MERAKIM (Mirkam. C.) Kalemler. Yazma işinde kullanılan âletler.
MERAKÎ Vesvese ve kuruntu içinde bulunan kimse. * (Mirkat. C.) Merdivenler, basamaklar.
MERAKİB (Merâkibe) (Araba, at, kayık, vapur gibi) binecek vasıtalar. Merkebler.
MERAKİB-İ BAHRİYE Vapur, gemi, tekne, kayık vs. gibi deniz nakil vâsıtaları.
MERAKİB-İ BERRİYE Araba, otomobil, kamyon, at vs. gibi kara nakil vasıtaları.
MERAKİD (Merkad. C.) Merkadlar, kabirler, mezarlar.
MERAKİZ Merkezler. Karargâhlar. Karar yerleri.
MERAL (Aslı, marâl'dır) Ceylan, karaca, dişi geyik.
MERAM Maksad. Niyet. Arzu. İstek. İçten tasarlanan.
MERAMBAHŞ f. Bir kimseye isteyip arzuladığı şeyi veren.
MERAMİ (Mermi. C.) Mermi atma yeri. Mermiler. * Nişan okları.
MERAMİR Çok etli, şişman kişi.
MERANET Yumuşaklık. * Bir mâdenin çekiç vasıtası ile dövüldüğünde yayılması vasfı.
MERARE (C: Merâir) Öd kesesi.
MERARET Acılık. Tatsızlık.
MERARET-İ ESARET Esirliğin acılığı.
MERASET şiddet.
MERASÎ (Mersiye. C.) Mersiyeler, ağıtlar.
MERASÎ (Mersâ. C.) Limanlar. Gemilerin sığınıp barındıkları yerler.
MERASİD (Mersad. C.) Gözetleme yerleri, rasat yerleri.
MERASİM (Mersem. C.) Resmi merasimler. Âdet hükmündeki gösterişler. Resmi muameleler. * Şiveler. Âdetler.
MERAŞİD (Merşed. C.) Gaye ve maksada ulaştıran doğru yollar.
MERATİ' (Merta. C.) Çayırlıklar, mer'alar, otlaklar.
MERATİB Mertebeler. Basamaklar. Kademeler. Dereceler.
MERATİB-İ HAYAT Hayat mertebeleri.(Birinci sual: Hz. Hızır (A.S.) hayatta mıdır? Hayatta ise niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?Elcevap : Hayattadır, fakat merâtib-i hayat beş'tir. O, ikinci mertebededir. Bu sebepten bazı ulemâ, hayatında şüphe etmişler.Birinci Tabaka-i Hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyeddir.İkinci Tabaka-i Hayat : Hz. Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yâni bir vakitte pekçok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levâzımatiyle daimi mukayyed değillerdir. Bazan istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde ehl-i şuhud ve keşif olan evliyânın, Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Hattâ makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, "Makam-ı Hızır" tâbir edilir. O makama gelen bir veli, Hızırdan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bâzan o makam sahibi yanlış olarak, ayn-ı Hızır telâkki olunur.Üçüncü Tabaka-i Hayat : Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbederler. Adeta beden-i misali letâfetinde ve cesed-i necmi nuraniyetinde olan cism-i dünyevileriyle semavatta bulunurlar. Ahirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek meâlindeki hadisin sırrı şudur ki: Ahirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfriye ve inkâr-ı Uluhiyete karşı İsevilik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasıl ki isevilik şahs-ı mânevisi, Vahy-i Semâvi kılınciyle o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevisini öldürür; öyle de: Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İsevilik şahs-ı mânevisini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevisini temsil eden deccalı öldürür... yâni inkâr-ı Uluhiyet fikrini öldürecek.Dördüncü Tabaka-i Hayat : Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur'anla şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyevilerini tarik-ı hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak kemâl-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Alem-i Berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar.. yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar.. kemal-i saadetle mütelezziz oluyorlar.. ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saâdet, şühedanın lezzetine yetişmez. Nasıl ki iki adam bir rü'yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rü'yada olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. "Ben uyansam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. Diğeri rü'yada olduğunu bilmiyor, hakiki lezzet ile hakiki saâdete mazhar olur.İşte Alem-i Berzahtaki emvât ve şühedanın hayat-ı berzahiyyeden istifadeleri, öyle farklıdır. Hadsiz vâkıatla ve rivâyatla şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sâbit ve kat'idir. Hattâ Seyyidüşşüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vâkıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevi işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vâkıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş. Hatta ben kendim Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rü'ya-yı sâdıkada, taht-el-Arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O, beni ölmüş biliyormuş. Benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor; fakat, Rus'un istilâsından çekindiği için, yer altında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz'i rü'ya, bâzı şerait ve emârâtla, geçen hakikata, bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.Beşinci Tabaka-i Hayat : Ehl-i kuburun hayat-ı ruhânileridir. Evet mevt; tebdil-i mekândır, ıtlâk-ı ruhtur, vazifeden terhistir. İdam ve adem ve fena değildir. Hadsiz vâkıatla ervâh-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri.. ve sâir ehl-i kuburun yakazaten ve menâmen bizlerle münasebetleri ve vâkıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delâil, o tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Zâten beka-i ruha dair "Yirmidokuzuncu Söz" bu tabaka-i hayatı delâil-i kat'iyye ile isbat etmiştir. M.)
MERATİB-İ İLİM Bilmek mertebeleri. (Bak: Dimağ)
MERAVİH (Mirvaha. C.) Etrâfı açık ve rüzgârlı yerler. Çöller, sahralar. Ovalar.
MERAVİH (Mirvaha. C.) Yelpâzeler.
MERAYA Aynalar. Mir'âtlar. * Tıb: Hayvanın memeye süt gelen damarları.
MERAZİBE (Merzuban. C.) Serhat beylerbeyi.
MERBA' (C.: Merâbi') (Rebi'. den) Yazlık. Yazın oturulan mesken.
MERBA'-NİŞİN f. Yazlıkta oturan.
MERBAA (MURABBAA) Dört bucaklı. * Dört katlı.
MERBAT Davar bağlayacak yer. Ahır, ağıl. * Manastır. * Tekke.
MERBU' Köle, kul, memlük.
MERBU' Orta boylu olan.
MERBUB Köle, kul.
MERBUT Bağlı. Rabtedilmiş. Mensub. Ekli. Ulaşmış, bitişmiş, bitişik.
MERBUTAN Merbut olarak. Bağlanmış ve ekli olarak.
MERBUTÂT (Merbut. C.) Rabt olunup bağlanmış şeyler. Ekli ve bağlı şeyler.
MERBUTİYYET Bağlılık. Mensub oluş. Mensubiyyet. Eklilik.
MERC (Merec) Katıştırmak. * Kararsızlık. * Iztırab. * Bozulmak. * Boşa gitmek. * Serbest bırakmak, salıvermek. * Hayvanların salındığı otlak.
MERCAN Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.
MERCANE Mercan tanesi. (Bak: Mercan)
MERCEFAN Leğen ve ibrik.
MERCİ' Merkez. Kaynak. Baş vurulacak yer. Müracaat edilecek yer. Dönülecek yer. Sığınılacak yer. * Söylenen sözün kendine fayda verdiği kimse.
MERCİ'-İ KÜLL Bütün işler için müracaat edilen makam.
MERCİ'-İ RESMÎ Bir idare veya memurun bağlı bulunduğu üst makam.
MERCİ'-İ RÜ'YET Bir işin görülmesi için başvurulan yer.
MERCU Ümid edilen. Ümid edilmiş. Rica olunan.
MERCU' Geri döndürülmüş olan.
MERCUH (Rüchân. dan) Başkası ona tercih edilmiş olan. * Fık: Mahkemede hasmından evvel müddeasını isbata salâhiyyetli olmayan şahıs. Evvelâ hak iddiaya salâhiyetli olan râcih, ikinci derecede iddiaya sahib olan ise mercuh olur.
MERCUM(E) (Recm. den) Recmolunmuş. Taşlanmış, taşa tutulmuş.
MERD f. Adam. Kişi. İnsan. Erkek. Sözünün eri.
MERD-İ GARİB Yabancı yerlere, gurbete düşmüş kişi.
MERD Misvak ağacının yemişi. * Emmek. * Silmek. Mesh etmek.
MERDA Yaralılar. Hastalar.
MERDA' (C: Merâd) Ot bitmeyen kumlu yer.
MERDAN (Merd. C.) Merdler. İnsanlar, erkekler, yiğitler.
MERDANE f. Erkekçesine. Merdcesine. Er'e yakışır surette. * Matbaada baskı, baskı makinelerinde ve ofset makinelerinde ise plâteye değerek mürekkeb vermek; ve toprağı bastırmak gibi çeşitli işlerde kullanılan silindir. * Yufka açmağa yarıyan oklava. * Erkek ayakkabısı.
MERDANEGÎ f. Cesurluk, yiğitlik, merdlik, erkeklik.
MERDBAZ f. Merd olmayan. Nâmerd. Sözünde durmayan. Orospu.
MERDBEÇE f. Yiğit oğlu yiğit. Merd oğlu merd.
MERDEGA (C: Merâdıg) Boğaz ile göğüs arası.
MERDEKUŞ Merzencüş otu.
MERDÎ f. Erlik, erkeklik. * Merdlik, cesurluk, yiğitlik. * İnsanlık, hamiyet.
MERDİVEN (Bak: Nerdbân)
MERDİYE (Bak: Marziye)
MERDUD Reddolunmuş. Kabul edilmemiş. Geri döndürülmüş. Kovulmuş. (Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduddur.)
MERDUD-ÜŞ ŞEHÂDET Şahitlikleri kabul edilmiyenler. * Fâsık, yani devamlı günah işleyenler, yalan söyleyenler, müslümanları aldatan kimseler merdud-üş şehâdettir.
MERDUDİYET Merdudluk. Kovulmuşluk, geri çevrilmişlik.
MERDÜM f. İnsan. Adam.
MERDÜM-İ ÇEŞM Gözbebeği.
MERDÜMAN (Merdüm. C.) f. İnsanlar, kişiler, adamlar.
MERDÜM-AZAR f. İnsanları inciten. Halka eziyet veren.
MERDÜME f. Gözbebeği.
MERDÜMEK f. Küçük adam. Bebek.
MERDÜMGİRİZ İnsanlardan sıkılan, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık isteyen.
MERDÜMHAR f. Yamyam. * İnsan eti yiyen vahşi hayvan.
MERDÜMÎ f. Adamlık, insanlık.
MERDÜMKÜŞ f. Katil. Adam öldüren. İnsan katleden.
MERDÜMZAD f. İnsan oğlu. Beni Adem.
MER'E (Mer'et) Kadın. Zen.
MEREB İnsan toplanan yer.ME'REBE $ (Me'ribe) : (C: Meârib) İhtiyaç. * Ümitli bulunma. Ümitvar olmak.
MEREC Kararsız ve mütehayyir olma. * Mecburi olma.
MERED Kötülükte inad. * Sakal belirmemek, sakal çıkmamak.
MEREDE (Mârid. C.) İnadçılar, muannidler, direnenler.
MEREHAN Sevinç, ferah, sürur. * Zayıf olma. * Fâsid olmak. * Kurumak.
MEREK Köy evlerinin yanında ot, saman ve yaprak gibi şeylerin ve umumiyetle hayvan yiyeceklerinin muhafazasına mahsus kârgir veya kerpiçten yapılmış bina. Samanlık.
MEREMMET Onarma, tamir. * Üstünkörü tamir edip onarma.
MERERE (C: Merirât) Sert bükülmüş kıvrık ip. * Arsa.
MERESE (C: Mires-Emrâs) İp.
MERFAK Yumuşak yer.
MERFU' Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi ettirilmiş. Ref' olunmuş. * Hükümsüz bırakılmış. * Gr: Zamme ile harekelenmiş harf. Yani: Harfin harekesi, ötre (mazmum) "u, ü, o, ö şeklinde" okunan harf.
MERFUÂT Bir yerde kullanılmak için kaldırılan eski eşya. * Gr: Mazmum olan, zamme ile harekelenmiş kelimeler.
MERFUD İhsan edilmiş, armağan olarak verilmiş, bağışlanmış şey.
MERG f. Ölüm, mevt.
MERG f. Çayır. * Sebze.
MERG Tükrük. * Salya.
MERGAM (C: Merâgım) Girecek ve kaçacak yer.
MERGAME Kahretmek. * Galip olmak.
MERGÂ MERG f. Umumi vebâ hastalığı.
MERGÂ MERGÎ Hastalıktan dolayı umumi ölüm.
MERGUB(E) Rağbet edilmiş. Beğenilmiş. Çok kıymet verilen. Çokları tarafından istenen.
MERGUL (Mergule) Kıvrılmış veya bükülmüş saç. Kıvırcık saç. * Ahenkli ses. * Kuş sesi.
MERGZAR f. Çayırlık, çimenli ve sulak yer. Mer'a.
MERH Un yoğurmak. * Deriye ve gövdeye yağ sürmek. * Yağ ile oğmak. * Bir yeşil ağaç.
MERH Fesâd.
MERHA Gözüne sürme çekmeyi âdet edinmeyen kadın.
MERHA (C: Merâhi) Değirmen yeri.
MERHABA Şâdlık, neşeli oluş. * Genişlik, vüs'at. * Müslümanlar arasında bir nevi selâmlaşma kelimesi olup, "rahat olunuz, serbest olun, hoş geldiniz" mânasında söylenir. * Nazımda medholunan kimseye hitâb olarak kullanılır.
MERHALE (Rihlet. den) Menzil. Konak. * İki konak arası mesafe. * Bir günlük yol. * Derece, kademe.
MERHALENİŞİN f. Seyyah, yolcu, turist.
MERHAMET (Rahm. den) Acımak, şefkat göstermek. Korumak, iyilik etmek. Biçârelere yardımda bulunmak. Esirgemek.
MERHAMETBAHŞ f. Merhamet eden. Merhametli.
MERHAMETEN Acıyarak, merhamet ederek.
MERHAMETGÜSTER f. Merhametli, merhamet edip acıyan.
MERHAMETPENAH f. Merhametli.
MERHAMETPERVER f. Merhametli, esirgeyici, acıyan.
MERHAMETPERVERÎ f. Merhametlilik, esirgeyicilik.
MERHAMETPERVERANE f. Acıma ve şefkat ile, esirgeyip acımak suretiyle.
MERHAMETŞİAR f. Çok merhametli.
MERHAMETŞİARÎ f. Merhametlilik, merhametli oluş.
MERHAZ (C: Merâhiz) Don yıkayacak yer. * Abdest alacak yer.
MERHEB (C: Merahib) Kaçacak yer.
MERHEM Melhem. Deriye, yaraya sürülen ilâç. * Mc: Acıyı teskin eden şey. * Kederi, derdi gideren.
MERHEMSÂ(Y) f. Merhem süren. Çare ve deva bulan.
MERHEMSÂZ f. Çare bulan. Merhemci, ilâç yapan.
MERHEMSÂZÎ f. Çare buluculuk.
MERHESA (C: Merâhis) Mertebe, derece.
MERHUB Korkulan ve kendisinden kaçılan şey. * Aslan.
MERHUM (Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş. * Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye kavuşmuş olan. Dünya imtihanından kurtulup, vazifesini bitirmiş, paydosa kavuşmuş olan. (Vefat etmiş müslüman hakkında söylenir.)
MERHUME Vefât etmiş, rahmete kavuşmuş kadın.
MERHUN (Rehin. den) Rehin edilmiş olan. Ödünç alınan bir şeyi teminata bağlamak için, onun yerine verilen herhangi bir şey. * Belirli müddetle bir şeye bağlı olan. * Edb: Mânası diğer beyit ile tamamlanan beyit.
MERHUZ Yıkanmış, gusül etmiş.
MER'Î (Mer'iyye) Riayet edilen, hükmü geçen. Makbul sayılan, hürmet edilen.
MER'İYY-ÜL HÂTIR İtibarlı. Sözü geçer.
MER'Î Görmeğe âid. Görünür olan. Gözle görülen. Manzara.
MERİ' (C: Emrâ-Emru) Otu çok olan yer. * Ucuzluk olan yer.
MERİC Çalkantılı, dalgalı.
MERÎC Muzdarip, sıkıntılı. * Çeşitli nesne, muhtelif. Karışık, muhtelit.
MERÎD Katı, yoğun. Güçlü, kuvvetli kimse. * Süt içinde ıslatılıp yumuşatılan hurma. * Baş kaldıran. Sadece fesadlık çıkaran. İnatçı. Şerli. Haddini aşmakta, azgınlıkta ve günahkârlıkta çok ileri gitmiş olan.
MERİDYEN (Bak: Hatt-ı nısf-un nehar)
MERİH Koz: Güneş etrafında seyreden seyyarelerden dünyadan sonra güneşe en yakın olanı. (Aslı: Merrih veya Mirrih okunur.) * Mars.
MERİH Beyaz servi.
MERİK Usfur otu.
MERİN Hal, durum. * Ahlâk.
MERİR (C: Merâyir) Uzun ve sağlam ip.
MERİRA (MARURE) Buğday arasında olan acı bir tohum.
MERİRE Azimet. (Ruhsat'ın zıddıdır)
MERİŞ Üzerinde kuş tüyü olan nesne.
MER'İYYAT (Mer'î. C.) Gözle görülen şeyler.
MER'İYYET Mer'î oluş. Makbul olma. Muteber olma. Hükmü geçer olma.
MERK f. (Bak: Merg)
MERK Kokmuş deri. * Derinin yününü yolmak. * Kazımak. * Nüfuz etmek, içine işlemek.
MERKAAN Ahmak kimse.
MERKAB Gözetleme yeri.
MERKAD Uyku yeri. Yatacak yer. * Mezar, kabir.
MERKAŞ Bir şeyin üstünde siyah ve beyaz noktalar olması.
MERKAT (Bak: Mirkat)
MERKEB (Rekb. den) Binilen vâsıta. Binilen şey. * Eşek.
MERKEL (C: Merâkil) Yol. * Hayvan üstüne binen kimsenin iki tarafından ayağı dibindeki yer.
MERKEZ (Rekz. den) Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hal, suret. * Şubeleri bulunan bir teşkilâtın idâre olunduğu ve emir veren yeri, makamı. Bir şeyin en işlek yeri. Teşkilât olan yerin en yüksek makamı. * Geo: Dairenin orta noktası. Çaplarının kesim noktası.
MERKEZ-İ ÂLEM Güneş, şems.
MERKEZ-İ ARZ Arzın merkezi. Dünyanın merkezi, iç tarafı.
MERKEZ-İ DEVR Hareket eden bir cismin, etrafında devrettiği nokta.
MERKEZ-İ SIKLET Ağırlık merkezi.
MERKEZ-İ TEŞRİ' Kanun yapma merkezi.
MERKEZÎ (Merkeziye) Merkeze mensub. Merkezde bulunan. Merkezle alâkalı.
MERKEZİYYET İşlek yerde, merkezde bulunmuş olmak. * Bütün işlerin bir yerden idare edilir olması, merkezleştirilmesi.
MERKU' Eski, yırtılmış elbise.
MERKUB (Rükub. dan) Üzerine binilmiş, bindirilmiş. * Üzerine binilen hayvan veya nakil vasıtası.
MERKUM (Rakam. dan) Yazılmış. Adı geçmiş. Rakamla söylenmiş. Sayılmış. * Basit ve âdi insan. (Bak: Mezbur)
MERKUM Cem'olmuş, toplanmış, birikmiş.
MERKUN Büyük havuz.
MERKUZ (Rekz. den) Dikilmiş. Saplanmış. Batırılmış. Sâbit kılınmış.
MERKUZİYET Dikilme, saplanma.
MERKUZ Tahrik olunmuş, harekete getirilmiş. * Ayakla tepilmiş.
MERMA(T) Etli, şişman kadın.
MERMAHUR Bir cins güzel koku.
MERMAK Yaramaz nesne.
MERMARE (MERMURE) Yumuşak vücutlu kadın.
MERMAZ (C: Merâmız) Harâretinden, üzerindeki yanacak gibi olan kumluk yer.
MERMERÎS Zahmet, meşakkat.
MERMİ (Remiy. den) Atılmış. * Ateşli silâhlar içine konan kurşun, gülle. Fişek.
MERMİYAT (Mermi. C.) Atılmış şeyler. * Ateşli silâhlarda atılan tâneler, mermiler.
MERMUK Mahfuz, hıfzolunmuş.
MERMUZ (Remz. den) Açıktan belirtilmeyip, işaret ve remz ile anlatılan. İmâ edilmiş olan.
MERMUZAT (Mermuz. C.) İşaret ve remz ile anlatılan şeyler.
MERMUZE (C.: Mermuzât) İşaretle anlatılmış. Remzolunmuş. Açıktan değil de işaretle anlatılmış şeyler. (Bak: Mermuz)
MERN (C: Emrân) Kürek.
MERNEA Ucuzluk.
MERNUSA Mübârek.
MERR Geçmek. Mürur etmek. * İp. * Bel dedikleri âlet. * Demir külünk.
MERRAT Kerrât. Kerreler. Birçok def'alar.
MERRE Bir hareketin bir defa olduğunu bildiren fiil. Def'a. Kerre.
MERRE-İ VÂHİDE Bir defa. Bir kere.
MERRETEN BA'DE UHRÂ Diğerinden sonra, tekrar.
MERS Ekmeği suyla ıslatmak.
MERSA (C: Merâsi) Liman. Gemilerin demir atıp barındığı yer.
MERSA-YI KOSTANTİNİYYE İstanbul limanı.
MERSAD Rasad yeri. Gözetleme yeri. (Bak: Mirsâd)
MERSED Arslan, esed.
MERSEN Burun.
MERSİN (MERSİNÎ) Mersin ağacı.
MERSİYE Birisinin ölümü hakkında yazılan, teessürü anlatan manzume.
MERSİYEHÂN f. Ağıt okuyan. Mersiye söyliyen.
MERSİYEKÂR f. Ağıtçı. Ağıt ve mersiye okuyan.
MERSUD Rasad olunmuş, ölçülüp biçilmiş, hesab edilmiş.
MERSUD Birbiri üstüne yığılmış kumaş.
MERSUM (Resm. den) Yazılmış, çizilmiş. Alâmetli, işaretli. * An'ane, gelenek, örf ü âdât. * Adı ve bahsi geçmiş. Bahsedilmiş.
MERSUS Sağlam yapı. Birbirine kenetlenmiş, kurşun veya lehim ile birbirine bağlanmış sağlam yapı.
MERŞ (MARŞ) (C.: Müruş) Tırnak ucuyla deriyi yırtmak. * Yağmur suyunun durmayıp üzerinden çabuk geçtiği yer. * İncitici söz.
MERŞA' Her hayvanın yavuzu ve yırtıcısı. * Otu çok olan yer.
MERŞE Yuvarlak cisim.
MERŞUŞ Saçılmış, dağılmış.
MERŞED Hakiki maksada ulaştıran doğru yol.
MERT f. Çevik, zinde, hareketli.
MERTA' Otlak, çayır, mer'a, çimen.
MERTA Sür'atle yelmek. Seğirtmek.
MERTEBA' Dağ üstünde olan yüksek yer.
MERTEBE Derece. Basamak. Rütbe. Pâye.
MERTEBE-İ ÂLİYE Yüksek derece, âli mertebe.
MERTEBE-İ BÂLÂ Üst derece.
MERTEBE-İ KUSVÂ En son derece.
MERTUB (Ratb. dan) Rütubetli, ıslak, nemli, yaş.
MERTUM Kırılmış, parça parça olmuş, ufalanmış.
MERTUM Zor bir işi yapmağa memur edilmiş olan.
MERTUS Bir fesleğen çeşidi.
MER'UB (Ru'b. dan) Ürkmüş, korkmuş.
MER'UBEN Ürkerek, korkarak, korku ile.
MERUE Hazmetmek.
ME'RUŞ Yer. Arz. Yeryüzü.
ME'RUZA Ağaç kurdunun yediği ağaç.
MERV Bir cins güzel koku.
MERVAHA (C.: Merâvih) Ova, çöl. Her tarafından rüzgâr esen yer.
MERVE Mekke-i Mükerreme'de bir tepenin adı olup hacılar, Merve ile Safâ arasında yedi def'a gidip gelirler. Bu, haccın rükünlerindendir. Bu gidip gelmeye "sa'y" denir.
MERVEB (C: Merâvib) Yoğurt koydukları kap, yoğurt kabı.
MERVEHA (C.: Merâvih) Ova, sahrâ.
MERVÎ Rivâyet edilen. Anlatılan. Nakledilen.
MERVİYAT (Mervi. C.) Rivayet olunmuş şeyler. Kulaktan kulağa söylenerek gelmiş olan sözler.
MERY Sağılır davarın memesini meshedip sağmak.
MERYEM İsâ Aleyhisselâmın annesinin adı. (Süryânicede hâdim mânasınadır) (Bak: Zekeriyya)
MERYEM SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 19. Suresidir.
MERZ f. Toprak, yer. * Sınır, hudut.
MERZ Parmak ucuyla çimdiklemek ve tırmalamak.
MERZA (Mariz. C.) Hastalıklar, illetler. Hastalar.
MERZA' Meme.
MERZAGA Bataklık, çamur.
MERZAT Rıza, hoşnutluk. Râzı olma, kabul etme.
MERZBAN f. Sınır muhafızı, hudut muhafızı. Sınır beyi, vâli.
MERZBUM f. Hududu belli olan memleket.
MERZE Hamur parçası.
MERZEGAN f. Cehennem. * Mangal. * Kabristan, mezarlık.
MERZENCUŞ Bir ot cinsi.
MERZGUN f. Tenâsül organı.
MERZÎ (Bak: Marzi)
MERZİH Şiddetli ses.
MERZUBAN (C: Merazibe) Mecusiler reisi.
MERZUF Ateş ile kızmış taş üzerinde pişirdikleri et.
MERZUK Rızıklanmış, ihtiyaçları verilmiş. * Bahtiyar. Saadetli, mutlu.
MERZUKİYYET Rızıklanış. Bütün mahlukatın rızkını bulması hali.
MERZUL Rezil ve kepaze edilmiş.
MERZUZ Dövülmüş. * Parçalanmış.
MERZÜBUM f. İklim.
MERZVAN f. Hudut muhafızı, sınır beyi.
ME'S İnsanların arasını bozmak, araya fesad sokmak.
MESA Akşam. Akşam vakti. Akşam olmak. * Gamlı olmak. * Öğleden güneş batıncaya kadarki vakit.
MESA' Kuyumcu eşyası.
MES'A (C. Mesâi) "Sa'y: Çalışma" manasına mimli masdar.
MES'A Çirkin yürümek.
MESAB Rücu edecek, geri dönecek yer. Kuyu ağzında su çeken kimsenin durduğu yer. * Havuz ortası. * Suyun biriktiği yer.
MESABE Derece. Menzile. Rütbe. * Sevab yeri. * Merci, melce'.
MESABİH (Misbah. C.) Lâmbalar. Fenerler. Siraclar.
MESACİD Mescidler. Namazgâhlar. Küçük namaz yerleri.
MES'AD Merdiven. İp merdiven.
MES'ADET Bahtiyarlık. Saadete sebeb olacak haslet. İyilik.
MESAET Fena ve kötü bir iş yapma. Fenalık etme.
MESAFAT (Mesâfe. C.) Mesafeler. Uzaklıklar.
MESÂFÂT-I BAİDE Uzak mesafeler.
MESAFE Uzaklık. Uzunluk. * Ara. * Bir nevi uzaklık ölçme usulü.
MESAFF (Saff. dan) (C.: Mesâff) Sıra sıra dizilme yeri.
MESAFİR (Mesfer. C.) Bir şeyin görülen tarafları.
MESAG Açlık. * Geçmesi kolay olan. * İtibar, değer. * İzin. Müsaade. Ruhsat, cevaz.
MESAG-İ KANUNÎ Kanunen izin ve ruhsat verilmiş.
MESAG-İ ŞER'Î Şeriatın verdiği izin.
MESAH (MÜSUHA) Yemeğin tatsız ve tuzsuz olması.
MESAHA Genişlik. * Genişlik ölçme.
MESAHİF Sahifeler. Kitap sahifeleri. * Kur'anlar. Mushaflar.
MESAİ Çalışma. Çalışmalar. * İş zamanı.
MESAİ-İ CEMİLE Güzel çalışmalar.
MESAİB Musibetler. * Güçlükler.
MESAİB-İ DÜNYEVİYE Dünya musibetleri ve güçlükleri.
MESAİB Felâketler. Uğursuzluklar. Suubetler. Güçlükler.
MESAİD (Mas'ad. C.) Yukarı çıkacak yerler.
MESAİD (Mas'ad. C.) (Sayd. dan) Av yerleri.
MESAİD (Mesâdet. C.) Saâdet ve mutluluğa sebep olan hâl ve ahlâklar.
MESAİL Mes'eleler.
MESAİL-İ AMÎKA Derin mevzular. Derin mes'eleler.
MESAİL-İ DİNİYE Dinî mes'eleler.
MESAİL-İ HİLAFİYE İhtilaf mevzuu olan mes'eleler.
MESAİL-İ HUKUKİYE Hukuk meseleleri.
MESAİL-İ İMANİYE İmanî mes'eleler.
MESAİL-İ ŞETTA Dağınık mes'eleler, maddeler.
MESAİR (Mis'ar. C.) Ateşi karıştırmağa yarıyan demirler.
MESAJ Fr. Sözle veya yazı ile gönderilen haber. * Bir devlet adamının veya makam sahibi şahsiyetin, diğer bir şahsiyete veya cemaate gönderdiği yazılı haber.
MESAK Bir şey ileri sürmek. * Sevk edilecek yer.
MESAK-I KELÂM Kelâmın sevk edildiği yer, maksad.
MESAKIB (Miskab C.) Delme âletleri, matkablar.
MESAKIL (Mıskal. C.) Cilâlayan veya parlatan âletler.
MESAKIT (Maskat ve Maskıt. C.) Bir şeyin düştüğü yerler. * İnsanın doğduğu yerler.
MESAKÎL (Miskal. C.) Miskaller, 1,43 dirhemlik ağırlık ölçüleri.
MESAKİN Meskenler. Oturacak yerler.
MESAKÎN (Miskin. C.) Ziyadesiyle fakir olanlar. Miskinler. Uyuşuklar. Zavallı, fakir kimseler. * Oturanlar.
Dostları ilə paylaş: |