isteklerin bile terörle bastırıldığı, ekonomik-demokratik hak kazanımının çok yoğun emek gerektirdiği ülkemizde, kamu personelinin sendikalaşması sorunu, uzun bir süreci, inatçı bir mücadeleyi ve kalıcı bir örgütlenmeyi gerektirmektedir. Bu örgütlenmenin temel halkaları, işyerleri olmak durumundadır. Eğitim alanında ifade edersek örgütlenme, okulları esas almak zorundadır. Çünkü asıl çatışmanın çelişkinin yaşandığı yerler okullardır. 12 Eylül'ün bütün yaptırımları, kadrolarıyla, kitap, program ve ideolojisiyle, okullarda yoğunlaşmıştır. Buna karşı direnen eğitim emekçileri, öğrenciler, öğrenci velileri de bu çatışmanın örgütlenmesi gereken taraflarıdır, işte, okulları ve okullardaki öğretmenin eylem birliğini temel alan ve okullardan halkalanarak yükselen bir örgütlenme, sendikal mücadelenin asıl motoru, maddi gücü olmak durumundadır. Okullarda oluşturulacak sendikal mücadele komiteleri, öğretmenlerin demokratik katılım ve girişimciliğinin somut örgütlenmeleri olmak zorundadır. Bu komiteler, daha üst organlarını yaratırken seçim esasıyla öğretmenin demokratik iradesini temsil etmelidirler. Yani söz, karar ve yetkiye ortaklık, her süreçte esas alınmalıdır, işte diğer anlayışla ayırım çizgimiz de tam bu noktada ortaya çıkmaktadır.

- Daha somutlarsak...

Evet. Sendikal mücadelesini hukuksal bir zorlama, iç ve dış destek güçlerin bastırmasıyla elde edilecek bir kazanım olarak gören Birlik Dayanışma öğretmenlerin örgütlenmesini, mücadeleye katılım ve girişimciliğini dikkate almamakta, sendika mücadelesini üstten bir avuç insanın başvurusuna kadar indirgemektedir. Birlik Dayanışmacılar Kasım ayından beri bu müracaatı tek başlarına yapabilmenin hevesi ve fırsatçılığı içindedirler. Bu sonuca varabilmek için de ayrı baş çekmeyi, EĞİT-DER'i iki başlı hale getirmeyi göze alabilmektedir. Gerçi, bölücülük ve entrikacılık açısından bu anlayışın iyi bir sicili yoktur. 1979'da TÖB-DER'in ikiye bölünmesine azınlıkta olmasına rağmen, çeşitli entrikalar çeviren bu grubun neden olduğu unutulmamalıdır. Bunlar kendi dar grup çıkarlarını, her süreçte kitle çıkarlarının önüne koymayı yeğlemişlerdir.

EĞİT-DER'de çalışan öğretmenlerin sendikal mücadelede örgüttü yapılarının oluşması noktasında "Sendikal Haklar Komisyonları* oluşturulması öngörü)"»??, bu aşamada sendika üyesi olmak isteyenlerin katılımıyla, seçimle "sendikal haklar komisyonları" kurulmuştur. Bu komisyonlar, yukarıda belirttiğim okulları temel alan bir öğretmen örgütlenmesinin şubedeki oluşum ve iradesidir. Komisyonlar, kendi aralarında biraraya gelerek, üst oluşumlarını da demokratik bir biçimde seçmeli ve EĞİT-DER çatısı altında fiili olarak işleyen bir sendikal yapıya dönüşmelidirler. Bu fiili sendika işleyişi, sendikal mücadelenin programını, fiili yürütülüşünü, hukuksal başvurunun zaman ve biçimini ortaya koyacaktır. Böylece sendikal mücadelenin her evresinde verilen her kararda bu işe şimdiden katılan binlerce öğretmen görev ye sorumluluk alacaktır. Öğretmenlerin örgütlü güç ve katılımına inanmayan, kitleye inançsızlığı gelenek haline getirmiş, örgüt içi demokrasiyi asla sindiremeyen bir zihniyete sahip olan Birlik Dayanışma bu gerçeği görmek istememektedir. Öğretmenlerin demokratik örgütlenme ve bu temelde gelişen sendika mücadelesinde sekterlik, inançsızlık ve kitle gücüne güvenmeyen bu akım bir mektupla, "EĞİT-DER'in başlattığı sendika kurma çalışmalarını şimdi bir grup çalışan gönüllü öğretmen üstlenmiştir" diyerek, öğretmen örgütçülüğünün ortak birikim ve emeğinin üzerine konma hevesine kapılmakta ve "malum" çevrelerin de desteğini alarak kendilerini sendika kurucuları olarak lanse etmektedirler. Elbette 500.000 öğretmen içinde sendika başvurul' için herkes kendini yetkili görebilir. Kimsenin , de buna bir diyeceği yoktur. Ancak demokratik öğretmen hareketinin bugünkü örgütlü ifadesi olan EĞİT-DER'in başlattığı sendika kurma çalışmaları, birtakım kişilere devredilemez ve hiç kimse de bunu üstlenemez. Bu konuda görevlendirme ve yetkilendirme, ancak onun sendikal mücadelede oluşturduğu örgütlü kademelerden geçerek gerçekleşir. Bu da sendikal haklar komisyonları platformudur. Zaten sendikal haklar komisyonları ve şube başkanları bu durumu ifade etmişler, sendikal mücadelenin bir yanı olan hukuksal başvuruyu da ancak EĞİT-DER'in kendi kurulları içinde belirleyebileceğini, yavuz hırsıza kimsenin itibar etmeyeceğini açık ve net biçimde ifade etmişlerdir.

- Sendikal mücadele de dahil, öğretmen örgütlenmesinde devrimci politikalar neler olmalıdır?

Bu süreçte sendikal talep, daha bir öne çıkarılırken, öğretmenlerin ekonomik-demokratik mücadeledeki daha etkili ve ileri bir araç olduğu gerçeğiyle hareket edilmektedir. Eğitim emekçilerinin asıl olarak uzun vadeli bir mücadeleyi götürebilme, elde ettiği hakları koruyabilme, ülkenin demokratikleştirilmesinde kendi alanlarındaki eğitimin demokratikleştirilmesi görevlerini yürütebilmeleri için kalıcı örgütlenmelere gitmeleri gerekmektedir. Sendika bu aşamada ulaşılması gereken bir hedeftir ama tek ve mutlak bir amaç olarak öne çıkarılmamalıdır. Elbette ki, sendikalı bir mücadele, öğretmenlerin devrimci demokrasi mücadelesinde de daha etkin bir biçimde yer almalarını da sağlayacaktır. Olayı sadece ekmek kavgasına kadar indirgemek, olayın demokrasi yanını görmemek, körlüktür. Artırılacak ücretle demokrasinin nasıl içice geçtiğini ve bu mücadelenin birbirinden kopmaz bir bütünlük taşıdığını bilmek gerekir.

- Sendikal talebi ve mücadeleyi yükseltebilmek için somut eylemlilik çizgisi ne olmalıdır?

Bugün EĞİT-DER şubelerinin olduğu il ve ilçelerde sendikal hak komisyonları kurulmuş, kurulmakta ve bunlar üst komisyonlarını da oluşturarak, işleyen bir fiili sendika aşamasına gelme durumundadırlar. Örgütlenmenin asıl temelinin okullar olması nedeniyle, örgütlenme buralarda gerçekleşirken eğitimin her yanıyla demokratikleştirilmesi mücadelesi öne çıkarılmalıdır. Bu konuda kadroların, programların, kitapların değiştirilmesi mücadelesi verilirken alternatif yönetimlerin oluşturulması hedeflenmelidir. Yine okullarda haksızlık, antidemokratik uygulama, dayak, angarya vb. gibi durumlarda öğretmen birliğini ve ortak tavır alışını örgütlemek, bunu örgütlü bir biçimde desteklemek gerekmektedir.

Ayrıca öğretmenlerin sendikalaşması, yalnız başlarına gerçekleştirebilecekleri bir kazanım olarak da düşünülmemelidir. Bu hedef bir yanıyla da tüm kamu personelinin ortak mücadele ve girişiminin örgütlenmesinden geçmek durumundadır. Bir hukuksal başvuru, reddedileceği bilinse bile yapılmalıdır. Bu başvuru, EĞİT-DER'in ortak birikim ve katılımıyla oluşacak bir iradenin ürünü olarak gerçekleşmelidir. Bizce, geleceğin öğretmen örgütü, grevli toplu sözleşmeli sendika olacağından ve yine sınıf ve kitle sendikacılığı esasına göre şekilleneceğinden, bu mücadelede işçi sınıfı ve bütün sendikalı kesimlerin desteğini almak zorunludur.

Tabanın güç ve desteğini alabilmek, sendikal mücadelenin bundan sonraki aşamasında daha güçlü yönetimlere erişebilmek için, EĞİT-DE 21-22 Temmuz tarihlerinde olağanüstü kongre kararı alınmıştır. Bu süreçte sendikal mücadele öğretmen tabanında daha geniş tartışmaya sunulurken örgütlenme de daha somut biçimlenmelere yönelecektir. Sendikal mücadeleyi alıp götüren, sendikal hak komisyonları, bu kongreyi etkilemeliler, hafta önermeleriyle, programlarıyla belirlemelidirler. Çünkü bundan sonraki süreçte öğretmenlerin sendika mücadelesinin meşru yapıları bu komisyonlardır. Kongreyi salt meslek dışı kalan öğretmenlerin konuştuğu bir kürsü olmaktan çıkarmak, çalışan öğretmenlerin yönlendirdiği ve sendikal mücadelede ufuk açan bir platform olarak değerlendirmek gerekir. Tüm devrimci, demokrat öğretmenler bu platformu yaratmak amacıyla çaba sarf etmelidirler. Bu doğrultuda • EĞİT-DER'de bugün yaşanan tıkanma ve krizin asıl nedeni bir siyasi partinin programını öğretmen mücadelesinin önüne dayatmaktan vazgeçmeyen Birlik dayanışmanın grupçu tavrıdır. Bu konuda örgütü bölme pahasına grupçuluk yapan genel başkan Fevzullah Ertuğrul'a öğretmen hareketi gereken cevabı vermiş, sorumsuzluk ve disiplinsizliği gerekçesiyle genel başkanlıktan almıştır.

Bu sekter ve grupçu anlayışın E.Der'deki gelişmelerin önünü tıkamak, demokratik örgütlenme ve eylemliliği boğmaya yönelik girişimleri sürecektir. Bu gelişmeler bilinerek sendikal mücadele komisyonlarında ve E.Der örgütlülüğünde yer alan tüm duyarlı devrimci-demokrat öğretmenlerin devrimci bir program etrafında biraraya gelmeleri bu girişimleri boşa çıkaracaktır.


Yüklə 495,67 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin