MüSLÜmanin ahlâKI


Hayır Ve Şerle Karşı Karşıya Olan İnsan



Yüklə 1,06 Mb.
səhifə5/29
tarix09.01.2019
ölçüsü1,06 Mb.
#94126
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   29

Hayır Ve Şerle Karşı Karşıya Olan İnsan

Diğer semavi dinler gibi İslâm da herşeyden önce in­sanlığın nefsini terbiye etmek ister. İslam, bu terbiyeyi insandan ayrılmayacak şekilde empoze etmek için çok büyük gayretler sarfeder.

Bütün peygamberlerin risaletine "insanın kendisi" konu ol­duğu için, her zaman seve seve insanlar onların etrafında toplanmışlardır. Resullerin terbiyesi hayatın zor dö­nemlerinde yok olacak şekilde boş ve kuru kalıplar değildi. Onlar prensiplerini nefsin derinliklerine yerleştirdiler. Bu esaslar insanların damarlarına işleyecek kadar kuvvet buldu, insandan peyda olacak vesveseleri yok edip hedeflerine ulaşmada onlara yön verdi. Semavi risaletler in­sanların cemiyet halindeki bunalımlarından ve onların bu bunalımlarından kurtulmaları için gerekli ilaçtan bah­sederek, onları huzura kavuşturacak nizamı takdim etti. Ce­miyetlerin İslahı için "İyi insan" yetiştirmenin gerekli ol­duğunu beyan etti. Her medeniyet için "güçlü ahlâk"ın vazgeçilmez esas olduğu şuurunu yerleştirdi.

İlahî terbiyeden yoksun cemiyetlerin idari teşkilatlarında anarşi vardır. İdareyi elinde tutanlar yetkilerini hep kötüye kullanır. Ahlâkça iyi eğitilmiş idareci ise boş gedikleri ka­patmaya cemiyeti aydınlatmaya ve gidişatında devamlı iyi­liğe yönelmeyi esas alır. Bu insan, kasırga ve firtınalı za­manlarda da bu esaslara dikkat eder.

İyi bir hâkim, adaletiyle açıkları kapatabilir. Bunun ya­nında zâlim hakim ise, apaçık kanunları saptırabilir. İşte, insan nefsi de böyledir. O, dünyada vuku bulan olaylar, fikir, rağbet ve maslahatlar karşısında yalpalayabilir. Bunun için­dir ki, nefsi ıslah, hayata hayrın hakim kılınması için ilk esastır.

Nefisler terbiye edilmeden ufuklar aydınlanamaz. in­sanlığın halihazırda olan halleri de, gelecekleri de fitne ve desiselerden kurtulamaz. Onun için Cenab-ı Zülcelal şöyle buyurur:



"Muhakak ki Allah bir topluma verdiği nimeti onlar kendilerindeki iyi hali fenalığa çevirmedikçe bozmaz. Bir topluma da Allah bir kötülük diledi mi artık onun geri çevrilmesine hiçbir çare yoktur.66

Kur'an kötü milletlerin helak oluş sebeplerini şöyle îzah eder. "(Evet bunların gidişi) Firavun ve hanedanıyla onlardan evvelkilerin gidişi gibidir. Onlar Allah'ın ayetlerini (inkar ile) kafir olmuşlardı da, O da kendilerini, günahları yüzünden yakalamıştı. Çünkü Allah en büyük kuvvetin sa­hibidir, cezası pek çetindir.

Bunun hikmeti şudur: "Bir kavim nefislerinde olan (iyi hali) değiştirmedikçe Allah onlara ihsan ettiği nimeti değiştirici değildir ve şüphesiz ki O, (her şeyi) hak­kıyla işiticidir, kemâliyle bilicidir."67

İslâm, nefisleri terbiye meselesine iki açıdan bakar:



1. İnsan tabiatında hayra meyyal olan bir taraf vardır. Onun için devamlı hayır yapmak ister, hayrı elde edince se­vinir. Serden de üzüntü duyar. Hak ile hayatının huzur ve rahatını bulur.

2. Yine insan nefsinde onu doğru yoldan sapıtabilecek bazı düzensiz kuvvetler vardır. Bu kuvvetler bazen şerri hayır gösterip sahibini uçuruma yuvarlar.

İslam bu iki kuvvetin varlığını hiçbir zaman gözden uzak tutmaz ve eğitimini ona göre yapar. İslam yine bilir ki, insan bunlardan hangisine teslim olursa onu o yöne doğru çeker.

Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Herbir nefis ve onu dü­zenleyene, sonra da ona hem kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı ilham edene ki, onu tertemiz yapan kişi mu­hakkak umduğuna ermiş, onu alabildiğine örten kişi ise elbette ziyana uğramıştır. "68

İslâm'ın bu konuda yaptığı, insan fıtratını kuvvetlendirip nurlandırmak ve hayra sevkedebilmek için her imkanı se­ferber etmektir. Böylece nefis de devamlı kendisiyle çekişen kötülük vesvesesinden kurtulmuş olur.

İslam kendini tüm lekelerden uzak, hâlis fıtrat dini olarak vasıflandırır ve insanların ona yönelmesini emreder.

"O halde (Habibim) sen yüzünü (hakiki) bir müslüman olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki O, in­sanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışına (hiçbir şey) bedel olamaz. Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler."69

Gözün vazifesi kör değilse görmek, kulağın ki işitmek, fıt­ratın vazifesi de suyun yüksekten akışı gibi hakka, kemâl ve fazilete koşmaktır. Evet, nefse lekeler bulaşıp yaratılışından uzaklaşmadıkça yakışan budur.

Nefislerine musallat olan kir ve lekeler, geçmiş asırların birikmiş pisliğinden veya helak olmuş kavimlerin taklidinden başka birşey değildir.

Her ikisi de beşer fıtratı için çok büyük tehlikelerdir. Ger­çek ıslahatçıların esas cihadı bu pislikleri yok etmek ve insan fıtratını bu lekelerden kurtarmaktır. Tâki insanlık bu sayede esas gayesine yönelsin ve vazifesini idrak etsin.

Yukarıda, Rum Suresi'nin 30. âyetinde İslâm dininin fitrat dini olduğunu okumuştuk. Bu âyetten hemen sonra şu âyetle karşı karşıya kalırız:

"Hepiniz ona dönün, ondan korkun, namazı dos­doğru kılın, müşriklerden olmayın."

(O müşrikler) ki onlar dinlerini darmadağınık et­mişler, fırka fırka olmuşlardır. (Bunlardan) her zümre, yanlarında olanla böbürlenicidirler. "70

Küfür değil îman... Fısk-u Fücur değil takva... Ayrılık değil, inananların birliği... İşte insanı dosdoğru yaratılışa (fıtrata) götürecek nasihat ve öğütler...

İnsan ancak bunlarla huzur ve felaha erişir. Bunlarla çe­kişmelerden, hırs ve tamahların çatışmasından, sırtlanlar gibi birbirini yemekten kurtulur.

Kur'an bunu şu şekilde ifade eder: "Biz, hakikat insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik. Ancak iman edip te güzel amel­lerde bulunanlar müstesna..."71

Ayette bahsedilen güzel şekilden maksat hakkı bilip ona sarılmaktır. Onun gerektirdiğini yapmak ta fazilet ve şereftir. Bunları ise nefsinde ve insanlarla olan alakalarında tatbik kemâlin zirvesi ve hayatta herşeye adaletin hakim ol­ması demektir.

Fakat çok kişiler heva ve hevesine uyup kemal zirvesinden inip yere çakılmak ta, çok derin uçurumlara yuvarlanmaktadır. İşte "Esfel-i sâfılin" bu önünü göremiyen za­vallılar içindir. Cenab-ı Hak’ın onları gönderişi hidayet ve adalet kanunlarına uygundur. Bu kanunlar çok adil ve in­cedir. Bunları, alemlerin yaratıcısı şu ayetlerde izah bu­yurmuştur:



"Allah bir kavme hidayet ettikten sonra sa­kınacakları şeyleri kendilerine apaçık bildirinceye kadar onların sapıklığına (hükm) edecek değildir. Mu­hakkak ki Allah herşeyi hakkıyla bilendir."72

"Yeryüzünde haksızlıkla kibirlenenleri ayetlerimi (idrak)den çevireceğim. Onlar her ayeti görseler ona inanmazlar, akl-ı selim'in yolunu (doğru yolu) görseler de onu bir yol edinmezler. (Fakat azgınlığın yolunu görürlerse (yol diye işte) onu edinirler! Bu âyetlerimizi yalan saydıklarından, onlardan gafil ol­malarındandır. "73

Bu sefil dünyada temiz yaratılışını muhafaza edip, çir­kefliğe bulaşmayan kimdir? Bunun cevabını şu ayet veriyor:



"iman edip iyi ameller işleyenler müstesna. "74

Bu izahlar ile îman ve iyi amellerin semeresinin iyi ahlâk olduğunu anlamış oldun. İşte İslâm'ın temiz insan fıtratı ve onu kuvvetlendirme karşısındaki tavrı budur.

Kötü huylar karşısındaki tavrı ise şudur: İnsana öğüt verir, isteklerine gem vurur, akl-ı selim ve temiz fıtrat kaidelerine boyun eğdirir.

İnsanda bulunan bazı kötü hususiyetlere Resul-ü Ekrem şöyle işaret etmektedir:



"İnsan ihtiyarladıkça iki haslet onunla devam eder: Hırs ve Tûl-i emel"75

"İnsanda en büyük kötülük, aşırı cimrilik ve fena korkaklıktır."76



"İnsanoğlunun altın dolu bir vadisi olsa, ikincisini, buna sahip olsa, üçüncüsünü temenni eder. Topraktan başkası in­sanoğlunun gözünü doyurmaz. Allah, tevbe edenlerin tevbesini kabul eder. "77 Kur'an da bu hasletlerin bazısına işaret eder: "Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma güzel atlara (deve, sığır, koyun, keçi gibi) hay­vanlara, ekinlere, olan ihtiraskarane sevgi insanlar için bezenip süslenmiştir. Bunlar dünya hayatının gecici birer fâidesidir. Allah (a gelince) nihayet dönüp varılacak yerin bütün güzelliği onun nezdindedir."78

İslâm'ın dikkat çektiği hakikat şudur: Nefsin hevasına uymak, vesvesesine cevap vermek ne nefsi doyurur, ne de Hakk'ı razı eder. Nefis bir yerde arzuladığını buldu mu hemen ordan başka yere atlamak ister. O dâimi olarak günah bataklığında olduğu halde, zulmü ve kötülükleri irtikab ettiğine aldırış etmez.

Kur'an haram olan hevadan men eder... " Ve hevaya tabi olma ki, bu seni Allah yolundan saptırır. Muhakkak ki Allah yolundan sapanlar hesap gününü unut­tuklarından kendilerine çok şiddetli bir azab vardır." 79

Kur'an, kâfirlerin takip ettikleri yolu ve müslümanların bunlara muhalefet etme gereğini de şöyle beyan eder.

"Eğer Allah, onların hevalarına tabi olsaydı, göklerle yer ve bunlarda olanlar muhakkak fesada uğrardı. Hayır biz onlara izzet ve şerefleri olan Kur'an'ı ge­tirdik de onlar şereflerinden yüz çeviriyorlar."80

Nefsin haram olan istekleriyle mubah olanları ka­rıştırmamak gerek. Dindar kesimin çoğu bu iki hususu büyük bir hata olarak karıştırırlar. İnsanın makul dünya im­kanlarından faydalanmasında bir sakınca yoktur. İnsanın içindeki bu makul isteklerin sakıncalı olduğuna inanmak ha­tadır. Böyle bir inanç mâkul ihtiyaçları yaparken bile insana cinayet işliyormuş hissi verir.

İnsan devamlı kötülük içinde bulunduğuna inanırsa ve kö­tülüğün hayatının bir cüz'ü olduğunu kabul ederse bunun so­nucu olarak daha kötü münkerlere bulaşıp onları gerçek ve kaçınılması imkânsız şeyler olarak kabul etmeye başlar.

Kur'an buna dikkat çekmiş ve sarih olarak nefsin faydalı isteklerini mubah kılmış, güzel ve hoş nimetlerin kullanılmasına geniş çapta izin vermiş, güzel ve temiz rızıklardan faydalanmayı mahzurlu görmeyi ve mubahları haram ve dar çerçeveler içerisinde kabullenmeyi kötülük ve çirkinliğe eş bir hareket olarak kabul etmiştir.

Allah (c.c.) bu hususta:

"Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerden helal ve temiz olmak şartıyla yeyin. Şeytanın izini tâkib etmeyin. Çünkü

o hakikaten apaçık bir düşmandır. Şeytan size ancak kötülüğü, haksızlığı ve Allah'a karşı bil­meyeceğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”81

Evet, helal ve hoş rızıkları mahzurlu kabul etmek, delilsiz olarak Allah'a iftira etmektir. Bu ise, şeytanın emri olan kö­tülük ve çirkinliğin tâ kendisidir. İslâm çirkin vesilelerle nefsi bu nimetlerden mahrum kılmayı kerih gördüğü gibi, ba­şıboş bir israfın da karşısındadır. İnsan her hususta orta yolu takip etmelidir. Allah Resulü (s.a.v.):



"İşlerin hayırlısı orta olanıdır" buyurarak bu esası perçinlemişlerdir.

İyi fıtratı destekleyen esaslar îman ve salahta olduğu gibi, çılgın arzuları düzenleyen esaslar da îman ve salahtadır. Yoksa küfür, herşeyi mubah görmek veya herşeyi haram gör­mekte değildir. Her iki durumda da nefsi kontrol ancak kuv­vetli bir ahlâk ile mümkündür.

Kuran insanı zaaf, tereddüt ve bencillikle va­sıflandırırken, bunlardan kurtulmanın da dinin emirleriyle mümkün olabileceğini hatırlatır.

"Gerçekten insan haris ve cimri olarak yaratılmıştır. Kendine bir zarar dokunduğu zaman feryadı basar. Ona hayır isabet edince de kıskanç olur. Namaz kı­lanlar müstesnadır. Namaz kılan o kimseler ki, onlar namazlarında devamlıdırlar. Onlar ki mallarında be­lirli bir hak vardır, hem dilenenin hem de iffetinden dilenmeyen için. Onlar ki, hesap gününü tasdik eder­ler. Onlar ki, Rablerinin azabından korkarlar. Çünkü Rablerinin azabından emin bulunulmaz. Onlar ki avret yerlerini korurlar."82

Malumdur ki, ahlâk durup dururken nefis içinde oluşmaz. İnsanlarla birlikte olgun olarakta doğmaz. Bilakis o, za­manla çeşitli merhalelerle oluşur ve olgunlaşır. İşte ahlâkın, olgunlaşabilmesi için tekrarlanması gereken işlere bağlı ol­masının sırrı budur. Namaz, oruç, âhirete îman ve Allah aza­bından korkma gibi devam isteyen amellerde bu tekrar için vazgeçilmez unsurlardır. Madem ki kötü huy sahibini de­vamlı kötü yollarda sürüklemek ister.

O halde bu devamlı şerrin tehlikesi muvakkat ilaç ve tedbirlerle önlenemez.

Böyle tehlikeli gidişatı ancak kendisinden kuvvetli bir âmil durdurup, aralarındaki muvazeneyi te'min edebilir.

Hülâsa, İslâm insanın pak olan fıtratına önem verir ve bu fıtratın terbiyesini gerekli bulur. İnsana başı boş ve gereksiz isteklerden uzak durmayı öğütler. Onun karşısına dosdoğru bazı hudutlar çizer.

Şu bilinmelidir ki, İslâm'ın emrettiği tüm ibâdetler bizi yüce ahlak, doğru yol ve istikâmete ulaştırmadıkları müddetçe esas maksatlarına vâsıl olmamışlar ve yerlerine otur­tulup, hakkıyla yapılmamışlardır....83




Yüklə 1,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin