MukaddiME



Yüklə 0,79 Mb.
səhifə5/16
tarix22.01.2018
ölçüsü0,79 Mb.
#39604
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16

İmam Humeydi: Bana haber verildi ki insanlardan bazısı şöyle diyor: “Kim namazı, haccı, orucu, zekâtı kabul eder ve bunlardan hiçbirini yapmazsa, ölene kadar kıbleye ters namaz kılarsa, bunları ikrar edip kalben inkâr etmedikçe kamil imana sahip bir mümindir” Dedim ki (İmam Humeydi) bu açık küfürdür ve Allah’a, Rasulüne, islam ulemasının hilafınadır. Allah: “Onlar sadece dini Allah’a has kılarak ibadet etmekle emrolundular” buyurur. İmam Ahmet bu söz için; kim bu sözü söylerse kâfir olmuş, Allah’ın emrini, rasulünü ve resulün Allah’tan getirdiğini red etmiştir. (Feteva 7/205-209)

- Yazar risalenin ilerleyen sayfalarında şöyle bir bölüm açar “KÜFÜR ÇEŞİDİ VE KÜFÜR SEBEBİ ARASINDA FARK” (16)

Küfür sebebi kendisiyle hüküm olunması gereken küfür söz ve fiilleridir.

Küfür çeşidi; insanların, küfür sözü ve fiilini yapmasına neden olan şeylerdir. Tekzip gibi, İNKÂR GİBİ. Küfür hükmü verirken çeşitlere değil sebeplere bakılır. Yazar bu konuda Şeyh Abdülkadir, ebu Katade ve Makdisi’den nakiller yapmıştır ve insanların bunu karıştırdığını söylemiştir.

Şimdi yazarın reddiye verdiğimiz sözünü ve risalesinde, insanların karıştırıyor dediği şu bölümü okuyun. Acaba insanlar mı karıştırıyor meseleyi yoksa yazar mı? Hani küfür çeşidinin yani İNKÂR vs. hüküm vermede etkisi yoktu.

Sözde Hariciler, insanlara müessir fiillerle değil de küfrün çeşitleriyle hüküm ederken karıştırıyor da, sen ve benzerlerin, insanları çeşitle mazur görürken karıştırmıyor musunuz? Dünyalık hükümde çeşitlerin etkisi yoksa bu hem olumlu hem de olumsuz yönde böyle olmalıdır.

Yazar diyor ki; özellikle muayyen hakkında hüküm verirken tekfirin şartlarına ve manilerine bakmak şarttır.

Bu ibare kitabın birçok yerinde geçer. Muasır âlimlerden de yazar alıntılar yapar.

Bu haktır, fakat kullanım alanında sorun vardır.52

Şeriat mümteni ve makdur aleyhi olan insanı ayırmıştır.



Mümteni: a.) İslam şeriatıyla cüz’i ve külli olarak imtina eden,

b.) Müslüman’ların yargılaması mümkün olmayanlardır.

Makdur Aleyhi: Müslümanların sultası altında olan, dilediklerinde yargılayıp had ikame edebilecekleri insandır.

Şeriat bu iki grubu birbirinden ayırmıştır. Makdur aleyhi olan insanda tekfirin şart ve engellerine bakılmalıdır. Mumten’i olan insan da ise tekfirin şart ve engellerine bakılmaz. Üzerinde olduğu hal ile muamele görür. Velev ki hakkında bir engel olsa da. Çünkü, insan gücünün yettiğini yapmakla sorumludur. Bu insanı yargılama, –istitabe- tekfirin şart ve engellerini tahakkuk mümkün değildir.

Mümten’i olan (bizim konumuzu ilgilendiren yukarıda geçen b şıkkıdır.) Müslümanların kabdasın53 da olmayandır. Müslümanların kendilerini yargılayamadıklarıdır.

Burada ki meselede yazarın fahiş bir hatası vardır. Gerek Şeyhul İslam İbn-i Teymiye’nin gerekse İmam Maverdi gibi âlimlerin yazdıklarını aktaranlar belirteceğimiz konuda hataya düşerler.

Bu imamlar, mümteni insanı zikrettikten sonra şöyle der;

Bu kişinin küfür işledikten sonra ya darul harbe kaçması, oraya iltihak etmesi yada kendilerinin kuvvet sahibi olup Müslümanlardan imtina etmeleridir.54

Burada karıştırılan, bu âlimler tasvir ettikleri bu kısımlarla, mümteni olanı mı tarif ediyorlar. Yani mümteni budur başkası mümteni olamaz mı diyorlar? Yoksa tarif ettikleri bir şeyi örneklendiriyorlar veya tasvir mi ediyorlar? İnsanlar bu noktayı karıştırdıkları için bu sayılan iki sınıf haricinde kimse mümteni olmaz diyorlar. Oysa o âlimler olayı Müslümanların yargı imkânı olmamasına bağlamış daha sonra da bunu örneklendirmişlerdir.

İbn-i Teymiye : “Maktur aleyhi: Beyyine ve ikrarla sabit olduktan sonra onlara had uygulama imkanı olması ve Müslümanların kabdasında(sultalarında) olmasıdır.(Şarim 507)” şeklin de açıklamıştır.

Bu noktanın anlaşılması çok önemlidir. Müslümanların had ikame edemediği veya Müslümanların kabdasında olmayan, yargılayamayacakları insan mümtenidir. O âlimlerin yaşadığı dönemi düşünün. Ya İslam devleti vardır ya da küfür devleti. İslam devletinde olup ta suç işleyen bir insan ya oradan kaçacaktır veya bir grubun arkasına sığınacaktır. Aksi halde yargı merkezi (KADI) onu yargılayacaktır. Başka bir şeyin olması da düşünülmez. Bugün ise durum değişmiştir. Kaçmasa da, kendi kuvveti olmasa da kişi muvahhitlerin kabdasında değildir.

c.) Bu tafsilatı anlattıktan sonra, bugün bu toplum mümteni midir? Yoksa makdur aleyhi midir?

Yani siz şer-i bir yargılama ile insanları yargılayacak ve onlarda tekfirin şart ve manilerini arayacaksınız? Öylemi! Belki tanıdığınız insanlara bunu yapabilirsiniz! Ama bunun genele yayılması mümkün değildir.



d.) Yazar ve bu konu hakkında yazanlar; Tağutların askerlerine kâfir muamelesi yapılır. Nitekim onlar mümteni’dir, derler.

Yazarın bu konuda Şeyh Eymen Ez Zevahiri’den yaptığı şu nakil konuyu aydınlatacaktır.

Ordular kâfir hükümeti destekleyen riddet55 taifesidir. Biz onlara muamele ederken fertler olarak değil, taife olarak muamele ederiz. Tağutlara yardım eden riddet taifesinde şer’i mazereti olanların olması mümkündür. Biz riddet taifesinin fertlerinin durumunu takiple ilgilenmiyoruz. Taife olarak hükmünü bilmek bizi ilgilendirir. Bu muazzam şer’i bir asıldır. Müslümanların cihadı ve savaşı bu asılla amel etmektir.” (sayfa 32)

Bizde diyoruz ki: Bu insanlar (toplum) Allah’ın açık şirk dediği her şeyi işleyen topluluktur. Ve bunları yargılayıp küfür şart ve manilerini tahakkuk mümkün değildir. Biz bunlara toplu olarak bu gözle bakarız. Ama tanıdığımız, şer’i yargılamadan imtina etmemiş tevhid ehli ise her zaman söylediklerimizi söyleriz. Tekfirin şart ve manilerine bakmadan asla tekfir etmeyiz. Ve bunu da her birimiz değil, ehil olan ilim adamlarımız yapar.

Yine tekrarlıyoruz ki; Bu toplumda şer’i mazeretleri olan olabilir. Biz bunu bilemeyiz. Allah’a havale ederiz. Toplum fertlerine İslam alameti görmedikçe yaygın olan halleriyle muamele ederiz.56

Bunu söylerken zan ile değil, yakin ve nerdeyse istisnası olmayan vakıaya dayanarak söylüyoruz. Bu kısım ilk başlıklar da açıklandığı için uzatmıyorum burada kesiyorum.57

Yazar: Şeyh Makdisi’den şöyle aktarıyor; bazı kardeşler bana şu şekilde itiraz ettiler. Mücmel imana haiz olan söz konusu avamlar, yani İslam’ın rükünlerini yerine getirip tağuta ibadetten ve yardımdan sakınan avamların çoğu iktidar tağutlarını tekfir etmiyorlar…58

Bütün bunlara rağmen tevhid ehliyle bu gibi kimseler arasındaki ihtilaf tağutlara iman – küfür ismini vermek babında kaldıkları sürece biz onları tekfir etmeyiz. Ancak bizim onlarla olan ihtilafımız tevhid ve şirk konularına taşındığında, yani; onların tağutları tekfir etmemeleri, tağutları dost edinmelerine, onlara ibadet etmelerine, kanun koymada onlara yardım etmelerine sebep olursa bu bidat onları küfre ulaştırmış olur…(12)

Şeyh Makdisi devamında: velhasıl “Tağutu tekfir etmeyen onu inkâr etmemiştir” Sözünü söyleyen dikkatli olmamıştır. Çünkü tağuta küfretmek, tağutun ulûhiyetinden beri olmayı, ibadetinden sakınmayı, teşri konusunda ona itaat etmekten yüz çevirmeyi, reddetmeyi içerir. Dolayısıyla bir şüpheden tağutu tekfir etmeyen, ama bunları (saydıklarımızı) hepsini gerçekleştiren kişi sapık mürciede olsa tağuta küfretmiştir.(13)

Yazar devam ediyor: Sözlükte keffara ve kafara arasında fark vardır. Birisi inkâr etmek, kabul etmemek, ret etmek, dost edinmemek, ondan beri olmak, ona buğz etmektir. (Dedim, ayette geçende budur)… keffare ise: muayyen birinin dinden çıktığına ve küfre girdiğine hüküm vermektir…



Bundan dolayı bu iki kelimenin manasını birbirine karıştırmak hayret bir şeydir. Lakin ilmin büyük meselelerinde iki günlük civciv konuştuğu zaman ancak bu kadar ilim çıkar.(13)

Bu bölümde dikkat et kardeşim, yazarın benimsediği tanımları ve birde halkını düşün, düşün ki civciv konumuna düşmeyesin.



a.) Daha önce geçtiği gibi Allah c.c. yasa koyanı, kanun yapanı tekfir etmiştir. Nasıl delaleti ve subuti kati olan “Allah üçün üçüdür diyenler şüphesiz kâfir olurlar.” Ayetine dayanarak, Hıristiyanlara kâfir demeyenlere kâfir diyorsa aynı şekilde Allah’ın birden çok ayetinde kâfir dediği tağuta kâfir demeyene de kâfir demen gerekir. Kafir olmalarının sebebi, tağutu inkârdan ziyade, Allah c.c. delaleti ve subuti kati ayetini inkâr etmiş olmalarıdır.

b.) Şeyh Makdisi’den yaptığı nakil ve yazarın anlatmaya çalıştığı meseleye bir bakalım. Sonrada eleştiri oklarını yönelttiği bizlerin vakıasını ve insanların tağuta ilişkisini inceleyelim. Yazar Şeyh Makdisi’den bu manada sözleri risalenin başka yerlerinde de nakil etmiştir.

Şeyhin anlattığı, bir kimse tağuta ibadetten, onu dost tutmaktan, onlara iştirakten, ona yardımdan, onu ilah edinmekten uzak durursa bununla birlikte ona bir şüpheden dolayı kâfir demese de kâfir olmaz. Çünkü fiilleriyle ona küfretmiştir.

Biz şeyhin bu görüşüne katıldığımızdan değil, yazarın onunla istidlal etmesinden dolayı buraya aldık. Yazar daha öncede olduğu gibi yaptığı nakli anlamadan söylemiştir.

Cevap verirken bazı cümleleri tekrar etmekten bıktım. Fakat aynı vahim hatalar yapıldığı için, mecbur kalıyorum. Okuyan kardeşlerim haklarını helal etsinler.

Hüküm Allah’a aittir. Bu İslam’da herkesin zorunlu bilmesi gereken en açık meselelerdendir. Allah’ın hâkim oluşu ve yasama yetkisi onun hem ulûhiyetinin, hem rububiyetinin, hem de birlenmesi gereken isimlerinin gereğidir. “Hüküm sadece ve sadece Allah’ındır. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretti. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf 40 )

Hükmü Allahtan başkasına veren insan, Allah’tan başkasına ibadet etmiş olur. Bu yetkinin kendine verilmesini isteyen insanda, insanları kendi ibadetine davet etmiştir. Firavun, Musa(a.s.) “sizin için kendimden başka ilah bilmiyorum” derken de “Ben sizin yüce Rabbinizim “ derken de bunu kastediyordu. (Kasas 38)

Kuşkusuz bir kimsenin demokrasi dininde, sahte ilahlara iman tazeleme servisleri olan seçimlerde oy kullanması bu hakkı (yasama – teşri) Allah’tan başkasına vermesidir. Bu fiiliyle Allahtan başkasına ibadet etmiştir. Yazarın kitabın muhtelif yerlerinde anlattığı, tağutların Kelime-i Tevhitle göz boyaması, İslam yazması, Anayasada şeriat temel madde gibi şeylerde bu ülkede yoktur.59 Biz kendi yaşadığımız yerden konuşuyoruz. Televizyon, okullar her vatandaşa demokrasiyi, ne olduğunu, hilafetle arasında ki farkı, Atatürk ilke ve inkılâplarıyla İslam arasındaki farkı anlatır. Yani sistemin küfrünü gizleme gibi bir derdi yoktur. Kimseyi kandırma gibi bir derdi de yoktur. Şimdi bu tağutlara oy verenler yazarın şeyhten aktardığı noktaları60 yerine getirmiş ve ona ibadetten kaçınmıştır öyle mi?

Anayasa için yapılan referanduma katılan halk yasa ve kanun çıkarmada tağutlara ortak olmamıştır öyle mi?

Bu insanlar tağuta buğuz edip onları dost edinmiyor öyle mi? Şeyhin yaşadığı yerlerde böyle insanlar olabilir, ama emin olsun ki bizim yaşadığımız yerde böyle bir şey yoktur. Var olanda istisnadır.

Bu risaleyi okuyan tüm kardeşlere tavsiyem şudur;

Yıllardır içinde yaşadığımız şu halkı düşünün. Bizim bunlarla aramızdaki tek sorun tağutlara kâfir dememe meselesidir. Onun dışında şeyhin saydığı her şeyi yerine getiriyorlar. Bunu yaparken halkı değil şuurlu, kendine İslami cemaat diyen insanları düşünün!!!



OKUL MESELESİ

Yazar “… Lazım ile veya delaleti ihtimalli olan fiillerle tekfir”(17)

Bir başka yerde de“okul meselesi lazım ile tekfir ve ihtimalli tekfir kapsamına girer.”(19) der.

İddialarına cevap vermeden önce, reddiye içerisinde sürekli tekrar olmaması ve nasihat babından bazı şeyler kaydedelim.

Bil ki kardeşim, kâfirlerin geçmiş ve günümüzde yaşayan halkı hafife alıp, emir kulu yaptıkları tezgâhları vardır. Kendilerini ve şirklerini sevdirdikleri, tağutlarını meşrulaştırdıkları, yapılan zulümlere kılıf buldukları yerlerdir bunlar. Nitekim en önemlisi ise kullaştırmak istediklerine, kendilerine nasıl ibadet etmeleri gerektiğini ve bu ibadetin gerekliliklerini buralarda aşılarlar.

Onlar kendileri gibi sizin de kâfir olmanızı arzu ederler.” (Nisa 89 )

Kitap Ehlinin çoğu gerçeğin ne olduğunu kesinlikle öğrendikten sonra sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi iman ettikten sonra tekrar kâfirliğe döndürmek isterler.” (Bakara 109)

Nasıl mı dersiniz?



Milli eğitim kanunu madde 2: “Türk milli eğitiminin genel amacı, Türk milletinin bütün fertlerini, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve Anayasa da ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan,insan haklarına ve anayasanın başlangıcında ki temel ilkelere dayanan demokratik,laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye’ye karşı görev ve sorumluluklarını bilen …”

Türk Milli eğitiminin amaçları;



Madde 5: “Milli Eğitim amaç ve ilkeleri doğrultusunda, öğrencilere Atatürk ilke ve inkılâplarını benimsetme, Türkiye Cumhuriyetinin anayasasına ve demokrasinin ilkelerine… İnsan hakları, çocuk hakları, başkalarının haklarına saygı… Birey olma bilinci kazandırabilmektir.”

Galiba cevap olarak bu kısım yeterlidir. 11 yılını böyle bir kurumda geçirecek olan ve bu gayenin temel hedef olduğu bir eğitim kurumunu düşünebiliyor musun?

Yukarıda ki ayetler için bu okullardan daha iyisi bulunabilir mi?

Buralar da ise öyle fiiller ve sözler vardır ki Muhammed (s.a.v)’in yıkmaya geldiği, Ebu cehil’in dininin yeniden ihyası mahiyetindedir. Çocuk veya genç; buralarda ki küfürlerin birinden kaçıp sakınırsa bile bir diğerinden kaçması mümkün değildir.

Okullarda yapılanları şöyle sıralayabiliriz:

A.)ŞİRK AYİNLERİ

Her dinin kendine göre kendilerini ilahlarına yakınlaştıran, ona bağlılık ve inançlarının simgesi olan ayinleri vardır. Bu ayinler de yapılanlar herkesin keyfi olarak seçtiği yakınlaşma eylemleri değildir. Nasıl ki Allah’a ibadetin şekilleri şeriat tarafından belirlenip, sınırları çizilmişse bu ayinlerde yapılacak ve söylenecekler de o dinin kurucu ve koruyucuları tarafından belirlenmiştir.

İlköğretim Yönetmeliği madde 12: “İlköğretim okullarında öğrenciler her gün ders başlamadan önce öğretmenlerinin gözetimin de, topluca aşağıdaki öğrenci andını söylerler. “Türküm, doğruyum, çalışkanım. İlkem küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek ileriye gitmektir. Ey Büyük Atatürk açtığın yolda, gösterdiğin hedefe, durmadan yürüyeceğime and içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene.”

Her sabah huşu, inkiyad, tezellul, ta’zim içinde hep bir ağızdan yapılan bu yemin ise şu şekilde yapılır: Bahçede, kendisine ve ilkelerine bağlılık yemini ettirdikleri tağutun putu vardır. Üstünde de ülke simgesi bayrak… Çocuklar hazır ol vaziyetinde, gözleri bayrağa dikilmiş bir şekilde, hiç kıpırdamadan!

Kardeşim, bu ibadet ayini değildir de nedir? Bu bağlılık yemini küfür değil de nedir?

Sen hiç böyle huşu ve tezellul içinde Allah c.c’e namaz kılan bir topluluk gördün mü?

Burada ki fiiller ilahlaştırma ve ibadet olma kastı olmadığından ihtimalli olur dersen, peki söylenen söz ve o ortamda kendi isteğiyle bulunmak… Akıl etmezmisiniz?

İnsanlara din anlatırken, haç, zünnar 61v.b müşriklerin itikadına açık işaret olan ve onların dinini temsil eden şeyler hakkında insanlara fetvalar aktarıp tekfir edersiniz de, buna gelince mi ihtimalli dersiniz?

Hac ve Zünnar müşriklerin katıksız alametidir de, bu putun, bu bezin önünde yapılan eylem ve söz değil midir? Sade bir bezi beline bağlayan tekfir edilir de, putun üzerinde yukarıda geçen şekliyle durana özür mü bulunur.

İmam Nevevi: Eğer ortasına (beline) zünnar dolarsa kâfir olur. Mecusilerin şapkasını koyan da ihtilaf ettiler, sahih olan kâfir olmaz. Eğer beline ip dolarsa sorulduğu zaman zünnar derse çoğunluğa göre kâfir olur.(Ravda-riddet konusu)

Kifayetül Ahyar sahibi: “…Eğer Müslümanların, ancak bir kâfirden sadır olur diye icma ettikleri bir fiili işlerse, mesela haça secde etmek veya kiliseye mensup kişilerin zünnar ve diğer elbiseleriyle onlarla beraber kiliseye gidip gelirse İslam olduğunu açıklasa bile bütün bunlar küfür olup sahibi tekfir edilir”(Riddet babı)

Kadı İyaz Eş Şifa kitabında: İcma ile küfür olanları aktarırken;

“…Aynı şekilde Müslümanların ancak kâfirden sadır olur, diye icma ettikleri her fiille tekfir ederiz. Velev bu fiili yapan İslam’ı tasdik etse de. Puta, aya, güneşe, ateşe secde etmek, kilise ve sinagoglara, oranın ehline ve onların zünnar bağlamak şeklinde elbiseleri ile oralara gitmek, şüphesiz küfürdür. Müslümanlar bu fiillerin ancak kâfirlerde bulunduğunda ve bu fiillerin küfür alameti olduğunda icma etmişlerdir. Velev sahibi İslam’ını söylese de bu kişi kâfir olur. (Eş şifa 2 / 308 4. fasıl)”

Yazarın ismini, puntalayıp puntalayıp kendinden alıntı yaptığı Şeyh Makdisi (Allah onu koruyup sabit kılsın) bakın ne diyor:

Risale selasiniyyede kimlik ve pasaporttan söz ederken “…Biz kimlik ve pasaport küfür maddesi içerirse çıkarılmasını caiz görmeyiz. İnkâr ettiğimiz küfür şartı olmasına bakmadan umumi kimlik çıkaranları tekfir edenlerdir.”

Başka bir yerde: “… Eğer kimlik çıkarmak kâfirlere, devletlerine, kanunlarına vela (dostluk) üzere yemin edilen küfür sözü veya onların ordularına katılma gibi küfür ameller içerirse …(küfür olur demek istiyor) Risale 208—210”

İlerleyen sayfalar da: Memurluk ve hükümet işlerinde çalışmada tafsilat olduğunu anlatırken, şu kısmı istisna tutar; “Eğer küfür konularına iştirak veya onların kanunlarına ve tağutlarına ihtiram ve vela üzerine yemin ederse…” (Risale 301)

Dikkat et şeyhlerin sözünde anlamayanlardan sakın..Senin çocuğun her sabah küfre bağlı kalacağına, dostluğuna dair yemin ediyor. Etmese bile onlarla, onların elbiseleri ve alametleriyle okula gidip geliyor. Hem de kilise de var olanın yüzlerce fazlası olan küfür bir yere.

Âlimlerin kilise hakkında sözlerine ve yazarın kilise örneğine bak.(sayfa 19) Nitekim yazarın fıkhı ve usulsüzlüğünü anlarsın!

Aynı zamanda neden önüne gelene cahil dediğini de!

B- TAĞUTLARI SEVME VE ONLARI YÜCELTME VARDIR

Her sabah okulun girişinde amentü mahiyetinde çocuklara yaptırılanın dışında, o tağutun sevdirilmesi ve övülmesi vardır. Daha önce geçtiği gibi kurumun kuruluş ve var oluş amacı budur.

Az önce Milli Eğitim kanunundan madde 2’yi aktarmıştık. Kavim amacını gizlemediği gibi, amacı doğrultusunda yaptıklarını da gizlemez.

Hatta onları övme ve yüceltme boyutlarına ulaşır ki akıllara ziyandır. Geçtiğimiz yıl, 2007 Kasım ayında çocuklara bu şiir ezberletilmiş ve buda basına yansıtılmıştır. Bir çocuğun velisi bunu fark etmişti. Ama ezberletildikten sonra…

Karanlığa güneşsin

Bir sönmeyen ateşsin

SEN İLAHLARA EŞSİN

Benim sevgili Atam.

Malumdur ki bir kâfiri küfründen dolayı sevmek, icma ile küfürdür. Kâfirin şahsına olan sevgi ile küfründen dolayı olan sevgi arasında fark vardır. Bu tağutlar sevdirilirken özellikle yaptıkları küfürden dolayı çocuklara sevdirilirler.

İslam’ı kaldırıp. Yerine cumhuriyet, laiklik, demokrasi getirmek.

Ülkeyi farklı kâfir ülkelerinden alınan, medeni hukukla(!) yönetmek.

Kılık kıyafet inkılâbı.

Harf inkılâbı vs…

Zaten bu tağutların şahsiyet olarak övülebilecek şahsiyeti yoktur. Keseden uydurma kahramanlık hikâyeleri müstesna.

Babanın bakkala ekmek almaya yollarken, cebine 1 TL’den fazla para koymaya çekindiği, her duyduğuna gördüğüne inanıp kaçırılma tehlikesi yüksek olduğundan, sokağa dahi çıkarılmayan çocuk, bu süslü, sistematik şirki alacak, anlayacak, ayıklayacak… Sonrada muvahhid kalacak öylemi.

Tağutların çocuklara aşılanan ve sevdirilen bu fikirlerine ve ümmetin icma ettiği imanı bozan unsurlardan üçüncüsüne bakın:

“Kim müşrikleri tekfir etmez yahut küfürlerin de tereddüt eder veya görüşlerini doğru bulursa icmaen kâfir olur.”

Bir veliye bunları anlattım. Bana kendi çocuğunun bunları bildiğini ve tağutlara buğz ettiğini söyledi. Belli bir süre sonra çocuğuyla konuşurken tağuttan ve ona ibadetten bahsettim.

Yalnız şunu bilin ki, bu çocuk sıradan bir çocuk değildir, tağut babasını şehit etmiş(inşaalah), babasını hiç görmemiş bir çocuktur. Biraz konuşunca, söylediklerimde haklı olsam da, tağutun bu ülkeyi kurtardığı, çok geri olup çadırlarda yaşamak yerine modern hayatı bize armağan ettiğini v.s v.s anlatmaya başladı… Çocuk normal bir çocuk olmadığı gibi, ailede normal bir aile değildi. Tüm hayatları mahkûmiyet, firar ve tağutla mücadele içinde geçmiş bir ailedir.

Bir başka Müslüman’dan şunu dinledim: Müslüman kardeş, yıllar önce okul konusunda aynı fikirleri paylaşmış bir arkadaşını ziyaret etmiş, çocuğunu okula gönderiyormuş. Bu meseleleri uzunca konuştuktan sonra, baba her zamanki gibi hararetle çocuğu sakındırdığını anlatıyormuş. Kardeş, çocuğun o gün hangi ödevle meşgul olduğuna bakmak istemiş. Yazı yazmayı öğrenen çocuk birkaç sayfa boyunca “Atatürk’ü çok seviyorum” yazıyormuş. Babada çocuğunu tağutun tüm etkisinden sakındırıyormuş (!)

Bu okullar da tağutları sevdirme; onların küfür ve şirk inkılâplarından dolayı övme yanın da, asker-polis vb. sistemin temel koruyucusu olanlarda sevdirilir. Sevdirme işlemi yapılırken de yine içinde oldukları küfürden dolayı sevdirilirler.

Evet, kardeşim, bunlar basit şeyler değildir. Üzerinde icma olan küfürlerdendir. Kapıdakinden kurtulsa(andımız, bayrak v.s), içerde olandan kurtulamayacak, ondan kurtulsa öğretmenin zehirlediğinden v.s v.s …



C- MİLLİ BAYRAMLAR VE KÜFÜR HAFTALARI

Milli demek çok önemlidir. Çünkü milli olan her şey sistemin dini ve dinin gereklerindendir. Bundan dolayı sistem; başında milli olan hiçbir şeye alternatif kabul etmez ve alternatifleri suç sayar.

Kuran-ı Kerim’de millet kelimesine din manası yüklenir.

O hanif olan İbrahim’in milletine(dinine ) uy… “ bu ayet Kuran-ı Kerim’de defalarca tekrarlanmıştır.

Milli bayramlardan bazılarına örnek verecek olursak:

-Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı: 23 Nisan Türkiye meclisinin açılış günüdür. Onlara göre İslami yönetimden, yani gericilikten modern dünyaya geçilmiştir. Düşün bu şirk merkezinin açılışı bir bayram olarak kutlanır. Evet, sen ey kendini muvahhit zanneden, sen insanlara bu parlamentonun şirkini anlatırken, işte senin çocuğun bu bayramı kutlar.

Sakın ben çocuğumu sakındırıyorum diye kendini kandırma, sen çocuğunu merasimden sakındırsan dahi o güne hazırlık haftalar öncesinden başlar.

-19 Mayıs Atatürk’ü anma, gençlik ve spor bayramı: Buda hilafet ilgası için başlatılan yurt gezilerinin Samsun’a çıkış ayağıdır.

-29 Ekim Cumhuriyet bayramı

Birde 30 Ağustos vardır ki, o tarihlerde okul tatildedir.

Bu bayramların sevgisi ve şenliklerin çekici yönleri çocukların kalbine ekilir. Çocuk o kadar hoşlanır ki, nice veli çocuğunu göndermese de çocuğu evde televizyon başında bu şenlikleri izler. Tabi göndermemek hiçbirşey değildir. Çünkü bu bayramlar o günlere munhasır değildir. Haftalar öncesinden anlatılmaya ve hazırlıklara başlanır.

Bu bayram günlerinin dışında birde haftalar vardır. 10-16 Kasım Atatürk’ü anma haftası, insan hakları ve demokrasi haftası vb. Okul olayını sulandırmak için Hanefilerden rıza meselesini ve ihtilafını getirenlere (konu ileri de gelecek) Hanefilerin bazı fetvaları yerin de olacaktır.

“Bir kişi nevruz günü Mecusilerin toplandığı yere gitse kâfir olur. Çünkü bu küfrünü ilan etmektir.”

“Bir kimse nevruz günü bu güne saygı için müşriklerle bir şey hediye etse Allah’a elli yıllık ibadetini zayi etmiş olur.”(Fıkhul Ekber Şerhi Molla Ali el-Kari 345)

Yine Hafız İbn-i Hacer: “Şeyh Ebu Hafs El-Kebir En-Nesefi’den: Kim o gün ta’zim için bir yumurta dahi hediye etse kâfir olur.( Fethu’l Bari 3/ 1344)


Yüklə 0,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin