Mİ'MAR İmar eden. Hüner sâhibi. İnşaat plânlarını yapan ve bunların kurulmasına bakan san'atkâr. Binâ inşa eden mühendis.
Mİ'MARÂN f. Mimarlar.
Mİ'MARÎ (Mi'mariyye) Mimarlıkla alâkalı. Mimarlığa âit. * Bir yapı için mimara verilen para.
MİMHA Meni silmeye mahsus bez parçası.
MİMHAZA Yayık. (Onunla yoğurttan yağ çıkarırlar.)
MİMÎ (Mimiyye) Mim harfi ile alâkalı. İçinde mim harfi bulunan kelime.
MİMLAKA Yer düzeltecek taş.
MİMLEHA Tuzlu yer.
MİMRAZ Hastalıklı, illetli.
MİMSAH Yalancı.
MİMSAHA Adi basacak nesne. * Yüz silecek mendil.
MİMSİZ MEDENİYET Vahşilik, denîlik. Alçaklık. * Medeni kelimesinin, Kur'ân alfabesine göre "mim" harfini kaldırırsak, denî kelimesi kalır. Buna binaen, "mimsiz medeniyyet" de denî, alçak ve zâlim yerinde kullanılmıştır.
MİMTAR Yağmurluk.
MİN Arabçada harf-i cerrdir. 1- Mekân ve bir şeye başlamayı ifâde eder.Meselâ: $ "Haftadan haftaya" da olduğu gibi.2- Teb'iz için olur. Meselâ: $"Kim bir kavme benzemeğe özenirse onlardan sayılır" cümlesinde olduğu gibi. Bazılarını, bir kısmını ifâde ediyor. 3- Cinsi beyan için olur. Meselâ: $ "İşlediğiniz hayrı Allah bilir" cümlesinde "min" tebyine (açıklamaya) vesile oluyor.4- Bedel-i ivâz (karşılık) için olur. Meselâ: $ "Ahirete bedel, dünya hayatına râzı mı oldunuz" cümlesinde olduğu gibi.5- Tâlil (sebeb bildirmek) için olur. Meselâ: $ "Allah'tan korktuğu için ağlıyor." cümlesinde olduğu gibi. Önündeki kelime mef'ulün leh olur.6- İstiğrak ifadesi için olur. Gâyet, hiç bir, hiç... gibi. "Bize hiç bir yorgunluk dokunmadı" cümlesinde olduğu gibi. $ Bâzı fiiller mef'ul-ü bihini, "min" ile alır. Bu takdirde... den, dan... manası ile tercüme edilmez.7- Tahsis-i alel umum (katiyyet ifadesi) için olur. Bu da zâidedir. Meselâ: $ "Hiç kimse bana gelmedi" cümlesinde olduğu gibi. Bunlardan başka "min" harf-i icerri;fasıl mânasına, birbirine zıd iki kelimeden ikincisine dahil olur. Bâ-i cerreye, an $, fi $, ind $, alâ $'ya müradif olur. $ Rubbemâ, mânasına ve sıla olur. Lâm-ı zâide ve $ müz ve ba-i kasem yerinde de kullanılır.
MİNA Şişe, cam, billur. * Parlak saray. * Sırça. Kuyumcuların kullandıkları lâcivert renkli sırça.
MİNA' (C.: Miyâni) Liman.
MİNAFAM f. Cam mavisi, sırça renkli.
MİN'AM Çok in'am ve ihsan eden.
MİNARAT (Minare. C.) Minareler.
MİNARE (C.: Minarat) (Aslı menare'dir) Nur mevzii. Ezan mevkii.
MİNA-RENK f. Gök mavisi.
Mİ'NAS Kız doğuran kadın.
MİN-BA'D Bundan sonra, bundan böyle.
MİNBAZ Hallaç tokmağı.
MİNBER Camide hatibin hutbe okumasına mahsus kürsü. (Rif'at mânasına olan nebr'den ism-i âlettir.) (Bak: Hutbe)(... Minber, Vahy-i İlâhinin tebliğ makamı olduğundan, o vesvese-i siyasiyenin hakkı yoktur ki o makâm-ı âliye çıkabilsin. S.)
MİNBEZE Yastık.
MİNCAB Zayıf kimse. * Yeleği ve temreni olmayan ok.
MİNCAR Havan. Havan eli.
MİNCEDE Küçük asâ, küçük sopa. * Yorgancı çubuğu.
MİNCEL (C.: Menâcil) Orak. Ekin orağı.
MİNCEM (C.: Menâcim) Terâzi kolu.
MİNCERE Soğuk suya harâret veren kızmış sıcak taş. (O suya "necire" derler.)
MİN-CİHETİN Bir cihetten, bir bakıma göre.
MİNCİLAB Murdar su, pis su.
MİNDAG Hücum edecek âlet.
MİNDAS Yeyni avret, hafif kadın.
MİNDEF (C.: Menâdif) Hallaç yayı.
MİNDEL Hırslı, doymaz ve açgözlü insan. Yırtıcı kimse. * Zorba, eşkiya.
MİNDİF Atılmış pamuk.
MİNDİL (C: Menâdil) Peşkir. Mendil. Bez parçası.
MİN-EL-ARŞ İLE-L-FERŞ Arştan yeryüzüne kadar.
MİN-EL EVVEL Evvelden beri.
MİN-EL EZEL Ezelden beri.
MİN-EL KADİM Çok evvelden. Eskiden beri.
MİN-EL MÜHLİKAT Helâk edenlerden. Mühlik olanlardan.
MİNEN (Minnet. C.) Minnetler.
MİNESSERA İLESSÜREYYA (Mines serâ il-es süreyyâ) Yerden göğe kadar.
MİN-EŞ ŞEMS Güneşten.
MİNFAH (C.: Menâfih) Körük.
MİNFAK Çok fazla nafaka veren.
MİNFEHA Peynir mayası.
MİN GAYR-I HADDİN Had harici, edeb dışı olarak. * Haddim olmayarak.
MİNH (MİNHÜ) (C.: Minhüm) Ondan. (Müzekker hâli.)
MİNHA (C.: Minhünn) Bundan, ondan. (Müennes hâli)
MİNHA (C: Minah-Menâyih) Atiyye, bahşiş.
MİNHAC Meslek. Yol. Açık ve belli yol. * f. Büyük ve işlek cadde.
MİNHAC-I HİDAYET Doğru yol. Hidayet yolu.
MİNHAC-ÜS SÜNNET Sünnet yolu. Sünnet caddesi. Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) gittiği, emrettiği şeriat yolu.
MİNHAR Misafirperver. Misafir kabul edip ağırlayan.
MİNHAS (C.: Menâhis) Uğursuz şey.
MİNHAT (C.: Menâhit) Dülger rendesi. Taş veya tahta yontmada kullanılan âlet.
MİN-HAYSÜ-LAYAHTESİB Hesab edilmedik ve umulmadık yerden veya kadar (mânasında).
MİNHÜM Onlardan.
MİN.. İLA den... ye kadar.
MİNKAA Küçük taş çömlek.
MİNKAB Delecek âlet. Ateş yakmak ve tutuşmak.
MİNKAL (C: Menâkıl) Çamur teknesi.
MİNKALE Geo: Yarım dâire şeklinde dereceli geometri âleti. İletki.
MİNKAR (C.: Menâkir) Yırtıcı kuşların gagası. * Taşçı kalemi. Taş yontmağa mahsus kalem.
MİNKAR-I MAHRUT Gagaları konik biçimde ve kuvvetli olan kuşlar. (Serçe, karga gibi)
MİNKAR-I MEŞKUK Kırlangıç ve çobanaldatan gibi gagaları kısa ve çok yarık olan kuşlar.
MİNKARÎ Gaga biçiminde. Gagayı andırır tarzda.
MİNKAŞ (Minkaşe) Cımbız, kıskaç. * Demir kalem.
MİNKAZ Uzunluğuna yarılmış, boylamasına bölünmüş.
MİN KÜLL-İL VÜCUH Her yönden. Her cihetle.
MİN-MA (Mimmâ okunur) Şey, nesne. O şeyden.
MİNMAS Kıl yolacak âlet.
MİNNET İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. * Birisine iyilik etmek. * Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak.
MİNNETDAR f. Bir iyiliğe karşı minnet duyan. Yük altında kalır gibi birisinin iyiliğine karşı mahcubiyet.
MİNNETDARANE f. Minnetli olarak. Minnet eder surette.
MİNNETDARÎ f. Minnetdarlık.
MİNNETDİDE f. Minnet ve iyilik görmüş.
MİNNETKEŞ (C.: Minnetkeşân) f. Minnet altında bulunan. Minnet çeken.
MİNNETKEŞÂN (Minnetkeş. C.) Minnet altında bulunanlar, minnet çekenler.
MİNNETŞİNÂS (C.: Minnetşinâsân) İyilik tanıyan. Minnet bilir.
MİNNETŞİNÂSÎ f. İyilik tanıyıcılık, minnet bilirlik.
MİNSAF (C: Menâsıf) Hizmetkâr, hizmetçi.
MİNSAR (MİNSİR) Yardımı çok olan kimse. * Yardım edecek âlet.
MİNSEC (C: Menâsic) Çulhaların bez tarağı.
MİNSEE (MİNESSEE) Asâ, sopa.
MİNSEF (C: Menâsif) Elek. Kalbur. Külünk.
MİNSEGA (C: Menâsıg) Ekmekçilerin ekmek tozunu sildikleri nesne. * Yufka yuvarlağı.
MİNSER (C: Menâsir) Yırtıcı kuşların gagası. * Taşçı kalemi. * Yüz ile ikiyüz adet arasında olan asker. * Önlerinde ne bulunur yıkıp yakıp târumar eden asker. * Otuz ile kırk arasında olan at. * Kırktan elliye veya altmışa; ve yüzden ikiyüze kadar olan at.
MİNŞAA Çulha mekiği.
MİNŞAKKA Yarık, çukur, oyuk.
MİNŞAR (C.: Menâşir) Testere, biçki.
MİNŞEFE Sünger, bez gibi su silmeğe mahsus nesne.
MİNŞEGA Ot ve yem koydukları kap.
MİNŞEL (MİNŞÂL) (C: Menâşil) Yemek çatalı.
MİN-TARAFİLLAH Allah tarafından. Cenâb-ı Hakk'ın emriyle.
MİNTAŞ (C: Menâtiş) Kıl yolacak âlet. Cımbız.
MİNU Şişe, sırça, cam. * Zümrüt. * Cennet, firdevs.
MİNU-YU HÂK Mezar, kabir.
MİNVAL Hareket tarzı, davranış. Usul, yol. * Fayda. * Uslub, tarz. * Bez dokuyan cüllah.
MİN-VECHİN Bir bakımdan, bir cihetten.
MİNYATÜR Eski el yazısı kitapları süslemek için sulu boya ile yapılan ince resimler hakkında kullanılır bir tâbirdir. İtalyanca "minyatura" kelimesinden alınmadır. Buna vaktiyle küçük nakış demek olan "hurde nakış" denilirdi. (O.T.D.S.) * İnce bir san'atla yapılmış küçük resimler.
MİNZAR Ayna. Bakma âleti. Gözlük.
MİR Amir. Bey. Baş. Kumandan. Vâli.
MİR-İ KELÂM Güzel ve zarif konuşan.
MİRA' (Riya. dan) Riya etme, riyakârlık yapma. * Başkasının sözüne itiraz edip mücâdele etme. * İçindekinin aksini söyleme.
MİR-AB f. Bir kentin su işlerine bakan kişi.
Mİ'RAC Merdiven, süllem. * Yükselecek yer. * En yüksek makam. * Huzur-u İlâhî. Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenab-ı Hakk'ın huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir.(Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nasılki Arz ahâlisine inşikak-ı Kamer mu'cizesini göstermiş; öyle de: Semâvat ahâlisine, Mi'rac mu'cize-i ekberini göstermiştir. İşte Mi'rac denilen şu mu'cize-i âzamı, Otuzbirinci Söz olan Mi'rac Risalesi'ne havale ederiz. Çünki o risale, o mu'cize-i kübrâyı, ne kadar nurani ve âli ve doğru olduğunu kat'i bürhanlarla, hattâ mülhidlere karşı da isbat etmiştir. Yalnız, mu'cize-i Mi'racın mukaddimesi olan Beyt-ül-Makdis seyahatı ve sabahleyin Kureyş kavmi, Ondan Beyt-ül Makdis'in târifatını istemesi üzerine hâsıl olan bir mu'cizeyi bahsedeceğiz. Şöyle ki:Mi'rac gecesinin sabahında, Mi'râcını Kureyş'e haber verdi. Kureyş tekzib etti. Dediler: "Eğer Beyt-ül Makdis'e gitmiş isen, Beyt-ül Makdis'in kapılarını ve duvarlarını ve ahvâlini bize târif et." Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman ediyor ki: $Yâni: "Onların tekziblerinden ve suâllerinden pek çok sıkıldım. Hattâ öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden Cenab-ı Hak, Beyt-ül-Makdis'i bana gösterdi; ben de Beyt-ül-Makdis'e bakıyorum, birer birer herşey'i târif ediyordum." İşte o vakit Kureyş baktılar ki: Beyt-ül-Makdis'ten doğru ve tam haber veriyor...Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Kureyş'e demiş ki: "Yolda giderken sizin bir kafilenizi gördüm kâfileniz yarın filân vakitte gelecek. Sonra o vakit kâfileye muntazır kaldılar. Kâfile bir saat teehhür etmiş. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ihbarı doğru çıkmak için, ehl-i tahkikın tasdikıyla, Güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yâni Arz, O'nun sözünü doğru çıkarmak için; vazifesini, seyahatını bir saat tâtil etmiştir ve o tâtili, Güneş'in sükunetiyle göstermiştir. İşte Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ın birtek sözünün tasdikı için, koca Arz vazifesini terkeder; koca Güneş şâhid olur. Böyle bir Zâtı tasdik etmeyen ve emrini tutmayanın, ne derece bedbaht olduğunu.. ve O'nu tasdik edip emrine $ diyenlerin ne kadar bahtiyar olduklarını anla. M.)
Mİ'RAC-UN NEBİ Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) huzur-u İlâhîde yükselmesi.(Mi'râc-un Nebi : Zât-ı Ahmediyye (A.S.M.) Efendimizin seyr-i sülukundan ibârettir. Zât-ı Muhammediye'nin bütün kâinatın fevkine çıkıp, bütün mevcudattan geçip, bütün mahlukatın Hâlikı ile umumî, küllî, ulvî bir sohbetidir.)(Mi'rac meselesi erkân-ı imaniyyenin usulünden sonra terettüb eden bir neticedir. Ve erkân-ı imaniyyenin nurlarından medet alan bir nurdur. Erkân-ı imaniyyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı elbette bizzat isbat edilmez. Çünkü Allah'ı bilmeyen, peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabul etmeyen veya semâvatın vücudunu inkâr eden adamlara Mi'rac'dan bahsedilmez. Evvelâ o erkânı isbat etmek lâzım geliyor. S.) (Bak: Bast-ı zaman)
Mİ'RAC GECESİ Leyle-i Mi'rac da denir. Arabî aylardan Receb-i şeri'fin yirmiyedinci gecesidir.
Mİ'RACİYYE Mi'raca âid. Mi'rac hakkında. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) Mi'rac mu'cizesi hakkında yazılmış manzume veya bu hususta yazılan eser.
MİRADE Mancınık taşı.
MİRADES (C: Merâdis) Kuyu içinde su var mıdır diye bilmek için bıraktıkları taş. * El değirmeni.
MİRAH Sürur, neşat, sevinç.
MİR-AHUR f. Sarayda at işlerine bakan memurun ünvanıdır.
MİRALAY Alay kumandanı. Albay.
MİRAN (Mir. C.) Beyler.
MİRAN (C: Mârin) Vahşi canavar yatağı.
MİRAN AŞİRETİ Cizre havalisinde Bühti ismi ile de anılan bir aşiret adı.
MİRAR Kerreler. Def'alar.
MİRAREN Defalarca, birçok kere.
MİRAS Ölen kimseden akrabalarına ve yakınlarına kalmış olan mal, mülk.( $ olan hükm-ü Kur'anî, mahz-ı adâlet olduğu gibi, ayn-ı merhamettir. Evet adâlettir. Çünki; ekseriyet-i mutlaka itibariyle bir erkek, bir kadın alır, nafakasını taahhüt eder. Bir kadın ise, bir kocaya gider, nafakasını ona yükler; irsiyetteki noksanını telâfi eder. Hem merhamettir, çünki: O zaife kız, pederinden şefkate ve kardeşinden merhamete çok muhtaçtır. Hükm-ü Kur'ana göre o kız, pederinden endişesiz bir şefkat görür. Pederi ona, "Benim servetimin yarısını, ellerin ve yabanilerin ellerine geçmesine sebeb olacak zararlı bir çocuk" nazariyle endişe edip bakmaz. O şefkate, endişe ve hiddet karışmaz. Hem kardeşinden rekabetsiz, hasedsiz bir merhamet ve himayet görür. Kardeşi ona, "hânedanımızın yarısını bozacak ve malımızın mühim bir kısmını ellerin eline verecek bir rakib" nazariyle bakmaz; o merhamete ve himayete bir kin, bir iğbirar katmaz. Şu halde o fıtraten nazik, nâzenin ve hilkaten zaife ve nahife kız, sûreten, az bir şey kaybeder; fakat ona bedel akaribin şefkatinden, merhametinden, tükenmez bir servet kazanır. Yoksa rahmet-i Hak'tan ziyade ona merhamet edeceğiz diye hakkından fazla ona hak vermek, ona merhamet değil, şedit bir zulümdür. Belki zaman-ı câhiliyette gayret-i vahşiyaneye binaen kızlarını sağ olarak defnetmek gibi gaddarâne bir zulmü andıracak şu zamanın hırs-ı vahşiyanesi, merhametsiz bir şenâate yol açmak ihtimali vardır. M.)
MİRASHAR f. Mirasyedi. Kendine kalan mirası yiyen. Mirashor.
MİR'AŞ (MER'AŞ) Çok yüksekten uçan güvercin.
MİR'AT Ayine. Ayna. * Meşhur bir cins lâle.
MİR'AT-ÜL AYN Bir şeyin dış görünüşü.
Mİ'RAZ (C: Meâriz) Zıpkın adı verilen yeleksiz uzun ok. * Bir sözün gizli mânâsı. Ta'riz.
Mİ'RAZ Süs için giyilen güzel elbiseler.
MİRAZZA Harmanı sürecek döven.
MİRBA Ganimet malının dörtte biri.
MİRBA (MİRBÂE) Gözcülerin üstüne çıkıp baktıkları yüksek yer.
MİRBAA Asâ, değnek, sopa.
MİRBAT Davar bağlanacak bağ.
MİRBED (C: Merâbid) Ev içinde olan küçük hücre (içine esvap koyarlar). * Davar ahırı. * Davar duracak yer. * Hurma kuruttukları yer.
MİRCEL (C.: Merâcil) Kazan.
MİRDA Gemicilerin kullandıkları uzun ağaç.
MİRDİYAN (Mirdiyane) Mersin ağacı.
Mİ'RE (C: Miâr) Kin, adâvet, düşmanlık.
MİREMME Sığır ve deve gibi tırnaklı hayvanların dudağı.
MİRFA(T) İttifak etmek, bir olmak, birleşmek.
MİRFAK Dirsek. * Mutfak. Kiler. * Semânın şimal tarafında bir yıldız ismi.
MİRFAKA Dirsek yastığı.
MİRFED Büyük kâse.
MİRFEŞE Kürek.
MİRGAH Kaymak alacak âlet.
MİRHA İrhâ denilen yelmekle yelip seğirten at.
MİRHA(T) (C.: Merâhâ) Yürüyücü at.
MİRHA(T) Salıverilmiş, bırakılmış perde.
MİRHAZ (MİRHÂZA) Gasilhâne, abdesthâne, kenif. * Çamaşır tokmağı.
MİR'IZZA (MİR'IZÂ) Keçi kılının altında olan tiftik.
MİRÎ Devlete âid. Devlet hazinesine mensub.
MİRİLU Uzayan harblerde ve askerin kifayetsizliği zamanlarında aylıkla toplanan askerler. Bunlar talimsiz, intizamsız oldukları için "Nefer-i âm: Bütün halkın cenge sürülmesi" hükmünde kalıyor, bir istifade te'min olunamıyordu. Yeniçeri Ocağı'nın ilgasıyla muntazam askerî teşkilât yapılınca bu türlü asker istihdamından vaz geçilmiştir. * Hükümete ait gelir menbaları yerinde de mirilu tabiri kullanılırdı.
MİRKAK Oklava.
MİRKAM (C.: Merâkım) Kalem.
MİRKAT Merdiven. Basamak. Derece.
MİRKEN (C: Merâkin) Don yıkayacak kap. * Küçük leğen.
MİRLİVA Tugay kumandanı. Tuğgeneral.
MİRMA(T) (C: Merâmâ) Nişan oku.
MİRRE Kuvvet. * Öd. * Akıl. * Kat. * Sağlamlık.
MİRRİD Müfsid, kötü ve şerir kimse.
MİRRİH Şâd, neşeli ve mesrur kimse.
MİRRİH Uzun ok. ("Pertev oku" derler) * Yeleği olmayan ok. * Bir yıldız adı.
MİRSAD Gözetleme yeri. Rasad yeri. * Gözetleme âleti. * Suçluları gözleyip duran. * Pusu. * Suçlular için hazır bekleyen.
MİRSAD-I İBRET İbretle seyretme yeri.
MİRSAD-I TEFEKKÜR Tefekküre sebep olan.
MİRSAD (C: Merâsıd) Geniş yol.
MİRSAL (C: Merâsil) Tenbel yürüyüşlü davar. * Küçük ok.
MİRSAT Gemi demiri. Lenger.
MİRŞAH (Mirşaha) Süzgeç.
MİRŞAHA Eyer altına konulan keçeyi davardan almak.
MİRŞEKA (C: Merâşik) Terzi yüksüğü.
MİRŞEM Ekmek tozunu silecek tüy süpürge.
MİRT (C: Mürât) Yünden veya haz denilen kumaştan elbise. * Kadınların, esvapları üstüne giydikleri elbise.
MİRTAC Kapı kilidi. * Dar yol.
MİRTAC Yarış atlarının beşincisi.
MİRTAL (MİRTALE) Bulaşmak.
MİRTAZ Dinin yasaklarından sakınan kimse.
MİRVAHA (C.: Merâvih) (Rih. den) Yelpaze.
MİRVAHA CÜNBÂN f. Yelpaze sallıyan.
MİRVED (C.: Merâvid) Milve makara ortasındaki demir, mihver.
MİRYE Şek, şüphe. * Münazara. Cedel. (Bak: Temâri)
MİRZA Reis. Bey. * Büyük kimselerin çocuğu. Beyzâde. * Bazı İslâm topluluğunda iyi sülâleden olanlara, şehzâdelere, seyyidlere verilen ünvân olmakla beraber, bugün bir isim olarak çokca kullanılmaktadır.
MİRZAB (C: Merâzib) Ululuk. * Uzun ve büyük gemi.
MİRZAH (C: Merâzıh) Çekirdek ve ona benzer şeyleri dövüp ezdikleri taş.
MİRZAH Üzüm çubuğunu yerden kaldırıp bağlayıp sardıkları ağaç.
MİRZAZ Havan eli.
MİRZEBE (C: Merâzib) Tokmak.
MİS f. Bakır.
MİS' Şimal yeli, kuzey rüzgârı.
MİS'AB (C: Mesâib) Değirmen oluğu. * Havuz oluğu.
MİSAFİR Seferde olan. (Bak: Müsafir-Mukim)
MİSAHA Ölçmek, miktarını bilmek.
MİSAK Anlaşma. Sözleşme. Yeminleşme. Verilen söz.
MİSAK Sürme, gütme, sevketme. * Havada uçarken kanadını birbirine vurup uçan güvercin.
MİSAL Bir şeyin benzer hali. Benzer. Örnek. * Düş. Rüya. * Ahlâk ve âdâbla ilgili kıssa ve hikâye. * Bir şeyin örneği ve sıfatı. Kısas. * Gr: İlk harfi harf-i illet olan (yani; elif, vav veyahut da yâ olan) fiil veya kelime.
MİSAL-İ VAVÎ İlk harfi "vav" olan kelime.
MİSAL-İ YAYÎ İlk harfi "ye" olan kelime.
MİSALİYYE Misale dair.
Mİ'SAM Nabız yeri. Bilek.
MİSANE Dizgin kayışı.
MİS'AR (MİS'ÂR) (C: Mesâir) Uzun. * Ateş küsküsü yapılan ağaç. Ateş karıştırmağa mahsus âlet.
Mİ'SAR (Mi'sara) Mengene.
MİSAS El sürme, değme, dokunma. * Cima etmek. * Almak.
MİSBAH Lâmba. (Bak: Mısbah)
MİSBAH Yüzgeç.
MİSBAH-I SADRÎ Göğüs yüzgeçi.
MİSBAH-I ZENEBÎ Balıkların kuyruğu.
MİSBAR (C.: Mesâbir) Yaraya konulan fitil.
MİSBEKE Mâden eritilip dökülecek kap.
MİSDAK (Bak: Mısdak)
MİS'EB Bal konulan tulum, bal tulumu.
Mİ'SELE (Asel. den) Arı kovanı.
MİSELLE (C: Misâl) Çuvaldız.
MİSELLÎ Çuvaldızcı kimse.
MİSEM Dağlama eseri. * Dağ yapılan âlet. * Güzelin çehresindeki cemâl eseri.
MİSENN Bileği taşı.
MİSFAT Süzgeç. Tasfiye âleti.
MİSFEN Törpü.
MİSFERE Süpürge.
MİSHA(T) (C: Mesâhi) Demir kürek, bel.
MİSHAB Bel âletinin sapı.
MİSHAB (C: Mesâhib) Sacayak.
MİSHAL Eğe, törpü gibi yontma aletleri.
MİSHANE Taş parçaladıkları nesne.
MİSHAT Şarap koyacak kap.
MİSHEB Siyah at.
MİSHEL Dil, lisan. * Eğe, törpü. * Ziynet verecek nesne. * Yabâni eşek. * Dizgin.
MİSHELÂN Geminin iki tarafındaki iki halka.
MİSİL (Misl) Benzer. Eş. Nâzır. Tıpkısı.
MİSİLLİ (Misillü) Benzeri. Gibi. Aynısı.
MİSK Bir cins güzel koku ismi. (Asya'nın büyük dağlarında yaşayan bir cins erkek ceylanın karınderisi altındaki bir bezden çıkarılır.)
MİSK İLE ANBER Tamamıyla isteğe uygun. (Misk ü anber de denir).
MİSKÂ' Sıklık vermek.
MİSKAB (C: Mesâkıb) Mâden, kemik veya tahta gibi şeyleri delmekte kullanılan âlet, matkap.
MİSKAL Yirmidört kıratlık (4,5 gr. kadar) bir ağırlık ölçüsü. (Bir kırat, beş normal arpa ağırlığında olup, bir dirhemin 1/14 üdür.)
MİSKAL Devamlı tenbel olmak.
MİSKAM Hastalıklı, illetli.
MİSKA(T) (C: Mesâki) Su bardağı. Su kovası.
MİSKATA Düşürtücü ilâç veya sebep.
MİSKET Fr. Alaybozan tüfeği. Patlayan bombadan etrafa sıçrayarak tahribe, yaralanmaya ve ölüme vesile olan sert parça. Eskiden kullanılmış geniş çaplı bir silâh. * Güzel kokulu meyve. (Elma, üzüm vs.)
MİSKİN Uyuşuk, tenbel, hareketsiz. Zavallı. * Cüzzam hastası. * Fık: Kendi kendini idâre edemiyen, iktisabtan âciz, mal ve mülkü hiç olmayan kimse.
MİSKİNÂNE f. Tenbelcesine, miskincesine.
MİSL (Bak: Misil)
MİSLAH Ham iken hurması dökülen hurma ağacı.
MİSLAK Fesih lisanlı, güzel konuşan. * Kırkbeş sene yaşayan adam.
MİSLAK Fesih, beliğ konuşan kimse.
MİSLAT (C: Mesâlit) Anahtarın bir dişi.
MİSLİYET Benzeri ve misli olmak. Benzerlik.
MİSMA' (C.: Mesâmi') (Sem'den) Kulak. * Hastanın iç organlarını dinlemeğe yarıyan âlet.
MİSMAK Çadırı yükseğe kaldıracak ağaç.
MİSMAR Ensiz çivi, mıh. Demir kazık.
MİSMAR-I ÂHENİN Demir kazık.
MİSMAS Karıştırmak.
MİSMAZ Deyyus kimse.
MİSRED Büyük taş, çanak.
MİSSİK Çok cimri. Hasis ve tamâhkâr.
MİSTAH Yatık bardak. * Çadır direği. * Hurma yayıp kuruttukları yer.
MİSTAR (Bak: Mıstar)
MİSTİK Fr. Mistisizm ile âlâkalı. * Fls: Bâtıni. Kalben çok dindar. Sofi.
MİSVAK Kullanılması pek çok faydalı olan ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ehemmiyetle tavsiye ettiği, diş fırçası vazifesini de gören, hoş kokulu ve meyvesiz bir ağacın dallarından kesilip kullanılan parça.
MİSVAT Ekincilerin sürgüsü.
MİSVAT Kazan kepçesi.
MİSYON Fr. Bir vazife ile bir yere gönderilen hey'et. * Bir şahıs veyâ hey'ete verilen vazife.
MİSYONER Fr. Hıristiyanlığı neşre ve tanıtmağa çalışan kimse.
MİŞ f. Koyun, ganem.
MİŞ' Aşı dedikleri kızıl balçık.
MİŞA' Kumsuz yer.
Mİ'ŞAB Otu bol olan çayırlık yer.
MİŞAİL (Bak: Mihâil)
MİŞ'AL (C: Meşâıl) Köylülerin deriden yaptıkları ayaklı küp.
Mİ'ŞAR Mat: Onda bir. (1/10) * Bâzılarınca da binde bire denir.
MİŞ'AR Şan, şeref, haysiyet ve vakar.
MİŞAR Testere.
Mİ'ŞAR (MİŞÂR) (C: Meâşir) Dülger testeresi.
MİŞAT (Meşt. C.) Taraklar, baş taramağa mahsus taraklar.
MİŞATİYE Tarak kılıfı.
MİŞ'AT (C: Meşâi) Kuyunun toprağını çıkardıkları zenbil.
MİŞCEB (C: Meşâcib) Üzerinde çamaşır kuruttukları kafes. * Yüksek yere erişmek için yapılan sandalye.
MİŞCER (C: Meşâcir) Çamaşır asacak yer. * Mahfe ağacı. * Ağaçlık.
MİŞEZAR f. Küçük koruluk, ağaçlık, meşelik.
MİŞHAZ Bileği taşı.
MİŞİN f. Meşin.
MİŞK Aşı dedikleri kızıl toprak.
MİŞKA Tarak.
MİŞKAS (C: Meşâkıs) Ensiz uzun demir.
MİŞKAT İçine lâmba konan küçük hücre. Duvarda içine ışık konulan yer. * Kandil.
MİŞMAA Şamdan.
MİŞMAK Kağnının iki kolu. * Bir nevi araba.
MİŞMEL Kaftan altında götürüldüğü hâlde görünmeyen küçük kılıç.
MİŞMİŞ Zerdali yemişi.
MİŞRAK Her zaman güneşli olan yer.
MİŞRAT (C.: Meşârit) Keskin bıçak.
MİŞTAT Kış günlerinde oturulacak yer.
MİŞVAR Tarz, tavır, gidiş, gidişât. * Gümeçten bal peteği sağılan âlet. * Davar satılacak yer.
MİŞVARE Testi, çömlek.
MİŞVARGÂH f. Gösteri yeri. * Pehlivanların güreştikleri saha. * At pazarı. Satılık atların koşturulduğu meydan.
MİŞVAZ Sarık.
MİŞVEL Orak.
MİŞVERE Minder.
MİŞVEZ (C: Meşâviz) Tülbend.
MİŞYA' Boşboğaz. Çok konuşan.
MİŞYE Bir yürüme çeşidi.
MİŞZEB Dişli orak. * Bağcıların asma çubuğu kesecek âletleri.
MİTA' Bir şeyin son bulduğu yerin sonu. * Geniş yol. * Yolların birleştiği yer.
MİTADE Matkap başı.
MİT'AM (C.: Matâim) Çok yemek yiyen. Yemeği bol olan.
MİTAM Her zaman ikiz doğuran kadın.
MİTAN (C: Meyâtın) At yarıştırdıkları yer.
MİTAT (Bak: Midhat)
MİTE Bir nevi ölmek.
MİT'EM Bir defalık ikiz doğuran kadın.
MİTHARA (Tahâret. den) Matara.
MİTİN f.. Taşları kayaları paçalamada kullanılan büyük çekiç.
MİTİNG İng. İçtimaî ve siyasî bir mes'ele için yapılan büyük toplantı.
MİTOLOJİ Fr. Efsane bilgisi.
MİTRALYÖZ Fr. Makinalı tüfek.
MİTRES Kapı ardınca koydukları ağaç.
MİV f. Kıl.
Mİ'VAN Ahâliye yardım eden, halka yardımı çok olan kimse.
MİVE Meyve kelimesinin aslıdır.
Mİ'VEL (C.: Meâvil) Büyük taşları ve kayaları parçalamaya yarıyan sivri kazma.
Dostları ilə paylaş: |