Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə115/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   111   112   113   114   115   116   117   118   ...   181

MEŞHUM Cesaretli. Sözü geçer kimse. Zeyrek. Zeki. Akıllı. * Korkmuş. Korkutulmuş. * Çok güzel hareketli at.

MEŞHUN Doldurulmuş. Dolu. Dopdolu.

MEŞHUN-U MESÂRR Sevinçler ve zevklerle dolu.

MEŞHUR Tanınmış, herkesin bildiği. Çoklarının bildiği.

MEŞHURAT (Meşhur. C.) Şöhret kazanmış ve meşhur olmuş kimseler. Şöhretliler.

MEŞHUR HADİS VEYA HADİS-İ MEŞHUR Asr-ı evvelde, Ahâdi hadis kabilinden iken ikinci asırda iştihar edip, kizb üzerine ittifakları aklen tecviz olunmayan bir cemaat tarafından rivâyet olunan hadis. İlm-i yakin derecesinde karib bir surette kalbe itmi'nan verir.

MEŞÎ Yürüyüş. Gidiş. Doğru yola gitmek.

MEŞÎB İhtiyarlık. Yaşlılık. Saç ağarması.

MEŞÎD Harçla yapılmış sağlam bina. Sıvanmış bina.

MEŞİET Meşiyyet. Dilemek. İrade. Arzu. Matlub. Murad. İstek.

MEŞİET-İ HÂSSA-İ İLÂHİYYE Allah'a ait, O'na mahsus meşiet, dilek, arzu ve işler.

MEŞİH Göğsü çukur, kanbur.

MEŞİHAT Mürşidlik, şeyhlik. * Eskiden İstanbul'da din işlerini tedvir eden Osmanlı Devletinin Diyanet İşleri Dairesi.

MEŞİHAT-I İSLÂMİYYE İslâmî işlerin ilmî mes'eleleri ile uğraşan devlet dairesi.(Zaman gösterdi ki, hilâfeti temsil eden şu Meşihat-ı İslâmiyye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâma şâmil bir müessese-i celiledir. Bu sönük vaziyetle, değil koca âlem-i İslâmın, belki yalnız İstanbul'un irşadına da kâfi gelmiyor. Öyle ise, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimad edebilsin. Hem menba', hem ma'kes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i diniyesini hakkiyle ifa edebilsin.Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve tadil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatden çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevidir ki, şûralar o ruhu temsil eder.şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şura-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı mânevi olmak gerektir. Tâ ki, sözünü ona işittirebilsin. Dine taalluk eden noktalardan, sırat-ı müstakime sevkedebilsin. Yoksa ferd dâhi de olsa, cemaatin ferd-i mânevisine karşı sivri sinek kadar kalır. Şu mühim mevki, böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i hayatiyesini tehlikeye maruz bırakıyor.Hatta diyebiliriz, şimdiki za'f-ı diyânet ve şeair-i İslâmiyetteki lâkaydlık ve içtihadâtdaki fevza, Meşihatın za'fından ve sönük olmasından meydan almıştır. Çünkü, haricde bir adam re'yini, ferdiyete istinad eden meşihate karşı muhafaza edebilir. Fakat böyle bir şûraya istinad eden bir şeyhülislâmın sözü, en büyük bir dâhiyi de, ya içtihadından vazgeçirir, ya o içtihadı ona münhasır bırakır.Her müstaid çendan içtihad edebilir. Lâkin içtihadı o vakit düstur-ul-amel olur ki, bir nevi icma' veya cumhurun tasdikine iktiran eder. Böyle bir Şeyh-ül-islâm mânen bu sırra mazhar olur. Şeriat-ı garrada dâima icma' ve rey-i cumhur, medar-ı fetva olduğu gibi, şimdi de fevza-i âra' için, böyle bir faysala lüzum-u kat'i vardır. R.N.)

MEŞİK İnce uzun nesne. * Giyilmiş kaftan.

MEŞİM Benli kimse.

MEŞİME (C.: Meşâim) Dölyatağı, ana rahmi.

MEŞİYYET (Bak: Meşiet)

MEŞK Yazı örneği. Öğretici yazı. * Bir şeyi uzatmak. * Uzun uzun yazmak. * Bilmeyene bir şeyi öğretmek. * Sür'at, hız.

MEŞK f. Kırba. Tulumdan yapılmış su kabı.

MEŞKA Fark edip ayıracak yer.

MEŞKÂ şikâyet etmek.

MEŞKÛ Şikâyet etmek.

MEŞKUK Yarılmış. Yarık.

MEŞKUK şekli, şüpheli. Kendinden şüphe edilen.

MEŞKUKİYET Şüphelilik. Şüpheli oluş.

MEŞKUL Ön ayaklarıyla arka ayağının birisi bileklerine varana kadar beyaz olan at.

MEŞKUR Şükre lâyık olan. Teşekküre ve kendine şükredilmeğe lâyık olan. Kendine şükür arzolunan. Az şükredene çok ihsan eden.

MEŞKÜVV Kendinden şikâyet olunan.

MEŞLAH Meşlehe. Maşlah. Altı üstü bir olan ve kol yerine yarıkları bulunan bir çeşit elbise.

MEŞMEŞİYE Tas: Âlem-i gaybdan veya âlem-i misalden bir âlem. Bazı evliyanın keşfen müşahede ettikleri bir yer. (Bak: Meşhudât)

MEŞMUL (Şümul. den) Kaplanmış, şümullenmiş, etrafı çevrilmiş. * Bir şeyin içinde bulunan.

MEŞMULE şarap.

MEŞMUM Koklanmış. * Itır ve misk gibi güzel kokulu olan şey.

MEŞN Kamçı ile vurmak. * Deri yüzmek.

MEŞNU' Çirkin kimse. * Buğzolunmuş.

MEŞNUF Uzun başlı at.

MEŞRA' Yol. Rah. Tarik. * Su oluğu.

MEŞREB Huy. Yaradılış. Adet. Ahlâk. * Gidiş. * İçmek. İçilecek yer. * Fehmetmek. * Mânevi haz ve feyz alınan yer ve yol.

MEŞREBE (C: Meşârib) Maşrapa.

MEŞREF İyi kılıçlar işlenir bir köyün adıdır.

MEŞREKA Güneşte oturacak yer.

MEŞRIK Güneş doğacak cihet. Gündoğusu. Doğu. Şark ciheti. * Şems-âbâd, güneşi bol yer. Kış vakti ısınmak için güneşe karşı oturacak yer. * Tövbe kapısının adı.

MEŞRIK-I NUR Nurun kaynağı. Nurun geldiği cihet.

MEŞRIK-I TULU' Işığın, nurun geldiği şark ciheti.

MEŞRU' Doğru. Hak. Şeriatın kabul ettiği. Haram ve yanlış olmayan.

MEŞRUA Şeriatın kabul ettiği hâl. Yapılması serbest olup, haram olmayan. Allah'ın (C.C.) kanununda müsaade edilen. Şeriatça yapılması günah olmayan.

MEŞRUAT (Meşru. C.) Hak ve meşru olan şeyler. Haram ve yasak olmayan şeyler. * Şeriatla alâkalı şeyler.

MEŞRUB (Şürb. den) İçilecek şey. * İçilmiş, şürbedilmiş.

MEŞRUBAT İçilen şeyler. Herhangi bir içilecek şey. Şarap. ("Hamr" denen içkiye de şarap denir.)

MEŞRUBE İçine yiyecek veya elbise koyup sakladıkları yer.

MEŞRUH Şerh olunmuş. Anlatılmış. Açıklanmış. İzah olunmuş.

MEŞRUHÂT Açıklama ve izahlar.

MEŞRUİYYET Meşruluk. Meşru' olma. Kanuna, şeriata uygun bulunma. Yasak olmayış.

MEŞRUM Yarılmış.

MEŞRUT Şartlı. Şart ile bağlı.

MEŞRUTA Bir kimseye veya bir zümreye bırakılmış, bazı şartlara bağlı oluş. * Sahibi tarafından veresesine satılmamak şartiyle bırakılmış ev vesaire.

MEŞRUTÎ Bir şahıs veya millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi.

MEŞRUTİYYET Bir hükümdarın başkanlığı altında millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi.

MEŞŞ Elini bez ile silmek. * Bir şeyi aldıktan sonra yine almak. * Davarın sütünü sağıp bazısını koymak.

MEŞŞAİYYUN Meşşâiler. Derslerini gezerek veren, peygamberlere uymayarak yalnız akıl ve fikir ile hakikatı bulmaya çalışan ehl-i dalâlet. Dinsizlik yolunu açanlar, sadece akla itimad eden ve vahye tâbi olmayan imânsızlar. (Bak: İşrakiyyun)

MEŞŞAT(A) Tarak yapan, tarakçı. * Süsleyen, tarayan.

MEŞT Baş tarama. * Tarak.

MEŞTA (C.: Meşâti) (Şitâ. dan) Kış mevsiminde barınılacak yer. Kışlık otlak, kışla.

MEŞTAT (C: Meşâti) Kışlak.

MEŞTUM Şetm olunmuş. Sövülüp sayılmış.

MEŞUB Karışmış.

MEŞUK Âşık, tutkun.

MEŞUM Vücudu benekli adam.

MEŞ'UM Kötü. Uğursuz. Bedbaht.

MEŞ'UMÂNE f. Kötü bir şekilde. Bedbahtcasına.

MEŞ'UN Dağınık saç.

MEŞ'UR Bir şeyi iyice idrak eylemek. * Şuurlu. Kendini bilen. * Tanımak.

MEŞ'URAT (Meş'ur. C.) şuur hâlinde geçmiş şeyler.

MEŞUŞ Mendil.

MEŞÜVV Müshil.

MEŞVERET Danışma. Konuşup anlaşma. Fikir edinmek için konuşup görüşme. Görüşme meclisi. (Bak: istişâre)

MEŞY Yürüme.

MEŞY-İ ASKERÎ Asker yürüyüşü. Askerî yürüyüş.

MEŞYEN Yayan olarak, yürüyerek.

MEŞYUHA Yavşan otunun yetiştiği yer.

MEŞYUM Bedeninde beni olan, benli adam.

MET' Uzun ve yüce olmak.

MET' Vurmak. * Çekmek.

META Ne vakit? Ne zaman? mânasında olup, mutlak ve mübhem vakit edatıdır. Bazan "Min" harfi-i cerri yerinde ve suâl için de kullanılır.

META' Fayda. Menfaat. * Kıymetli eşya. Tüccar malı.

META-UL GURUR Gurur metaı. İnsanı aldatıp Allah yolundan alan dünya zevki veya menfaatı, insanlara riyakârlık için kullanılan dünya malı.

METAB Tevbe etmek. * Rücu etmek, geri dönmek, caymak, vazgeçmek.

MET'ABE (C.: Metâib) Meşakkat, zahmet. Yorgunluk.

METABİ' (Matbaa. C.) Matbaalar, basımevleri.

METABİH (Matbah. C.) Mutfaklar.

METAF Tavaf edecek yer.

METAFİZİK (Bak: Mâba'det tabia)

METAİB Yorgunluklar. Meşakkatler. Eziyet verecek şeyler.

METAİB-İ SEFER Muhârebe veya yol yorgunlukları.

METAİB Seçilmiş ve güzel şeyler.

METAL Lât: Mâden. * Matbaacılıkta harfleri teşkil için eritilen kurşun, karışık madde.

METALİ' Matla'lar. Tulu' edecek yerler veya zamanlar. Güneş veya benzerinin doğduğu yerler. * Ast: Herhangi bir yıldızın i'tidal-i rebii (Arz'ın güneş etrafındaki gezmesinde, 20 Mart'ta bulunduğu) noktasından geçmek üzere başlangıç kabul edilen daire ile bu yıldızın semavî istiva dairesi üzerindeki ara kesitleri arasında kalan kavis. * Edb: Kaside veya gazelin ilk beyitleri.

METALİB İstekler. Arzular. Taleb edilen şeyler.

METALİB-İ İSTİKBAL İstikbale aid istekler. Gelecek için olan arzu ve talebler.

METANET Sağlamlık. Kavilik. Sözünden ve kararından dönmemeklik. İnsanın, fikrinde sabır, azminde kavi ve akidesinde rüsuh sahibi olması. (Mukabili zaaf'dır) (Hak, iman ve İslâmiyet uğrunda metanet göstermek, çok kıymetli bir seciyyedir.)

METANET-İ KALBİYE Kalb sağlamlığı.

METARIK (Mıtrak ve Mıtraka. C.) Mızraklar. Tokmaklar. Çekiçler. Değnekler, sopalar.

METAVİ' (Mıtvâ. C.) İtâat edenler. Mutiler.

METBENE Samanlık.

METBU' Kendine uyulan. Tâbi olunan. Halkın, kendine tâbi olduğu zat. * Hükümdar.

METBU-U MÜFAHHAM Hükümdar. Padişah.

METBUİYYET Kendine uyulmaklık. Başkasının kendisine tâbi olması. Birisine tâbi oluş.

ME'TEM (C: Meâtim) Kadınlar cemiyeti.

METERS f. Harpte, korunmak gayesiyle yapılan toprak tümsek, siper. * Kapının açılmaması için arkasına konulan ağaç.

METH Yerinden koparmak ve çıkarmak. * Cima. Tohum bırakmak için çekirgenin kuyruğunu yere sokması. * Vurmak ve uzaklaştırmak.

METH Kuyudan su çekmek ve sulamak.

METHAF Müze.

ME'TÎ Gelecek yer.

METİN Sağlam. Metanet sahibi. Kendine güvenilir olan. (Bak: Metânet)

METİNÂNE f. Metanetle, sağlamlıkla.

METİT Çulha tarağı.

METK İğne ucu. Zeker ucu.

METL Tahrik etmek, kımıldatmak, harekete getirmek.

METN Sağlam ve sert yer. * Yüksek yer. * Her nesnenin yüzü, üstü, arka ve ortası. * "Vurmak ve seyr" mânâsına mastar. * Bir yazının tamamı. Yazının aslı veya sureti.

METOD Fr. Bir neticeye ulaşmak için takib edilen fikir yolu. Usul. Kaide. Yol. Sistem.

METR Kesmek. * Çekmek. * Atmak. (Bazan fercten kinâye olur.)

METREBE Fakirlik, miskinlik.

METRUD (Bak: Matrud)

METRUK Terk olunmuş. Bırakılmış. * Boşanmış olmak. * Ölen bir kimsenin bıraktığı eşya.

METRUKAT (Metruk. C.) Bırakılan şeyler, metruklar, miraslar.

METRUKE (Terk. den) (Erkekten) boşanmış. * Kocası tarafından bırakılmış kadın.

METRUKİYYET (Terk. den) Terk edilme, boşanmış olma. * Bırakılmışlık, kullanılmazlık. * Bir işten çekilip uğraşmama.

METS Necisle atmak.

METT Çekmek. * Ulaşmak. * Kuyudan su çıkarmak.

METTA Hz. Yunus'un (A.S.) annesinin adı.

METTE f. Burgu.

METTİHA (METYİHA) Hafif sopa. * Yaş çubuk.

MET'UB (Ta'b. dan) Bitkin, yorgun.

METUH Devamlı suyu çekilen işlek kuyu. * Suyu ağzına yakın olan kuyu.

METVÎ (Bak: Matvî)

METY Çekmek.

MEUNET Birisinin ölmeyecek kadar yiyip içeceği. * Külfet. * Masraf. Bir şeyin toplamak, devşirmek, nakil ve boşaltmak ve saymak gibi levazımının teslim yerine kadar olan masraflarına denir.

ME'V Çekmek.

ME'VA Mekân. Varılacak yer. Mesken. * Sığınacak yer.

MEV'A Her nesnenin evveli.

MEVACİB (C.: Mevacibât) Maaşlar, aylıklar. * Tar: Yeniçerilerin üç ayda bir defa verilen ulûfeleri.

MEVACİB-İ LEŞKER Asker aylıkları.

MEVACİBAT (Mevâcib. C.) Mevâcibler. Maaşlar, aylıklar.

MEVACİD Vecd hâlleri. Kalbî zevk veren istiğrak halleri. (Bak: Vecd)

MEVADD (Madde. C.) Fezâda, boşlukta yer kaplayan varlıklar. Maddeler. Cisimler. * Kısımlar. * Kanunlar. Kaideler. İşler. Hususlar. * Söz ve beyana sebeb olan mevcudat. Her şeyin aslı, mayası.

MEVADD-I HAYATİYYE Hayata lüzumu bulunan maddeler.

MEVADD-I İBTİDÂİYE İlkel maddeler, ham maddeler.

MEVADD-I MUZIRRA Zararlı maddeler. Zarar veren şeyler.

MEVADD-I MÜNCEZİBE Cezbolunan, çekilen maddeler.

MEVADD-I NÂFİA Faydalı maddeler.

MEVADD-I ZÜLÂLİYE Azotlu maddeler.

MEVAHIF Zayıf deve.

MEVAHİB Hibe olunan şeyler. Karşılıksız verilenler. (Bak: Mevhube)

MEVAHİB Mevhibeler. İhsanlar, bahşişler.

MEVAHİB-İ KUDRET Cenab-ı Hakkın verdiği nimetler.

MEVAHİR Yararak akıp gidenler. (Denizdeki gemi gibi)

MEVAIZ (Mev'ıza. C.) Öğütler, nasihatlar.

MEVAİD (Mev'ud ve Miad. C.) Söz verilmiş vakitler. Vaad edilen muayyen, belli zamanlar.

MEVAİD-İ KÂZİBE Yerine getirilmeyen va'dlar. Yapılmayan va'dlar.

MEVAİD (Mâide. C.) Sofralar, mâideler.

MEVAKA Hamâkat, ahmaklık.

MEVAKIF Durulacak yerler. Vakıflar. Durak yerleri.

MEVAKIT (Mevkıt. C.) Evvelden belirtilmiş olan vakitler.

MEVAKİ' Mevkiler. Duracak yerler.

MEVAKİ-İ BAÎDE Uzak mevkiler.

MEVAKİ-İ HARBİYE Muhârebe mevkileri. Savaş yerleri.

MEVAKİ-İ MÜHİMME Önemli mevkiler. Ehemmiyetli yerler.

MEVAKİB (Mevkib. C.) Cemaatler, kalabalıklar, güruhlar, topluluklar.

MEVAKİN (Mevkin. C.) Kuş yuvaları.

MEVAKİT (Mikat. C.) Hacıların ihrâma girdikleri yerler. * Bir iş için tâyin edilen vakitler.

MEVALÎ Efendiler. * Azad edilmiş köleler. * Azad edenler. * Mevleviyyet pâyesine ulaşmış sarıklı âlimler. * Dost ve komşular. * Yardımcılar.

MEVALİD (Mevlid. C.) Doğulan yerler. Mevlidler. Doğma vakitleri. Milâdlar.

MEVALİD Mevcudlar. Doğmuşlar. Vücud bulmuşlar. Mevludlar.

MEVALİD-İ SELÂSE Nebat, hayvan ve maden.

MEVALİD-İ TÜRABİYE Topraktaki mevâlid. Mâdenler, nebatlar.

MEVAMİT Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) İncil'deki bir ismi.

MEVANİ' Mâni'ler. Engeller. Mâni olanlar. Mâniâlar.

MEVARİD Gelecek yerler. Varacak yerler. Caddeler, yollar. Bir yere vasıl olacak yollar.

MEVARÎS Miraslar. Verasetle nâil olunan mülk ve mallar.

MEVASİK Mevsuk şeyler. Misaklar. Ahd ü peymanlar. Yeminler. Sözleşmeler.

MEVASİM Mevsimler. * Pazar yerleri.

MEVASİM-İ ERBAA Dört mevsim. Rebi' (İlkbahar), Sayf (Yaz), Harif (Sonbahar), Şitâ (Kış).

MEVAŞİ Davar, koyun, keçi, inek ve öküz gibi hayvanlar.

MEVAT (Mevt. den) Cansız şeyler. Sürülmemiş topraklar. * Sahibsiz yerler.

MEVATIN (Mevtın. C.) Yurtlar. Şenlendirilmiş ve bayındır yerler.

MEVATİ (Mevti. C.) Ayak basılan yerler.

MEVATÎ Mevâta yani cansız şeye ait, bununla alâkalı. * İşlenmemiş toprağa ait.

MEVAZI' (Mevzi. C.) Mevziler, yerler.

MEVAZİN (Mizan. C.) Mizânlar. ölçüler. Terâziler.

MEVBED Mecusiler reisinin ulusu.

MEVBİK (C.: Mevbikat) Korkulu yer.

MEVBİKAT (Mevbik. C.) Korkulu yerler.

MEVBİL Kaba büyük sopa. * Bir kucak odun.

MEVC Dalga. Denizin dalgası. * Titreşim. * Mc: Devir, devre.

MEVCÂ-MEVC Çok dalgalı. Dalga dalga.

MEVCE Bir dalga. * Ses, elektrik ve hararetin yayılma dalgalarından herbiri.

MEVCET-ÜŞ ŞEBÂB Gençlik çağı.

MEVCEDAR f. Dalgalı.

MEVCENÜMUD f. Dalga gibi.

MEVC-HÎZ f. Dalga kaldıran.

MEVCUB Kendisine bir şey vâcib kılınmış.

MEVCUD Var olan. Bulunan. Hazır olan. Topluluğun hepsi. * Kâinat. Mükevvenat.

MEVCUD-U HARİCÎ Maddî vücudu bulunan eşya.

MEVCUD-U MANEVÎ Mânevi varlık.

MEVCUDAT Var olan her şey. Kâinat. Yaratılmış şeyler.

MEVCUDAT-I BAHARİYE Bahar mevsimindeki renk renk, çeşit çeşit varlıklar.

MEVCUDEN Kendisi berâber olarak. Mevcud olarak.

MEVCUDÎN (Mevcud. C.) Mevcudlar, var olan ve bulunan şeyler. Mevcudât.

MEVCUDİYET Mevcudluk, varlık, mevcud ve var olma.

MEVC-ZEN f. Dalgalanan, dalgalı deniz. Dalga vuran.

MEVDU (Mevdua) Emanet bırakılmış, tevdi olunmuş.

MEVDUAT (Mevdu. C.) Emanet bırakılmış şeyler. * Bankaya konan para ki, faizle olduğundan haramdır. (Bak: Riba)

MEVDUD(E) Sevilmiş, kendisine muhabbet edilmiş. Sevgi gösterilmiş.

MEVDUNE (Mevzune) Altın, inci veya elmasla işlemeli şey. Murassa.

MEVECAT (Mevce. C.) Dalgalar.

MEVEDDET Dostluk. Sevgi. Muhabbet. Muhabbet etmek. Sevmek.

MEVETAN Canı olmayan nesneler. * İhya olunmayan, ekilip biçilmeyen arazi.

MEVFUR (Vefir. den) Tam olan şey. Çoğaltılmış. Çok. Kesir. Bisyâr. Evfer. * Edb: Aruz kalıblarından biri.

MEVH Avucuyla su içmek.

MEVH Kuyunun suyu çok olmak.

MEVHİBE İhsan. Sevgi. Hediye.

MEVHİBE-İ İLÂHİYE Cenab-ı Hakk'ın ihsan ve hediyesi.

MEVHİL (Vahl. den) Çamurlu yer.

MEVHİN Gece yarısına yakın vakit.

MEVHUB (C.: Mevâhib) (Vehb. den) İhsan edilmiş, verilmiş, hibe olunmuş, bağışlanmış. * Fık: Karşılıksız olarak birine verilmiş.

MEVHUBAT (Mevhub. C.) Bağışlar, ihsanlar, bahşişler.

MEVHUBE Verilmiş. İhsan edilmiş. Karşılıksız olarak birisine verilmiş mal.

MEVHUM Aslı olmayıp evham mahsulü olan. Vehim.

MEVHUMÂT Mevhumlar. Asılsız olduğu hâlde zihinde meydana gelen şeyler.

MEVHUME Vehim, kuruntu ve hayâl nev'inden bir şey.

MEVHUN Zayıf ve arık adam. Zayıflamış kimse.

MEV'İD Va'din yerine getirildiği yer. * Vaad etmek. Vaad. Söz vermek.

MEV'İD-İ MÜLÂKAT Buluşma yeri.

MEV'İL Sığınacak yer. * Sel suyunun karar kıldığı yer.

MEV'İZA Mev'ize. Öğüt. Nasihat. * Bir cemaate veya kimseye kalbini yumuşatacak ve iyiliğe sevkedecek surette hakikatları ders vermek.

MEV'İZA-İ DİNİYE Dinî nasihat.

MEV'İZAKÂR f. Nasihat veren, öğüt eden. Nâsih.

MEVK Bir şeyin ucuz olması.

MEVK Örümcek, ankebut.

MEVKIF Durak. Durulacak yer. Ayakta duracak yer. İstasyon.

MEVKİ' Yer. * Sınıflandırılmış yerlerden her biri. * Vapur, tren gibi yerlerde sınıflandırılmış, değeri yüksek olan yer. * Bir şeyin bulunduğu veya vukua geldiği yer.

MEVKİB Kafile. Alay. Atlı veya yaya giden kafile. Cemaat.

MEVKİB-İ İKBAL Talihli kafile.

MEVKİD Ateş ocağı.

MEVKİN (C.: Mevâkin) Kuş yuvası.

MEVKİT (C.: Mevâkit) Tâyin ve tesbit edilip kararlaştırılan yer veya zaman.

MEVKUD (İkad. dan) Yakılmış. Yandırılmış olan.

MEVKUF Durdurulan. Vakfedilen. Dâimi bir halde bırakılan. * Tevkif edilen. Tutulup hapsedilen. * Ait, bağlı.

MEVKUFAT (Mevkufe. C.) Bir zaman için tutulup alıkonulmuş mal veya para. * Vakfedilmiş mal, emlâk. * Gelirden artıp hazineye mâl edilen para.

MEVKUFEN Mevkuf olarak.

MEVKUFÎN (Mevkuf. C.) Tevkif edilmiş kimseler. Tutuklular. Mevkuflar.

MEVKUFİYYET Maznunun hüküm giyinceye kadar hapsedilmesi. Hapsedilme hâli. * Bağlı olma.

MEVKÛL (Vekâlet. den) Bir vekile emanet edilen.

MEVKÛLÜN İLEYH Kendisine bir iş bırakılan adam. Vekil.

MEVKUM Hüznü şiddetli olan.

MEVKUT Vakitli. Vakti belli olan. Mahdud ve muayyen olmuş vakit.

MEVKUTE Zamanı muayyen, belirli olarak çıkan matbuât. Gazete, mecmua gibi şeyler.

MEVKUZE Ağaçla vurulmuş.

MEVLA Sahib. Rabb. * Efendi. Köleyi âzad eden. * Şanlı. Şerefli. Mâlik. * Mün'im-i Mutlak olan Cenab-ı Hak (C.C.). * Terbiye eden, mürebbi. * Yardımcı, muavenet eden. * Dost ve komşu. * Azâd olan.

MEVLÂ-YI KERİM İkram sahibi olan Cenab-ı Hak (C.C.)

MEVLANA "Efendimiz, mevlâmız" mânâsında olan bu kelime, hürmeten büyük kimselere söylenmiştir. Hazret mânâsında da kullanılır.

MEVLANA CAMİ (Bak: Câmi)

MEVLANA HALİD (Hi: 1192-1242) Yüzyıl evvelinin müceddidi olduğu milyonlarca irşad ettiği kimselerin şehadetiyle sabit olmuştur. Şam'da vefat etmiştir. Hz. Osman bin Affan (R.A.) soyundandır. İlim ve takvada ve her çeşit makbul vasıflarda, devrindeki en ileri âlimlerin ve velilerin fevkinde idi. Bütün ömrünü zühd ve verâ ile geçirdi. Çok âlim ve veli yetiştirdi. Nahivde, kelâmda, fıkıhda, tasavvufda kıymetli eserler verdi. O zamanda Hindistanda bulunan Kutub Abdullah Dehleviden ders almıştı.

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ Hi: 672 de Belh'de doğdu. Konya'ya geldi ve yerleşti. Mühim eseri Farsça ve manzum yazdığı Mesnevi'sidir. İkişer mısralı kafiyeli şekilde olduğundan bu isim verilmiştir. Mevlevi Tarikatının piri ve serefrâzıdır.

MEVLEVÎ Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin tarikatından olan müslüman.

MEVLEVİYYET Mevlevilik. Mevlevi tarikından olmak. * Mollalık. * Müderrislikten sonra gelen ilmiye sınıfından oluş. * Eyâlet kadılığı; yani, bir eyâletin bütün hukuki ve kazai işlerine bilfiil bakan kadı. "Mevâli" de denir.

MEVLİD Doğma. Dünyaya gelme. * Doğulan yer veya zaman. * Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğumunu anlatan manzum eser, dini manzume. (Bak: Süleyman Çelebi)

MEVLİD-HÂN Mevlid okuyan.

MEVLİM İncitip acıtan. Elem veren.

MEVLUD Çocuk. Yeni doğmuş çocuk. * Birisinin doğması. * Mevâlid-i selâseden herbiri.

MEVLUDAT (Mevlud. C.) Belirli bir zaman içinde doğanlar.

MEVLUDÜN LEH Çocuk kendisinin olduğu tebeyyün eden, bilinen baba.

MEVMAT (C: Mevâmi) Sahrâ. Çöl. * Yazı.

MEVN Bir kimsenin zahmetini çekmek. * Nafakalarını vermek.

MEVR Başka te'sirle bir şeyin dalga gibi gidip gelmesi. Çalkanmak. * Suyun yeryüzüne yayılması. * Hayvanlardan yün almak. * Yol, tarik. * Toz, gubar. * Rücu etmek, döndürmek.

MEVRİD Varılan yer. Vasıl yeri. * Cadde. Yol. Tarik.

MEVRİD-İ NASS Nass ile gelen mes'ele. Nass olan yer. Kat'i delil olan husus.

MEVRUD (C.: Mevrudât) Gelmiş. Vürud etmiş. Gelen.

MEVRUDÂT (Mevrude. C.) Gelen şeyler.

MEVRUDE (C.: Mevrudât) Ulaşmış, gelmiş.

MEVRUS(E) Vereseye âit olan. Miras edilmiş. Miras edilen eşya.

MEVRUSAT Mirastan gelenler.

MEVS Yolmak. Traş etmek.

MEVS Ekmeği suyla ıslatmak.

MEVS Yıkamak.

MEVSIK İtimad etmek. Emniyet etmek. İnanmak. * Yemin. Sözleşme.

MEVSİL (Vusul. den) Kavşak. Kavuşacak yer. * Ek yeri.

MEVSİM (C: Mevâsim) Pazar yeri. * Arap pazargâhları. * Yılın dört kısmından biri. * Zaman. Vakit. Alâmet.

MEVSİM-İ HARİF Sonbahar, güz devresi.

MEVSİM-İ SAYF Yaz mevsimi, yaz devresi.

MEVSİM-İ ŞİTÂ Kış mevsimi.

MEVSİM BE MEVSİM Zaman zaman. Mevsimden mevsime, zamanı geldikçe.

MEVSUF Vasıflanan. Bir sıfatla tavsif edilen. * Kendisinde bir sıfat mevcud olan, kendisine bir sıfat isnad edilmiş olan.

MEVSUK Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan. * Sağlam. * Vesikalı. Delile dayanan hakikat.

MEVSUK-UL KELİM Sözlerine inanılır. Söylediği şeylere itimad edip güvenilir.

MEVSUKAN Sağlam, delile dayanır, itimad edilir şekilde.

MEVSUKİYET Sağlamlık, gerçeklik. İnanılır hâl.

MEVSUL Erişen. Vasıl olan. * Birleşmiş. Kendine başka şey vasıl olmuş olan. Bitirmiş. Vasledilmiş.

MEVSULE Bitiştirilmiş.

MEVSUM (Vesm. den) İşaretlenmiş, damgalanmış, nişanlanmış. * Ad verilmiş, isimlendirilmiş.

MEVSUME Tamamen baştan aşağı süslü zırh. * Bahar yağmuru ile ıslanmış toprak.

MEVSUT Ortada. Vasat olan.

MEVT Ölüm. Âhirete göç. Dünyadan gitmek. * Mevt, mü'minler için dünya vazifelerinden ve imtihanından bir paydostur.(Sual: Furkan-ı Hakîm'de $ gibi âyetlerde: "Mevt dahi, hayat gibi mahluktur, hem bir ni'mettir." diye ifham ediliyor. Halbuki zâhiren mevt, inhilâldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir, hâdim-ül-lezzattır... Nasıl mahluk ve ni'met olabilir?Elcevab: "Birinci Suâl"in cevabının âhirinde denildiği gibi, mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur, hayat-ı bâkıyeye bir dâvettir, bir mebde'dir, bir hayat-ı bâkıyenin mukaddimesidir. Nasılki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir. Çünki, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san'at olduğunu gösteriyor. Zira meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessüh ile, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcat-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sünbülün hayatiyle tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sünbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahluk ve muntazamdır.Hem zihayat meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayat-ı insaniyeye çıkmalarına menşe' olduğundan; "o mevt, onların hayatından daha muntazam ve mahluk" denilir.İşte en edna tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti; böyle mahluk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvisi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da, âlem-i berzahta elbette bir hayat-ı bâkıye sünbülü verecektir. M.)(Sizlere müjde! Mevt: İdam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firâk-ı ebedî değil, adem değil, tesâdüf değil, fâilsiz bir in'idam değil; belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahim tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediyye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksandokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. M.)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   111   112   113   114   115   116   117   118   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin