Ver'a'nın Hakikati Ve Mertebeleri Beyanında
Ver'a saliklerin ve seyir ehlinin menzillerinden biri sayılmıştır. Hace Abdullah Ensari ver'a hakkında şöyle diyor: "Ver'a nefsini tam ve kamil bir şekilde korumak ve aynı zamanda sürçmekten korkmaktır veya Hakk'a tazim için nefsi zorlamaktır." Ve bu tüm mertebelerini kapsar. Zira ver'anın birçok mertebeleri vardır. Nitekim normal insanların ver'ası büyük günahlardan ictinab etmektir. Hassenin (has insanların) ver'ası günaha düşmek korkusuyla şüpheli şeylerden bile ictinab etmektir. Nitekim hadis-i şerifte de buna işaret edilmiştir. Zühd ehlinin ver'ası ise yükünden kurtulmak için mubahlardan kaçınmaktır. Sülük ehlinin ver'ası ise makamlara vusul için dünyaya nazar eylemeyi terketmektir. Meczub olanların ver'ası ise babullahı fethetmek ve cemalullahı müşahade etmek için makamları terketmektir. Evliyanın ver'ası ise gayet ve hedeflere teveccühten ictinab etmektir.
Bunlardan her birinin bir de şerhi vardır ki halimize faydalı olmayacağından geçiyoruz. Bu makamda bilinmesi gereken şudur ki Allah'ın haramlarından ver'alı olmak (sakınmak) tüm manevi kemallerin ve uhrevi makamların temelidir. Hiç kimse için Allah'ın haramlarından sakınmadıkça hiç bir makam hasıl olmaz. Ver'a sahibi olmayan bir kalbi ise öyle bir bulanıklık ve pas kaplar ki artık kurtuluşa ermesi de ümid edilmez bir hale gelir. Nefislerin cila ve sefası ver'a sayesindedir. Bu makam sıradan insanlar için en önemli menzildir. Ahiret yolunun yolcusu için bu makamı tahsil etmek en önemli hususlardan biridir.
Fazileti hakkında Ehl-i Beyt-i ismetten menkul olan hadisler de bu sayfalara sığamayacak kadar çoktur. Biz bu hususta bir kaçını rivayet ediyor ve daha fazlasını okumak isteyenleri hadis kitaplarına irca ediyoruz.
Hz. Sadık (a) şöyle buyuruyor:
"Seni Allah'tan sakınmaya, ver'a ve ibadetlerde ciddiyet sahibi olmaya davet ediyorum. Bilki ver'a olmadıktan sonra ibadetlerde ciddiyetin de hiç bir faydası yoktur.
Bu hususta birçok rivayet vardır. Buradan da anlaşıldığı gibi ver'a olmadan hiç bir ibadetin itibarı yoktur. Ayrıca malumdur ki yapmakta olduğumuz ibadetlerin nefsin inkiyadı ve irtiyazı ile mülk ve tabiata melekut aleminin galebesi olan en büyük nüktesi de şiddetli bir ver'a ve kamil bir takva olmaksızın hasıl olamaz. Allah'a isyana mübtela olan nefislerde hiç bir resim yer almaz ve resim yapılamaz. O halde nefsin kemal sureti olan ibadetin nefis günah bulanıklığından kurtulmadıkça hiç bir faydası yoktur ve manasız bir suret ile ruhsuz bir kalıb mesabesindedir.
Ravi şöyle diyor:
"İmam Sadık(a) bana nasihat etti bir takım emirlerde bulundu zühde davet etti ve daha sonra şöyle buyurdu: "Ver'a sahibi olun. Zira insan sadece ver'a sayesinde Allah indinde olanlara nail olabilir." O halde bu hadisi-i şerif hasebiyle ver'a sahibi olmayan insan Allah'ın kullarına vadettiği kerametlerden mahrumdur ve en büyük şekavet ve mahrumiyetlerden sayılmaktadır. Vesail'de yer alan bir hadis-i şerifte İmam Bakır şöyle buyuruyor:
"Sadece amel ve ver'a sayesinde bizim velayetimize erişilir." Başka bir rivayette Hz. Sadık (a) şöyle buyruyor:
"Yüz bin kişilik cemiyeti olan bir şehirde kendisinden daha takvalı bir kimse olursa (o takvası az olan) bizim şiilerimizden (taraftarlarımızdan) değildir." 136
Bilmek gerekir ki rivayetler hasebiyle ver'anın kemal mizanı Allah'ın haramlarından sakınmaktır. İlahi haramlardan sakınan kimse halkın en ver'alı olanıdır. O halde şeytan bu işi gözünde büyütmemelidir. Seni ümitsiz kılmamalıdır. Zira o melun, insanı ümitsizliğe düşürerek ebedi şekavete düşürmeye adet etmiştir. Mesela bu babda şöyle der: "Nasıl olur da yüzbin kişilik nüfusu olan bir yerde en takvalı sen olabilirsin. "Bu o melunun hilelerinden ve nefs-i emmarenin vesveselerinden dir. Bunun cevabı şudur ki insan ilahi haramlardan sakınırsa bu rivayetin kapsamına girer. İlahi haramlardan sakınmak oldukça zor bir şey değildir. İnsan cüzi bir nefis riyazeti ve teşebbüs sayesinde tüm günahlardan el çekebilir. Elbette insan saadet ve kurtuluş ehli olmak Ehl-i Beyt'in velayeti altına girmek ve Hakk Teala'nın kerametlerine mazhar olmak istiyorsa bunu yapmalıdır. Bu ölçüde günahlardan sakınamıyorsa hiç bir şey olmaz. Bir yere kadar tahammül, riyazet ve diretmek gerekir.137
Tatmim Hiyanetin Fesatları ve Emanetin Hakikati Beyanında
Bu makamda işaret edilmesi gereken bir nükte vardır. O da şudur ki Resulullah (s) ver'a hususunda tavsiyede bulunduktan sonra hiyanete cüret etmemeyi öğütlemiştir. Halbuki ver'a, mutlak günahlarla veya daha geneliyle ilgili bir şeydir. O halde hiyaneti örfi manasından daha genel bir manada açıklamak gerekir ki ver'a ile mutabık olsun. O da şudur ki mutlak günahı veya ilallah seyrine engel olan bir şeyi işlemeyi hiyanet olarak tavsif etmek gerekir. Zira ilahi teklifler Hakk'ın emanetleridir. Nitekim bazı müfessirler "Emaneti göklere ve yere arzettik" ayetindeki emanetin ilahi teklifler olduğunu söylemiştir. Belki tüm organ ve kuvveler Hakk'ın emaneti sayılır. Bunları da Hakk'ın rızası dışında bir yerde sarfetmek hiyanet sayılır ve kalben Allah'tan gayrisine teveccüh etmek de bu hiyanetler cümlesindendir.
"Dostun Hafız'a ısmarladığı emanet olan canı
Bir gün yüzünü göreyim de ona teslim edeyim."
Veya hiyanetten maksad bilinen manadır. Ama oldukça önemli olduğu için tahsisen zikredilmiştir. Adeta ver’anın tüm hakikati emanete hiyanetten ictinab etmektir. Masumların rivayetlerini inceleyen bir kimse Allah'ın bu hususa ne kadar önem verdiğini çok iyi bilir. Ayrıca bunun zati çirkinliği de herkesçe bilinen bir şeydir. Dolayısıyla haini insanlık zümresinden atmak gerekir. Onu şeytanların en rezili saymak iktiza eder. Halk arasında hiyanet ve aldatıcılıkla meşhur olan kimseye de bu dünya hayatı zor ve tatsız gelir.
İnsan türü dünyada yardımlaşma sayesinde rahat bir hayat yaşayabilir. Ferdi hayat insanlık toplumundan çıkıp vahşi hayvanlara katılmadığı müddetçe hiç kimse için müyesser değildir. Sosyal hayat insanların birbirine itimadı sayesinde idare olur ve eğer insanoğlundan itimad alınacak olursa asla rahat bir hayat yaşayamaz. İtimadın büyük asıl temeli ise emanete riayet etmek ve hiyanetten kaçınmak üzere bina edilmiştir. O halde hain güvenilir bir kimse değildir ve insanlık toplumundan dışarı çıkmıştır. Medine-i Fazile'ye üyelikten çıkmıştır. Şüphesiz ki böyle bir kimse zor bir hayat yaşar, biz bu babda daha fazla faydalanmak için Ehl-i Beyt'ten birkaç hadis naklediyoruz ve gönlü ve gözü açık olanlar için bu yeterlidir.
Hz. Sadık (a) şöyle buyuruyor:
"İnsanın rüku ve sücudunun uzunluğuna bakmayın. Zira bu onun adet ettiği bir şeydir, dolayısıyla terkederse dehşete kapılır ondan. Ama onun doğru sözlü olmasına ve emanete riayet etmesine bakınız." 138
Ravi şöyle diyor: "Hz. Sadık (A)'a "İbn-i Ebi Ya'fur sizlere selam gönderdi." dedim. İmam şöyle buyurdu:
Sana ve ona selam olsun. Yanına varınca ona selamımı söyle ve ona de ki Cafer b. Muhammed (İmam Sadık) sana şöyle diyor:
"Hz. Ali'yi Resulullah nezdinde yücelten şeyin ne olduğuna bak ve sen de onunla amel et. Şüphesiz ki Hz. Ali doğru sözlü olduğu ve emanete riayet ettiği için Resulullah indinde o yüce makama erişti." 139
Ey aziz bu hadis-i şerif üzerinde biraz tefekkür et. Doğru sözlü olmak ve emanete riayet etmek ne kadar da önemlidir ki Hz. Ali'yi (a) o yüce makama ulaştırdı. Buradan da anlaşıldığı gibi Resulullah bu iki sıfatı her şeydan daha çok seviyordu. Hz. Ali'nin onca kemal sıfatları arasında sadece bu iki sıfatı onu bu yüce makama ulaştırmıştır. İmam Sadık (a) da bütün fiil ve vasıflar arasında gözünde çok önemli olan bu iki sıfatı dostu İbn-i Ebi Ya'fur'a tavsiye etmiştir.
Ebu Zer Resulullah (s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor:
"Sıla-i rahim ve emanet kıyamette sıratın iki yanında dururlar. Sıla-i rahim eden ve emanete riayet eden birisi sırattan geçer ve cennete girer. Ama sıla-i rahim etmeyen ve emanete hiyanet eden birisi geçmek isterse hiç bir ameli bu sıfatları sebebiyle ona fayda vermez ve sırat onu ateşe atar.”140 Hz. Ali (a) bu hususta şöyle diyor:
"Peygamberlerin evlatlarının katiline bile emanetlerini geri verin."
Hakeza Hz. Sadık (a) vasiyetlerinin birinde şöyle buyuruyor:
"Bilki Hz. Ali'nin katili bile beni emin bilse benden hayır beklese ve benimle istişare etse ve bende onu kabul etsem, enanetimi ona geri veririm." Hamza-i Somali, Hz. Seccad (a)'dan şöyle buyurduğunu naklediyor:
"Emanetlere riayet ediniz, Muhammed (s)'i gönderen Allah'a andolsun ki eğer babam Hz. Hüseyin’i öldüren katiller onu öldürdükleri kılıcı bile bana emanet olarak verseler emaneti kendilerine geri veririm."
Nakledildiği üzere Resulullah (s) emanete ihanetten sakındırdıktan sonra şöyle buyurdu:
"Dünyada emaneti geri vermeden ölen kimse benim dinimden gayrisi üzere ölmüştür. Ve Allah'ı kendisine gazap ettiği bir halde karşılar. O hain kimsenin hiyanetini bildiği taktirde, ondan mezkur malı olan kimse de hain bir sayılır."141
Bu hususta hadisler bundan daha çoktur. Allah-u Teala'nın gazabının neticesinin ne olduğu ise herkesçe malumdur. Elbette şefaat edenler de Allah'ın gazab ettiği kimseye asla şefaat etmezler, özellikle de hain kimseye ki Resulullah (s)'ın dininden de çıkmıştır. Başka bir rivayette ise "Mü'mine hiyanet eden benden değildir." diye buyurulmuştur. Başka bir rivayette de "Hain kimse İslam dininden dışarı çıkmıştır ve onu ebedi olarak cehenneme atarlar" diye yer almıştır. Bu büyük hatadan Allah'a sığınırım.
Malumdur ki mümine hiyanet mal hıyanetinden daha genel ve kapsamlıdır. Diğer hiyanetler bundan daha büyüktür. O halde insan bu alemde de nefs-i emmaresine oldukça dikkat etmelidir. Zira nefs-i emmare insana birçok işleri kolay gösterir ve insanı kör kılar. Halbuki hiyanet insanın ebedi şekavetine ve daimi mahrumiyetine sebep olur. Bu Allah'ın kullarına hiyanetin durumudur. Ve buradan Allah-u Tela'nın emanetine ihanetin durumu da açıkça malum olmaktır.142
Dostları ilə paylaş: |