Emanet
İslâm, mensuplarından Allah ve kul haklarının muhafazası için uyanık olmalarını istemiştir. Bunun sayesinde müslüman ifrad ve tefritten de kurtulmuş olur. İslam müslümandan "Emin" olmasını talep etmiştir.
İslâm nazarında emanetin çok geniş bir alanı vardır. O, çeşitli manaları hâvidir. Emanetin esas noktası, kişinin yapmakla sorumlu olduğu tüm vazifelerin şuurunda olmasıdır. Kısacası, gelecek hadiste açıklanacağı üzere Allah'a karşı sorumlu olduğunun idraki içinde bulunmasıdır. "Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden mes'ulsünüz. Devlet başkanı bir çobandır. Güttüğünden mesuldür. Erkek, evinde çobandır. O, evdeki ailesinden mes'uldür. Kadın, kocasının evinde çobandır. O, güttüklerinden mesuldür. Hizmetçi, efendisinin evinde çobandır. O da güttüklerinden mes'uldür."133
Hadis ravisi İbn Amr der ki: Ben bunları Resulullah'tan işitirken gelecek cümleyi de eklediğini tahmin ediyorum. "Kişi babasının malı üzerinde çobandır. O da, güttüğünden mes'ul dür."
Halk tabakası "Emanet" kelimesini en dar manasında ele alıyor. Onlar emaneti, eşya olarak anlıyorlar. Halbuki İslâm'daki emanet mefhumu daha kapsamlıdır. Emanet, müslümanlarm birbirine tavsiye ettikleri şeyi yerine getirebilmeleri için Allah'tan talep ettikleri vecibedir. Öyleki, bir sefere çıkınca, müslüman din kardeşi ona şöyle duada bulunur: "Dinini, emanetini ve amellerinin hitamını Allah'a havale ediyorum. (Bunları korumasını talep ediyorum)." Enes (r.a.)'ten: Resulullah (s.a.v.) her hutbesinde mutlaka:
"Emanete riayet etmeyenin îmanı, verdiği sözü de yerine getirmeyenin dini yoktur” hadisini tekrarlamışlardır.
Dünyada en büyük saadet, hayat bunalımından, âhirette de cehennem azabından korunmak olduğu için Resulullah (s.a.v.) kötü olan bu iki durumdan Allah'a sığınarak şöyle duada bulunurlardı: "Allah'ım; açlıktan Sana sığınırım. Çünkü o ne kötü bir arkadaştır. Hiyanetten de Sana sığınırım. Çünkü o da ne kötü dosttur."'134
Açlık dünya kaybı, hıyanet de âhiret kaybıdır. Resuluîlah (s.a.v.) Peygamberlikten önce kavmi arasında
"El -Emin" olarak lakab almıştı. Musa Aleyhisselam'ın üzerinde de, sâlih bir zatın iki kızının hayvanlarını suladığı zaman, emanet alâmetleri görülüyordu. Musa (a.s.) iki kıza yardımcı olup namazlarını muhafaza ederek iffet ve şerefini korumuştur.
Kuranı Kerîm şöyle der: "Bunun üzerine Musa onların davarlarını suladı. Sonra gölgesine çekilip şöyle dedi: "Ey Rabbim! Doğrusu ben, bana hayırdan (yemekten) ne indirirsen ona muhtacım. Derken o iki kadından biri utançla yürüyerek Musa'ya geldi. Dedi ki: "Bize su çekiverdiğinin ücretini sana ödemek için babam seni çağırıyor." Bunun üzerine Musa o ihtiyar adama varıp Firavun'dan kaçış meselesini ona anlatınca Musa'ya şöyle dedi: 'Korkma zâlimler kavminden kurtuldun. O, iki kadından biri dedi ki: "Babacığım onu davarları otlatmak için çalışmak üzere tut. Çünkü tuttuğun ücretlilerin içinde en hayırlısı, güvenilir ve güçlüsü bu adamdır."135 Bu hadise Musa'ya (a.s.) Peygamberlik gelmeden ve Firavun'a tebliğ için gönderilmeden Önce idi. Allah elçilerinin ahlâkça ve yaradılışça insanların en şereflileri oluşlarına şaşmamak lâzım. Yokluk içinde ve gurbette dâhi faziletlere sarılan, gerçekten güçlü ve güvenilir bir insandır. Allah ve kul haklarına riayet edebilmek için varlık ve yoklukta dahi değişmeyecek ve sarsılmayacak bir ahlâk ve yaratılışa ihtiyaç vardır, işte emanetin cevheri budur.
Emanetin bir manası da herşeyi yerli yerine koymaktır. Ehil olmayana makam verilmez. Vazifeler yetenekli kişilere devredilir. İdari mevkiler ve umuma âit işler çok yönlü bir şekilde mes'uliyeti gerektiren hususlardır. Ebu Zerr (r.a.) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v.) 'a beni bir göreve tâin etmez misiniz? dedim. O, elini omuzuma koyarak; "Ya Eba Zerr! îstediğin iş bir emanettir. Sen ise zayıfsın. O, kıyamet gününde sahibi için perişanlık ve pişmanlıktır. Ancak bu görevi hakkıyla alıp yerli yerinde kullanan müstesnadır."136
Bir kişinin iş ve görevi için yetenekli olması, iyi bir insan olması için şart değildir. Çünkü bir insanın yaşantısı dürüst, îmanı da kâmil olmakla beraber herhangi bir vazife veya işte maharet sahibi olmayabilir. (Bu hususta ehil olmaması onun dini za'fına delalet etmez).
Yusuf (a.s.)'ı görmüyor musun? O, Peygamberlik ve takvasına rağmen sadece mâlî idareye ehil olduğunu söylemekle yetinmeyip bilakis hem mâlî konularda çok bilgili, hem de emniyetli ve dürüst olduğunu beyan etmek suretiyle vazife talep etmiştir. Yusuf şöyle dedi: "Beni Mısır hazinelerine memur et. Çünkü ben iyi korur, iyi bilirim."137
Ebu Zerr (r.a.) Resulullah'tan memuriyet talep edince onu yetenekli görmediği için onu görev almaktan sakındırmıştır. İslâm'daki memuriyet mefhumu görev başına en ehil kişilerin getirilmesini gerektirir.
Rüşvet veya meyil neticesi, daha ehliyetli biri varken başkasını görev başına getirmemiz büyük bir cinayet sayılır.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kim daha ehil biri varken başka birini bir bölük (iş) başına getirirse, Allah'a, Peygamberine ve müslümanlara hiyanet etmiş sayılır."138
Yezid bin Ebi Süfyan şöyle der: Ebu Bekr beni Şam'a gönderirken şöyle tavsiyede bulundu. "Ey Yezid! Resulullah (s.a.v.) "Kim müslümanların başına geçtikten sonra meyil eseri olarak birini göreve getirirse Allah'ın lanetine müstahak olur. Allah onu cehenneme koymak için, ne bir farz, ne de bir sünnet ibâdetini kabul eder." 139
Emanete riayet etmeyen bir millet içinde meyil ve rüşvet eseri olarak maslahatlar yok olur. Göreve lâyık olmayanlar iş başına getirildiği için ehil olanların liyakâti kaybolur. Hadisler, böyle olayları âhir zamanda meydana gelecek olan fitne sebepler olarak bildirmiştir.
Adamın biri Resulullah'a gelerek: "Kıyamet ne zaman" dedi. Resulullah (s.a.v.) "Emanet zayi edildiği zaman, sen kıyameti bekle" buyurdu. Adam: "Emanet nasıl zayi olur?" dedi. Resulullah: "Görev (yönetim) ehil olmayanlara teslim edildiği zaman sen kıyameti gözle" buyurdu.140
Emanetin manalarından biri de kişinin mükellef olduğu vecibelerin en güzel şekilde îfâ edebilmesi için tüm imkânlarını harcamasıdır. Evet, işte böyle bir (emanet) İslâm'ın değer verdiği emanettir. İslâm kişiden işlerini ihlasla ve en güzel şekilde yapmasını ister. Mes'ul bulunduğu tüm kul haklarını îfâ etmek için gece ve gündüz demeden çalışmasını ister, kişinin (basit de olsa) mükellef bulunduğu işi hafife alması tüm cemiyette tefritin meydana gelmesine, tüm millet içinde fitne-fesad'ın yayılmasına sebep olur. Elbette ki hafife alman bu vecibelerin doğuracağı netice kötülük ve günahları bir değildir. Bunların en çirkini: Dini, tüm müslümanları ve beldeleri musibetlere düçar eden hıyanettir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Allah (c.c.) kıyamet gününde gelip-geçmiş tüm insanları bir araya toplayacağı bir zamanda her hâine onunla tanınması için bir sancak diker ve "İşte bu falanca şahsın yaptığı hıyanettir" denilecektir.141
Başka bir rivayet de şöyledir: "Her hâinin yanıbaşında, yaptığı hiyanet miktarı yükselecek olan sancak dikilecektir. Dikkat edin! Devlet başkanının yaptığı zulümden dolayı ondan daha büyük hâin yoktur."142
Yani müslümanların idaresini eline geçirdikten sonra ihmalinden dolayı haklarının kaybolmasına sebep olmaktan daha büyük bir hiyanet düşünülemez.
Emanete hiyanetin çeşitlerinden biri de kişinin getirildiği makamı kötüye kullanmasıdır. Bu kötülük, şahsına veya akrabasına herhangi bir menfaati celb etmekle doğar. Halkın malından yemek büyük cinayettir.
Bilindiği gibi devletler veya şirketler çalıştırdıkları işçilere "Belirli ücret" tâyin ederler. Her ne suretle olursa olsun bu tayin edilen ücretten daha fazlasını (hileli yollarla) almaya çalışmak harama teşebbüs etmektir.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Birini herhangi bir yere tâyin ettiğimizde ona belirli bir ücret de tâyin ederiz. Kim bunun haricinde birşey alırsa hiyanet etmiş o/ur. "143
Çünkü aldığı bu fazlalık fakir ve zayıfların haklarından ve kamunun menfaatinden alınmış bir hırsızlık sayılır. "Kim böyle hainlik ederse kıyamet günü aşırdığı malı boynunda taşıyarak getirir. Sonra da herkese kazandığı iyilik ve kötülüğün karşılığı ödenir. Ve hiçbirine zulmedilmez."144
Fakat görevinde Allah'ın hududuna riâyet eden, vazifesinde hiyanet etmekten haya eden kimse, i'la-ı kelimetullah ve din uğrunda savaşan kimselerden sayılır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur. "Memur hak ölçüsüyle alır, hakka bağlı olarak da verirse Allah indinde, görev yerinden eve dönünceye kadar Allah yolunda çarpışan mücahidler gibi sayılır."145 İslâm, iş hususunda iffetli bulunmak ve şüpheli kazançları terketmek konusunda çok titizdir. Ümeyra'nın oğlu Addi şu hadisi duyduğunu rivayet eder; "Kimi iş başına getirirsek o da iğne veya daha kıymetli bir şeyi gizlerse kıyamet gününde onu yanında taşıdığı halde Allah'ın huzuruna gelir". Ravi diyor ki: Sîmâsı hâlâ hayalimde olan ensardan siyah bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! Beni görevden al" dedi. "Sana ne oluyor ki böyle istiyorsun?" "Ey Allah'ın Resulü! Bu hususta şöyle dediğini bizzat duymuştum." Resulullah: "Evet, ben dediğimi şimdi de söylüyorum: Kimi bir şeyde görevlendirirsek az-çok ne varsa getirsin, yapabileceği işi alsın. Yapamayacağını da almasın."146
Resulullah (s.a.v.) "Ezd" kabilesinden îbn el-Letbiyye adında birini zekat toplama işiyle görevlendirmişti. Adam Resulullah'a geldiğinde:"Bu size bu da bana hediye edildi." dedi. Hadis ravisi diyor ki bu durum karşısında Resululluh kalktı Allah'a hamd-ü sena ettikten sonra şöyle buyurdu: "Ben Allah'ın bana emrettiği hususlarda, sizden birine görev veriyorum. O da bana gelip "Bu size bu da bana hediye edildi" diyor. Doğru ise, anne babasının evinde otursunda ona hediye gelsin. Allah'a yemin ederim ki, kim haksız yere birşey alırsa kıyamet gününde Allah'ın huzuruna onu taşıyarak gelecektir. Sakın kıyamet gününde Allah'ın huzuruna bağıran deve, koyun ve inek taşıyarak gelen kimseyi görmeyeyim. Sonra da iki koltuk beyazlığı görülünceye kadar ellerini havaya kaldırarak "Allah'ım tebliğ ettim mi?" buyurdu.147
Emanetin bir çeşidi de Allah'ın sana bahşettiği duyu,organ nimetleri, mal ve çocuklardır. Bunları Allah'ın murad ettiği istikâmette görevlendirip bu hususlara dikkat edip, bunların birer emanet olduğunun şuuruna varman gerekir.
îmtihan gayesiyle Allah (c.c.) bunlardan herhangi birini senden alırsa onlar senin mutlak mülkünmüş gibi sızlanıp dehşete düşme. Allah (c.c.)'ın bunlarda senden daha fazla hakkı vardır. Cihad yolunda verilmesi gerekiyorsa cimrilik yapmaya hakkın olmadığı gibi diğer hayır yerlerinden esirgeyip onları ma'siyette kullanma hakkın da yoktur. Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Ey îman edenler! Allah ve peygamberlerine hainlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emanetlere de hainlik etmeyin, biliniz ki mallarınız ve evladınız ancak bir fitnedir. Allah katında ise büyük mükafat vardır."148
Emanetin bir çeşidi de içinde bulunduğun meclisin hukukunu muhafaza edip konuşulan sır ve haberleri ifşa etmemendir. Bazı kişilerin dolaşan sözleri, söylenmiş olsun veya olmasın dikkat etmeden ifşa etmeleri yüzünden nice bağlar kopmuş ve maslahatlar yokolmuştur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Biri diğerine bir söz söyleyip ayrılırsa artık bu söylenen söz onun yanında bir emanet sayılır. "149 Meclislerinde söylenen söz edeb ve ahlâk kaideleri çerçevesinde kaldığı müddetçe muhafaza edilmeye lâyıktır. Fakat edeb ve ahlâk kaideleri dışına çıkıyorsa bunun muhafaza edilmesi gerekmez. Bir müslüman, bulunduğu bir toplantıda fâsıkların başkalarına zarar gayesiyle komplolar tertiplediklerini görürse imkân dâhilinde bunu önlemeye çalışmalıdır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Üç durum dışında meclislerin içinde söylenen, sizlere emanettir:
1. Haram yere kan akıtmak,
2. Başkasının namusunu ihlal etmek,,
3. Haksız yere mal gasbetmek."150
İslâm nazarında aile arasında cereyan eden meseleler kutsaldır. Ailede kadın-erkek arasındaki bu hususlar, ne kadar yakın olurlarsa olsunlar hiç kimseye ifşa edilmemelidir. Bazı kendini bilmezler, aileleri ile olan meselelerini yayar dururlar. Bu, Allah'ın haram kıldığı bir çirkinliktir. Yezid'in kızı Esma Resulullah (s.a.v.)'tan yanında kadın ve erkekler bulunduğu halde şöyle rivayet eder:
"Bazan olur ki erkek hanımıyla yaptığını, hanımı da erkeğiyle yaptığını ifşa eder... (Bu sırada oturanları bir sessizlik kapladı. Ravi: "Evet Allah'a yemin ederim ki bu doğrudur. Bunu, kadın ve erkekler yapıyor" dediğini söyler." Resulullah: Sakın böyle yapmayın, böyle yapanların misali, dişi ve erkek iki şeytanın herkesin önünde cinsî münasebette bulunmaları gibidir."151 Allah indinde korunması gereken emanetlerden biri de kadın ve erkeğin cinsî ilişkilerinin muhafazası ve ifşa edilmemesidir.
Belirli bir zaman muhafaza edilmeleri için yanımıza bırakılan eşyalar da sorumlu bulunduğumuz emanet çeşitlerindendir. Resulullah (s.a.v.) Hicret esnasında almış bulunduğu bazı emanetleri müşrik olan sahiplerine geri vermesi için Ali (r.a.)'yı yerine vekil tayin etmişti. Halbuki emanetin sahibi olan bu müşrikler O'nu inancı için vatanından hicret etmeye zorlamış ve güç durumda bırakmışlardı. Büyük insana yakışan küçüklerle kendini küçük düşürememesidir. Meymun b. Mihran şöyle der: Üç şey, iyi- kötü herkese ödenir:
1. Emanet,
2. Verilen söz,
3. Akrabalık hakkı.
Emanet eşyayı, hazır ganimet olarak kabullenmek çirkin hırsızlıktan sayılır. Abdullah b. Mes'ud şöyle der: "Allah yolunda şehid olmak borç hâriç her şeyin affedilmesine sebep olur. Biri Allah yolunda şehid olmuşsa ona "Emaneti sahibine ver" denilir. O, "Allah'ım tüm dünyalık elimden çıkmış ben nasıl ödiyeyim?" deyince "Onu cehenneme atın" denilir. Daha sonra almış olduğu emanet, teslim aldığı günkü şekliyle kendisine gösterilir. O da onu tanır ve almak için peşine düşer, alır ve omuzuna yükler. Onunla birlikte çıkacağını tahmin ederken omuzundan düşer, yine almak için eğilmek isterken devamlı azap görenlerin içine düşer ve kalır."
Abdullah bin Mes'ud daha sonra şöyle devam eder: "Namaz emanettir, abdest emanettir, ölçü emanettir, tartı emanettir. Bunlardan başka çok şey saydı. Saydıkları şeylerin en şiddetlisi emanet olarak bırakılan eşyaydı." Bunu rivayet eden der ki: "Berra bin Azib'e gittim ve "İbn Mes'udun söylediklerine ne dersin? dedim. İbn Mes'ud doğru söylemiştir. Sen şu ayeti hiç duymadın mı? "Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmedeceğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder."152
Kişiyi haklara riayet ettiren, onu dünyanın kötülüğünden koruyan emanet, onun kanının her damlası ve vücudunun her hücresine işlemiş olan emanettir. Bu da Huzeyfe bin Yemani'nin Resulullah (s.a.v.)'dan rivayet ettiği şu hadisin mânâsıdır: "Emanet (şuuru) önce insanların kalbine indi, ondan sonra da Kur'an nazil oldu... Onlar, hem Kur'an hem de sünnetten bunları Öğrenmiş oldular.''153
İslâm'ı öğrenip onu tatbik etmemek yeterli değildir. Emanet Kur'an ve sünnetin anlaşılması için canlı bir ruhî çözüm yoludur. İnsandaki bu ruh öldü mü, yani inancı aksiyona dönüştürmedi mi, emanet şuuru da ölür. Böyle birinin Kur'an âyetlerini okuması veya sünneti öğretmeye çalışması ona ne kazandırır?
İslâm'ı kabul ettiklerini iddia edenler yani esasta kabul etmeyen mürâilerin bir kısmı emin bulunduklarını da iddia ediyorlar... Heyhat... Hakkı inkâr eden biri nasıl emin olduğunu veya emanetlere riayet ettiğini iddia edebilir?
Huzeyfe (r.a.) içinde yakîni îmanın bulunmadığı kalplerden, îmanın sarsılmasıyla emanetin de kalkıp gideceğini beyan maksadıyla şu hadisi de rivayet eder:"... Sonra Resulullah (s.a.v.) bize emanetin nasıl kalkacağı hususunda konuştu ve şöyle buyurdu:
"Bir zaman insanlar uykuya dalarlarken emanet kalplerinden çekilir ve kalplerinde sadece kağıt üzerindeki bir nokta izi kalır... Sonra yine uyurlarken emanet kalblerinden çekilir. Bu sefer kalblerinde sert bir maddenin değmesiyle vücut da meydana gelen kaşıntı gibi bir iz bırakır". Resulullah (s.a.v.) devamla şöyle buyurdu: "Daha sonra insanlar alışveriş ederler. Fakat neredeyse, aldığı emaneti verecek kimse bulunmaz. Öyle ki, "Falan kabilede emniyetli bir adam var. Ve o, ne kadar da bahâdır, ne kadar nâzik, ne kadar akıllıdır" denilecek. Halbuki bu kişinin kalbinde hardal tanesi kadar iman olmayacak" Bu hadis hâinlerin kalbinden emanetin nasıl çekileceğini ibretli bir şekilde canlandırmaktadır. Bu durumlar, kötü birine söylenen hayırlı nasihatlar gibidir.
Bu nasihatlar onun ruhuna girer. Fakat çok kalmadan tekrar çıkıp gider. Sadece (sıcak bir demirin yere değmek suretiyle meydana getireceği) iz gibi bir te'sir bırakır. Ne var ki bu nasihatlar adı geçen demirin geçtiği yeri diriltmediği gibi, ölü kalpleri diriltmez. Böyle vicdan ve kalb sahibi, herkesi zevk ve keyfine göre ölçer, iman ve küfür nedir aldırış etmez.
Emanet, şüphesiz ki büyük bir fazilettir. Basit insanlar bunu kaldıramamıştır. Allah (c.c.) bunun büyüklüğünü bir mîsal vermek suretiyle îzah edip tüm kainata ağır gelecek bir yük olduğunu beyan etmiştir. Onun için insanın onu hafife alması ve hakkında ihmalkâr davranması caiz olmaz. Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Biz, emaneti göklere, arz'a ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Ondan korktular da onu insan yüklendi. (Bu) insan cidden çok zâlim, çok câhil bulunuyor." 154
Zulüm ve cehalet insanın fıtratına musallat olmuş iki âfettir. İnsan bu iki âfetle mücadele hususunda imtihana tabi tutulmuştur. Kişinin îmanı, zulümden temizlenmeden ihlaslı bir îman sayılmaz." iman edip de imanlarına zulüm (ve şirk) bulaştırmayanlar (var ya) işte korkudan emin olmak onların hakkıdır. Ve hidayete erenler de onlardır.”155
İnsan cehaletten arınmadıkça kâmil bir takvaya sahip olamaz. "Allah"ın kulları arasında, Ondan hakkıyla korkanlar, ancak âlimlerdir."156 İnsana emaneti yükleyen ayeti okuduktan sonra anlarsın ki zulüm ve cehalete mağlup olanlar, hiyanet, nifak ve şirk pisliğine de bulaşmışlar ve azabı hak etmişlerdir.
Kurtuluş, ancak îman ve emanet ehli içindir. "Çünkü Allah, emanete hiyanet eden münafıkların erkeğine, dişisine azab edecek (emanetin hakkını vermeye çalışan) erkek ve dişi mü'minlerin de tevbelerini kabul edecektir. Allah Gafurdur, Rahimdir."157
Dostları ilə paylaş: |