Toplumsal sistem gerçekliĞİ


NASIL VAROLUYORSUN, ÜRETEREK Mİ, YOKSA DUYGUSAL REAKSİYONLARLA MI



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə4/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   133

NASIL VAROLUYORSUN, ÜRETEREK Mİ, YOKSA DUYGUSAL REAKSİYONLARLA MI



Varolmak, çevrenin etkilerine karşıkoyabilmek demektir. Yani, belirli bir denge durumunu ayakta tutabilme çabasıdır varolmak. En azından böyle (bu çabayla) başlar. Çevre, yani bizim dışımızdaki ilişki halinde olduğumuz şeyler (objeler, nesneler) bizi etkiliyor, bizim organizmamız da, mevcut durumunu-dengeyi korumak için bu etkiye karşı bir reaksiyon oluşturuyor, olay bu kadar basittir! İşte bu reaksiyonlar zinciridir ki, adına benlik-nefs-self dediğimiz organizmal varlığımızı temsil eden instanzın gerçekleşme biçimi-varoluş fonksiyonu bunlardır. Bu oluşumu İkinci Çalışma’da şöyle ifade etmişiz [2]:
“Duyu organlarımız aracılığıyla etkileştiğimiz bir nesnenin beynimizde nöronal modeli oluştuğu an (yani o nesneyi algılamaya başladığımız an) bu, organizma açısından mevcut denge durumunu etkileyen yeni bir olaydır. O an’a kadar, başka nesnelerle ilişkileri esnasında, bu ilişkiler içinde gerçekleşen organizma, yeni bir nesneyle ilişkinin başladığı o ilk an’da, izafi bir başlangıç durumunda (initial state), izafi bir denge halinin bir parçası olarak düşünülmelidir. Sıfır denge haline denk düşen böyle maddi bir gerçeklik, böyle bir durum bulunmadığı halde, bu türden potansiyel bir başlangıcı (initial state) hesaba katmadan, daha sonra bu zemin üzerinde gerçekleşecek ilişkileri anlamak da mümkün değildir”.
“Gerisi kolay! Nesnenin etkisiyle bozulan dengeyi yeniden kurmak için çaba sarfetmek kalıyor geriye! İşte, o andan itibaren, organizmanın yapacağı bütün faaliyetlerin çıkış noktası, özü budur. Nesnenin etkisine karşı tepki olarak nöronal bir reaksiyon modeli oluşturmak ve sonra da kendi motor sistemi (organlar) aracılığıyla bunu gerçekleştirmek.. Bütün o “yaşamı devam ettirme” (survive) mücadelelerinin, “çevreye uyum” (adaptation) çabalarının özü, esası budur. Yani böyle başlıyor hikâye... Organizma, bütün bu orkestral faaliyetlerinin toplamıyla, bunların süperpozisyonuyla temsil olunuyor ve oyunda yerini alıyor. Dışardan baktığınız zaman, sürekli, arası hiç kesilmeden yapılan bir yeniden varoluş çabasıdır hayat! Gerçekte ise “süreklilik” diye birşey yoktur. Bir süreç biter diğeri başlar. Ama aradaki o “sıfır noktasının” maddi bir varlığı olmadığı için biz bu süreci (yaşam sürecini) hep “sürekli” olarak algılarız”.
“Her objeye karşı yeniden oluşan bir süreçtir bu, var oluşun üretim sürecidir. Her seferinde, organizma açısından “dış unsur” olan bir nesne sisteme alındığında (etkide bulunduğunda), orkestral bir faaliyetle bu “alınma” işlemini gerçekleştiren sistem (organizma), hemen bunun ardından da, sistemin içindeki mevcut bilgiyle bu etkiyi işleyerek ona karşı bir reaksiyon modeli oluşturur. Sonra da, orkestranın elemanları olarak organizmanın bütün alt sistemleri bu nöronal notadan kendilerine düşen kısımları çalarak müziği gerçekleştirirler. Orkestranın çaldığı müziğin notalarına, yani besteye “protoself”[6] dersek, orkestra elemanlarının faaliyetleriyle birlikte ortaya çıkan toplam orkestral faaliyet de sizin nefsinizdir (self)”.
“Her ilişkiyle yeniden oluşan bu nesne-duygusal reaksiyonlar zinciri, hafızaya da gene böyle, nöronal düzeyde nesneyi ve organizmayı temsil eden bir (AB) sistemi olarak kaydedilir. Yani bizim, hafızadaki “duygusal deneyimler” dediğimiz şeyler, bir ucunda nesnenin, diğer ucunda da organizmanın bulunduğu nöronal ağ’lardan başka bir şey değildir. Bu durumda, söz konusu deneyimlere ilişkin bilgiler de sistemin içinde karşılıklı ilişkilerde kayıtlı olan bilgilerdir. Duygusal deneyimlere dayanan bu bilgileri, daha sonra göreceğimiz bilişsel bilgilerden ayıran en önemli özellik budur. Bilişsel bilgi bağımsız bir üründür, bir sentezdir. Babası nesne ise, annesi de organizmadır. Ama o, “çocuk” olarak bunlardan bağımsızdır. Duygusal deneyimlerin sonucunda ise böyle bir sentez oluşmaz. Bilgi, daima, sistemin içinde, onun bilgisi olarak (implizit ya da eksplizit bir şekilde) kalır.4 Bilişsel bilgi ise daima “eksplizit”tir. Her zaman hafızadan indirilerek tekrar kullanılabilir. Örneğin, bisiklete binmeyi öğrenmek implizit bir bilgi edinme sürecidir. Organizma-bisiklet sisteminin yerküreyle ilişkisinden oluşan duygusal deneyimlerin iç evrimine dayanır. Kitaplardan okuyarak öğrenemezsiniz bunu! Ama bilişsel bilgiler öyle değildir. Bunlar, nasıl üretildiklerinden bağımsız olan ürünlerdir. Hafızaya da böyle kaydedilirler”.
“Bilişsel anlamda bilgi üretimi sürecinde o an’a kadar doğanın karşısında edilgen-reaksiyoner durumda olan organizmanın, artık bu pasif konumunu bırakarak, belirleyici, aktif unsur haline geldiğini görüyoruz.5 Plan yapan ve problem çözen aktif bir unsurdur artık organizma. Sistemin aktif, dominant (baskın-belirleyici) unsuru olarak nesneyle etkileşir, onu değiştirir (processing) ve ürün adını verdiğimiz bir sentezin oluşmasına yol açar. Bu ürün, bilgi olarak önce beyinde oluşur. Çünkü, etkileşme önce beyinde gerçekleşir. Sonra da, organizma bu bilgiyi motor sistemi aracılığıyla işleyerek maddi bir gerçeklik haline getirir”.
“Burada çok önemli bir nokta var. Bilgi üretimi süreciyle (cognitive processing) duygusal deneyimler (emotional experience) arasındaki farkı ifade ederken, az önce dedik ki, bilgi üretimi süreci Çalışmabelleğindeki İkinci Etkileşmenin ürünüdür. Peki, nasıl gerçekleşiyor bu? Duygusal deneyim zemini olmadan bilgi üretimi olabilir mi? Önce, organizmayı temsil eden nöronal modelin, nesnenin etkisine karşı bir reaksiyon modeli olarak ortaya çıkması-oluşması gerekmiyor mu? Önce bu zemin, bu esas var oluş biçimi6 gerçekleşecek ki, ancak ondan sonra, var olan bir şeyin (organizmanın) nesneyle Çalışmabelleğinde ikinci kez etkileşmesi söz konusu olabilsin. Yani, duygusal benlik (self) olmadan, oluşmadan, bilgi üretimi süreci (cognitive processing) de olmaz. Bilgi üretimi süreci, bir binanın ikinci katı gibidir. Duygusal benlik ise, binanın temelini ve birinci katını oluşturur”[2].

TOPLUMSAL VARLIK-SÜRÜNÜN VARLIĞI

Evet insan iki katlı bir bina gibidir, alt katında kendi içindeki hayvan oturur; duygusal benliğiyle insanın içindeki hayvan! Üst katta oturan insanı kendi içindeki-varlığındaki bu hayvandan ayıran tek özellik, onun bilgi üretebilme yeteneği oluyor. Ama ilginç olan şu ki, üst kattaki insanın bu işi yaparak gerçekleşebilmesi-varolabilmesi için, mutlaka, alt kattaki hayvanın da kendi duygusal benliğiyle bu sürece katılması gerekiyor.


Tek bir elementin (insanın) yapısı böyle olunca, bu türden elementlerin (insanların) oluşturduğu, insan toplumu adını verdiğimiz sistemin yapısı da buna uygun oluyor. Yani insan toplumları da gene öyle iki katlı bir bina gibi oluşuyor. Alt katta gene bir hayvan, bu sefer toplumsal bir hayvan oturuyor! İnsan toplumu ise, bilgi üretme yeteneğiyle gene üst kattaki komşu! Gene aynı şekilde, alt kattaki toplumsal hayvan duygusal benliğiyle gerçekleşmeden üst kattaki bilişsel bir varlık olan insan toplumu da gerçekleşemiyor.
O halde sürü, yani elementlerini hayvanların oluşturduğu hayvanlar topluluğu, toplumsal varoluşun ilk-ön aşamasıdır. Ve her insan toplumunun içinde son tahlilde bir de sürü bulunur! Bu anlamdadır ki, eskiler insanı ve insan toplumunu at-binici ilişkisine benzetirler. Buradaki at insanın kendi içindeki hayvan oluyor. Binici de, bilgi üretme yeteneğine sahip olduğu için kendi içindeki hayvanı yöneten insanı temsil ediyor.
İnsan toplumu bilişsel, yani bilgi üretebilen bir sistem iken, hayvan toplumu-sürü, varlığı duygusal reaksiyonlarla gerçekleşen basit-reaksiyoner bir sistemdir. Ama her iki durumda da esas olan çevrenin karşısında hayatta kalabilme mücadelesidir. Hayvan, bu mücadeleyi, bireysel olarak ve sürü düzeyinde duygusal reaksiyonlar çerçevesinde yaparak varolurken, insan ve insan toplumu bu varoluş kavgasını “İkinci Etkileşmeyle” bilgi üretimi düzeyine taşıyarak bu düzeyde vererek gerçekleşiyor
Bir örnek verelim. İki milli takım arasında futbol maçı oynanıyor diyelim. Bunlar A ve B takımları olsunlar. A ve B takımlarının ait oldukları ulusların futbolla ilgilenen bireyleri, bu maç oynanırken, kendi varlıklarını milli takımlarının varlığıyla-oyunuyla bütünleştirirler. Bu nedenle, seyircilerin maç sırasında gösterdikleri reaksiyonlar tamamen toplumsal-ulusal duygusal reaksiyonlardır. Bu türden duygusal reaksiyonlar sadece insanlara özgü şeyler değildir. Aynı türden duygusal reaksiyonlara hayvan toplumlarında-sürü içinde de raslarız. Ama toplumsal bir varlık olarak insan bilgi üretimi yeteneğine de sahip olduğundan, yukardaki örnekte, bir yandan maça ilişkin duygusal reaksiyonlara sahip olurken, o, buna bağlı olarak, olayı bilişsel kontrolü altına da alır. “Bu bir spor karşılaşmasıdır, kim iyi oynuyorsa o kazansın” diye düşünür. “Daha iyi oynayarak bundan sonraki maçı kazanabilmemiz için şunları şunları yapmamız gerekir” sonucuna varır. Yani insan, bilişsel faaliyetle, bilişsel kimliğiyle duygusal reaksiyoner varlığını kontrol altında tutup onu yönetir. İşte insanı hayvandan ayıran yan budur.
Bir diğer örneği de sınıf mücadelesi ortamından verelim. A ve B, varoluş koşulları biribirlerinin karşıtı olan iki toplumsal sınıfı temsil etsinler. Bu demektir ki, A ve B karşılıklı etkileşme ortamı içinde duygusal toplumsal varlıklarıyla biribirlerini yaratarak gerçekleşirler. Ama eğer bunlar, bu sınıflar, bu duygusal kimliklerinin-varlıklarının ötesinde bilişsel bir kimliğe-varlığa da sahip olmasalardı, o zaman toplumsal varoluş süreci bu iki sınıf arasındaki duygusal mücadelelerle sürekli bir, karşısındakini yoketme savaşı alanına dönerdi. Fakat ne oluyor, bir yandan bu sınıflar mücadele içinde duygusal-toplumsal kimlikleriyle oluşurlarken, diğer yandan da, bilişsel olarak kendi duygusal varlıklarını kontrol altına alıyorlar. Biribirlerini yok etmeye yönelik sınıf mücadelesini bir üst düzeydeki bilgi üretimi sürecinin aracı haline getiriyorlar. Buna bağlı olarak da tabi, toplumsal gelişme sürecinin o an içinde bulunulan aşamasına özgü problem çözülmüş, bir üst basamağa çıkılmış oluyor.
Sürü ise, her biri kendisi için var olan, kendi varlığını çevreyle etkileşme süreci içinde bireysel olarak gerçekleştiren elementlerden oluşur. Bu, elementleri (hayvanlar) arasındaki bağların çok zayıf olduğu basit bir sistemdir. Bağımsız “agent’lerden” oluşan bir toplamdır adeta. Elementlerin varlığı için sürünün varlığı şart değildir. Birey kendi varlığını sürüden bağımsız olarak kendi çabasıyla ürettiği için, sürüyü oluşturan elementler arasındaki bağlar çok zayıftır. Her an dağılıp, sonra tekrar bir araya gelebilirler bu elementler. Bireylerin, ancak ihtiyaç duydukları zaman, belirli ortamlarda bir araya gelmeleri de mümkündür. Ya da, bazı hayvan türlerinde olduğu gibi, sürüyü oluşturan bireyler hep bir arada da bulunabilirler, ama bu olayın özünü değiştirmez. Bir arada oldukları zaman bile ayrı ayrıdırlar! Sürü, sürüdür!

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin