DAYE HATUN MESClDÎ — Eminönü merkez nahiyesinin Hobyar Mahallesinde Ho-cahanı Sokağı ile Tereke Sokağının kavuşağı köşesindedir. Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Mahmudpaşa Camii civarındadır; ba-niyesinin Kanunî Sultan Süleyman hazretlerinin dayesi olduğu kapusu üstündeki bu tarih-den malumdur :
Feth îuldım çünki bismUlahirrahmanürrahirn Hayır ile itinam müyenır kıldı ol hayyül kadîn
Yâ. İlâhi kü müyener bendene ilmü amel Kim kula dâim keremdir kân sultânı kerim
Eyle Kur'am bana yâ Rabbena yarın şef î, Çün kapımdur cûdü fadl ısı hüdâvendi rahîm
Bana bu devlet değil mi fahr idiib târik dîdim «Şeh Süleyman bir Selâmın dâyesiyen ya halîm»
934 (M. 1530-1531)
«Kabrî Yâvedud iskelesinde Sultan Camii karşısındaki mezarlıkdadır. Bu mescidin Mahallesi vardır».
Tahsin Öz «İstanbul Camileri» isimli eserinde bu mescidin 1907 de bir tamir gördüğünü kaydediyor. Son yıllar içinde de tamir edilmiş-dir.
DAYE KADIN SOKAĞI — Üsküdar Selimiye semti yollarından; Harem iskelesi Sokağı ile Kavak iskelesi Caddesi arasında uzanır, Selimiye Camii Sokağı Selimiye Kışlası Sokağı ve Şâir Nazîmî Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 27) Bir araba rahat geçecek genişlikde, kabataş döşeli bir sokakdır. Harem İskelesi Sokağı tarafından gelindiğine göre meyilli olarak başlar; Şâir Nesîmî Sokağı ile kesişdikten sonra düzleşir, Selimiye Camii Sokağı ile kesişdik-den sonrada hafifçe dikleşir; Selimiye Kışlası Sokağım geçdikden sanrada yine hafif meyilli bir iniş ile Kavak iskelesi Caddesine kavuşur; çoğu ahşab ve ikişer katlı evler arasından geçer; yine 2-3 katlı yeni beton evler ve bu arada 5 katlı bir de beton apartıman görülür. Selimiye Camii Sokağı ile olan kavuşağı köşesinde parkımsı bir yeşil saha vardır, semtin eski sâkinlerinin rivââyetine göre burası eskiden bir namazgah imiş; bu parkda bir bekçi kulübesinin arkasında toprağa gömülü bir kabir taşının ki-
tabesi şudur: «Sâhibül hayrat merhum Elhac Mustafa Ağanın ruhuna fatiha 1239 (1823-1824). Dâyekadın Sokağı üzerinde kitâbesiz ve suyu kesilmiş bir çeşme, l kunduracı, l doğramacı, l bakkal ,1 berber, 2 kahvehane vardır. Ka-pu numaraları l—79 ve 2—46 dır (nisan 1965)
Hakkı GÖKTÜRK
DAYI — Ananın erkek kardeşi; halk ağzında mecazen arka, hami, koruyucu yerinde kullanılır; Anadoludan kopmuş deniz akıncısı türkler Şimalî Afrikada Cezâyiri fettihden sonra başbuğlarına, kaptanlarına bu anlamda «Dayı» diye hitâb ettiler ve Cezâyirde «Dayılık» resmi bir unvan hâline geldi.
Istanbulda şehir asayiş ve inzibatı yeniçeri ocağına bırakılmışdı, şimdiki karakolların yerinde Yeniçeri Kolluklarının zabitlerine de, halk, hami anlamında dayı diye hitab ederdi; «Yeniçeri Dayıları» tâbiri de buradan kalmış-dır. Hâlen İstanbulun pırpırı hâneberduşları, serseriler argosunda da «dayı», hem hami, hem de «polis» anlamında kullanılır; üniformalı polise hemen dâima «dayı» diye hitab ederler; fakat bu hitabe polise sığındıkları, polisden aman diledikleri zaman kullanırlar; argolarında «Aynasız, Mikrob, Tahtakoz» kelimeleri de polis anlamındadır (Bu isimlere bakınız).
Halk ağzı deyim olarak, himaye altında işi tıkırında gidenlere: «Dayısı dümende!.» denilir. Nâzik zamanlarda, bir işin halli, bir tehlikenin atlatılması için hiç sevilmeyen kimselere boyun eğme anlamında: «Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı denilir!...»
Sözde merdlik, yiğitlik taslayarak vurucu, kırıcı it güruhuna da tehzil yollu «Kabadayı» denilir, makbul sıfat değildir (B.: Kabadayı).
DAYI BEY SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Boğaziçi'nin Rumeli yakasında Bebek Köyünün sokaklarından (adı geçen rehberde pafta 21/Bebek); köyün Rumelihisarı tarafından sırt üstünde ve yalı boyuna nisbetle çok gerilerde bir yoldur; yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (mart 1966).
DAYI REVlŞİ, YÜEÜYÜŞÜ — Osmanlı imparatorluğunda «Garb Ocakları» diye anılan Şimali Afrikada Akdeniz kıyısı boyunda Tra-bulusgarb (Libya), Tunus ve Cezayir eyâletle-
rinde yerleşmiş ve hepsi Anadolu ve Rumeli türklerinden olub geçen asra kadar da aralarında türkçe konuşa gelmişler büyük imparatorluğun deniz akıncıları olan korsan-gemicilere «yiğit» anlamında «dayı» denilirdi; îstanbulda da Tersaneli şehbazlarla yeniçerilere halk aynı anlamda «dayı» diye hitab ederdi; bâzusuna, pençesine, bıçağına güvenip vuruculuk, kırıcılık yolları ile yiğitlik taslayanlara, muhitlerini haraca kesme yollarına sapanlara da bu isme nisbetle ve tehzil yollu «Kabadayı» denile gelmiş-dir (B.: Kabadayı).
istanbul halkı ağzında salına salına, kol sallayarak, topuk vurarak alımlı çalımlı yürüyüş de «dayı revişi», «dayı reftârı», «dayı yürüyüşü» denilirdi. İstanbulun ayak takımı gençleri, yeniçeriler, tersaneliler, ve şâir asker ocaklarına mensub delikanlılar arasında dayı yürüyüşü, on sekizinci asırda, ve bilhassa geçen asrın ilk yarısında, yeniçerizorbalığının Istanbu-lu kasıp kavurduğu devirde pek revacda idi. O devirlerde eli ayağı düzgün ve kaşı gözü yerinde gençlere karşı kalenderâne alâkalar da pek coşkundu; sırma işlemeli eğri külahlara, dal feslere, üryan sinelere, sırmalı cebken, şalvar, çakşırlara, çıplak baldırlara, yalın ayak ve yalın topuklara bir de bu dayı yürüyüşü eklenince rind meşreb külhâni şâirlerin nevcivan tasviri yolunda kaleme aldıkları gazeller, şarkılar, semailer, divanlarla «dayı reftarî», «dayı revişi» de edebiyatımıza girdi.
Şu beyitler Enderunlu Fâzıl Beyin bir yeniçeri civeleği (B.: Civelek) yazdığı bir gazeldendir :
Dalhauçer, dtüi'es olmuşsun, aman el ama» Niyyetin zâlim yine uşşak ile kavgaa gibi
Şahbazım, eşbehim, dayı revişii yoldaşım Hânümânı ehli aşkı niyyetin yağma gibi
Sırma perçem ,sırmah mintan ile sunîm ten Pehîivânan bir gümngden yapma ejderhâ gibi
Şu şarkı da bir kumbaracı civan için Enderunlu Vâsıf Efendi tarafından yazılmışdır:
Aldı gönlüm- şimdi bir humbâracı eşbefa civan Gamzei foî rahmi kıldı akıbet sinem nişan Bir tarafdan çesmi bîdâdı ider aklım ziyan Böyle bir cfâyı revişlj âfeti devri zeman
— 4324 —
— 4325 —
DAYAN MEKTEBİ
•
Gerdeninde ingiliz barutu veş hâli siyah Âteş aldım tâbişi ruhsârdan bî iştibah Kerte almış tâ dili uşşâkııu cansûz nigâh Böyle bir ıdâyı revişli âfeti devri zeman
Parlayub çıkdı ocakdan ansızın bir gül izâr Şöyle yâlin yüzlü dilber kim dahi par par yanar Dûdi âhı âşıkaanından kığücımlar çıkar Böyle bir dayı revişli âfeti devri zeman
Tam od ile diî fitili al& imcK bîvefâ Hendeseylen mi yürürsün gayri yetmez mi eda Bir nigâhı âşinâyî itmeyub eyler cefâ Böyle bir dayı revişli âfeti devri zeman
l
Hançeri aşkın derime saplayınca nâgihan Tâ ciğerden gûşime irdi nidayı el aman Belki Vâsıf mislini görmüş değil çeşmi cihan Böyle bir dayı revişli âfeti devri zeman
Yine Vâsıfm bir yeniçeri civeleği için sarkışıdır :
Aşk ile tahmir ohımnuşdur özüm Gel 'bu yolda sen benim dinle sözüm Şahbazım eşbehim iki gözüm Girma uşşâkın bir avuç kaanuıa
Bunca demir bağlıdır sana başım Döndü deryaya gamınla göz yaşım Gel benim dayı revişli yoldaşım Girma «şşâkrn bir avuç kaamna
Aynı şâirin bir gazeli :
Meclisde bu revnak bu şetaret sana mahsus Bu nâzü nezâket bu letafet sana mahsus
Her dilbere bir güne eda hasdir amma Dayı reviş ü yosma kıyafet sana mahsus
Hiç söz nıü olur nutki dürerbânna ey şuh Bu muntazam ineû gibi sohbet sana mahsus
Meclisde benimle meselâ sohbet iderken Ebru ile etrafa işaret sana mahsus
Şeytanlık idlib cin gibi çarpar savuşursun Celbi dili âfikda b» halet sana mahsus
istanbul ' -w
Vâsıf acebâ efsun mu okursun ki olur ram Her şûhi peri rû ile ülfet sana mahsus
Aşağıdaki kıt'alar da halk şâiri Asık Râzi-nin «Zenâne Kesiş» destanındandır :
Gördüm bir taze rû işvebaz keşiş Zünaârı betinde hem dayı reviş Hulul ider gibi nereye gidiş Dedim, Buyur gel dedi meyhaneye
Leli lâ'lin verdi şarab kokardı Çelîpâsın ile başa kokardı Kâfir idi îman evin yıkardı Yandım Aynarozlu ol zenâneye
Vardı çapkının bir şâkî kaptanı Dîv heyet Ehremen suret şeytanı Dahnda gezdirir sahi bütanı Katli vâcib bakar bir behâneye
DAYYAN MEKTEBİ — Asrımız başında Üsküdarda Matmazel Baydar Dayyan tarafından açılmış bir ermeni kız kolleji; 1918 de kurucusunun vefatı ile bu okulu kız kardeşi Ri-ta Dayyan idare etmiş, 1922 - 1923 arasında kapanmıştır.
Okulun ilk binası Amerikan Kız Kolleji ile Berberyan Mektebi arasında Yazıcı Boğos Ağa Odyanın (1795 - 1862) konağı idi, ki bu bina 1950 de yıktırılmış, yeri Amerikan Kolleji tarafından satın alınmıştır.
Dayyan Mektebi tahminen 1914 - 1915 arasında Fıstıkağacmda Bostanciyan konağına taşınmıştır, bu bina 1921 deki büyük Üsküdar yangınında yanmış, okul yangından sonra İcâdiyede Kirkor Bey Nerseryanın konağına nakletmiş tir; ki bu konakta hâlen Üsküdar Kız Kolleji bulunmaktadır.
Kevork PAMUKCİYAN
DEÂVİ KASRI — Topkapı sarayında Birinci avluda, Bâb-ı hümâyun ile Bâbüsselâm (Ortakapı) arasında, zamanımızda mevcut olmayan bir kasırdır. (B. Bâb-ı hümâyun: Bâbüsselâm); Bâb-ı hümâyundan gelindiğine göre iki büyük kapı arasındaki yolun sol tarafında, gövdesinin enkazı beton bir destekle muhafaza edilen ulu çınarı geçince, Orta Kapıya yakın bir yerde idi; adını, Dîvânı Hümayunda bakılacak dâvaların dilekçeleri burada kabul edilmesi dolayısiyle almıştı (Deâvî -= Dâvalar); «Adalet Köşkü» diyenler de vardır.
ANSİKLOPEDİSİ
Deâvî Kasrı (Bir XVIII. asır minyatüründen)
Divanı Hümayundaki kubbe vezirlerinden terzi (B.: Divanı Hümâyun; Kubbe Veziri) Dîvâna intikaal eden dâvaların dilekçeleri devlet adına bu kasırda kabul ettikten başka, davacı ve dâvâlının ilk ifâdelerini de bu kasırda alırdı. Dâvanın toplantı günü Salı idi, dilekçeleı Salı hariç, diğer günler sabahın çok erken saatlerinden öğleye kadar alınırdı.
Deâvi kasrından en büyük bir iz bile kal-mamışdır; ııe zaman kaldırıldığını tesbit ede medik; bir XVII. asır minyatüründe resmi vardır; adı kasır ise de tek odacıkdan ibaret bir yapı olması gerekir.
DEBBAĞ, DEBBAGHÂNE — Halk ağzında «Tabak», «tabakhane» denilir; deriyi usulü ile terbiye ederek kokusunu gideren, onu boyayan ve kurutan ve meşin, sahtiyan, kösele veya post, kürk hâline getiren sanatkâr işçi, ve onların işledikleri, çalıştıkları imalâthane.
Debbağlar ve debbağhâneler fetihden bu yana türk istanbul'da kalabalık bir esnaf zümresi ve büyük iş yerleri olagelmişlerdir.
Evliya Çelebi XVII. asır ortasında Dör düncü Sultan Muradın zamanında büyük bir ordu-esnaf alayını tasvir ederken debbağlar-dan şöylece bahsediyor:
«Esnâfe Debbâğan — îstanbulun dört kadılığında on iki yerde debbağhâneleri vardır. Bunların içinde nice şehbaz işçiler vardır ki âdem ejderhâsıdır, eğer içlerine bir kanlı (ka-
DEBBAĞ DEBBAGHÂNE
atil) veyahud bir harami (hırsız) düşse, sığın-sa aslaa hâkime teslim etmezler, ama o adam da onların elinden halâs olamaz, bîçâreyi köpek necesi idman etmeğe (köpek pisliğini debagat sanatında kullanılacak şekilde terbiyeye) tâyin ederler, ister istemez tövbekar olub bir iş sahibi olur. Cümle debbağ kârhâneleri 700 aded olub debbağ taifesi 3000 neferdir. Pirleri Zeyd Hindî'dir, beline peştemalını peygamber huzurunda Selmaıı Pak bağlamışdır, onuncu pirdir. Âliosman ülkesinde debbağlara Ahiler dirler ki pirleri Kayseriden çıkmışdır, Ahi Ören (Ahi Evren) diye şöhret bulmuşdur. Bunların bir iftihar edecek şeyleri vardır, o da yeşil bir sırık üzerinde bir eski deriden bayrakdır, bu deıi Demirci Gâve'nin önündeki sahtiyan önlükdür ki onu bayrak yapub Zâlim Dahhâk'e karşı gelmişdir, bu bayark odur; alayda işbu bayrakları ellerinde, dükkânlarını renk renk sahtiyanlarla tezyin idüb geçerler...».
Eski teşkilâtda nefsi İstanbul, Eyyub, Galata ve Üsküdar olmak üzere dört kadılığa (belediye bölgesine) ayrılmış olan Istanbulad 700 debbağhâne olduğunu söyliyen Evliya Çelebi bunlardan ancak Kazlıçeşmede, Kasımpaşada ve Üsküdarda olanlarını kaydediyor, Kazlıçeş-me ve Kasımpaşa debbağhânelerinin de kaçar aded olduğunu söylemiyor. Biz o tarihde Bo-ğaziçinde Beykozda da bir kaç tabakhane bu-lunduğcnu tahmin ediyoruz. Haliç kıyısında Defterdarda da bir büyük tabakhane vardı (B.: Defterdar Debbağhânesi).
Debbağhâneler ağır kokulu olduğu için istanbul debbağhâneleri şehir dışında kurulmuş-dur, bu arada bilhassa Kazlıçeşme ve Kasımpaşa debbağhâneleri de en meşhurları olmuş-dur. Evliya Çelebi İstanbul debbağhâneüerin-den yerlerinde şöyle bahsediyor:
«Kasabai hârici Yedikule (Kazlıçeşme) — Fâtih Sultan Mehmed cümle debbağhâneleri ve salhaneleri (mezbahaları) buraya koyub bu semti abadan eyledi; lebi deryada mâmur bir kasabadır; bir camii, yedi mescidi, bir hanı, bir hamamı, yedi sebili, üç tekkesi vardır (B.: Kazlıçeşme); ve 300 aded-debbağkârhânesi, 50 aded ve lebi deryada 70 aded kirişçi kârhânesi vardır, amma müteehhil mahallesi yokdur, mücerredler pazarıdır (cümle halkı bekâr uşaklarıdır); buradan 5000 nefer tuvana debbağ bekâr şehbazlarr çıkar ki her biri âhene (demirden adama) benzer; amma bu kasabanın bed kokusuna alışamayanlar bir an dursa helak
DEBBAĞ CIVANI
— 4326
istanbul
ANSİKLOPEDlSİ
— 4327
DEDE
olur. Fakat ehâlisine o bed râyiha miskü an-ber kokarmış. Pek cömerd adamlardır, Allah maîlarana berekâtı Halil vermişdir. Hoca Ali nâm bir debbağın kırk yıldan birikme kelb necaseti (köpek pisliği) vardır ki ingiliz kâfirleri kırkbin kuruşa satın almak istemişler de verilmemişdir diye meşhurdur. Bu kasabada bir çeşmenin kemeri altında dört köşeli bir beyaz mermer üzerinde üstadı mermer bir kaz tasvir etmişdir ki o çeşme Kazlıçeşme diye mâruf dur...».
«... Kasımpaşanm debbağlar esnafı güm-rah taifedir; 300 kadar büyük kârhâneleri vardır ki her birinde yirmişer otuzar zeberdest pehlivanlar işlerler. Bu taifeye bir kanlı veya hırsız girib sığınsa cümlesi baş kaldırıp o mücrimi hâkime vermezler, ama o mücrim de ölünceyedek bunların içinden halâs olamaz, sanatı öğrenir ve harâmilikden çekilir. Kasım-paşanın sarı sahtiyanı, kırmızı köselesi meşhurdur...».
«... Üsküdarda tertib üzere bir esnafa mahsus çarşılar yokdur, çarşılarında cümle ehli sanayi karışıkdır, debbağhânesi bile iki yerdedir...».
Evliya Çelebinin Kazlıçeşme debbağhâne-lerini kaydederken «Kirişçi Kârhânesi» diye bahsettiği imalâthaneler de debbağhânelerin yanında kurula gelir müesseseler idi ve kirişçi esnafı debbağlara yamak sayılırdı; kirişhâ-nelerde çeşid çeşid yay kirişleri ve telli sazlar için keza deri teller-kirişler yapılırdı.
Eski esnaf loncaları teşkilâtından her loncanın o esnaf zümresi tarafından seçilen bir pirleri ve bir yiğit basıları vardı; debbağlar pirlerine «Ahîbaba derlerdi, resmi kayıdlarda da unvanı «Debbağlar Ahibabası» diye yazılırdı.
Eski devirde debbağlığın ağır ve pislik içinde çalışılır bir is olduğu muhakkakdır, Kazjkçeşme Debbağhânelerini kaydederken bunu Evliya Çelebi de açıkça yazıyor. Büyük muharrir debbağları «Gümrah taife, zeberdest, âdem ejderhâsı» diye tasvir ediyor; Kazlıçeşme ve Kasımpaşa debbağlarının da tamamen mücerred kimseler, bekâr uşakları olduğunu bilhassa kaydediyor. Öyle tahmin ediyoruz ki o devirlerde debbağlık, ne kadar kârlı iş de olsa halk nazarında, lâğımcılık gibi, makbul meslek görülmemişdir. Sürûrînin (ölümü 1813) şâir Ayni hakkında bir hicviyesi bunun aydın delilidir. Sürûri Ayni için «Kefşger»
demiş; kefşger, pabuçcu demekdir ki o zamanlar hamamlarda müşterilerin pabuçlarını silip hamamdan çıkarlarken önlerine çevirip koyan uşaklara da kefşger denilirdi; Aynî buna son derecede kızmış Sürûriye «Müfteri» demiş; Sürûri • bu sefer şu ağır beyti yazmışdır:
İftira olsaydı maksûdum demezdim kefşger it bokuna daldırırdım ben seni debbağ idüb:
Sürûrînin çok ağır ve kaba tasvirine rağmen, diğer bütün esnaf civanları arasında debbağ civanınım unutmayarak onu da medhe-den kalender meşreb şâirler vardır (B.: Debbağ Civanı).
«Debbağ» kelimesi üzerine güzel bir darbı mesel vardır; eski usûl debagatde deriler, taş bir zemine vurula vurula terbiye edilirdi; en iyi deriler de en çok dövülen, vurulan deriler olur; muhabbet yolunda yapılan nazler, cevrü cefâlar, tevbihler, tedibler için : «Debbağ (tabak) sevdiği deriyi yerden yere vurur!...» denilir.
DEBBAĞ CÎVANI — Kalender meşreb şâirler tarafından «Şehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında Debbağ civanına da rastlanır; şeh-rengiz yollu yazılmış «Hûbannâmei Nevedâ» adını taşıyan manzum mecmuada Debbağ Civanı şu beyitlerle övülmüşdür :
Debbağ civanları şehbaz zeberdest Mü Babasının âguuşinde mest
Ne gam bed kokarmış neces içredir Mâkesi muhabbet ol gül çehredir
Ne gûnâ dururlar bunca germâbe Anı yuyub girmek içün sevâbe
DEBBAĞHANE BOSTAN HAMAMI —
Hicrî 1147 (1735) tarihînde istanbul hamamla-rmdaki uşakların isimleri ile tescili için tanzim edilmiş resmî defterde Kazlıçeşme Hamamı bu simle kaydedilmişdir (B. : Kazlıçeşme Hamamı).
DEBBAĞLAR MESCİDİ — XVII. yüzyılda yapılmış bir mesciddir; Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Fevkaanî bir mescîd olub banisi zamanımız ricalinden Debbağ Hacı Ahmed Ağadır, hicrî 1178 (M. 1764) de yapıl-mışdır».
Bu mescidden eser kalmamışdır; Eyyubda Feshâne Caddesi bitiminde Acemaiinin Garajı diye anılan bir garajın yanında minare kaai-desi durmaktadır; yanında bir kaç tane de ka-
bir görülür ki Debbağlar Mescidinin naziresinin kalmtısıdır (1963).
Ahmet AĞIN
DEBBAĞ YUNUS MAHALLESi — İstan bulun eski mahallerinden, aynı adı taşıyan mescidin mahallesi idi; mahallelerin sayıları azaltılır ve sınırları genişletilirken kaldırılmış, yeri Abdisübaşı mahallesine katılmışdır. Bu eski mahalle yakın geçmişde bir kibar yatağı bilinirdi; konakları arasında bedestenli Ali B2~ yin mülkü Köprülü Konak, Molla Beyin Konağı, Afif Molla Konağı, Râfi Molla Konağı, Ayasofyanın son kürsü şeyhi Hoca Zâhid Efendi Konağı geçen asır sonlarının güzel yapıları idi; 1943 de Zâhid Efendi konağının hamamı harabe hâlinde duruyor idi; eski konak hamamlarından bir örnek olarak muhafazası gereken bu yapının halen ne halde bulunduğu tesbit edilemedi.
Bibi.: R. E. Koçu ve Muzaffer Esen, Gezi notu^ 1943.
. DEBBAĞ YUNUS MESCİDİ — Sultanşe-lim civarında Tabakyunus Camii sokağındacbr, Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor : «Banisi Debbağ Yunus mescidi yanında medfun-dur, minberini Kazâbâdî Osman Efendinin kızı ve Eyyubî Derviş Molla Mustafanın zevcesi Safiye Hanım koymuşdur. Mahallesi vardır»
Tahsin Öz «istanbul Camileri» isimli eserinde şunları yazıyor: «Banisi Fâtih Sultan Mehmed ve ikinci Sultan Bayazıd devri ricâ-lindendir. Tâdiller görmüş cami binası son devire âid olub moloz duvarlı, ahşab çatılı idi» (1962).
istanbul Ansiklopedisi adına ziyaretimizde şu notlar tesbit edilmişdir; Mescid dört kagir duvar üzerine kiremitli bir ahşab çatı ile ör-tülmüşdür. Çok harab bir halde iken 1958-1962 arasında yenilenerek ihya edilmişdir. Sokak-dan dokuz basamak taş merdivenle çıkılır. Son cemaat yerinin önünde zemini mozayık döşeli bir sahanlık vardır, sağ taraf da da banisinin kabri ve üstünde sandukası bulunan türbemsi bir yer vardır. Son cemaat yeri kare plânlı, iki sütunlu ve zemini mozayik döşelidir; bir müezzin odası, bölmesi bulunup sağ taraf da 16 basamaklı bir merdivenle kadınlar mahfiline çıkılır. Bu mahfil merdivenin yanından dar bir avluya çıkılır bu avluda küçücük bir imam meşrutası bulunmaktadır. .:'İbâdet sahnıhıri iki yanında iki maksure
vardır. Mihber ahşab ve yeşil boyalıdır. Dört duvarında ikişerden sekiz pencere, kadınlar mahfilinde de üç pencere vardır ki cem'an on-bir pencere ile aydınlatılmışdır. Minarenin ka-pusu son cemaat yerinde, sağ köşededir (1965). 1943-1945 arasında Debbağyunus Mescidi ibâdete açık fakat çok harab bir halde iken, son cemaat yerinde o semtin yangın tulumbası durmakta idi. Sandığına Fâtih Sultan Meh-medin İstanbul muhasarasında atını denize sürdüğü sahne resmedilmiş ve güzel bir pirinç tepeliği bulunan bu tulumba kaybolmuşdur. İstanbul İtfaiye Müzesine kaldırılmak üzere aranmış, bulunamamışdır.
Hakkı GÖKTÜRK
DEBBAĞZÂDE CAMÜ — Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Hekimoğlu Ali Paşa Camiinin kurbindedir. Banisi şeyhülislâm kethüdası Debbağzâde Hüseyin Efendidir; kendisi de mescidinin yanında medfundur, kabir taşındaki vefat tarihi hicrî 1131 (M. 1719) dir. Civarındaki odalara (B.: Odalar) Sorma-gir Odaları denilir».
Tahsin Öz «İstanbul Camileri» isimli eserinde (1962) bu mescidin, yanındaki odalara nisbetle «Sormagir Camii) adı ile de anıldığını, ve 1915 de yandığını, ancak duvar bakiyelerinin durduğunu kaydediyor.
DEBBAĞZÂDE CAMİİ — (B. : Altay Ca: mü; cild l, sayfa 730).
DEDE — «l - Ananın babası, babanın babası, babanın babasının babası; Ced. 2 - Bir ta-rîkatde kıdemli derviş» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati).
Bu iki ayrı mânâdaki Dede ismi üzerine
dilimizde darbı meseller yardır; kendisinin bir
hüner ve marifeti olmayub sâdece ecdadı, ile
övünenler için : :
«Dedesi koruk yemiş, torununun dişi; ka
maşmış..». . , .; '
Aciz ifâdesi yolunda şu beyit de darbı mesel olmuşdur :
Kend'i muhtacı himmet bir dede Kande kaldı gayriye himmet ide
Aşağıdaki tekerleme yollu çok meşhur laf ise tekkelerdeki hayatın çok ağır, acı, amansız tenkididir ; .
«Puştun sonu dedelik, orospunun sonu ebelik..».
Eski. arab ;asıllı türk harfleri ile «Dede» nin karşılığı olan «Ced»' kelimesini almak, ve «Dü-
DEDEBAŞ (Hüseyin)
4328 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 4329
DEDEOĞLÜ (Basri)
dük» yerine de «Ney» denilen sazı hatırlamak üzere iki ayrı şekilde yazılmış ve tertib eden şâirin adı bilinmeyen pek şirin bir maammâ vardır, «Cüneyd» ismini verir :
Dedenin belinde düdük Bizde maammâ didük
*
Dedenin beline sokunca düdük Ona bir velinin adıdır didük
Dede = ced; düdük = ney; bel — orta, orta yer. Arab asılîı türk harfleri ile iki harf-den mürekkeb «ced» isminin bu iki harfinin ortasına «ney» ismini koyar iseniz «Cüneyd» ismi çıkar.
Dervişlik yolunda «Dede» unvanı, diğer bütün unvanlar gibi şahıs adından sonra kullanılır : Ahmed Dede, Emin Dede, İsmail Dede; pek seçkin şahıslar için bu unvandan sonra bir de «Efendi» eklenir : İsmail Dede Efendi.
Dede unvanı şahıs isminin evveline getirilecek olursa, istanbul ağzında tezyif, hakaaret ifâde eder, hakiki dede olmayub dedenin tas-lakcısı, dede zeyninde, kılığında dolaşan adam demekdir : Dede Mehmed, Dede Riza; misâl. «... Sirkeci, Demirkapu ve Eminönü Balıkpa-zarı taraflarının uygunsuz güruhundan olub Şengül Hamamı külhanında yatar kalkar Dede Riza bir haftadan beri ortalıkda görünmez iken dün Salıpazarı önünde denizde cesedi bulun -muşdur» (Sabah Gazetesi, 1895).
İsim türkce olduğu halde tekkelerde «dedeler» denilmez, farsca cemi kaaidesi ile «dede-gân» denilirdi; bektâşiler ondokuzuncu asır başından itibaren «dede» karşılığı «baba-> adını bilhassa kullandılar; yalnız Kırşehirdeki pir postunda oturan büyük baba efendiye «dede Baba» denildi.
Dede unvanını bilhassa aşırı hürmetle kullananlar mevlevîler olmuşdur. Nâzımı meçhul şu beytin bir mevlevî kaleminden çıkmış olması muhtemeldir :
Dostları ilə paylaş: |