Müslüman İnsanın Ahlakı
Hayatında, şahsiyetinde, konuşmasında, yatıp kalkmasında, çalışıp didinmesinde (birimlerinde) bulunması icab eden İslâm ahlâkından kısaca söz edip, sizleri bu güzel eserle başbaşa bırakmak istiyorum.
Dinin (İslâm’ın) olmadığı bir yerde ahlâkı konuşmak veya ahlâk aramak, deve dikenlerinin ekili olduğu tarlada pirinç aramaya benzer. Bir cemiyetin ahlâka kavuşması ve ahlâklanması için o ahlâkın vahye dayanması icabeder. Vahye dayalı olan bir ahlâk, hem hayatın ve hem de o hayatta yaşayan tüm insanlığı kuşatmış demektir.
O cemiyetin ve o cemiyette yaşayan insanların siyasetinin, hukukunun, iktisadının, nikahının, eğitiminin, ticaretinin ahlâkı var demektir. İslâmı ve onun güzel ahlâkını kabul etmeyen bir toplum, ahlâksızlığın bataklığına saplanır ve o toplumun ahlakı, ahlâksızlık olur. Tıpkı komünist rejimlerinin dininin dinsizlik olduğu gibi...
İslâm ahlâkından arındırılmış bir topluma konulacak kanunlar, yasalar tıpkı örümcek ağına benzer. Arıların rahatlıkla delip geçtiği, cılız sineklerin takılıp kaldığı örümcek ağına.
İslâm alimleri müslüman ferdin, müslüman ailenin, müslüman cemiyetin ahlâkından bahsettiği gibi, bir de devlet ahlâkından bahsetmiştir.
Devlet ahlâkının anlatıldığı bölümde, başkan ile tebaa arasında olması icab eden sıkı ilişkiye dikkat çekmişlerdir. Yüzde doksan dokuzunun matematiksel ifade ile müslüman olduğu söylenen bir ülkede, halkının inancına saygılı olmak şöyle dursun, onların inancını, dinini tehlike gören bir başkasının bulunduğu yerde sulhtan, huzurdan, saadetten bahsedilebilir mi? Bir de bu başkanlar halkının dininin tehlikeli olduğunu ihbar etmek için ülke dışına gider, zavallı bir insan gibi yahudiye şikayet ederse, o yerde güvenden, birlikten, dirlikten konuşulabilir mi?
İşte halkı müslüman olan ülkelerin bulunduğu acı tablo budur. Bir damla sudan merhale, merhale insanlığa gelen ve mahlukatın en şereflisi olan insana yani müslüman insanına layık olmayan çobanlar sahiplenmeye çalışırlarsa, insanlık "Ağzım kurusu yok musun ey "Adl-i İlâhî" demeye başlar.
Konuyu fazla dağıtmadan ve uzatmadan, bir damla sudan yaratılan insanın taşıması ve yaşaması gerekli olan İslâm Ahlâkı mevzusu ile onu başbaşa bırakıyorum.
Mesaj dolu bu güzel eseri okuyucusuna takdim eden Ribat'ı da candan tebrik ediyorum. Eserin müellifinin hakkın rahmetine kavuştuğunu bildiriyor, ona rahmet diliyor, cennete girecek kullardan olmasını Allah'tan niyaz ediyorum...
Çalışmak bizden , muvaffakiyet Hz. Allah'tandır.
Abdullah Büyük
7 Mayıs 199623
Giriş
İslâm Peygamberi (s.a.v.) davetindeki açık metod ve risaletin ilk gayesini şu hadisiyle ilan etmiştir:
"Muhakkak ki ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." 24
Böylece, risâletin, tarihi hayat akışı içerisindeki yerini belirlemiş oldu. Risâlet sahibi (s.a.v.) nübüvvet nurlarını etrafa yaydı. Faziletleri neşretmeye, kemâl ufuklarını aydınlatmaya uğraştı ki, insanlar hakikate aydınlıklar içinde akın yapsınlar.
İslâm'da teşrî edilen ve îman edilmesi gereken rükünler, körü körüne inanılması gereken şiarlar değildir. İslâm, insanı kapalı ve manasız amellerle mükellef kılmamıştır.
Hayır, hayır! İslâm'ın farz kıldığı bütün ibadetler kişiyi sağlam bir ahlâkla yetiştirmek için tekrarlanan alıştırmalardır. İslam, aynı zamanda durumlar ne kadar değişirse değişsin, insanın bu ahlâka sarılmasını da temin eder.
Bu ibadetler kişinin isteyerek sarıldığı, beden ve hayatının rahatlaması için devam ettiği riyâzî temrinlere benzer. Kur'an ve Sünnet bu hakikati açıkça îzah eder. Namazın hikmetini îzah ederken, Kur'an "(Namazı kılın) şüphesiz ki namaz kötülükten ve münkerden alıkor" 25 buyurur. Evet... Rezilliklerden uzaklaşmak, kötü amel ve sözlerden temizlenmek namazın hakikatidir. Yine kudsî bir hadiste: "Namazı; ancak azametim karşısında eğilen, kullarıma kibir taslamayan, isyanda ısrar etmeyen, gündüzleri zikrimle geçiren, miskin, yolda kalmış, dul ve musibetzedelere merhamet edenlerden kabul ederim "26 buyurur Yüce Mevlâ...
Zekat; ceplerden alınan vergi ve haraç değil, bilakis o, şefkat ve merhamet duygularını uyandıran, çeşitli tabakalar arasında ülfet ve muhabbeti sağlayan bir araçtır.
Kur'an zekatın hikmeti hakkında da: "Onların mallarından sadaka (zekat) al ki bununla kendilerini (günahlarından) temizlemiş, (mallarını ve hasenatlarını) bereketlendirmiş olasın"27 buyurur. Nefsi cimrilik pisliğinden temizlemek, cemiyeti de daha yüce bir seviyeye çıkarmak zekatın birinci hikmetidir. Bundan dolayı Resulü Ekrem (s.a.v.) müslümanın vermekle yükümlü bulunduğu "Sadaka" kelimesinin şümulünü çok geniş tutmuş ve:
"Müslüman kardeşinin yüzüne tebessüm, iyiliği emr, kötülükten menetmen, yolunu şaşırmışsa yol göstermen, yoldan; taş, diken, kemik vs. şeyleri temizlemen, kovandan müslüman kardeşinin kovasına su dökmen, görmeyene rehberlik etmen (hep) sadakadır "28 buyurmuştur.
Asırlarca kin ve düşmanlık içinde yaşamış bedevi bir topluma bu talimat, İslâm'ın hedeflerini bildirmeye kâfidir. O, bunlarla bütün insanlığı karanlık câhiliyyet hayatından nura çekmiştir.
Oruç da böyledir. İslâm oruca, belirli bir vakit için bir takım arzu ve isteklerinden mahrum kalmak nazarıyla bakmaz. Bu hususu Allah Resulü (s.a.v.) şöyle açıklar:
"Kim yalan söz(leri) ve onunla amel etmeyi terk etmezse, Allah'ın onun yeme ve içmesini terk etmesine ihtiyacı yoktur "29
"Oruç, yeme ve içmeyi terk ile değil, ancak o; kötü söz ve benzeri şeylerden yüz çevirmek iledir... Birisi sana sataşır veya cehalette bulunursa 'Ben oruçluyum'de." 30
Kur'an orucun semeresini şöyle zikreder:
"Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç sizlere de farz kılındı. Umulur ki (kötülüklerden) korunasınız."31
Kişinin; İslâm'ın varlıklılara farz kıldığı ve mukaddes beldeye sefer yapmakla yerine getirebilen hac ibadetini gaybî (hikmeti bilinmeyen) bir ibadet kabul etmesi büyük hatadır. Zira Kur'an bu İslâm şiarından şöyle bahseder:
"Hac (ayları) bilinen aylardır. İşte kim onlarda (o aylarda) haccı (kendisine) farz eder (ihrama girer) se artık hacda kadına yaklaşmak, günah yapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. Bir de (Ahiret için veya hac seferine yetecek miktarda) azıklanın. Muhakkak ki azığın en hayırlısı takvadır. Ve Ey Kâmil akıl sahipleri! Benden korkun." 32
İşte bunlar toplu olarak İslâm'ın bazı meşhur ibadetlerinden misallerdir. Bu ibadetler İslâm'ın temel rükünleri olarak ta bilinmişlerdir. Bunlarla ahlak arasında kopmaz bağlar vardır ki, onları da îzah edeceğiz.
Zikredilen ibadetler mâhiyet itibariyle ayrı ayrı görünüyorlarsa da, cevher olarak, Rasulullah (s.a.v.)'in beyan ettiği şu gaye etrafında birleşirler:
"Muhakkak ki ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim ."
Namaz, oruç, zekat, hac vb. ibadetler, insanı arzu edilen kemâle erdiren, hayatını temizleyen ve değerini yükselten ruhî nezâfet için basamaklardır. Bu özelliklerden dolayı bunlara İslâm'da büyük yer verilmiştir. Kişi bunlarla kalbini tezkiye edip, özünü temizlemez, Allah ve insanlarla arasını düzeltmezse uçuruma gidiyor sayılır. Cenab-ı Hakk şöyle buyurur:
"Her kim Rabbına suçlu olarak varırsa hiç şüphesiz ona cehennem var. O, orada ne ölür (rahata kavuşur) ne dirilir (fayda görür). Kim de ona îman etmiş, sâlih amellerde bulunmuş olarak gelirse işte onlar, onlar için de en yüksek dereceler, Adn cennetleri vardır ki, altlarından ırmaklar akar. Orada ebedi kalıcıdırlar onlar. İşte günahlardan (isyandan) temizlenen kimselerin mükafatı.' 33
Dostları ilə paylaş: |