MukaddiME


BÖLÜM RİSALE İÇİNDEKİ YANLIŞLAR



Yüklə 0,79 Mb.
səhifə4/16
tarix22.01.2018
ölçüsü0,79 Mb.
#39604
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16

2.BÖLÜM

RİSALE İÇİNDEKİ YANLIŞLAR

Mukaddimede de belirttiğimiz gibi bu bölümde baştan sona risalede açıklanan ve şer’an yanlış gördüğümüz noktalara işaret edeceğiz.

Yazar diyor ki: “Özellikle Müslüman gençlerden bir grup bilgisizlikleri ve yüzeyselliklerinden dolayı”… Muvahhit-mücahit âlimleri yanlış anlamışlar ve Türkiye halkını toptan tekfir etmişlerdir. Hâlbuki bu âlimler söz konusu fiillerden bahsettikten sonra, hükümleri muayyene indirirken -açık şekilde göreceğimiz gibi- Müslüman halkın büyük bir kısmını, küfrü engelleyen mazeret “cehalet”ten dolayı hüccet ikame edilene kadar tekfir etmemişlerdir. Bütün halkı ayrıntı vermeden tekfir edenleri haricilik ve aşırılıkla suçlamışlardır.”

Derim ki:



a.) İlerleyen sayfalarda da göreceksin ki muhalifine en çirkin şeyleri reva gören yazar, aslında yanılmıştır. Yüzeysellik, bilgisizlik vasfının kime mutabık olduğu ilerleyen sayfalarda görülecektir.

b.) Muvahhit-mücahit âlimleri yanlış anlama hususu:

Risalenin birinci bölümünde beyan ettiğimiz gibi bizlerden kimse bu âlimler bizim gibi düşünüyor dememiştir. Bu âlimlerden farklı düşündüğümüzü her ortamda dile getirdik. “Âlimler Hüccetmidir”34 başlığı altında da bu konuyu açıklamıştık.



c.) Halkı hüccet ikame edilene kadar tekfir etmemişlerdir:

Birinci bölüm -üçüncü başlık altında- hüccetin kitap ve sünnet olduğunu, kime kur’an ve sünnet ulaşmışsa hüccetin ona kaim olmuş olduğunu söylemiştik. Buna dair delilleri de kitap, sünnet ve hem de muteber âlimlerden nakletmiştik. Dördüncü başlıkta ise hüccet (kitap ve sünnet) mevcut olduğu ortamda, kendi ilgisizliğinden cahil kalanlarında kat’i suretle mazur olmadığını beyan etmiştik.



d.) Halkı tekfir edenleri Haricilikle suçlamışlardır:

Bu yazarında ve ayrıca bu konuda istidlal yaptığı bazı şeyhlerinde bariz hatalarındandır. Tağutlar ve onların belam kulları bu şeyhlere harici dediğinde hemen savunmaya geçerler… “Harici insanları büyük günahla tekfir eder, biz sizleri kitap ve sünnetle apaçık küfürle tekfir ediyoruz” derler. Peki, soruyorum; bu gençler, bu halkı içki, kumar, zina, yalan vs. günahlardan dolayımı tekfir ediyorlar ki? Bunlara harici diyoruz. Bu halkın işlediği şeyler mademki küfürdür, o zaman bunun haricilikle ne alakası vardır. Size yapıldığında hoşlanmadıklarınızı, kalemi aldığınızda neden başkalarına yapmaktan çekinmezsiniz?

Hani tekfirin engellerinin birçoğu içtihadiydi? (Risale sayfa 10) Gençler de bu engelleri muteber saymamış bunlara muamele olarak kâfir muamelesi yapmıştır. Size gelince ictihadi oluyor da, bu gençlere gelince mi kat’ileşiyor, en çirkin vasıf olan harici vasfını kullanıyorsunuz.

Bırakın kendinizi kandırmayı, karar verin!

Ya deyin ki; bu halkın yaptıkları küfür seviyesine ulaşmayan günahlardır!

Ya da deyin tekfir engelleri bize gelince içtihadidir ama size gelince değildir! Bence önce sizler insaf ehli olun! Kendinize yapılması hoşunuza gitmeyeni, Müslümanlara yapmayın. Evet, bu fikirler sizlere göre aşırı olabilir, ama aşırılık ayrı bir şeydir. Haricilik ise çok ayrı bir şeydir. Neden yüzeysellik yapıp kavramları birbirine karıştırıyorsunuz. Bu konu ileride geleceği için burada kesiyorum.

Yazar diyor ki: “Türkiye halkını toptan tekfir edenlerin şüphesi, Türkiye’nin durumu farklıdır!... Bu şüphe onların diğer bölgede ki Müslüman halkı tekfir etmesine engel olmaktadır. Bu şekilde Müslümanların ekseriyetini tekfir etmekten kurtulmuş olurlar. Çünkü Müslümanların ekseriyetini tekfir edenlerin harici olduğunda şüphe yoktur.”35

a.) Bu tamamen iftiradır. Kimse Türkiye’nin durumu farklıdır demiyor. Biz bu bölgede yaşıyoruz, bu bölgeyi biliriz ve kendi bölgemiz hakkında konuşuruz. Evet, bu şekliyle bu söz bize aittir. Burada da gayemiz ne kimseye muhalefetten kurtulmak, nede kimsenin gözünü boyamaktır. Kişinin bilgi sahibi olmadığı bir şey hakkında konuşması nehyedilmiştir. Rabbimiz ayeti kerimesinde, Resule(s.a.v) hitaben şöyle demektedir;

Bilmediğin şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve kalbin ondan sorumludur.” (İsra 36)

Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vessalâm buyurdular ki: "Sakın zanna yer vermeyin. Zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin, haber koklamayın, rekabet etmeyin, hasetleşmeyin, birbirinize buğz etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, ey Allah'ın kulları, Allah'ın emrettiği şekilde kardeş olun.”

Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona (ihânet etmez), zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkir etmez. Kişiye şer olarak, Müslüman kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her Müslüman’ın malı, kanı ve ırzı diğer Müslümana haramdır.”(Buhari-Müslim)

Ayrıca şunu da vurgulamak gerekir; bilmediğimiz, görmediğimiz, yaşamadığımız bir belde ve oranın halkı hakkında neden konuşalım ki? Ayrıca bilsek dahi bizi ne ilgilendirir. Biz yaşadığımız ve muamele ettiğimiz yerin insanı hakkında konuşuruz. Bunun sebebi de tekfir değil, muamelelerimizde Rabbimizin isteğine uygun hareket etmektir. Gayemiz ve yaşamımız Allah içindir. En önemli olan şey onun rızasını gözetmektir.

Ben bu güne kadar iki ülke gördüm. İki ülke arasında o kadar çok fark gördüm ki söyleyemeyecek kadar çoktur. Her mesele, her ülke değişiyor. Bu sebepten dolayı bildiğim, gördüğüm, yaşadığım ve anladığım kadarıyla konuşmayı uygun görürüm.



b.) Müslümanların ekserisini tekfir etmekten kurtulmuş olurlar, çünkü Müslümanların ekserisini tekfir edenin harici olduğunda şüphe yoktur.

Yazarın hariciliğe getirdiği bu tanım derin ilminin ve çok kitapları baştan sona bitirdiğinin delilidir. Daha öncede söylediğimiz gibi harici olmak için insanları büyük günahla tekfir etmek gerekir. Haricileri de harici yapan budur. Bu itikatları onların çoğu insanı tekfir etmesine sebep olmuştur. Hâlbuki bugün ki topluma müşrik diyenler apaçık küfürlerinden dolayı böyle söylerler. Her ne kadar haricilerden “NECADAT” denilen grup kendi fırkalarından olanları büyük günahla tekfir etmemişse de bu çok basit bir gruptur. Haricilerin genelinin vasfı sahabeyi tekfirleri (fitneden sonra)ve büyük günahla tekfir etmeleri ve imamlara hurucu caiz görmeleridir. Harici fırkaların arasında basit ihtilaflar vardır.

Müslümanların çoğunu tekfir etmek hariciliktir.” Peki, İslam nedir ve Müslüman kimdir? Yani tekfirinden sakınılması gereken Müslüman kimdir?

İbni Kayyım İslam’ı şöyle tarif eder:

“Allah’ın birlenmesi ve ortağı olmayana ibadet etmek Allah’a ve Resul’üne iman edip onun getirdiklerine tabi olmaktır. Bunu yerine getirmeyen insan Müslüman değildir. Muanid (inatçı) kâfir olmasa da cahil kâfirdir.”36

Bu halk Allah’ı birlemiş ve tüm ibadetlerini ona hiçbir ortak koşmadan yapmıştır öyle mi?

Bu gençlerde Müslümanları tekfir ettiğinden dolayı haricidir. Küfür işledikleri halde; sayı olarak insanlara kâfir demek haricilikse, şunlara dikkat edin!



"Onların çoğu, Allah'a ortak koşmaksızın O'na inanmazlar." (Yusuf 106)

Onlar Allah'ın nimetlerini hem bilirler, hem de sonra onları inkâr ederler, onların çoğu kâfirdir.” (Nahl 83)

- Ebu Bekir (r.a) döneminde meydana gelen irtidat olayları; Mekke-Medine ve Ben-i Kays topluluğunun dışında kalan insanlar yalancı peygamberlere tabi olmak, zekattan fasit teville imtina etmek v.b sebeplerden sahabe tarafından tekfir edildiler. Bu insanlar namaz kılan, dini inkâr etmeyen insanlardır. Her biri bir meselede küfür ameli işlemişti. Şimdi sahabe bunların çoğunu tekfir edip, kâfir muamelesi yapmakla haricimi oldular. Çünkü yazarın kabul ettiği görüşe göre, o dönemde yaşayanlar bu topluma nispeten (hem işlemiş oldukları şirklerin sayısı ve hemde şekil olarak) hayli hayli Müslüman olur.

Hem merfu hem de mevkuf olarak gelen bir rivayette;

Ümmetimden bir grup putlara ibadet edip bir grup da müşriklere katılmadıkça kıyamet kopmaz.” Bunun yanında; “Sen insanların bölük bölük olarak dine gireceğini görürsün.” 37Ayetini okudu ve ona bölük bölük girdikleri gibi ondan bölük bölük çıkacaklardır.38 buyurdu.

Hilafet kaldırılıp yerine laiklik ve demokrasi gelince dönemin Şeyhul İslamı Mustafa Sabri Efendi (r.h): Bu devleti tanıyan, itaat eden, ona memurluk yapan ve halkın irtidat halkı olduğuna dair fetva vermiştir. Hepsinin tek tek irtidadı söz konusu olmasa da bunu toplu bir irtidat saymıştır.39

Keşke Ebu Seleme eş şami ve o menhec üzere düşünenler, o gün yaşasaydı da Şeyhu’l İslam’a ve “BİDAT-HARİCİ-AŞIRI”(!) fetvalarına itiraz etseydi. Döneminde hayatını İslami mücadele adayan bu Şeyh’te böyle yanlış bir itikat üzere vefat etmemiş olsaydı!

Mustafa Sabri’nin (r.h) fetvasını almamızın sebebi Şeyhu’l İslam’ı hüccet kabul etmemizden değil, yazarın hüccetlik ölçüsüne göre Şeyhin muasır mücahit alimlerden olmasıdır.

Yazar diyor ki; Genel olarak kendi indimizden bir şey yazmadık. Zaten bizim gibi cahiller kendi başına bu konuda konuşacak değildir. 40

Yazarın kendi için seçtiği cehalet vasfı için yorum yapmıyorum. Risaleyi okuyan kardeşler buna karar versinler. Fakat yazar sanki sadece ilim ehline tabi olan ve onların sözünden çıkmayan biridir. Onun için tüm meseleyi muhalefet halinde insanı otomatikman harici zümresine dâhil eden, muasır mücahit âlimlere havale ediyor. Bu aldatmacadan başka bir şey değildir. Yazar aslında bu risalede kendini âlimler üstü saymıştır. Bizim itirazımız buna değil, söylediğiyle yaptığının uyuşmamasınadır. Kitap da sözlerini hüccet diye muhaliflerine sunduğu âlimler, birçok meselede farklı görüşlere sahiptir. Peki, yazar bu durumda ne yapmalıdır? Hepsinin görüşünü okuyucuya sunmalı ve tercihi okuyucuya bırakmalıdır.

Yazar ne yapmıştır? Kendi kafasına göre tercih ettiği görüşü sunmuş ve doğru oymuş gibi göstermiştir. Bu şekilde sadece âlimlere tabi olan cahillerden mi olmuş, yoksa tercih ehli bir muhakkik mi, onu size bırakıyorum…

Mesela risalede ismi geçen muasırlardan:



Ebu Muhammed’e41 göre: büyük şirkte cehalet kesinlikle özür değildir.

Şeyh Abdulkadir bin Abdülaziz’e göre; ilimden temekkün bulamayanlar için cehalet mazerettir. Fakat bugün önceden İslam beldesi olup, şu anda küfür rejimleriyle yönetilen ülkelerin halklarına cehalet özür değildir. Çünkü herkes ilimden mütemekkindir.

Ebu Katade el-filistini’ye göre: büyük şirkte dâhil cehalet mazerettir.

Ebu Basir’e göre: cehalet mazerettir. Her ne kadar bazı şartlar çizse de, cehaleti çok geniş tuttuğu kesindir.

Şeyh Ali Hudeyri’ye göre; kesinlikle büyük şirkte mazeret yoktur ve kabul edilmez. Bu konuda insanların şeyhin İbni Teymiyye, İbni Kayyım ve Necd ulemasını yanlış anladığına dair özel bir kitabı vardır.

Şimdi yazar cehalet bölümünün ilk sayfasında (38) Şeyh Abdulkadir’den nakille büyük şirkte dahil cehaletin özür olacağını tercih etmiş ayrıca hemen Şeyh Ebu Basir’den yaptığı iki nakille de bunu teyit etmiştir. Risalenin hemen her sayfasında ismi geçen Şeyh Makdisi ise “bazı ilim ehli” şeklinde zikredilmiştir. Aynı şeyi risalenin ilerleyen sayfalarında yapmış, Şeyh Abdulkadir’in görüşünü Şeyh Yahya Ebu Libbi’nin görüşüyle mercuh42 kılmıştır. Peki, bizde risalenin girişinde yazarın şeyhlerden aktardığı görüşlerin zıddına görüş aktardık. Şimdi nasıl olacak “Benim şeyhim senin şeyhini döver.” mi diyeceğiz? “Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, ihtilaf ettiğiniz şeyleri Allah’a ve Rasülüne götürünüz. Bu hem daha hayırlı hem de sonuç itibariyle daha güzeldir” (Nisa 59)

Herhangi bir şeyde ihtilafa düşerseniz onun hakkında hüküm vermek Allah’a aittir” (Şura 10)

Keşke yazar bu cehdini şeyhlerin sözleri arasında mekik dokumak yerine, herkesin mükellef olduğu nassların fehmi ve idraki noktasında harcasaydı. Aslında yazarın sıkıntısı “bir grup insan bu şeyhlerin ismini kullanıp fikirlerini yayıyor” vehmidir. Emin ol ki şeyhleri sevip okumak ayrı bir şeydir, onları hüccet görüp insanlara sunmak apayrı bir şey. Evet, Türkiye’ de birkaç zevat bu yanlışı yapsa da, onlar kimsenin kâle almadığı şirzimedir.43



Risalede “TEKFİR ETMEME MESELESİ” (3-6) başlığı altında, yazar “Kâfiri, tekfir etmeyen kâfirdir “ kaidesini, bunun yanlış anlaşıldığını ve alanının genişletildiğini açıklar.

Başlangıç olarak diyorum ki; yazarın söylediğine katılıyoruz, çıkardığı sonuç ve neticelerde ise bazı yanlışlıkların olduğunu söylüyoruz.

Yukarıda geçen kaide, yazarında belirttiği gibi selef ulemasının kullanımında mevcuttur. Fakat kullanım alanı ve genişliği ise kesinlikle tevhidi kardeşlerimizin anladığı gibi değildir. Türkiye de tevhidi cemaatlerin çoğunun arasında ki temel sorunda bu kaidedir. Hepsi şirkin her türlüsünden beri olup, bu uğurda bedel ödemesine rağmen A şahsının veya b şahsının tekfiri konuşunda anlaşamamaktadırlar. Yazarında belirttiği gibi, Şeyh Ebu Muhammed risale selasiniyye’de bu kaideyi ve kullanımını getirmiş ve âlimlerin muradını yine âlimlerin söz ve fiilleri ile beyan etmiştir.

Hem delaleti ve hem de subuti kat’i44 olan nasla Allah c.c birine kâfir demişse, buna kâfir demeyen nassı yalanladığından kâfir olmuş olur.

Bu kaideyi kullanan çoğu kardeşin maalesef ellerinde kaide ye sınır çizecek bir yolları yoktur. Şu misal yerinde olacaktır;

Mescidimizde, bir akşam vakti bir kardeş bizi ziyaret etti. Dersten sonra bu kaideyi ve bu ülkenin Tağutuna kâfir demeyen muayyen birkaç şahsı sordu. Ben ona izah etmeye çalışırken, yine yeni gelmiş bir kardeş söz aldı ve bu konuda Kadı İyaz’ın fetvası olduğunu anlatmaya başladı. Peki dedim! Kaça kadar tekfir edeceğiz. Üç ’e kadar dedi. Neye dayanarak üç dedim, vefat etmiş bir hocanın fetvasını aktardı. Soruyu ilk soran arkadaş lafa girdi. Başı neyse sonu da odur dedi. Bir milyon kişi olsa yine tekfir ederim.

Bu meseleyi bir mecliste, ilim ehli ve dava adamı olan arkadaşlara açtım. Bunun ciddi bir sıkıntı olduğunu, bugünkü kullanım şekliyle de delilinin olmadığını söyledim. Kardeşlerden birisi yurtdışında yaşayan âlimlerden (Arap olduğunu tahmin ediyorum) ikiye kadar tekfir yapılacağını ondan sonra durulacağını söyledi. O kardeşe de bunun dayanağı nedir dedim. Ve geçen gece olan olayı anlatarak ekledim:

Hepimiz mevzu bahis konuda hem fikiriz ve o şirkten beriyiz. Tağuta kâfir demeyene kâfir demeyen konusunu konuşalım. Farz edelim ben birde duruyorum. İki diyen arkadaşın beni tekfir etmesi, üç diyen arkadaşın ikimizi tekfir etmesi, başı neyse sonu odur diyenin hepimizi tekfir etmesi lazım. Nitekim herkes ölçüsünde delilsiz bir âlimin fetvasına dayanmış oldu. O kardeşlerde bu noktada tasdik ettiler. Ve konu detaylı araştırma ve inceleme için kapatıldı.

Bu örnek sanırım konuyu aydınlatacaktır. Bu kaidenin bir sınırı yoktur. Önü açıktır. Şer’i bir kural olma özelliği yoktur. Ancak âlimlerin dediği gibi subuti kat-i ve delaleti kat-i nassların tekfir ettiğine kâfir demeyen kâfir olmuş olur. Ve buda daha ileriye götürülmez. Ancak delil ve burhan olursa o ayrı.

Şeyh Ebu Muhammed Risale selasiniyye de 11. hatada bu meseleyi yeterince açıkladığı için, sözü uzatmıyor oraya havale ediyoruz.

Yazar “Müslümanı tekfir etme tehlikesi…..” diye başlık atmış ve “Şeyh Ebu Basir’in cehalet mazereti kitabından alıntı yaparak dört madde halinde açıklamıştır.”(4-5)

a.) Çizilen tablo da sanki asr-ı saadette yaşıyoruz. Herkes şirkten teberri etmiş, Allah’a teslim olmuş, bir grup insanda bunları eğlence olsun diye tekfir ediyor.

Daha önceki sayfalar da zikrettiğimiz gibi bu toplum Allah’ın şirk dediği ve kitabında apaçık ortaya koyduğu her türlü şirki işleyen bir toplumdur.

b.) Müslüman’a kâfir demenin onun haklarını ihlal, nebevi emre muhalefet gibi zararları vardır da; Allah’ın şirk dediği her şeyi işleyen müşriklere, kâfir dememenin hiç mi zararı yoktur?

c.) Allah’ın şer’i ve kevni iradesine aykırı davranmaktır!

Allah c.c insanları yaratmış ve onları kâfir ve Müslüman diye ayırmıştır:

Sizi yaratan Allah'tır. Bununla beraber kiminiz kâfirdir, kiminiz mü'min. Allah yaptıklarınızı görmektedir.” (Tegabun 2)

Kâfirin, tekfir edilmemesi Allah’ın bu ayırımına muhalefettir.

d.) Allah c.c dünya da iyiyle kötünün ayrılmasını istemiştir. Bunu da hayatın tüm alanlarında gerçekleştirecektir.

Ta ki, Allah murdarı temizde ayırt etsin ve murdarları üst üste koyup hep bir araya yığarak cehenneme atsın. İşte bunlar hüsrana uğrayanlardır.” (Enfal 37)

Allah müminleri, şimdi içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir, pis olanı temiz olandan ayıracaktır. Ayrıca Allah sizi, kaybın bilgisine de erdirecek değildir. Fakat Allah bunun için peygamberlerinden dilediğini seçer. O halde Allah'a ve O'nun peygamberlerine inanınız. Eğer iman eder ve günahlardan sakınırsanız size büyük bir ödül vardır.” (Ali İmran 179)

De ki; "Murdar"ın çokluğu (yaygınlığı) senin beğenini kazanmış olsa da, murdar ile temiz- (aslında) bir değildir. Buna göre ey sağduyulu kimseler, Allah'tan korkunuz ki, kurtuluşa eresiniz.” ( Maide 100)

Nitekim kâfiri tekfir etmemek iyi ile kötünün birbirine karışmasına sebep olmuştur.

e.) Allah kâfirle Mümin’in dünyalık tüm hükümlerini ayırmıştır.

Giyim, kuşam, nikâh, miras, yiyecek v.b hayatın her alanında bariz olarak ayrılan hükümler vardır. Kâfiri, tekfir etmemek bu hükümlerin Allah’ın muradının hilafına gerçekleşmesine sebep olacaktır.

f.) Yeryüzünde fesada sebep olur.

Allah c.c kâfirlerin dostluğunu kat’i suretle yasaklamıştır. Onları tekfir etmeyen, onlara Müslüman muamelesi yapacak ve arada dostluk oluşacaktır.

Kâfirler birbirlerinin yandaşları, koruyucularıdırlar. Eğer aranızda bu sıkı dayanışmayı gerçekleştirmezseniz, yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşa çıkar.” (Enfal 73)

g.) Allah kâfirlerin akıbetiyle Müslümanların akıbetini ayırmıştır. Kıyamette Mümin’ler cennete, şirk ehli ise cehenneme girecektir.

Daha sayabileceğimiz başka zararları da vardır. Anlatmak istediğimiz ise nasıl ki bir Müslüman’ı haksız yere tekfir etmek suç ve kabahattir. Allah’ın şirk dediği her fiili rahatlıkla işleyen bir toplumu tekfir etmemekte kabahattir. Yaşadığımız şirk ve cahiliye toplumuna asr-ı saadet nesli ve en yakın hayırlı nesil muamelesi yapmak ise ne şeraitin kabulenebileceği ne de aklın alacağı bir iştir.

Aslında İslam sabit olan muvahhidin tekfiri elbette zordur. En küçük ihtimal dahi durmayı ve düşünmeyi gerektirir. Fakat bu manada kitaplarda yer alan âlimlerin sözlerini alıp şirk ve cehalet taifesine uygulamakta ayrı bir sıkıntıdır.

Bu anlamda İmam Gazali’den yapılan nakil ve onun uygulaması beraber düşünülürse bu sözü kimler hakkında söylediği daha net anlaşılır. Aynı şekilde Feteva-ı Hindiyye’den müşriklerin bayram yerine, âdeti olmadığı halde çıkan, müşriklerin bayramında âdeti olmadığı halde yumurta veren hakkında ki fetvalar okunsa, tekfirde ihtiyat sözünün kimler hakkında olduğu netleşecektir. Yeter ki taassup olmasın.

Yine yazara Gazali’nin batiniler ve felsefeciler hakkında söylediklerini okumasını tavsiye ederiz.

Yazar “hariciler hakkında varid45 olan hadisler” ve “Müslümanları tekfir eden haricilerin hükmü” bölümün de önce hariciler hakkında varid olan hadisleri zikreder sonra ulemanın haricilerin kâfir olup olmadığı hakkında ihtilaflarını sunar. Cumhuru ulema haricilerin tevil ehli olduğunu kabul etmiş onları tekfir etmemiştir. Hadis ehlinden bir kısım âlimler ise hadislerde ki “dinden çıkarlar” ibaresi ve başka vecihlerle haricilerin kâfir olduklarını söylerler. Yazar bu manada kaynaklarla açıklama yapar.(6-8)


  1. Yazarın hariciler bahsini burada açması okuyucuyu aldatma ve fikir terörizmi yapmaktan başka bir şey değildir. Bu toplumu Müslüman kabul etmeyen bu noktada yazar ve muasır âlimlere muhalif olanın harici, aşırı, yüzeysel ve cahil oldukları risalede çokça tekrar edilir. Bu şekilde açık nasslara muhalefet meşrulaşmış olur. Daha öncede söylediğimiz gibi bunlar önemsiz ve aldanılmaması gereken ayak oyunlarıdır. Bu toplumun tamamına yakınının şirk vecihlerini öncede zikrettik. Eğer birileri çıkıp bu toplumu içkisi, kumarı v.s günahlarından dolayı tekfir etmiş olsaydı, bu bölümü açmanın anlamı olurdu.

  2. Yazar haricilerle ilgili hadisleri aktarırken ikinci hadis olarak Ebu Said el-hudrinin rivayet ettiği “… Onlar putperestleri bırakır, İslam ehlini öldürürler” hadisini zikreder.

Şimdi soruyorum bu putperest müşrikleri tekfir eden bizler mi? Yoksa onlara her türlü özürü bulup, dilini bizlere dolayan sizler mi haricilerin vasfına daha layıksınız? İNSAF…

c.) Yazar bu bölümde ulemanın haricileri tekfiri ve tekfir etmemesini aktarmıştır. Kastı da şudur: Allah’ın kitabında şirk dediği her ameli yapanlara müşrik diyenler, bakın dikkat edin bu iş o kadar tehlikelidir ki bazıları haricilere kâfir dahi demiştir.

Bende derim ki: Eğer bizler sahabeyi tekfir etmiş olsak (Allah’a sığınırız) veya insanları büyük günahlarla tekfir etmiş olsak (Allah’a sığınırız) bu bölümden istifade eder, tevbe ederdik.

Peki, bu âlimler sahabeyi tekfir eden haricilerin tekfirinde ihtilaf ettiler, tekfir etmeyenler, tekfir edenlere siz harici, aşırı, cahilsiniz mi dediler? Peki, biz insanları şirkle tekfir ederken sen neden bize harici diyorsun? Nakledilen şeyleri anlamadan, ıtlak etmek bu olsa gerektir. Başkalarını korkutayım derken, birazda kendinize çeki düzen verseniz nede iyi olurdu.

Yine haricilerin en bariz vasıflarından biri, kendilerine muhalif kabul etmezler. Her meselede tek doğru onlardır ve herkes onların yanında olmalıdır. Acaba bu vasıf kime uyuyor? Yine sadedinde olduğumuz şirk ehlini bırakıp İslam ehliyle uğraşma vasfı acaba kime uyuyor?

Bizi ve davetimizi tanıyan herkes bilir ki, bu şeyhlerle muhalif olduğumuz tüm noktaları beyan etmemize rağmen, bir gün dilimizi onlara uzatmadık. Sadece vechi hatayı beyan edip onları hep hayırla andık. Rabbimden dileğim sen ve senin gibi dilini en çirkin vasıflarla muvahhitlere uzatanları ıslah etmesidir.

Yazar “Kâfiri Tekfir etmeyen kâfir midir ?” bu başlık altında sayfa 9 – 16 arasında çok ilginç tespitler yapar.

Bunlara tek tek cevap verelim:


  1. Yazar 9 -16 arasında iki üç yerde “şüphesiz Allah üçün üçüdür diyenler kâfir olmuşlardır” ayetine dayanarak: Yahudi ve Hıristiyanlara kâfir demeyen kâfir olur. Bunun sebebi ayetin delaletinin kat’i olmasıdır. Allah böyle söyleyenlere kâfir demiştir. Yahudi ve hristiyanlara kafir demeyen de Allah’ı yalanlamış olur. Bunu da destekleyen nakilleri Ebu Basir ve Ebu Muhammed’ten alıntılarla yapar.

Şimdi soruyorum; bu ayetlerin subuti ve delaleti kat-idir de ( teslis46 inancına küfür diyen ayetler) şu ayetlerin ki zanni midir?

Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.”(Maide 44)

O Allah hükmünde hiç kimseyi ortak kullanmaz.” (Kehf 26)

Yoksa Allah’ın izin vermediği konularda onlara kanunlar yapan ortaklar mı vardır. “ (Şura 21)

Haram aylarda oynama küfürde ziyadeliktir“ (Tevbe 37)

Onlar Allah’ın dışında hahamlarını rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler” (Tevbe 31)

Ayrıca bu ayetler hakkında Resulullah’dan (s.a.v.)gelen tefsirler…

Bu ayetlerle, Hıristiyanlar hakkında varid olan ayetleri karşılaştırdığımızda şunları göreceğiz:

-Maide 72 ve 73. ayetlerin subuti kat’i olduğu gibi, bu ayetlerinde subuti kat’idir. Çünkü ayrımsız hepsi Kuran-ı Ker’im’in ayetleridir.

-Maide 72 ve 73. ayetlerin delaleti nasıl kat’iyse, bu ayetlerinde delaleti kat’idir. Maide 72 ve 73 ibare-i nasstır. Yani anlaşılsın diye sunulmuştur. İbare-i nassın veya cumhurun yanındaki ismiyle mantuk-u sarihin en üst seviyesi olan “asaleten”dir. 47

Yukarıda verdiğimiz ayetlerden Kehf 26 dışında 4 ayet içinde aynı şey geçerlidir. Hem lafız o manaya delalet etsin diye serdedilmiş ve ayrıca direkt anlaşıldığından asaletendir. Kehf 26. ayetin delaleti ise ibare değil işarettir. Nass o mana anlaşılsın diye direkt serd edilmese de o mana lafzın kendinden çok açık anlaşılır.

Madem hem sübut yönünden hem delalet yönünden ayetler aynı mertebededir. Pekâlâ, neden Hıristiyan ve Yahudilere kâfir demeyen kâfir oluyor da, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen, Allah’ın kanunlarını değiştiren, kendisini ve meclisini yasamada Allah’a ortak tayin edenleri tekfir etmeyenler kâfir olmuyor. Hangi delille ayırdın bu ikisinin arasını?

Bu işleri yapanlar (bu ülkede) ne seçim afişlerine çözüm islam yazıyorlar, ne anayasalarında “şeriat teşri kaynağıdır” 48yazar. Nede biz Müslüman’ız diyorlar. Açıktan bunu demokrasi, laiklik, adına yaptıklarını, İslam’ın ilkel bir medeniyet kalıntısı olduğunu ilan ediyorlar. Bunun yanında hilafetin yıkılıp bu sisteme giriş gününü de ulusal bayram ilan etmişlerdir. Bir televizyon kanalını buna tahsis etmişlerdir (parlamento yayını yapan) ve ilkokuldan bu yana da bunlar halka daima anlatılmaktadır. Daha ötesi ulusal bayram günü haftası Cuma hutbelerinde, bugün tekrar hatırlatılıyor, hilafetin (yani gericiliğin) gidip; cumhuriyetin (yani medeniyetin) gelişine hep beraber hamd ve sena ediyorlar.

Gerçi bu saydıklarımız olmasa bile bu toplum kâfirdir. Bunu zikretmemin sebebi, yazarın sürekli, bunlar parlamento hakikatini bilmiyor, bunlar yöneticilerin “çözüm İslamdır afişlerine” kanıyor mealinde nakiller yapmasıdır. Bizim bu ülkede böyle şeyler yok!49 Herkes küfrünü açıktan işlediği gibi sık aralıklarla halka hatırlatıyor da…

Eğer yazar İslam adına çıkan partiler var sizin ülkeniz de derse. Biz de deriz ki, sen sürekli hüküm zahire göre verilir diyorsun, bu partilerin ve yöneticilerinin bir gün İslam dediğini duydun mu? İslam adına ortaya çıkanlar bile kraldan daha kralcı en laik partiden daha çok laik ve demokrasi naraları atarlar.

Tekrar söylüyorum, bunlar bizim yanımızda ne şüphe ne de tevil sınıfına girmez. Sadece yazarın gözünü açmaya çalışıyorum, vesselam.

b.) Yazar “Kâfirin şahsını tekfir etmeyenle, kâfirin fiilinin küfür olduğunu kabul etmeyen arasında fark vardır. Yani küfrü mutlak ile küfrü muayyen arasında fark vardır” (10) der. Ayrıca sayfa 11’de de Ali Hudayr’den şu nakli yapar: “Hükmün bilinmemesi ile vakıanın bilinmemesi arasında fark vardır. Kâfiri tekfir etmeyen ile küfür eylemine küfür hükmü vermeyen arasında fark vardır. Örneğin; Allah’tan başkasına secde eden ve Allah’tan başkasına kurban kesen kâfirdir. Kim Allah’tan başkasına kurban kesmek küfür değil derse o da kâfir olur. Sebebi ise hükmün cehaletidir.”

Şimdi bizim yaşadığımız insanlar bunların yaptığına (yöneticilerin ve askerlerin) küfür diyor da, şahıslara kâfir demiyor öyle mi? Yani hükmü biliyorlar da hali bilmiyorlar. İnsanlar bu işlenen açık küfürlerin küfür olduğunu bilse iştirak ederler miydi? Bu toplumda bu yapılanların küfür olduğunu bilen veya idrak eden insan sayısı çok azdır. Belli cemaat mensupları hariç kimse bilmez. Bu insanlar Allah’ın hücceti olan kitaptan yaban eşekleri gibi kaçtıkları için, bilmeleri de mümkün değildir. Kuranı çok okuma! Çok okuyanlar deliriyor diyen, Mekke müşriklerinin sözlerini kılıflayıp uygulayan bu insanlar nasıl bilecekler ki.

Ayrıca yazarın bu nakli ve sözüyle sayfa 14’teki şu sözünü bir karşılaştırın: “Şeriatı değiştirme konusuna gelince, bu zamanın mürcielerinin sözüne göre amel edip, kalbi inkar olmadan şeriat değiştirme eylemini dinden çıkaran bir eylem görmeyen kişi tekfir edilmez” diyordu burada ise başkasına kurban kesmenin küfür olduğunu ve hatta buna küfür demeyenin dahi kâfir olduğunu söylüyor.

Allah’tan başkasına secde, ondan başkasına kurban kesme küfür değil diyen kâfir oluyor da; delaleti daha kat’i olan şeriat değiştirme, küfür değil diyen nasıl kâfir olmuyor?

Yazarın bu sözü üzerinde biraz durmak faydalı olacaktır. Bu söz, yani kalbi inkâr olmadan küfür sözü insanı küfre sokmaz50 sözü özür müdür?

- Bu söz bu risalede varid olmuş en necis sözdür. Şayet bu sözü Marmara’ya atsanız, Marmara’yı necis kılar.

- Bu söz küfre kapı aralar ve küfre özür kılar. Allah’ın şeriatını değiştiren tüm tağutlar bu sözü kendilerine kılıf yaparlar. Biz inkâr etmiyoruz şeriatı, biz helal görmüyoruz yaptığımızı derler. Eğer mezhebin lazımı mezhep olmuş olsaydı YAZAR BU SÖZÜYLE KÂFİR OLURDU. Biz biliyoruz ki yazar bunu meşru görmeyen ve yapanları da tekfir edenlerdendir. Ve bu sözün lazımını asla iltizam etmez. Ya da meramını anlatamadı herhalde diyerek hüsnü zan yapalım!

Yazarın insanın küfre girmesine engel saydığı özrü; şer’an inceleyelim!

- Allah c.c. Kur’an-ı Kerim’de insanları kalplerindeki inkara bakmadan yaptıkları ve söyledikleri söz ve fiillerle tekfir etmiştir.

Eğer onlara soracak olursan, `Biz lafa daldık aramızda eğleniyorduk derler. ' De ki; "Allah ile, Allah'ın ayetleri ile ve Peygamber ile mi alay ediyordunuz?" “Uydurma bahaneler ileri sürmeyiniz. İman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Bir kısmınızı affetsek bile, ağır suçlu olduklarından dolayı diğer kısmınızı azaba çarptıracağız. (Tevbe 65-66)”

Onlar söylemediler diye Allah adına yemin ederler, ama o küfür sözünü söylediler. Müslüman olduktan sonra kâfir oldular. Yapamadıkları bir işe yeltendiler. Bu yolla öç almaya kalkışmalarının tek sebebi Allah'ın lütfu ile Allah'ın ve Peygamber'in kendilerini zengin etmiş olmalarıdır. Eğer tevbe ederlerse kendileri için iyi olur, Eğer sırt çevirirlerse, Allah onları hem dünyada, hem de ahirette acıklı bir azaba uğratır. Dünyada onlara ne bir dost ve ne de bir yardım edici bulunur.” (Tevbe 74)

Allah, Meryemoğlu Mesih'(İsa)dır" diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa Mesih demişti ki; "Ey israiloğulları, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Kim Allah'a ortak koşarsa Allah ona cenneti kesinlikle haram etmiştir, onun varacağı yer cehennemdir, zalimlerin hiçbir yardım edeni yoktur. "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler de kesinlikle kâfir olmuşlardır. Tek Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer onlar bu dediklerinden vazgeçmezler ise onların içinde kâfirlerin başlarına acıklı bir azap gelecektir.” (Maide72-73)

Dikkat edilirse Allah c.c. bu ayetlerde sözün kendisiyle tekfir etmiştir. Hüküm ve teşri ayetleri de aynen51 böyledir. O fiili işleyen, şeriatı değiştiren veya şeraitla hükmetmeyen o fiilin kendisiyle kâfirdir. Kimde kalbi inkârı şart koşarsa şüphesiz Allah’ın şart koşmadığını şart koşmuş olur.

- Bu söz gulatı mürcie (aşırılar)’ın sözüdür. Bakın selef onlar ve sözleri hakkında ne demiştir!



Yüklə 0,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin