BU SÖYLEDİĞİMİZ6 DİĞER İSLAM ALAMETLERİ İÇİNDE GEÇERLİDİR
İki risalede de bu konuda bazı alıntılar yapılmıştır. Meselenin özeti şudur: İslam alameti olan; kelime-i tevhid, namaz vb. alametler, bunun hilafına (küfür ameli) bir şey izhar edilmediği müddetçe kişiye İslam vasfı kazandırır.
Önceki başlıkta ifade ettiğimizi burada da söylüyoruz. Bir şeyin İslam alameti olması, sahibine İslam hükmü verdirebilmesi için, onun İslam ümmetine has ve Müslümanları diğer milletlerden ayıran belirgin bir şey olması lazımdır.
Resulullah (s.a.v) döneminde Müslümanların kıldığı şekliyle namaz sadece onlara has olduğundan Allah Resulu namazı İslam alameti saymıştır. “kim bizim namazımızı kılar, kıblemize yönelir, kestiğimizi yerse o Müslüman’dır…” manasında başta sahiheyn7 olmak üzere birçok kaynakta hadisler vardır.
Yalnız muasır ilim adamları bu alametleri müctehid imamların anladığı gibi anlayamamışlar ve sonraki zamanlarda bunlar alamet sayılmamıştır. Çünkü Resul döneminde bilinen şekliyle namaz sadece Müslümanlara ait olduğundan Resulullah (s.a.v) onu alamet saymıştı. Daha ileriki zaman içerisinde namaz bu vasfını yitirip, hem Müslüman hem de başkaları tarafından kılınmaya başlayınca, yani Müslümanları diğer milletlerden ayırma özelliğini yitirince âlimler kelime-i tevhid de olduğu gibi namazda da tafsilata gitmişlerdir. Bununla ilgili olarak nakillere geçmeden önce şu noktaya dikkat çekmek inşallah faydalı olacaktır. Resulullah (s.a.v) döneminde hac, zekât vb. ameller İslamın temellerinden olmasına rağmen alametlerinden sayılmamıştır. Bunun aksine kelime-i tevhid ve namaz İslam alameti olarak sayılmıştır. Bunun sebebi şudur: O dönemde kelime-i tevhid ve namaz sadece Müslümanlara has olup, onları diğer dinlere mensup olanlardan ayırıyordu. Hac, zekât, sadaka gibi ameller ise hem müşrikler hem de Müslümanlar tarafından icra edildiğinden İslam alameti sayılmamıştır. Zaten alametin manası da budur. Yani bir şeyi başkalarından temyiz eden ayırandır. Öyleyse İslam alameti olup sahibine İslam hükmü verecek amel sadece Müslümanlara ait olmalıdır. Bugün namaz hem Müslümanlar hem de müşrikler tarafından icra edildiği için alametlik vasfını yitirmiştir. İslam ümmetin birçok alimleri de bunu böyle anlamıştır.
İmam Nevevi Mecmu’ da 4/221 (Sıfatu’l eimme) şöyle der: “Daha öncede zikrettik ki bizim mezhebimizde meşhur olan mücerred namazla bir kimsenin İslam’ına hükmolunmaz ve nitekim bu Evzainin, İmam Malikin, Ebu Sevrin ve Davudun mezhebidir. Ebu Hanife ise; eğer mescidde namaz kılarsa ister cemaatle kılsın ister kendi başına ya da mescit dışında ama cemaatle namaz kılarsa islamına hükmolunur… İmam Ahmet ise ister cemaatle kılsın ister münferid İslam’ına hükmedilir.” Sonrada delilleri zikreder.
Dikkat edersen kardeşim cumhur mücerred namazı İslam hükmü için yeterli saymamıştır. Mücerred namazı yeterli gören sadece imam Ahmet’tir. Oda yukarda geçen hadisten delil almıştır.(Kim bizim namazımızı kılar…)
İmam Kurtubi; Nisa suresi 94. ayetin tefsirinde şöyle demektedir: “7. Mesele: Eğer namaz kılar veya İslam dinine ait olan bir fiili yaparsa, âlimlerimiz ihtilaf etti. Tefsirci İbni Arabî dedi ki: Biz onun bu namazla Müslüman olmayacağını düşünürüz. Nitekim namaz kılan kimseye; bu namazdan kastın nedir? Diye sorarız. Eğer derse ki; bu kıldığım Müslüman namazıdır! Denir ki öyleyse kelime-i tevhidi söyle, eğer söylerse doğru olduğu açığa çıkar, şayet söylemezse biliriz ki oyun oynuyordur…” Bizler buna muhalif âlimlerin olduğunu biliyoruz. Anlamadığımız şey keseden uydurma icmalarla muhaliflerini cehalet, aşırılık ve taassupla suçlayanlardır. İnsan cahil oldu mu dünyaya kendi penceresinden bakar. Bir konuda tahkik8 ehli olmayan bunun yanında sayılı birkaç muasır âlimin kitabını okuyup, dünyada başka görüş yok zanneden, bununla beraber muhaliflerini her ortam da her yazıda taassupla suçlayanları ise Allah’ a havale ediyoruz...
Evet, böyle bir dönemde İslam alameti olur.9 Âlimler de onu yapanın İslam’ına hükmedileceğini bildirirler. Fakat zamanın değişmesi ve fiilin alametlikten çıkıp müşriklerle Müslümanlar arasında ortak olması halinde artık onunla İslam’a hükmedilmez.
Bu konu üzerinde görüş bildiren muasır10 âlimler çelişki içerisindedirler. Burada yeri gelmişken şunu da ifade etmek isteriz; biz onları severiz, sözleri bizim için kıymetli ve değerlidir. İlim talep ettiğimiz ilk dönemlerde –Allah’ın lûtfuyla- rabbimiz bizlere bu âlimlerin kitaplarını, birçok şeyleri görmemize ve anlamamıza vesile kılmıştır. Ama asla yanlışlarında ve çelişkilerinde onlara tabi olmayız. Risalenin11 yazarının bizlere yaptığı gibi en çirkin vasıfları aklımızdan dahi geçirmeyiz. Çünkü biliriz ki bizler; her ihtilaf12 zıtlığı gerektirmez. Özellikle bize muhalif olan kimse sözlerinde ve amellerinde şirkten kaçınmış bir muvahhidse…
Bu konuda El-Cami’i kitabında Şeyh Abdulkadir bin Abdulaziz (2/625-630) bizim gibi düşünen kardeşleri eleştirdikten sonra şöyle der;
“Bir kimseye İslam hükmü vermemizi gerektiren alametler:
Bu alametler öyle alametlerdir ki bir şahıstan sadır13 olduğunda İslam’ına hükmedilir. Yalnız bu alametlerin İslam hasletlerinden olması gerekir. Öyle ki başka milletlerden kimse o fiillerde Müslümanlara iştirak etmemelidir. Sadaka, anne babaya iyilik, zorda olana yardım bunlar hep İslam şubelerindendir. Fakat Müslümanlara has fiiller değildir, kâfirlerde yapar, Müslümanlarda yapar. (Bu sebepten dolayı şeyh; bu fiilleri hükmü İslam için alamet saymaz…)
İslam alametini böyle tarif ettikten sonra; bir kimsenin şahadet kelimesini söylemesi, ben Müslüman’ım demesi, mücerret olarak namaz kılması gibi şeyleri örnek olarak verir ve konu içinde geçen delilleri sayar.
Şimdi diyoruz ki Allah şeyhimizi korusun, onu sabit kılsın alameti tarif etmesi doğrudur. Fakat verdiği örnekler bu zaman için doğru değildir. Evet, namaz, kelime-i şehadet’ in söylenmesi, Resulullah(s.a.v) zamanında Müslümanları diğer milletlerden ayırıp onlara has fiiller olduğundan dolayı Resulullah(s.a.v) bunu İslam alameti olarak saymıştır. Fakat bu fiiller bugün şeyhinde örnekte belirttiği gibi hem Müslüman hem kâfirin yaptığı, sadece Müslümanlara has olmayan fiiller haline gelmiştir. Nasıl ki o dönemde sadaka, anne babaya iyilik, şirk ve İslam ehlinin ortak fiili olduğunda –şeyhinde ifadesiyle- İslam alameti olmamıştır ve sayılmamıştır işte bugünde hem tevhid ehlinin hem de şirk ehlinin söylediği kelime-i tevhid ve namaz İslam alameti olamaz. Çünkü şirke ve küfre girdiği ortada olan ve hiçbir şekilde İslama girmemiş ve kendini Müslüman zanneden herkes namaz kılıyor ve kelime-i şehadet getiriyor. Bunun gibi bir durum risale selasiniyyede de (30 risale diye Türkçeye çevrilmiştir) Şeyh Ebu Muhammed El-Makdisi –Allah onu korusun- geçerlidir. 3.hata beyanında (121-122): “İslam hasletleri Müslümanlara has olan ve sair milletlerde olmayan şeylerdir” diye tarif eder… “Sadaka, bazı hayır amelleri, güzel ahlak… Bunlar tek başına İslama hükmetmeye yeterli değildir. Her ne kadar İslam olduğuna işaret eden ve gösteren fakat araştırma gerektiren şeyler olsa da” Daha sonra Şeyh İslam alametine (günümüz için): Kelime-i şehadet’ i söylemeyi; ben müslümanım demeyi, namazı, delilleriyle zikreder. Şeyh bu alametlerin görüldüğü insanlara Müslüman muamelesi yapmayanları da hatalı olduklarını uzunca anlatır.
Yukarda söylediğimiz şeyi burada da söylüyoruz. Şeyh’ in yaptığı tanım ve getirdiği örnekler tamamen; namaz ve kelime-i şehadeti söyleyen kimsenin yaşadığı dönemde bunların İslam alameti ve Müslümanlara has olan ameller olduğu dönemler için geçerlidir. Nitekim günümüzde bu zikredilenler sadece Müslümanlara has olup onları diğer milletlerden ayıran alametler değildir.
Hanbelîler, namazı mutlak olarak İslam alameti sayarlar dedik. Fakat Hanbelîlerin namazın İslam alameti oluşuna dair zikrettikleri sebep ve suret günümüze yine uymamaktadır.
İbni Kudame (r.a) El-muğni kitabu’l mürted de: “Kâfir namaz kıldığında İslam’ına hükmedilir, ister darul-harp te olsun, ister darul-İslam da olsun.” der ve sözlerine şöyle devam eder; “Çünkü namaz Müslümanlara has olup kâfirlerin fiillerinden temeyyüz eden fiillerdendir. İslam’ına hükmedilmesi için kâfirlerin namazında farklı olarak içinde kıbleye yönelme, rükû, secde olan namaz kılması gerekir.” 14
Dikkat edilirse İbni Kudame kâfirlerde olmayıp sadece Müslümanlarda olan namazı İslam hükmü için alamet saymıştır. Kâfirlerde olduğu takdirde mutlaka onlarınkinden farklı özelliğe sahip bir namaz olması gerektiğine dikkat çekmiştir.
Yine Hanbelîler namazın İslam alameti olmasını içinde kelime-i şehadet’i barındırmasına bağlamışlardır. İlk konuda ispat ettiğimiz gibi, bu toplumun kelime-i şehadeti sahih değildir ki, şirkten teberriye ve İslama girişe alamet olma vasfı yoktur ki, kelime-i şehadetin içinde geçtiği namaz alamet olsun.
İslam alametini, tanımını anladıktan sonra şunu deriz; bir zamanda İslam alameti olan bir şey, başka bir zamanda İslam alameti olma niteliğini yitirdiğinde, İslam alameti olmayabilir. Allah c.c. İslam alameti olmayan oruç, hac, sadaka vb. amellerden daha basit olan, mertebe olarak daha düşük olan selamı İslam alameti saymıştır. “Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa gittiğiniz zaman mümini kâfirden ayırdedinceye kadar araştırma yapınız. Sakın ha, size selâm verene, dünya hayatının gelip geçici metaına göz dikerek “sen mümin değilsin” demeyiniz. Zira Allah katında birçok ganimetler vardır. Siz de daha önce öyleydiniz. Allah size nimet (ihsan) etti. Öyleyse iyice araştırınız. Ve hakikati bulunuz. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(Nisa 94)
Bu ayetin nüzul sebebi olarak birden fazla olay rivayet edilmiştir.
İmam Buhari: İbni Abbastan şöyle nakleder; Bir Adam hayvan sürüsü ile gelirken sahabeden birilerine rastladı. Adam onlara “Es-selamun aleykum” dedi, sahabeler buna rağmen adamı öldürdüler ve adamın sürüsünü ganimet olarak aldılar. Bu olayın sonrasında bu ayet indi. 15
Ayetin meşhur olan nüzul sebebi bu olmakla beraber, bazı rivayetlerde ise şöyle geçer;
-
Savaşta malı olan bir adam “La İlahe İllallah” dediği halde sahabe onu öldürmüş ve ayet inmiştir.
-
Bazı rivayetlerde ise Üsame bin Zeydin meşhur kıssası16 üzerine indiği zikredilmiştir.
-
Bu olay cahiliye de aralarında düşmanlık bulunan iki kişi arasında cereyan etmiştir. İki kişiden biri selam verdiği halde, diğeri aralarında ki eski düşmanlıktan dolayı diğer kimseyi saldırıp öldürmüştür. Bunun üzerine ayet inmiştir.
İmam Kurtubi tefsirinde; olabilir ki bu vakıalar yakın zamanda cereyan etmiş, ayet hepsi için inmiştir, değerlendirmesini yapar. (3/226)
Fethu’l Bari’de, İbni Hacer (4591 nolu hadisin şerhinde): “Farklı rivayetleri zikrettikten sonra, ayetin farklı iki olay hakkında inmesine mani (engel) yoktur.”der.
Yalnız İmam Buhari’ nin İbni Abbastan naklettiği rivayet ayetin zahirine de uygundur. Çünkü cahiliye de insanların selamlaşma şekli farklıydı. Müslümanların selamı ise sadece onlara ait olan ve onunla tanındıkları için Es-selamun aleykum şeklindeydi. Daha sonra ehli kitapta Müslümanlara bu şekil selam vermeye başlayınca buda alametlikten çıktı.17 Hafız İbni Hacer hadisin şerhinde: “Ayette; kim İslam alametlerinden bir şey izhar etti mi onun kanı malı imtihan edilmeden helal olmaz. Çünkü selam lafzının Es-selam olarak denmesi halinde, ne manaya geldiği ihtilaflı olmakla beraber; boyunduruk altına girmek manası muhtemeldir. Bu da İslam alametidir, çünkü İslam’ın lügat manası da boyunduruk altına18 girmedir. Bu zikrettiğimiz sebepten dolayı; sadece selam verene İslam hükmü uygulanması ve İslam hükmü verilmesi lazım gelmez. Bilakis bu kimsenin kelime-i şehadeti telaffuz etmesi lazımdır. Bunda (kelime-i şehadet telaffuzun da) ehli kitap ve dışındakilerde ise tafsilat gözetilmesi gerektiğinin” delilinin olduğunu söyler...
İmamın yapmış olduğu bu açıklamada, selam veren kimse, Yahudi ise; Peygamberimizin getirmiş olduğu dini kabul etmesi de gerekir ayrıca bunun dışında bir dindense o dinden teberri etmesi gerekir.19
Ayrıca şu nokta bu konunun açıklığa kavuşmasında yardımcı olacaktır. İbin Kudame muğni kitabında; namazla insanın İslam’ına hükmedilmesini açıklarken “Kâfir hac yapsa da onun İslam’ına hükmedilmez. Çünkü müşriklerde yapıyordu” Şeyh Makdisi (risale 126): Hac İslam alametidir. İbni Kudame’nin muğni de zikrettiğine iltifat edilmez. Evet, ilk başta hac ibadeti hem müşrikler hem Müslümanlar yaptığı için İslam alameti değildi. Fakat sonra Allah tevbe 28 ile müşriklere haccı yasakladı, Resul de “Bu yıldan sonra müşrik hac yapamaz dedi” o günden sonra hac İslam alameti oldu. Çünkü sadece Müslümanlara hac ibadeti yapar oldu.
Bak kardeşim: Resul zamanında alamet olmayan bir şeyi Şeyh Müslümanlara has olma illetiyle alamet saymıştır. Bizde aynı şekil bunun çelişki olduğunu ve bu amellerin bugün vasfını yitirdiğini söylüyoruz.
Şöyle bir misalle bu konuyu kapatmak istiyorum. 22 Temmuz Pazar demokratik seçimler yapıldı. Siz bir caminin önünden geçiyorsunuz. Günlerden Cuma (seçimlerden bir hafta sonra) ve camii tıklım tıklım, herkes namaz kılıyor, sizce o camii de bulunan kaç kişinin parmağında mürekkep yoktur. Akıllı olan ve insaf sahibi olan bir kimse ; % 1 dahi diyemez. Çünkü bu toplumla iç içe yaşayan bizler çok iyi biliyoruz ki halkın %99’ u oy kullanmıştır. Hem de hiçbir seçim afişinde çözüm İslamdır20 yazmayan partilere! Neye, kime ve ne için oy verdiğini ta ilkokuldan beri herkesin bildiği bir ülkede.21
Hatta hilafetin kaldırılıp cumhuriyetin kuruluşu veya büyük tağutun ölüm yıl dönümü münasebetiyle imam hutbeden bayram veya yas diye o günün anlam ve önemine dair hutbe verecek ve cemaatte âminleriyle eşlik edecekler. Biz de o namazdan dolayı bunlara Müslüman muamelesi yapacağız öylemi?
Biz biliyoruz ki; ne bu namaz ne de söyledikleri kelime-i tevhid, içinde bulundukları küfürle beraber onların İslam’larına alamet olamaz. İçinde oldukları bu hal zan değil, bu toplumda yaşamış her Müslüman’ın yakinen bildiği bir şeydir. Bilakis aksini düşünmek asla zan mertebesine ulaşmayacak vehimdir. Önceki başlıkta sorduğum soruyu tekrar soruyorum. Namazına güvenerek İslam hükmü uyguladığınız, daha sonra muvahhid olduğuna şahit olduğunuz insan sayısı kaçtır? Peki, bu durumda biz mi yakinen sabit olanı zanla izale etmiş oluyoruz? Yoksa siz mi? İnsaf!
Peki, hiç bu konuda sahabe uygulamasına baktınız mı? Ebu Bekr (r.a.) döneminde toplu irtidadler22 oldu. Bunların kimi yalancı peygambere tabi oldu, kimisi zekâtı fasit teville vermedi ve kimide başka sebeplerden irtidad etti. Bu toplu bir irtidattı. Resul (s.a.v.) hayattayken ona iman etmiş olan toplulukların çok azı müstesna (üç şehir) diğer yerler dinden dönmüştü. Bunların çoğu namaz kılıyor ve kelime-i tevhidi söylüyordu. Peki, sahabe bunlara Müslüman muamelesi mi yaptı? Asla… Neden sahabe bunların namazını, kelime-i tevhidini ilk etapta İslamlarına hükmetmeye yeterli saymadı da bununla birlikte illaki bilinen şirk ve küfürlerinden teberriyi şart koştu.
Yoksa o güzide sahabeler; yöneticileri (museyleme gibi) ve halkını ayırarak mı muamele etti? Bunların muteber engelleri vardı da başkalarının yok muydu?
Ya da sahabe biz bunlara henüz hücceti ikame etmedik. Tek tek tekfirin şart ve engellerine bakalım mı dedi?
Yoksa sizin toplumunuz ile onlar arasında fark mı var? Sizin toplumun küfrü ve şirki o günkülerin şirkinden daha kapalı ve az mı? İyi düşünün ey merhamet tellalları, sizin toplumunuzun onlardan farkı, lehte mi yoksa aleyhte mi?
-
HÜCCET İKAMESİ NE İLE OLUR
Yazarın risalede en çok bahsettiği ve diline doladığı, kendinin de dolandığı meselelerden biri de hüccet ikamesi meselesidir. Risaleler de genel vurgu şu yöndedir:
Bu toplum da farklı türde birçok küfür vardır, fakat muayyen şahıslara hüccet kaim olmadığı için bunları tekfir edemeyiz.
İslam dininde hüccet Allah’ ın kitabı ve onu bize ulaştıran Resul (s.a.v.)dür. Çünkü kitap ve sünnet tevhidle ilgili tüm meseleleri beyan etmiştir. Allah c.c. kitaplar indirmek ve Resuller yollamak suretiyle insanlara hüccetini ikame etmiştir. Kıyamet gününde de insanlara ayetlerini ve Resullerini soracak, bu şekilde insanları hesaba çekecektir.
“De ki: Şahitlik yönünden hangi şey daha büyüktür? De ki: Allah benimle sizin aranızda şahittir. Bana şu Kur'an vahyolundu. Ta ki, onunla sizi (ve ulaşan herkesi) korkutmuş olayım. Gerçekten şahitlik eder misiniz ki, Allah'la beraber başka mabııdlar vardır? De ki: O ancak bir tek mabuddur. Ve şüphesiz ki, ben sizin şirk koştuklarınızdan beriyim” (En’ am 19)
“Eğer müşriklerden biri sana sığınırsa, onu himayene al ki Allah'ın kelamını dinlesin. Sonra onu emniyette olacağı yere ulaştır Çünkü onlar cahil bir topluluktur” (Tevbe 6)
İmam Müslim sahihin de Ebu Musa el Eşari’den gelen hadisi şerifte: “…Kur’ an ya senin lehine ya da aleyhine hüccettir” buyrulur.
“Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimizi aktarıp okuyan bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp korkutan peygamberler gelmedi mi? Onlar, nefislerimize aleyhinde, şehadet ederiz derler. Dünya hayatı onları aldattı. Gerçekten kâfir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler” (En’ am 130)
“Az daha öfkeden çatlayacak. Her topluluk onun içine atıldıkça onun bekçileri o topluluğa sorar: “Size bir uyarıcı (peygamber) gelmedi mi?” (Mülk 8)
“Müjde verici ve korkutucu Peygamberler gönderdik. Ta ki, Peygamberlerden sonra Allah'a karşı halkın hücceti ve delili bulunmasın. Allah (her şeye) galibtir ve hikmet sahibidir” (Nisa 165)
Bu ayetler ve daha zikredilebilecek onlarca ayet, Allah’ ın hücceti kitap ve Resullerle insanlara ikame etmiş olduğunun delilidir. Özellikle Nisa 165. Ayet Resulun gelmesinden sonra insanların Allah’ a karşı bahane ve özürlerinin kalmadığının açık bir delilidir.
Kur’ an ve sahih sünnetin günümüze ulaşmasına rağmen, bazıları ısrarla insanlara hüccet kaim olmamıştır derler. Bunca ayete rağmen bu kur’ana muhalif görüşlerini benimsemeyenleri de ilginç vasıflarla dillerine dolamışlardır. Aslında sadece kendilerini dolarlar da farkında değillerdir. Bazıları da ilim ehlinin, sözlerini anlamadan delil getirirler. Bu konular hakkında en çok konuşan Şeyhul İslam İbni Teymiye (r.h.) olduğundan dolayı da delil kaynakları o olmuştur.
Bu noktanın beyanına geçmeden önce diyoruz ki: Allah c.c. insanlara Kur’ an ve Resulle hücceti ulaştırdığını, kıyamette de insanlara bunu soracağını muhkem ayetlerde beyan ettikten sonra, kim olursa olsun buna muhalif söz beyan etmesi bizleri bağlamaz. Allah c.c. hüccetini ulaştırmıştır. Resuller de bunu açıklamıştır. Nitekim Kitap ve sünnette bugün herkesin ulaşabileceği şekilde mevcuttur. Bundan dolayı hüccet ulaşmamış olması veya ikame edilmesinin gerekliliği gibi bir şey söz konusu değildir. Bununla ilgili olarak geniş açıklama ileride gelecektir.
İlim ehlinin hüccet ikamesinden neyi kastettikleri, kimlere ve hangi meselelere hüccet ikamesi gerektiğini, âlimlerden yapılan nakillerin nasıl anlaşılması gerektiğini inceleyelim.
Şeyh Muhammed bin Abdulvehhap (r.a) talebelerinin, İbni Teymiyyenin “bir şeyleri inkâr edene ikametül hücce gerekir” sözünü sormaları üzerine şöyle cevap verir; Siz bu tağutlardan ve onların tabilerinden soruyorsunuz, bunlara hüccet kaim olmuş mudur diye? Bu sorunuz çok tuhaftır. Nasıl bunda şüphe edersiniz ki!.. Size defalarca açıkladım hüccet kaim olmamış insan yeni İslam’a giren veya İslam beldelerinden uzakta yaşayandır. Veya kapalı (hafiy) meselelerde hüccet ikamesi gerekir. Fakat İbni Teymiyye’den zikrettiğiniz, “kim şunu şunu inkâr ederse sözü”, bu tür insanlar için geçerlidir. Bu insanlara anlatılmadan (tarif yapılmadan) tekfir edilmez. Ama Allahın kitabında beyan ettiği usulü dine gelince, Allah’ın hücceti bu meselelerde kitabıdır. Nitekim kime kur’ an ulaşmışsa ona hüccet ulaşmıştır. Sorunun aslı şudur siz kıyamul hücce ile fehmul hücceyi (hüccetin anlaşılması) karıştırıyorsunuz. Şüphesiz kâfirlerin ve münafıkların birçoğu, hüccet kaim olmasına rağmen, onu anlamamışlardır. Ayette: “Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini, düşündüklerini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir. Hatta onlar yol bakımından hayvanlardan da daha şaşkındırlar.” (Furkan 44) 23
Bu söze ve söylendiği ortama dikkat et kardeşim! O dönemin kabirperest müşrikleri ve onlara tabi olanlar soruluyor. Muhammed bin Abdülvehhab’ın talebeleri, İbni Teymiyye’nin hüccet ikamesi ile ilgili sözlerini yanlış anlamış ve o insanlara anlatmadan tekfir olmayacağını zannetmişlerdir. Şeyh cevabında: Bu meselelerde Kuran’ın varlığını, onlara ulaşmış oluşunu yeterli saymıştır. Acaba diyorum; bizim topluma henüz kur’an ulaşmadı da ondan mı bu arkadaşlar sürekli hüccet ikamesinden bahsediyorlar. Şeyh İshak ibni Abdurrahman “Din de zorunlu bilinen şeylerden biri de usulü’d dinde24 asıl olan kitap, sünnet ve sahabenin üzerinde olduğudur. Bu konularda merci bir âlim değildir. Bu asılın yanında karar kılan kişiye bazı imamların kitaplarında gördüğü müteşabih sözleri anlamak kolaylaşır. Resulden başka masum kimse yoktur. Bizim şu anki meselemiz ortağı olmayan Allah’a ibadet meselesidir. Kim Allah tan başkasına ibadet ederse kendini dinden çıkaran büyük şirk koşmuştur. Bu Allah’ın kitaplar indirip, resuller göndermek suretiyle insanlara hüccetini ikame etmiş olduğu asıl usuldür. Usul meselelerinde tariften (karşıya anlatma, beyan etme) söz etmezler. Tarif ancak delilleri bazı Müslümanlara kapalı kalmış, bidat ehlinden mürcie vb. üzerinde tartıştığı meseleler de zikredilir. Kabirperestlere nasıl tarif (izah etme ve anlatma) yapacaklar ki onlar Müslüman dahi değiller. “ 25
Şeyh İshak (r.a) kendi döneminin yaygın şirki olan kabirperestlerden (bugün ki sofimeşrepler) söz ediyor. Oda dedesi gibi bu mesele de hüccetin kur’an olduğunu ve kabirperestlerin Müslüman dahi olmadığını söylüyor. İlim ehlinin ikametü’l hücce gibi sözlerini de kapalı olan ve tam açık olmayan meseleler içindir diyor.
Şeyh İshak aynı risale de şöyle devam eder “Bu itikad (insanlara şirkte hüccet ikamesi yapılması gerektiği) şu çirkin itikadı gerektirir. Kur’ an ve sünnetle bu ümmete hüccet kaim olmamıştır diyenlerden ayrıca onlara kitap ve sünnetin hüccet oluşunu unutturan bu kötü anlayıştan Allah’ a sığınırız. Bilakis ehli fetret olup kendilerine risalet ve kur’ an ulaşmayanlar cahiliye üzere ölenlere icmayla Müslüman denmez. Onlara istiğfar dilenmez. İlim ehlinin ihtilaf ettiği ahirette azap görüp görmeyecekleridir?”
Şeyhin son ibareden kastı: Onlara dahi (ehli fetret) kitap ve resul ulaşmadığı halde Müslüman denmiyorsa, bugün elinde kitap ve sünnet olanlara nasıl Müslüman densin.
Yeri gelmişken şunu beyan edelim: ilim ehlinden bazıları fetret ehli olanlara hüccetin kaim olmadığını savunur. İbrahim (a.s.) dininin kalıntıları olan, Zeyd bin Amr bin Nufeyl gibi muvahhidlerin o toplumda bulunması vb. sebepleri inzar ve hüccet ikamesi olarak saymazlar. Cehalet bölümünde Allah nasip ederse bu mevzuyu ve görüşleri naklederiz.
Her halükarda ister onlara hüccet ulaşmamıştı deyip; Resulullah (s.a.v)’ tan önceki dönemde yaşayanlara müşrik diyenler yahut İbrahim (a.s.) dininin kalıntıları onlara hüccettir diyenlerin sözünü alalım. Her halükarda bizim toplumda, hem hüccet (Kur’an ve sünnet) vardır, hem de değil Muhammed (s.a.v.) dininin kalıntıları bizzat kendisi vardır. Merhamet tellallığına soyunanlar keşke bilseydi!
Kabirperestlerin yaygınlaştığı bir dönemde, bazı insanlar İbni Teymiyye ve İbni Kayyımın içinde hüccet ikamesi geçen bazı sözlerini alıp, necd ulemasını tenkit etmeye başlar. Derler ki sizin şeyhleriniz cahil şirk koşunca tekfir etmez, hüccet ikamesi şart derlerdi. Siz ise tekfir ediyorsunuz. Şeyh İshak risale Mahmudiyye de (21-23) “… Bu sözü söyleyeni çağırdım. Ona hatasını ve şeyhul İslam İbni Teymiyyenin sözünü yanlış anladığını beyan ettim. Şeyh bunu şirk olmayan bidat türü şeylerde söyler. Resulun kabrinin yanında dua veya bazı bid’ i ibadetler gibi…”
Dostları ilə paylaş: |