5.2.3. TOPRAK ANA YA DA BABA
Sessiz sakin, her istediğimizi veren bir anayı, hoyratça taciz eden “baba” rolündeki insanlar yüzünden “ana”lık , toprağa yakışır olmuş.. O yüzden, babalık iddiası zaten olmayan cefakâr “toprak anamız” yardımı ile giriş yapalım konuya ..
Dünyanın oluşumunda önce toprak vardı ..Toprak ; doğanın temel olgusu .. Suyun ve atmosferin, toprağı oluşturan elementlerden meydana geldiğini biliyor muyuz ? Bilenler okumaya devam edebilir . Diğerleri biraz jeoloji biraz fizik ve kimya öğrenmek ya da şimdilik bize inanmak zorunda .. Doğal kaynakların tüketildiğinden bahsederken, aslında yitirilen değerli topraklardan bahsetmekteyiz. Özellikle tarımsal niteliği olan, ekolojik dengeyi sağlayan toprakların varlığı bizi birinci derecede etkilemekte ..
Erozyon çırpınışları, betonlaşma endişeleri, yeşil katliamının doğurduğu iklimsel değişimler, hep toprak tabanlı bir sorunu gündemde tutuyor.. Suların kirlenmesi bile büyük ölçüde, toprak üstü hesapsız eylemlerin sonucu.. “TOPRAK” , varlığı ve değerlendirme biçimi ile doğa ve ona saygı adına daima öncelikli bu yüzden..
“Yitirilen toprak” olgusunun yanında , sadece atık ve enerji kontrolü sağlayan çözümler boşlukta kalıveriyor. Önce, yaşamakta olan bir toprak örtüsü “var olmalı” ki ; onu atıklarla kirletmeme , enerjisini sömürmeme gayretleri anlamlı olsun .. Erozyon adına sürdürülen mücadelenin de temelinde bu var ; “Önce yok olmaktan koruyalım , sonra kollayalım”..
Biz de doğanın bir parçasıyız, tüm canlılar gibi !. Dolayısı ile, “insana saygı” da “doğaya saygı” demek değil midir ?.
Varoluşunun nedeni ve sonucu olan toprağa saygı, bir anlamda insanın kendisine saygısıdır. “Sürdürülebilir gelişme” deyimi belki de bu iki yönlü saygının bileşkesinde yerini bulmaktadır .. İnsanın, kendine ve hemcinsine olan duygularını irdelemeyi, psikolojik ve sosyolojik boyutlarından ötürü “esas bilenlere bırakalım” ve biz mimari sonuçlar doğurabilecek “toprağa saygıya dönelim” tekrar.. Şimdi bir tanımın sırası :
SAYGI : değeri ve yararlılığından ötürü el üstünde tutmak, ayrıcalıklı gözetmektir. Dikkatli ,özenli ve ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusudur.
Bunu kenara yazıp geçmişe bir göz atalım .. Tarih boyu, yerleşim birimlerinin doğal bir güdü ile, çoğunluk, verimli alanlarda filizlendiğini görmekteyiz. Doyduğu yerde ikamet eden , evinin önündeki arazide ekip biçmeyi yeğleyen insanlar , bir arada olmak istemişler bunun sonucu olarak ; “önce konut sonra toprak” tercihine rıza göstermişlerdir. Ardından, ekilen topraklar yakın çevrede
aranmaya başlanmış, fakat gittikçe artan konut sayısı ile, oraları da kapsama alanına alan yapılaşma yüzünden , şehirleşme oluşumlarının, hep verimli arazilerin aleyhine geliştiği görülmüştür.. Önce tükenen ; daima, tarımsal niteliği olan, yeşili barındıran ve geliştirebilecek olan topraklardır. Bu tüketim çılgınlığı farkına varıldığında, şehir, yerinden kıpırdayamayacak kadar oranın malı olmuş, iş işten geçmiştir artık..
Yeni yapılaşmaların, belli bir bilinçle, uygun alan seçimi ve mimari tavır sonucu, doğa ile barışık oluşumlar doğuracağını düşünebiliriz. Enine boyuna, koşulsuz büyümekte olan mevcut şehirler ne olacak peki ?
Yukarda bir kenara yazdığımız “SAYGI” mı ? Yani “el üstünde” tutmak filan !?.. Önce “kazma kürek üstü !” olan doğa, sonra bir güzel betonla örtülmüş, neye saygı duymamız gerektiği bile iyice gözden kaybedilmiştir.. Toplumsal bilinç üzücüdür ki, örgütlenip doğal katliamın önünü kesecek gücü her zaman bulamamaktadır..
İmar olayı dediğimiz şey ; önce ağaçları kesip, toprağı yok eden betonu dökmek, sonra beton saksılar içine tekrar ağaç dikmek olarak algılanır olmuştur. Doğadan çok, insan zekasına saygısızlık edilmektedir aslında.. Bazı “IQ” noksanı kişiler, toplumsal sağduyuya aykırı kararları rahatça almakta ve zekice bulunabilecek tüm “doğa ile barışık” çözümlerin önünü tıkamaktadır.
Nereden mi bu sonuca varıyorum ? Tek tek konuştuğum hiç kimse yeşil aleyhine söz etmiyor. Ama bir araya geldiklerinde çeşitli boyutlarda katliam başlayıveriyor da ondan.. Bu biraz, kuşaklar boyu birbiri ile dost geçinebilen iki komşunun, hasım tarafta iki ordu mensubu olarak bir “menfaat grubuna” dahil olduklarında, birbirlerinin boğazına sarılabilmelerine benziyor. Bunları kurgulayan bir noksan zekalı daima var ama kim ?.. Yoksa “toplum psikolojisi” dedikleri şey, bir arada olmak uğruna kendi menfaatini görmemek midir ?
Üç yıl önce yayınlanan "Doğaya Saygılı Mimarlık" 97başlıklı yazımdan aktardığım bu satırların, güncelliğini yitirmediğini ve bu gidişle hiçbir zaman da yitirmeyeceğini düşünüyorum. Toprak ana ile gündeme gelen bu sorulara yanıt bulmak, yine toprağın varlığına dayalı enerji çözümlerine temel oluşturacaktır. Çünkü "yitirilen toprak yitirilen enerjidir"..
5.3. ENERJİ KAYNAKLARI ve YAPI ÖLÇEĞİ
5.3.1. NEDEN YENİLENEBİLİR
KAYNAKLAR ?
“Yaşamak; enerji kullanmaktır” desek, çok da yanılmış olmayız galiba !.. “Yaşamak; enerjiyi akıllıca kullanabilmektir” desek yine doğru söylemiş sayılır mıyız ? Boşa harcanan, gereksiz kaynak israfına yol açan veya rizikosu yararından yüksek enerji kullanım biçimlerine bakarsak, bunların hiç de akıllıca olmadığını fark ederiz. Yaşam buna rağmen sürüyor görünüyorsa, “yaşamak akıllıca enerji kullanmaktır !” demek yanıltıcı gelebilir. Ama yanlış olmaz.. Çünkü yaşam, süreklilik gözetildiğinde yaşamdır.
Bir felsefi yaklaşım olarak “An”ı yaşamak zihinsel bir erdemdir. Fakat bu beceri, ancak yaşamın sürekliliği kabul edildiğinde ulaşılan bir düzeydir. Bu zihinsel başarıyı, var oluşun sürekli yapısını algılayıp, yapabileceğimiz tek şeyin ona uyum sağlamak olduğunu fark ettiğimizde yakalayabiliriz ancak.. Bu uyumu sağladığımızda, yepyeni bir kaynağı ; zihinsel enerjiyi keşfedeceğiz ve hiç kuşkusuz arayış yolculuğumuzun en değerli buluşu olacaktır !..
“Benden sonrası tufan !” deyişi; anı yaşamayı değil, yaşamı ıskalamayı anlatır. Öleceğini bilerek sürat yapmakla; biteceğini bilerek petrol bağımlısı olmak, tehlikelerini görerek nükleer yanlısı olmak arasında pek fark yoktur.
Dünyada birçok ülkenin imzaladığı 1992 Rio Konferansı sözleşmesine, karbondioksit emisyonlarının azaltılması koşulu yüzünden, uyanıklık yaparak imza koymayan siyasilerimiz, Avrupa topluluğuna tam üyelik başvurusu sırasında bu imzayı atma zorunluluğundan öte, gereğini yerine getirme konusunda nasıl bir uyanıklığın ardına sığınacaklarını şimdiden düşünmelidirler. CO2 seviyesini düşürmenin en iyi yolu, temiz enerji kaynakları kullanmaktır. Çünkü karbondioksitin en büyük kaynağı fosil yakıtlardır.
Güneş ve rüzgar santrallerinin en önemli özellikleri şöyle sıralanabilir :
1-Taşınabilirlik
2-Çok düşük bakım ihtiyacı
3-İhtiyacın olduğu yerde üretim
4-Hiçbir atık ve artık çıkmaması
5-Sessiz üretim
6-Modüler yapı özellikleri
7-Kolay kapasite artırımı
8-Enerji ham maddelerinden tam bağımsızlık
9-Doğal afetlerde üretim güvenliği
Girdiğimiz yüzyılda, gerçek refah düzeyini, “en fazla enerji tüketen” değil, “en verimli enerji kullanan” belirleyecektir. Ulusça bu sınavdan geçebilmek için ne yapmamız gerektiği sanırım anlaşılmıştır..
Dostları ilə paylaş: |