MukaddiME



Yüklə 0,79 Mb.
səhifə3/16
tarix22.01.2018
ölçüsü0,79 Mb.
#39604
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16

Şeyh Ebu Batin: “Şeyhul İslam İbni Teymiyenin kim bu tür şeyler yaparsa hüccet ikame edilmeden ona müşrik ve kâfir denmez gibi sözleri büyük şirkte veya Allah tan başkasına ibadet meselelerinde değildir. O bu sözü kapalı olan sözler için söylemiştir. Kapalı sözlerde sahibine hüccet kaim olmamıştır denilebilir. 26

Şeyh Süleyman bin Sehman dedi ki; Iraki bu iddiayla ortaya çıkıp İbni Teymiye ve İbni Kayyımın mutlak manada ikametul hücceti şart koştuğunu iddia edince ona uzun bir reddiye kaleme alır. (diye-u Serik fi er-reddi ala mazikil marik) “Burda anlarsın ki İbni Teymiyenin sözü ve (selefteki) tartışma kabirperestler için değildir. Bu söz (ikametül hücce) ancak bidat ehli ve ehli sünnete muhalifler için söylenmiştir” (168-169)

İbni Kayyım: “Şüphesiz Allah’ın hücceti kitapların indirilmesi ve resullerin gönderilmesiyle kullar üzerine ikame edilmiştir. Her kim Allah’ın ona emrettiği ve nehyettiğini bilme imkânı bulurda, kendi taksirinden dolayı bunu yapmazsa şüphesiz o kimseye Allah‘ın hücceti kaimdir” (medaric 1/166)

İbni Kayyım Resulullah (s.a.v)’ın müşrikleri ateşle müjdelemesi ile ilgili olarak Zadul Mead adlı eserde şöyle der “müşrik olarak ölen ateştedir, resulun bi’setinden önce ölse de o kimse ateştedir. Çünkü müşrikler İbrahim (a.s.)’ın hanif dinini Allah tarafından hiçbir delil almadan yaptıkları şirkle değiştirdiler…”

Dikkat et kardeşim! Şeyh İbni Kayyım(r.a) İbrahim (a.s.)’ın tahrif olmuş dininin kalıntılarını Resulullah’a(s.a.v) peygamberlik gelmeden önceki dönemde hüccet olarak yeterli görmüştür. Bu bölümü ve konunun tamamını mutlaka oku (3/59) Peki bizim toplum ne olacaktır?

Aslında bu mana da daha çok nakil yapılabilir. Fakat ilim ehlinin anlayışına değer verdiğini iddia eden, “bizim gibi cahiller bu meselelerde konuşamaz” diyenlere kâfidir inşallah.

Bir benzetme:

Bir toplum düşünün, Allah onları mazeretli saymamış ve müşrik - kâfir diye isimlendirmiştir. Bu isimlendirme de etkili fiiller şunlardır:



  • O toplum Allah’ın varlığına inanmakla beraber salih insanlar olduklarına inandıkları putlara ibadetlerini sarf ediyor, onlardan fayda ve zarar bekliyorlardı. Bunu asla müşrik olmak adına değil, İbrahim (a.s.)’ın dininin bu olduğuna inandıkları için yapıyorlardı.

  • O toplumun bir parlamentosu vardır. Darun nedve adın da. Her kabilenin önde geleni orda kabilesini temsil ediyor, yasama (teşri) işini orda yapıyor, hayat düzenini yeni kanunlarını orda belirliyorlardı.

  • Bütün dostlukları ve düşmanlıkları kutsallık atfettikleri putları, ataları, kabileleri içindi.

  • Ahlaksızlık (kumar- zina) mubah sayıldığı gibi övünme aracıydı. Fakat bu insanların döneminde ne kitap, ne sünnet, ne tevhidi basım yapan yayınevleri ve nede muvahhid alimler vardı. Birkaç kişi bu şirklerden uzak kalmaya gayret ediyor, onlarda toplumda etkisiz şahsiyetler oldukları için arka plan da kalıyorlardı. Hakka ulaşma imkânları da neredeyse yok denecek kadar azdı. Bu toplum kendini İbrahim (a.s) dininde sayıyor ve bu yaptıklarını da Allah için yapıp ona yaklaştıklarını zannediyorlardı. Tüm bunlara rağmen Allah bu toplumu mazeretli saymamış, onları kâfir ve müşrik diye isimlendirmiş, Resul de onların ateşte olduğunu haber vermiştir.

Kitap ehlinden ve putperestlerden küfre kayanlar ken­dilerine açık delil gelinceye kadar üzerinde bulunduklarından ay­rılacak değillerdi.” (Beyyine 1)

Onlara, Kitaplarını doğrulayıcı olarak Allah katından bir Kitap geldiğinde (onu inkâr ettiler.) Hâlbuki o Kitapla daha önce müş­rikler üzerinde yardım ümit ederlerdi. Ne zaman ki tanıdıkları Hak onlara geldi, onu inkâr ettiler. Kâfirlerin üzerinde Allah'ın laneti var­dır.” (Bakara 89)

Dikkat edilirse Allah o toplumu iki ayette de kâfir diye isimlendirmiştir. Resulullah (s.a.v.): Babasının durumunu soran adama “benim babamda senin babanda ateştedir” (Müslim), yine bir Müslüman hangi müşriğin kabrine uğrarsa Muhammed (s.a.v)’in onu ateşle müjdelediğini söylemesini isteyerek, onların ateş ehli olduklarını bildirmiştir.27

Şimdi yeni bir toplum düşünün:



  • Allahın varlığına inanmakla birlikte, salih olduğuna inandıkları insanların mezarlarını puta çevirmişler, geçmiştekilerin yaptığı gibi onlara dua etmiş, fayda ve zararı onlara hasretmişlerdir ve ibadetlerini onlara sunmuşlardır. Hatta bu yeni toplum öncekilerden bir adım daha öteye geçmiş, dara düşüp sıkıştığı anda putlarına daha bir sıkı bağlanmışlar, medet dileklerini artırmışlardı. Yani hem darda hemde rahatlıkta putlarına yönelmişlerdi. Eskiler ise, dar da kaldıklarında, deniz de dalgaya tutulduklarında ise putlarını terk eder sadece Allah’a yalvarırlardı.

  • Yalnız putlar arasında bazı farklar vardır. Eskiler istisnalar olmakla beraber genelde salih insanların heykelleriydi ve genel olarak boylamasına dikilmiş heykellerdi. Şimdikilerin putları yine istisna olmakla beraber ya zındıklığı alenen sabit Allah düşmanları ya da Allah ‘ ın dinine savaş açmış insanların heykelleridir. Ve genel olarak putları da boylamasına değil enlemesinedir.

  • Yeni toplumun parlamentosu vardır. Onlar İslam dini ile yönetme fırsatları olmasına rağmen demokrasiyi tercih etmişlerdir. Bütün vatandaşlar oylarıyla yönetim de söz sahibidir. Bu parlamento açıktan (televizyon kanalından) Allahın yasalarını çiğner ve değiştirir. Parlamentonun işlevi, görevi, neden İslam, hilafet değil de demokratik yönetim biçimini seçtiği ilkokuldan bu yana tüm vatandaşlara anlatılır. Hatta okul kitaplarında tafsilata gidilerek İslam ve demokrasi arasında, hilafet ve cumhuriyet arasında kıyaslamalar yapılır. Yani yeni parlamentoya seçimler aracılığıyla bizzat dahil olan toplum bireyleri eskiler gibi şuursuz değil devletin eliyle bilinçlendirilmiştir.

  • Bu toplumun kutsallık atfettiği tüm değerler, dostluk ve düşmanlıklarını üzerine bina ettikleri vatan, bayrak, millet aynen eski cahiliye toplumunda olduğu gibidir.

  • Reklamları yapılarak mubah görülen, mubahlaştırılmaya çalışılan ahlaksızlıklar bu toplumda moda ve gelişmişlik ismiyle işlenir. Mesela bir genç çok zina etmesini övünme aracı olarak anlatır. Ve daha sayılabilecek birçok şey.

  • Bu toplum yapmış olduklarını müşrik olmak için değil, Muhammed (s.a.v.)’in getirdiği dinin bu olduğunu zannederek yapar ve aynı zamanda peygambere müntesip olduklarını ilan ederler. Nasıl ki o eski toplum, tevhidi yaşayanları İbrahim dinine muhalif yeni bir dinle suçluyorduysa, bunlarda tevhidi yaşayıp anlatanlara Muhammed (s.a.v.) dinine muhalif din getirmekle suçlarlar. Arada ki farkı mı merak ediyorsunuz? Yaptıkları her şeyin şirk olduğunu beyan eden kur’an hepsinin evinde mevcuttur. Resulun sünneti ise her an ulaşabilecekleri kolaylıktadır.

Nasıl olduğunu anlamış değiliz ama, yazara göre, yukarıda vermiş olduğumuz benzetmede birinci gurpta bulunanlar müşrik ve ateş ehlidir. İkinci örnektekiler ise; şimdikiler Müslümandır. Hatta şimdikilere sakın kâfir demeyin muasır cihat âlimlerine muhalefet edip bidatçi harici olursunuz. Çünkü şimdikilere henüz hüccet kaim olmamıştır. Bunları sakın İslama davet etmeyin, siz de tekfir cemaatlerinden olur, cihad cemaatlerinden ayrı düşmüş olursunuz! Sadece bunları eğitin. Çünkü bunlar Müslüman’dır. Sakın hüccet ikame etmeye kalkmayın, sizlerle hüccet kaim olmaz, bunların yani karşınızdaki insanların kabul ettiği hüccetler ancak hücceti ikame edebilir. Eee ne yapalım, hocalarda böyle bir şey yapmayacağı için bekleyin! “Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlar. Kendileri onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar.” (Mutaffifin 1-3)

Yahudiler ve Hıristiyanlar ”biz Allahın oğulları ve sevgilileriyiz” dediler. Öyleyse günahlarınızdan ötürü size niçin azap ediyor? Bilâkis siz O'nun yarattığı insanlarsı­nız" de. Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş O’nadır.” (Maide 18)

Bu haktan dönüş onların (ehli kitabın) “ateş bize kesinlikle sayılı günlerden fazla değmeyecektir.” demelerindendir. Uydurdukları yalan onları dinlerinde aldatmıştır.” (Ali İmran 24)


  1. HÜCCET ULAŞTIĞI HALDE İLGİSİZ KALANLAR

Önceki bölümden net bir şekilde anlaşıldı ki; hüccet kur’an ve Resul’le insanlara ikame edilmiştir. Yani din insanlara ulaşmıştır. Allah’ın kitabında beyan ettiği meselelerde hüccet kur’anın ulaşmasıdır.

Peki, kur’an ulaştığı veya hüccet mevcut olduğu halde buna ilgisiz kalan bunun dışında şeylerle ilgilenen ne olacaktır? Kur’an bu tip insanlara “MU’RİD” yüz çeviren der. İlgisiz kalan, ilgilenmeyen, sırt çeviren bu insanları; ne Allah nede Resulu mazur saymıştır.

Biz, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları, ancak gerçek üzere ve belirli bir süre için yarattık; inkâr edenler, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedirler.” (Ahkaf 3)

Öyleyken, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çeviriyorlar? Aslandan ürkerek kaçan yabanî merkeplere benzerler.” (Müddesir 49-50)

Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatılmışken onlardan yüz çeviren ve önceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim var mıdır? Kur’ an'ı anlarlar diye kalplerine örtüler, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da asla doğru yola gelmezler.” (Kehf 57)

Allah ilk insanı yeryüzüne indirirken de bu hususa dikkat çekmiş, hidayetin onun hücceti olan zikrine tabi olmakta, delaletin ve şegavetin28 ise ondan yüz çevirmekte olduğunu haber vermiştir. Âdem (a.s.) ve şeytan arasında malum kıssa cereyan edip, Âdem (a.s.) dünyaya indirilirken: "Oradan hep beraber inin! Eğer benden size bir yol gösteren gelirse bilin ki; benim yol göstericime uyanlar için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da ol­mayacaklar­dır, dedik." (Bakara 38)

Onlara şöyle dedi: "Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Elbet size benden bir yol gösteren gelir; Benim yoluma uyan ne sapar ve ne de bedbaht olur. Benim Kitabımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyâmet günü de onu kör olarak haşr ederiz.” (Ta-ha 123-124)

Bütün bu anlattıklarımızdan sonra kim bu topluma hüccet kaim olmamıştır, bunlara her gün işledikleri onlarca şirk anlatılıp beyan edilmelidir derse nihayet şu üç şeyin dışında başka bir şey anlaşılmaz bu sözden;



  1. Kur’an ve risalet(peygamberin haberi) hücceti bu topluma ulaşmamıştır. Bunu akıl ehli biri söylemez.

  2. Kur’an ulaşmıştır, ama Allah tevhid ve şirk meselelerini net açıklamadığı için insanlar anlamamıştır. Bu sapıklığı iman ehli biri dile getiremez.

  3. Kur’an ulaşmıştır, hüccet ulaşmıştır, fakat insanlar ilgisizdirler. İlgisizlik ve yüz çevirme başlı başına bir küfür ve imanı bozan unsurlardandır. Şeyh Muhammed bin Abdulvehhap üzerinde icma edilen on tane imanı bozan unsurun arasında yüz çevirme ve ilgisizliği de saymıştır.

Andolsun ki Kur’an’ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?” (Kamer 17)

Bu bahsi inşallah şu hadisle noktalayalım. İmam Buhari sahinin ilim kitabı 66. hadisin de Ebu Velid El-leysi (r.a.)’den: “Resulullah (s.a.v) insanlarla beraber mescitte otururken ona doğru üç kişi yöneldi. İkisi Resule doğru yöneldi, biri gitti. O ikisinden biri mecliste bir boşluk bulup oturdu, diğeri de meclisin arkasında oturdu. Üçüncüsü de dönüp gitti. Resulullah’ ın (s.a.v.) işi bitince size o üç neferden haber vereyim mi? Birisi Allah’a yöneldi (sığındı manasında), Allah ta onu kabul etti. Diğeri ha ya etti, Allah ta ondan hayâ etti. Ama üçüncüsü ise yüz çevirdi Allah ta ondan yüz çevirdi.”

Şimdikiler ise maalesef muvahhidlerden yüz çevirerek, Allah’tan yüz çevirenlere özür arıyorlar. Yeter ki ölçüler bozulmaya görsün.


  1. ZANNI FASİT İNSANA FAYDA VERİR Mİ?

Kastımız şudur: Kendince Müslüman olduğunu zanneden, üzerinde bulunduğu halin, Allah‘ın razı olduğu hal olduğunu düşünen insana, bu zannı fayda sağlar mı? Ya da yaptığı şirk ve küfrün, kendini şirke sokmadığını zannetmesinin bir faydası olur mu?

Eğer şirkten teberri edip, muvahhid olarak Allah’a c.c. teslim olmuşsa, bununla beraber bazı yanlışları dahi olsa (şirke bulaşmadıkça) bu zannı kendine fayda verir. Nihayet bu zan yakin gibi olan zandır.

Fakat şirkten teberri etmemiş veya içinde bulunduğu dönemin her türlü şirkini ve eski cahiliyyenin şirkini işliyorsa bu zan kendisine hiçbir fayda sağlamaz. Zira insanın üzerinde bulunduğu haline itibar edilir zannına değil.

Allah insanlardan bir takımını doğru yola eriştirdi, fakat bir takımı da sapıklığı hak etti, çünkü bunlar Allah'ı bırakıp şeytanları dost edinmiş ve kendilerini doğru yolda sanıyorlar.” (Araf 30)

Bu ayette kastedilen ister Mekkeli müşrikler olsun, isterse de Hz. Âdem den sonra şirke bulaşanlar olsun. Kendilerinin hidayet ehli oldukları zannı maalesef onlara fayda sağlamamıştı. Çünkü üzerinde oldukları hal şeriatın tasvip etmediği bir haldir.

İmam Taberi, bu ayetin tefsirinde diyor ki: “bilakis onlar bu yaptıklarını hak ve hidayet üzere ve doğrunun kendi yaptıkları olduğuna inanarak yaptılar. Bu ayet “Allah hiç kimseye yaptığı masiyet veya itikat ettiği sapıklıktan dolayı azap etmez, taki onun doğru şeklini bilip Rabbine inat olarak yaparsa azap eder” diyenin hatalı olduğuna en açık delildir. Çünkü öyle olmuş olsa, hak ehliyle, yolunun doğru olduğunu zan ettiği halde sapıtan arasında fark kalmamış olur. Muhakkak Allah bu ayetle iki taifenin ismini ve hükmünü ayırmıştır.” (Taberi Tefsiri)

Hakikat şudur ki, ayet hiçbir yoruma ihtiyacı olmayacak muhkem ve açık ayetlerdendir. Bu imamın yaptığı yorum gerçekten mükemmeldir. Gerçekten hak üzere olan, Allah’a teslim olmuş ile toplumun kendini hidayet üzere zannedip her şirke bulaşmış olan insanlar hiç aynı olabilir mi? Hayır olamaz! Olmamalı da! Çünkü Allah kitabında dediği gibi dünya hükmü olan isimlerini de ahirete taalluk eden yönlerini de ayırmıştır.

Ey Muhammed! "Size, amelce en çok kayıpta bulunanları haber vereyim mi?" de. Dünya hayatında, çalışmaları boşa gitmiştir, oysa onlar, güzel iş yaptıklarını sanıyorlardı” (Kehf 103-104)

İşte kardeşim sana apaçık bir ayet daha. İnsanın güzel şeyler yaptığını zannetmesi insanın amellerinin boşa gitmesini önleyemiyor. Çünkü insanın niyeti ve zannının net olması gerektiği gibi, üzerinde olduğu yolun da net bir şekil de Allah’ın onayladığı bir yol olması gerekir.

Burada en ilginç olanı ise, Allah şirk üzere olup güzel şeyler yaptığını zannedenlere “amel yönünden en çok hüsrana uğrayanlar” derken, bazıları bu tip insanları mazur görmekle “amel yönünden bedbaht olsa da, özürlü olduğundan dolayı bahtiyar” olduğunu ve mazeretliler sınıfına dâhil olduğunu söylerler.

İnsan bunların sözlerini ve yazdıklarını okuyunca bir an keşke bizde toplum gibi bir şey bilmeyen, hiç dine teveccüh etmeyenlerden olsaydık diyesi geliyor! O kadar oku, araştır, rabbinden hidayet iste, yanlış yaparsan vay haline, çünkü sen biliyorsun. Adam bir gün kur’an’ı eline almasın, neden bu kuran gönderilmiş, rabbim ne demiş, ne istemiş hiç ilgilenmesin, şirk nedir, küfür nedir, tevhid nedir, yaratılış gayesi nedir, insanın yapması gereken nedir bilmesin ve bilmek için gayret sarfetmesin… Yine de MAZUR sayılsın ve cennete gitsin!



İmam Taberi bu ayette şöyle der: “Eğer söz bazılarının zannettiği gibi, “kimse bilmeden Allah’a kâfir olmaz” şeklinde olsaydı, bu insanların (ayette geçen) yaptıkları bu amellerde- doğru olduğunu sanarak yaptıkları amellerde- ecir alan ve isabet edenlerden olması gerekirdi. Fakat söz bunun hilafınadır. Çünkü Allah onların kâfir olduğunu amellerinin de boşa gittiğini haber vermiştir.”

Kardeşim Allah bana ve sana merhamet etsin. İmam nede güzel açıklıyor: İnsanın doğru olduğuna inanıp yaptığı fakat Allahın sözüne muhalif söz ve eylemleri faydalı olsa kâfirler, kâfir değil isabet edip sevap kazanmış insanlar olurlardı.



İbni Kayyım Araf 30’ un tefsirindeeğer denilse, hidayet üzere olduğunu zanneden bu adamın sapıklığında özrü var mıdır? Denilir ki, hayır. Ne ona ve ne de onun gibi sapıklığının kaynağı vahiyden yüz çevirmek olanların özrü yoktur.” (Tefsirul kayyım)

Yine şu ayetleri düşün kardeşim

Onla­ra, “Yeryüzünde fitne çıkarmayınız!” denildiğinde,“Biz ancak ıslah edicileriz.” derler. Dikkat edilsin ki, şüphesiz onlar, fitne ve fesat çıkaranların tâ kendileridirler. Fakat bu durumlarını sezemezler bile.” (Bakara 11-12)

Allah nasılda onları yalanlıyor, zanlarını kale almıyor, bilakis üzerinde oldukları ifsatla onlara hükmediyor ve öyle onları isimlendiriyor.



6. ÂLİMLER HÜCCET MİDİR?

Şüphesiz ilim ve onun taşıyıcısı rabbani âlimler, ölçülere bağlı kalındığı zaman rahmet, ölçüyü tutturamayanlar içinse delalet sebebidir.

Allah c.c Kur’an-ı Kerim’de ilim ehlini ve ilmi çok güzel vasıflarla övmüştür.

-Allah-u Teala dünya ve ahiret saadeti olan vahyi ilim diye isimlendirmiştir. Kur’an da geçen “sana gelen ilimden sonra seninle tartışılırsa” ve “sana gelen ilimden sonra onlara uyarsan” mealinde çokça geçen ayetler buna delildir.

-İlmi büyük fazilet diye isimlendirmiştir. “Eğer Allah'ın sana yönelik lütfü ve esirgemesi olmasaydı, onların bir takımı seni yanıltmaya yeltenmişlerdi. Oysa onlar sadece kendilerini yanıltırlar, sana hiçbir zarar dokunduramazlar. Çünkü Allah, kitabı ve hikmeti indirerek sana, daha önce bilmezliğin gerçekleri öğretmiştir. Hiç şüphesiz Allah'ın sana yönelik lütfu son derece büyüktür.” (Nisa 113)

-İlmin dosdoğru yola ilettiğini haber vermiştir. “Babacığım, sana ulaşmayan bir ilim, geldi bana, ne olur bana tabi ol da seni dümdüz bir yola çıkarayım.” (Meryem 43)

-İlmin ehlini ise; Dünya ve ahiret saadeti olan tevhid’e, kendiyle beraber şahit tutmuştur. “Allah'tan başka ilâh olmadığına ve O'nun adaleti ayakta tuttuğuna Allah'ın kendisi, melekler ve bilgili kullar tanıktır. O'ndan başka ilâh yoktur. O üstün iradeli ve hikmet sahibidir.” (Ali İmran 18)

Tek bu ayet bile onların faziletine yeterli delildir.

-Allah-u Teala Ulul azm peygamberlerinden olan Musa (a.s)’a kendinden mertebe olarak geri olan birine ilimden dolayı tabi olmasını emretmişti. Musa (a.s) bu sebeple ilmi yolculuğuna çıkmıştır. “Orada kendisine tarafımızdan rahmet sunduğumuz ve katımızdan dolaysız biçimde ilim öğrettiğimiz bir kulumuzu buldular. Musa, ona "Sana öğretilen bilginin birazını bana öğreterek olgunlaşmamı sağlaman amacı ile peşinden gelebilir miyim?" dedi.” (Kehf 65/66)

-Allah-u Teala alimlere soru sorulmasını istemiş ve yayılan haberlerin onlara iletilmesi halinde yanlış anlaşılmaların önleneceğini haber vermiştir. “Senden önceki peygamberlerimiz de kendilerine vahiy indirdiğimiz birer insandı. Eğer bilmiyorsanız, daha önce kendilerine kitap verilenlere sorunuz.” (Nahl 43)

Onlar güvene ya da korkuya ilişkin bir haber alınca onu hemen yayarlar. Oysa eğer o haberi peygambere ya da başlarındaki kendi yetkililerine götürseler, aralarındaki yorum yapmaya yetenekli olanlar onun mahiyetini anlarlardı. Eğer Allah'ın üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, küçük bir azınlık dışında hepiniz şeytana uyardınız.” (Nisa 83)

Sünnette ise bu konuya delil sayılamayacak kadar çoktur. Sadece Ebu Derda’nın ilim talebesi hakkında rivayet ettiği hadis olsa, ilmin ve ehlinin şerefini anlatmaya yeterdi. “Kim ilim elde etmek için bir yol tutarsa, Allah ona cennet’e ulaştıracak bir yol tutturur ve onun yolunu kolaylaştırır. Melekler ilim talebesinin önüne geçer kanatlarını sererler. Nitekim âlim kişiye yerde ve gökte kim varsa istiğfar eder, balık dahi suda âlim için istiğfar eder. Âlim’in abid’e olan üstünlüğü ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin varisleridir…” (Ebu Davut-Tirmizi)

İlmin ve âlimlerin eksikliğinin neticelerini, insanların ilim noktasında ki gayretsizliklerini görmek, kendimize çeki düzen vermek adına bu kitaplar mutlaka okunmalıdır. Bunların birçoğu Arapça eserler olduğu için okuyamayanların, hadis kitaplarının ilim ve ilmin fazileti ile ilgili bölümlerini okumalarını tavsiye ederim.29

Bu saydıklarımız hak olmakla birlikte, âlimlerin sözü hüccet değildir. Onların sözü sahih bir nakil ve sağlam bir istinbat30 olduğu zaman hüccet olur. Zaten hüccet olduğu zamanda, hüccet olması müstakil değil, Allah ve Resul’ünün sözüne muvafık oluşundandır.

Ey İnananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun halini Allah'a ve peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibarıyla en güzeldir.(Nisa 59)

Allah bu ayette Allah ve Resul’ü ile birlikte emir sahiplerine itaati emretmiştir. Bazı tefsirlerde buradaki kasıtın âlimler olduğu söylenmiştir. Nitekim ayetin sonu ölçüyü koymuştur. İhtilaf halinde sadece Allah ve Resul’üne sözün geri çevrilmesi lazımdır. Her ne kadar Allah’a ve Resul’üne geri çevirme işlemini yapacak olan yine âlimler olsa da, bunda ölçü sahih olan naslara31 muhalefet etmemeleridir.

Reddiye sadedinde olduğumuz risalede ise âlimlerin sözü hüccetmiş gibi karşıya sunulmuş, muhalif olanlarda en kötü vasıflar verilerek korkutulmuşlardır. Her ne kadar risalenin sahipleri, bu âlimlere uyanları uyarmayı, sebep olarak zikretse de bu yeterli değildir. Çünkü konuşulan mesele basit mesele olmadığı gibi, risalenin kendilerinden dolayı yazıldığı toplulukta (bizler)böyle bir iddiada değiliz.

Bu kısım okuyucuya tuhaf gelebilir. Meselenin aslını bilenler, ne kastettiğimizi anlasalar da, meseleden habersiz olan kardeşlerimiz için açıklayalım.

Bahsi geçen risale (reddiye yazdığımız)belli bir ortamda, belli insanlarla karşılaştıktan sonra onlara ve yanlışlarına (sözde) hitaben kaleme alınmıştır. Oysa bizler asla bu âlimlere her konuda muvafık olduğumuzu, olmamız gerektiğini söylemedik. Kastımız risalede yazarın kendinden nakil yaptığı muasır âlimlerdir. Her toplum ve ortam da bu âlimlere olan sevgimizi, onların sebatkâr davet hayatlarına ve cihadlarına hayranlığımızı dile getirip, dua etsek de, onların kitaplarını ders verip okuyup okutsak ta, onlarla olan farklılığımızı beyan edip, hüccet ve bağlayıcı olan nasstır diye her ortamda dile getirdik. Ve bunu burada da tekrar ifade ediyoruz.

Hatta şu örneği vererek olayı açıklamakta fayda vardır.

Daha önce yurt dışında iken oy verenler hakkında tafsilat olduğunu düşünürdüm.

Daha sonra Türkiye’ye sık sık gelip, insanlarla yaşayıp birlikte olunca bunun böyle olmadığını, oy veren insanların; neden, ne sebeple ve kime oy verdiklerini çok daha iyi anladım. Nitekim meselenin tafsilatlandırılmasının32 gereksiz ve yanlış olduğunu anladım.

Türkiye’ye döndükten sonra ilk davet yaptığım toplu alanda oy verenlerin hükmünü anlattım. Bütün kardeşler de şahittir ki orada şeyh Makdisi’nin ve diğer şeyhlerin görüşlerini ve bu konu da benimsediğim menhecin onlarınkinden farklı olduğumu anlattım.

Yine Türkiye de bazıları ısrarla Şeyh Makdisi’nin umumi sözlerinden yola çıkarak oy verenlere kâfir dediğini yazıp şeyhi karalayınca, benim fikrime muhalif olmasına -daha doğrusu benim şeyhe muhalif olmama- rağmen bunun böyle olmadığını, Suvaka ehline cevap olarak yazdığı risalede tafsilata gittiğini beyan ettim. Aynı şekilde askerlik v.s. meselelerde de durum bundan farkı değildi.

Burada anlatmak istediğim, bizler bu şeyhlere çok değer verip, sevsek de onlara tabi olmanın zorunluluk olduğunu yada sözlerinin ve fetvalarının hüccet olduğunu hiç bir zaman söylemedik, kaldı ki bu şeyhlerin fetvalarıyla amel edilmesinin gerekliğinden bahsedelim.

Tekrar ediyorum: Âlimler hidayet rehberi olsa da hüccet değillerdir. Hüccet Allah ve Resulüdür. Allah kıyamette herkese bu iki asıldan soracak ve ona göre yargılayacaktır. Açın Kur’an-ı bakın! Kıyametle ilgili tüm ayetler de ortak vurgu “Sana ayetlerim gelmedi mi” “Size uyarıcı resul gelmedi mi?” şeklindedir. Allah kimseye “Sana falan gelmedi mi?” “Sen falan âlimi dinledin mi?” diye bir soru yöneltmeyecektir.

Kuranı Kerim’in sapıklıklarından çokça söz ettiği ve Müslümanlar’a örnek gösterdiği ehl-i Kitabı bir düşünelim. Allah Resulu sahih rivayetlerinde bu ümmetin “adım adım onlara tabi olacağını” bizlere bildirmiştir. Nitekim onların sapıtma nedenlerinden biride aşırılıktı. Din adamlarına öyle yetkiler verdiler ki, daha sonra Allah’ın kelamı olan Tevrat’a bakmaz oldular. Öyle bir hal aldı ki, Tevrat bir zümrenin elinde oyuncak gibi oldu. Dilediklerini değiştiriyor, dilediklerini ekliyorlardı. En sonunda, kitapta olmasına ve kitabın da ellerinde olmasına rağmen birçok helali haram, haramı helal yaptılar. Bunun sebebi de hüccet olan kitaptan yüz çevirip, bu yetkiyi din adamlarına vermeleriydi.

Sonuç mu?

Onlar hahamlarını ve Rahiplerini Allah dışında Rabler edindiler…” (Tevbe 31)

Ben risalenin yazarını da, istidlal33 yaptığı şeyhleri de, bu zikrettiğim noktada tenzih ederim. Amacım bugün içinde olunan tavrın ne gibi tehlikelere sebep olacağını beyan etmektir…



Yüklə 0,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin