Bazı vakıf kayıtlarından Kırşehir'de Âşık Paşa adına bir de zaviye olduğu anlaşılmaktadır. Halkın büyük saygı gösterdiği erenlerin türbeleri yanında zaviyeler kurulduğu düşünülecek olursa bu tesisin türbe yakınında bulunması gerekir. Ancak bugün çevrede bu hususu destekleyecek herhangi bir iz yoktur. C, Hakkı Tarım daha aşağıda mahalle içindeki bazı işlenmiş kalıntıların zaviyeye ait olabileceğini yazmaktadır.
Âşık Paşa Türbesi'nin yan cephesi şehre bakacak bir biçimde yamaca yerleştirilmiştir. Tamamen mermerden olan yapının Ön mekânını teşkil eden giriş holüne bu yan cephedeki süslü bir kapıdan girilir. Bu mekânın yan tarafında bulunan bir kapı, kubbeli esas türbeye geçişi sağlamaktadır. Türbe, her bir kenarı 5.35 m. ölçüsünde bir kareden ibarettir. Âşık Paşa'nın sandukası tam ortada değil giriş duvarının yanındadır. Türbenin altında bir mezar odası olması gerekirse de bu husus araştırılma-
mıştır. Sekiz köşeli olarak yapılan sağır kubbe de mermerden olup burada çok eski bir Asya geleneğine uyularak bindirme tekniği kullanılmıştır. Türbe mekânının dört köşesine yerleştirilen dört sütun üstüne dört kemer atılmış, bunların arasındaki pandantiflerle sekiz dilimli kubbeye geçiş sağlanmıştır.
Türbenin içinde bulunması muhtemel hiçbir tezyinat günümüze gelmemiştir. Dışta ise üç cephenin son derece sade olmasına karşılık şehre bakan güney cephesi ve bilhassa buradaki giriş itina İle süslenmiştir. Cephenin kenarında bulunan taçkapının üst kısmı bir zencerek motifi ile bezenmiş, bunun içine sivri kemerli bir niş oyulmuştur. Nişin yarım kubbesi dilimli olarak işlenmiştir. Bu nişin alt kısmında yayvan kemerli esas giriş bulunur. Cephelerin ortasındaki pencereler ise birer sivri kemer içinde açılmıştır. Esas türbe binasının dışında mahya hattı profilli bir silme ile belirtilmiştir. Güney cephede tam ortada bu silme dikdörtgen bir çerçeve meydana getirmekte olup bunun içinde kitabe bulunmaktadır. 1965 yılında Kırşehir'de yaptığımız incelemeler sırasında Âşık Paşa Türbesi'nin ön mekânında yere döşenmiş iki parça halinde mermer bir levha bulmuştuk. Yere saplanacağı kısmı işlenmeden bırakıldığına göre herhalde bir mezar taşı olan bu levhanın üst kısmında rûmî motiflerle bezenmiş bir madalyon, alt bölümünde ise bir pars veya dişi arslan resmi görülüyordu.
Âşık Paşa Türbesi, simetriden kaçınan çok değişik bir mimari anlayışın eseridir. Orta Asya eski Türk geleneklerine bağlı özellikleriyle Anadolu'da İslâm-Türk yapı sanatının değerli bir örneğidir. Değişik plan düzeni, ölçülü fakat zarif süslemesi ile içinde yatan büyük Türk mutasavvıfı ve Anadolu Türk edebiyatının kurucularından biri olan Âşık Paşa'nın şanına uygun bir mahfaza teşkil etmektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
Cevat Hakkı Tarım, Kırşehir Tarihi üzerinde Araştırmalar, Kırşehir 1938, 1, 86-89; a.mlf., Tarihte Kırşehri-Güişehri, İstanbul 1948, s. 29-30; Semavi Eyice, "Kırşehir'de H. 709 (1310) Tarihli Tasvirli Bir Türk Mezartaşı", Reşİd Rahmeti Arat için, Ankara 1966, s. 215-216; Gordlevskij, "Kırşehir'de Âşık Paşa'ya Ait Bir Hâtıra", Çomptes-Rendus de l'AcadĞmie des Sciences de l'ÜRSS, 1, Moskva 1927, s. 25-28; A. Sâim Ülgen, "Kırşehir'de Türk Eserleri", VB, II (1942), s. 258-260; H. Baki Kunter, "Kitabelerimiz", a.e, II (1942), s. 436; M. Fuad Köprülü, "Âşık Paşa", /A, 1, 703.
ra! Semavi Eyice
ÂŞIK VEYSEL
(1894-1973)
XX- yüzyıl
Türk âşık şiirinin Türkiye'deki önemli temsilcisi.
Sivas'ın Şarkışla ilçesinin Sivriaian köyünde doğdu. Yedi yaşında iken geçirdiği çiçek hastalığı yüzünden önce sağ gözünü, daha sonra da babasının elindeki Üvendirenin saplanması üzerine sol gözünü kaybetti. On yaşında saz çalmaya başladı. Önceleri her âşık gibi "usta malı" deyişler çalıp söyledi.
Soyadı kanunundan sonra Şatiroğlu soyadını alan Âşık Veysel'i edebiyat dünyasına Ahmet Kutsi Tecer tanıtmıştır. A. K. Tecer'in ilk defa S Ocak l'931 'de düzenlediği ve on beş âşığın çağırıldığı Sivas Âşıklar Bayramı'na katılanlar arasında Âşık Veysel de vardı. 1933'ten sonra, eski gezginci âşıkiar gibi, elinde sazı ile hemen hemen bütün yurdu dolaştı. Bir ara köy enstitülerinde saz öğretmeni olarak da görev yaptı. İlk şiiri, Cum-huriyefin 10. yıl dönümünde Atatürk için söylediği destandır. İlk şiir kitabı olan Deyiler 1944'te Ankara'da Halkevleri Genel Merkezi'nce yayımlandı. Şiirlerini daha sonra Sazımdan Sesler (1949) adlı kitapta topladı. Bütün şiirlerini bir araya getirdiği Dostlar Beni Hatırlasın (1970) ise son kitabıdır.
1952 yılında İstanbul'da adına büyük bir jübile düzenlenen Âşık Veysel'e 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından "ana dilimize ve milli" birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı" özel bir kanunla vatanî hizmet tertibinden aylık bağlandı. Sağlığında, şiirlerini çalıp söylediği plakların yanında "Karanlık Dünya" adı İle kendisinin ve köyünün görüntülendiği bir de film yapıldı. 21 Mart 1973'te doğduğu köy olan Sivrialan'da Öldü; aynı yerde toprağa verildi. Ölümünden sonra evi. içindeki bütün eşyaları ile korunarak müze haline getirildi. Ölüm yıl dönümlerinde köyünde yapılan törenlerle anılmaya başlandı.
Halkla aydınlar arasında bir köprü kurmuş bulunan Âşık Veysel'in şiirleri konu bakımından epeyce zengin bir çeşitlilik göstermektedir. Yûnus'un etkisi altında kalarak söylediği şiirlerinde halk kültürünün mayasına karışan yönleriyle tasavvuftan izler bulunur. Aşk şiirlerin-deki deyişleriyle bir yönden de Karaca-oğlan'ın devamı gibidir. Şiirlerinde yer yer yöresinin ağız özellikleri de görülür.
Sazı ve sesi zayıf olan Âşık Veysel, âşıklık geleneğinin hikâye anlatma, muamma asma ve çözme, atışmalarda bulunma gibi yönlerine uyamamış olsa bile çağının radyo, fabrika, tren, füze gibi yeniliklerine kucak açan şiirleriyle kendinden önceki âşıklardan ilerdedir. Âşık Veysel, bir yanı ile sürdürdüğü âşık şiiri geleneğini ve yaşadığı çağı şiirlerinde ustaca bir araya getirmiştir.
Diğer âşıkların Âşık Veysel için söyledikleri deyişler de bir kitapta toplanmıştır: Ölümünün Onuncu Yılında Âşık Veysel'e Deyişler (haz. Hayrettin İvgin — İrfan ÜnverNasratunoğlu, Ankara 1983).
BİBLİYOGRAFYA:
İbrahim Aslanoğlu, Âşık Veysel, Sivas 1967; Ü. Yaşar Oğuzcan, Âşık Veysel (Hayatı, Şiirleri ue Hakkında Yazılanlar), İstanbul 1972; Nejat Sefercioğlu - Aydın Kuran. Aşık Veysel Bibliyografyası, Ankara 1983; Milliyet Sanat Dergisi (Âşık Veysel Özel Sayısı), sy. 26, 30, istanbul 1973; SiuasFolkloru (Âşık Veysel Özel Sayısı), sy. 4, Sivas 1973; TFâ {Aşık Veysel Özel Sayısı), sy. 296 (1974); TA, XXX, 220-221; Fahir İz. IlCÂşhik Weysel", El2 Suppi. (İng.), s. 91.
\m Aydın Ov
AŞIKKUTLU, Mehmet Rüştü
(1901-1980) Son devir kıraat âlimi.
Of ilçesinin Uğurlu (Çifaruksa) kasabasında doğdu. Babası Ahmed Cemâled-din, annesi Hanîfe'dir. İlk öğrenimini kasabanın öğretmeni olan babasından yaptı, sonra aynı yerde hıfzını tamamladı. Muhitin tanınmış âlimlerinden Çalıkzâde Tâhir Efendi, Çalekli Dursun Feyzi Efendi ve Kâsımzâde Hasan Efendi'den Arapça, Bakkalzâde Paçanlı İsmail Hakkı'dan ferâîz dersleri aldı. İmtihanla Çifaruksa Medresesi'nin dördüncü sınıfına kaydoldu. Altıncı sınıftayken medreseler kapatılınca (1924) bir müddet daha Dursun Feyzi Efendi'den tefsir, akaid ve fı-
kıh okuduktan sonra İstanbul'a giderek Hafız Ahmed Şükrü ve yeğeni Hafız İsmail Hakkı Bayrrden aşere* ve takrîb*, Varnalızâde Hafız Ahmed Hamdî'den de İbnü'l-Cezerî'nin Tayyibetü'n- Neşr'mı okudu.
Mehmet Rüştü görev hayatına oldukça erken yaşlarda Uğurlu kasabası Merkez Camii'nde fahrî imam-hatip olarak başladı. 1936 yılında Uğurlu Kur'an Kursu öğreticiliğine, 1941'de Of merkez vaizliğine tayin edildi. Resmî görevini sürdürürken bir yandan da kıraat, fıkıh ve Arapça okuttu. 1976 yılında vaizlikten emekliye ayrıldı. Diyanet İşleri Başkanlı-ğı'nca Ankara ve İstanbul'da açılan hizmet içi eğitim kurslarında 1974-1979 yıllan arasında, bütün rivayet ve tarikleriyle aşere okuttu. Tayyibetü'n-Neşr'i takrir etti. 28 Ağustos 1980'de tedavi için Trabzon'dan İstanbul'a giderken uçakta vefat eden Âşıkkutlu, doğduğu yer olan Uğurlu kasabasında defnedildi.
Sahasında pek çok öğrenci yetiştiren Âşıkkutlu'nun kıraat konusunda Aşere Kaideleri, Takrîb Kaideleri, Tayyibe Tercümesi ve Toyyibe Şerhi adlı dört eseri vardır. Henüz basılmamış olan bu kitaplar Uğurlu'da vârislerinin elinde bulunan özel kitaplığındadır.
BİBLİYOGRAFYA:
Tayyibe Şerhi adlı eserinin mukaddimesinde bulunan ve kendisi tarafından kaleme alınmış olan biyografisi; Of Müftülüğü Arşivi'ndeki özel dosyası; İ. Lütfi Çakan. "Aşere, Takrîb ve Tayyibe Üstadı M. Rüştü Âşıkkutlu ile bir Mülakat", Hakses Mecmuası, sy. 126, Ankara 1975, s. 16-18; "Kıraat İlmi'nin Büyük Üstadı Meh-med Rüştü Âşıkkutlu Vefat Etti", Diyanet Gazetesi, sy. 245, Ankara 1980, s. 14-15; Recep Akakuş. "M. Âşıkkutlu Hocamızın Ardından", ae.,sy. 247(1980), s. 4. r—ı
İBu Emin Âşıkkutlu
AşıkpaşazAde
(ö. 889/1484'ten sonra) Osmanlı tarih yazarı. ,
Asıl adı Derviş Ahmed, mahlası Aşıkî1-dir. Fakat daha çok büyük dedesi olan Âşık Paşa'ya nisbetle Âşıkpaşazâde adıyla anılır. Hayatı hakkındaki bilgiler hemen sadece yazmış olduğu Osmanlı tarihine dayanmaktadır. Kendi ifadesine göre 803 (1400) yılı civarında [Târih, s. 35) Amasya sancağının Mecitözü kazasına bağlı Elvan Çelebi köyünde doğdu. Küçük yaştan itibaren tekke çevresinde yetişti, çok gezdi ve zamanın ünlü şahsiyetleriyle tanıştı. Gençlik yıllarında bir müddet Geyve'de Yahşi [Keşfü'z-zunûn,
1,283rte Bahsi) Fakih'in evinde kaldı. Fetret Devri'nin bazı olaylarına ve II. Mu-rad'la Düzmece Mustafa arasındaki mücadeleye şahit oldu. Bir süre Konya'da Sadreddin Konevî Zâviyesi'nde misafir olarak kaldı ve Şeyh Abdüllatîf el-Kudsî'-den el aldı. 1437'de hacca gitti, dönüşte Mısır'a uğradı. Daha sonra Paşa Yiği-toğlu İshak Bey'in himayesinde bir müddet Üsküp'te kaldı. II. Murad'ın bazı seferlerine katıldı ve onun iltifatını kazandı. Fâtih Sultan Mehmed'in, şehzadeleri Mustafa ve Bayezid'in sünnetleri münasebetiyle 1457 yılında Edirne'de yaptırdığı şenliklere katildi; bu sırada Fâtih'ten bazı ihsanlar gördü. 874'te (1469-70) kızı Râbia'yı müridi Şeyh Seyyid Ve-lâyet'le evlendirdi. Meşhur tarihini tamamladığı 1484 yılında yaşı seksen beş civarında idi. Onun büyük bir ihtimalle bu tarihten sonra öldüğü kabul edilmektedir. Mezarı da muhtemelen İstanbul'da Haydar mahallesinde büyük dedesi Âşık Paşa adına inşa ettirdiği cami ha-zîresindedir.
Âşıkpaşazâde daha çok Tevârîh-i ÂI-i Osman adlı eseriyle tanınmaktadır. Hayatının sonlarına doğru yazmaya başladığı tarihinin Yıldırım Bayezid devrine kadar gelen kısmını Yahşi Fakih'in me-nâkıbnâmeşinden, bu padişahın 1391 'de Macarlar'la yaptığı savaşı Kara Tİmur-taş'm oğlu Umur Bey'den. 1402'deki Ankara Savaşı'nı bu savaşta solak* olarak bulunan birinden nakletmiş, II. Murad ve Fâtih dönemlerini ise bizzat kendi gözlemlerine dayanarak kaleme almıştır. Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan Fâtih devri sonlarına (eserin çeşitli yazmalarında bitiş tarihi farklıdır) kadar gelen bu eserde konular bablar ve soru - cevap şeklinde ele alınmıştır. Müellifin yaşına ve muhtemel ölüm tarihine bakılırsa 166. bab-dan sonraki kısımların başkaları tarafından eklenmiş olabileceği düşünülebilir.
Çoğu yurt dışında olmak üzere ondan fazla yazma nüshası bulunan Âşıkpaşazâde Târihi'nm üç ayrı neşri vardır. Eserin ilk neşri Alî Bey tarafından yapılmıştır (İstanbul 1332). Bu neşirde eser 1502 yılına, Friedrich Giese (Leipzig 1929) neşrinde 1492'ye kadar gelir. Atsız'ın yaptığı neşir ise (İstanbul 1949) eserin 161 babını ve sadece Âlî Bey neşrinde bulunan "Fasıl" adlı son bölümünü ihtiva eder. Yakın zamana kadar pek tanınmayan Âşıkpaşazâde Târihi'nm asıl Önemi, ilk standart Osmanlı tarihlerinden biri olmasından gelir. Eser daha yazıldığı devirde Neşri'nin Cihannümâ'sı-
na kaynak olmuş, ancak XVI. yüzyıl Osmanlı tarihçileri genellikle Neşrî'nin daha derli toplu olan eserini kullanmayı tercih etmişlerdir. Diğer taraftan, muhtemelen Kâtib Çelebi'nin biraz hafife alan ifadesinden {Keşfü'z-zunûn, I, 283) dolayı uzun süre unutulan Tevârîh-i Âî-i Osman, gerçek ve modern mânada ilk defa Hammer tarafından kullanılmıştır. Mahiyeti itibariyle anonim Tevârîh-i Âl-i Osman'lardan pek farklı olmayan eser, gerek muhtevası gerekse konuşma diline yakın ve devrinin yazı dilini aksettiren sade üslûbu bakımından orta tabaka ve özellikle askerî zümreler arasında okunmak üzere bir nevi halk destanı tarzında yazılmıştır. Anonim tarihlerden farklı özelliği ise Osmanlı padişahlarını birer "mücahid gazi" olarak görmesi, devletin kuruluşunda ve bilhassa Anadolu'da İslâmî Türk kültürünün yerleşmesinde büyük rolleri olan "abdâlân-ı Rûm", "gâziyân-ı Rûm" ve "bâciyân-ı Rûm" gibi ahî kuruluşları hakkında bilgiler vermesidir. Esere yer yer serpiştirilen ve bir kısmı Ahmedrnin İskendernâme'-sinden alınmış olan nazım parçalarının ise edebî bir değeri yoktur.
BİBLİYOGRAYFA:
Âşıkpaşazâde. Târih, s. 35, 66, 79, 135, 139, 205; a.e. (Atsız), s. 79-80; Mecdf, Şakâik Tercümesi, s. 352; Keşfü'z-zunûn, I, 283; Ayvan-sarâyî, Hadîkatü'l-ceuâmi', 1, 153; Osmanlı Müellifleri, III, 84; Hammer (Ata Bey), I, 27; Ba-binger (Üçok), s. 38-42; Banarlı, RTET, I, 498-499; V. L. MĞnage, "Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı" (trc. Salih Özbaran), TED, sy. 9 (1978), s. 227-240; M. Şâkir Olkütaşir, "Âşık Paşazade", İTA, I, 600-602; M. Fuad Köprülü, "Âşık Paşa-zâde", İA, I, 706-709; Fr. Taeschner, "'Âşhik-Paşha-zâde", 0*(Fr.), I, 720.
İffl Abdülkadib Özcan ÂŞİR
( JrUİ )
Uşûr vergisini tahsil eden memur.
İslâm'ın ilk asırlarında, ticarî mal veya bir nevi gümrük vergisi diyebileceğimiz uşûr vergisini tahsil eden kimseye âşir denildiği gibi aşşâr da denilmektedir. Şehirler veya milletlerarası ticaret yollarının kavşak noktalarında, önemli geçitlerde görev yapan âşirler bölgelerinden geçen ticarî mallardan, sahiplerinin müslüman, zimmî* veya müste'min olmasına göre değişen oranlarda vergi almaktaydılar. Kaynakların belirttiğine göre bu oran müslümanlar için % 2,5, zim-mîler için % 5 ve müste'minler için de
karşılıklı olarak başka bir.oran tesbit edilmemişse % 10'du (bk. uşûr). Bu verginin nisbeti onda bir (uşr — öşür) veya onun bölümleriyle (nısfü'1-uşr % 5; rub'u'l-uşr % 2,5) İfade edildiğinden bunları tahsil eden vergi memuruna da "onda birleri toplayan kimse" mânasında bu ad verilmiştir.
Âşirin, bölgesinden geçen müslüman-lardan aldığı ticarî mal vergisi aslında zekâttır. Bu yüzden ancak zekâtın diğer şartları gerçekleşmiş ve o yılın zekâtı daha önce ödenmemişse alınırdı. Buna göre âşir, kendi bölgesinden geçen gayri müslimlere ait ticarî malların uşûr vergisini, müslümanlara ait malların da zekâtını tahsil eden bir kimse olarak görev yapmıştır.-Ticarî maksatla başka yerlere sevkedilmeyen zekâta tâbi her türlü malın ve ziraî mahsullerin zekâtı ise ayrı bir memur (âmil) tarafından toplanmaktaydı
Âşir aynı zamanda bölgesindeki yo! ve ticaret emniyetini sağlamakla da görevliydi. Bundan dolayı fıkıh kitaplarında âşirde bulunması gereken şartlar sayılırken tam ehliyetli {bk. ehliyet) olmasının yanında yol ve ticaret emniyetini sağlamaya muktedir olmasının gerekli olduğu üzerinde de durulmuştur.
Bir vergi memuru olarak âşirin ilk defa Hz. Peygamber zamanında mı, yoksa Hz. Ömer devrinde mi tayin edildiği kaynaklarda tartışmalıdır. Serahsî bu müesseseyi Hz. Peygamber devrine kadar götürmekte ise de ikinci görüş daha kuvvetli görünmektedir. Ebû Yûsuf'un belirttiğine göre, Hz. Ömer zamanında ilk defa âşir olarak tayin edilen kimse ashaptan Ziyâd b. Hudayr'dır.
Bazılarının sıhhatinde şüphe olmakla birlikte Hz. Peygamber'den, "Âşire rastlarsanız onu öldürünüz" mânasında veya buna benzer anlamlara gelen hadisler rivayet edilmektedir (Ebû Ubeyd, s. 470; Müsned, IV, 234). İslâm hukukçuları bu hadislerin, Câhiliye devrinde Arap ve Acem memleketlerinde ticarî mallardan % 10 nisbetinde alınan, İslâmiyet'te ise müslümanlar için % 2,5, zimmîler için de % 5'le sınırlandırılan bu vergiyi toplarken halka zulmeden, belirlenen bu oranlardan fazlasını alan vergi memurları için varit olduğu görüşündedirler (bk. Serahsî, el-Mebsût, II, 199; Ebû Ubeyd, s. 470). Bu hadislerde, Câhiliye devrinde benzer bir pazar vergisini (bâc) toplayan ve halkı ağır vergilerle bunaltan kimselerin kasdedilmiş olması da muhtemeldir (bk. Ebû Ubeyd, s. 471, ayrıca bk.BÂC).
BİBLİYOGRAFYA:
Lîsânü'l-'Arab, "caşr" md.; Müsned, IV, 234; Ebû Yûsuf. el-Harâc, s. 145-146; Yahya b. Âdem, Ktt&bü'l-ljarB.c (nşr, Ahmed Muhammed Şâkir), Kahire 1384, s. 168-169; Ebû Ubeyd, el-Emuât, s. 469-481; Serahsf, el-Mebsût, I, 199 vd.; a.mlf., Şerhu's-Siyeri'l-kebTr inşv. Abdülazîz Ahmed), Kahire 1971-72, V, 2133-2136, 2139-2157; İbn Abidîn, Reddu7-muhtar, II, 308-318; Yûsuf el-Kardâvî, Fıkhüz-zekât, Beyrut 1389/ 1969, II, 1089-1105; Mustafa Fayda, "Hz. Ömer ve Ticaret Mallan Vergisi veya Uşûr", AÜİFD, XXV (1982), s. 169-178; a.e., XXVI (1983), s. 327-334. r-ı
\m Mehmet Erkal
AŞİR EFENDİ
Reİszâde Mustafa Âşir Efendi (1729-1804)
Kurduğu kütüphane ile meşhur olan Osmanlı şeyhülislâm!.
L J
5 Ağustos 1729'da doğdu. Reîsülküt-tâb Mustafa Efendi'nin oğludur. Tahsilini devrin tanınmış âlimlerinin yanında tamamladıktan sonra 1744 yılında ruûs* imtihanını kazanarak çeşitli yerlerde müderrislik yaptı. Daha sonra kadılık mesleğine geçti; 1768'de Yenişehr-i Fenar (Larissa), 1777'de Bursa. 1781'de Mekke, 1786'da İstanbul kadılıklarında bulundu. Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerinin önce pâye'lerini aldı. ardından bilfiil 1788'de Anadolu, 1789'da da Rumeli kazaskeri oldu. Ancak bir süre sonra azledildi. Şeyhülislâm Hamîdîzâde Mustafa Efendi zamanında herhangi bir sebep gösterilmeksizin Kastamonu'da ikamete mecbur edildi. Hamîdîzâde'nin şeyhülislâmlıktan ayrılması üzerine 1791'de tekrar İstanbul'a döndü. 1793'te ikinci defa Rumeli kazaskerliğine getirildi. Bu görevde bir yıl kadar kaldı, 30 Ağustos 1798'de şeyhülislâm oldu. III. Selim, Âşir Efendi'ye hitaben çıkardığı hatt-ı hümâyunda (Cevdet, VII, 303-304), kendisinden önce şeyhülislâm olan Dürrizâde Arif Efendi'nin görevini ihmal etmesi yüzünden azledildiğini, duyduğu güven sebebiyle bu görevi kendisine verdiğini belirtiyor ve ilmiye mesleğinde bir süreden beri görülen bozukluğu gidermek için çalışmasını istiyordu. Bundan dolayı onun şeyhülislâmlığı döneminde bu yolda bazı çalışmalar yapılmıştır. 11 Temmuz 1800'de şeyhülislâmlıktan azledildikten sonra Bursa'ya gönderildiyse de kısa zaman sonra tekrar İstanbul'a döndü; 29 Kasım 1804'te vefat etti. Cenazesi önce Eminönü civarındaki Bahçeka-pı'da kendi adıyla anılan kütüphanenin
8
naziresine defnedilmiş, daha sonra Molla Gürânî Mezarlığı'na nakledilmiştir.
Bilgisi, dürüstlüğü, hayır ve hasenata düşkünlüğü ile takdir edilen Âşir Efendi aynı zamanda iyi bir hattattı. Bahçe-kapı'da bugün kendi adıyla anılan caddede bulunan konağının bahçesinde bir kütüphane ve dârülkurrâ kurmuş, buraya görevliler tayin ederek bazı gelirler tahsis etmiştir. Ayrıca Kastamonu'da bulunduğu sırada orada da hayır eserleri yaptırmıştır. Günümüzde Süleyma-niye Kütüphanesi'nin bir bölümünü oluşturan kütüphanesinde bizzat kendisinin istinsah ettiği bazı yazmalar da bulunmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA:
Deuhatü't-meşâyih, s. 166-177; Cevdet, Târih, VII, 286, 303-304; Slctll-t Osmânt, III, 281; İimiyye Salnamesi, s. 560-561; İbnülemin, Son Hattatlar, s. 500-503; Uzunçarşılı. İlmiye Teşkilâtı, s. 260; tsLA.ll, 1152-1153.
\M Mehmet Îpşirı-i
ÂŞİR EFENDİ KÜTÜPHANESİ
İstanbul Bahçekapı'da XVIII. yüzyılda kurulan
vakıf kütüphanesi.
L _[
1. Mahmud devri reîsülküttâblarından Mustafa Efendi, düzenlediği Cemâziye-lâhir 1154 (Ağustos 1741) ve Safer 1160 (Şubat 1747) tarihli vakfiyeleriyle bütün kitaplarını vakfetmiş, ancak Bahçekapı semtinde inşa ettirmeyi planladığı kütüphaneyi yaptıramadan 1749 yılında ölmüştür. Mustafa Efendi yaptırmayı düşündüğü bu kütüphanenin iki dersiam, bir şeyhülkurrâ ve iki hâfızıkütübden oluşan kadrosunu da kurmuş ve bunları geçici olarak Valide ve Mahmud Paşa camilerinde görevlendirmiştir.
Mustafa Efendi'nin oğlu 111. Selim devri şeyhülislâmlarından Mustafa Âşir Efen-
di babasının bu arzusunu yerine getirmek için belirtilen yerde bir kütüphane binası yaptırmış ve düzenlediği Şevval 1214 (Mart 1800) tarihli vakfiyesiyle de kendi adıyla anılan kütüphaneyi kurmuştur. Âşir Efendi vakfiyesinde daha önce babasının kütüphane personeliyle iigili olarak koyduğu esasları aynen muhafaza etmiş, ancak kendi sağladığı gelirle hâfızıkütüblerin ücretlerini arttırma ve onlara yardımcı olacak iki mülâzım tayin etme gibi birkaç değişiklik yapmıştır.
Başlangıçta Reîsülküttâb Mustafa Efendi'nin vakfettiği 1237 kitapla kurulan Âşir Efendi Kütüphanesi koleksiyonu daha sonraları Mustafa Âşir Efendi, oğlu Rumeli kazaskeri Hafîd Efendi, Ka-sîdecizâde Süleyman Sırrı Efendi ve Âşi-refendizâde Mehmed Bahâeddin Efendi'nin yaptıkları kitap bağışlanyla oldukça zenginleşmiştir.
Öğretim yanında hatim duası ve mev-lid gibi bazı dinî faaliyetlerin de yapıldığı Âşir Efendi Kütüphanesi haftada beş gün açık bulunmaktaydı. Tatil günleri ise devrin diğer bazı kütüphanelerinde olduğu gibi salı ve cuma idi.
Âşir Efendi Kütüphanesi 1914 yılında Evkaf Nezâreti tarafından Sultan SelinY-de kurulan kütüphaneye, 1918 yılında da buradan Süleymaniye Kütüphanesi'-ne nakledilmiştir. Bu kütüphaneye ait kitaplar halen Süleymaniye Kütüphanesi bünyesinde bulunan Âşir Efendi ve Reîsülküttâb Mustafa Efendi koleksiyonlarında bulunmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA:
Reîsülküttâb Mustafa Efendi'nin h. 1154 ve h. 1160 tarihli vakfiyeleri, VGMA nr. 736, s. 201-208; nr. 738, s. 137-146; Âşir Efendi'nin h. 1214 tarihli vakfiyesi, Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 473; Hafid Efendi'nin h. 1220 tarihli vakfiyesi, Süleymaniye Ktp., Hafid Efendi, nr. 486; Âşir Efendizâde Mehmed Bahâeddin Efendi'nin h. 1250 tarihli vakfiyesi, Süleymaniye Ktp., Hafid Efendi, nr. 487; İsmail E. Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi II: Kuruluştan Tanzima-ta Kadar Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri, Ankara 1988, s. 92-93, 120-121, 129, 144, 148, 182, 239, 244-245. ı—ı
Iffifil İsmail E. Erünsal
D MİMARİ. İlk yapılışında kütüphanenin yanındaki büyük bir han onun gelirini sağlıyor ve arkadaki küçük hazîre-de Âşir Efendi ile oğlu Hafid Efendi ve diğer aile mensuplarının kabirleri bulunuyordu.
Âşir Efendi ve Sultanhamam caddelerinin birleştiği köşede bulunan kütüphane, taş konsollar üzerine oturan gü-
zel mimarili okuma odası ile dikkati çeker. Bu çıkmanın Eminönü tarafındaki küçük bir penceresinin yerteştirilmeşinde gösterilen yapı ustalığı gerçekten zarif bir buluştur. Dış cepheleri taş ve tuğla şeritleri halinde yapılmış olan bu binanın yanındaki han ile birlikte iyi bir ro-lövesi yoktur. Sadece kütüphanenin planı yayımlanmıştır. Bir merdivenle çıkılan L biçimindeki bir koridorun kısa kolu sonunda kitap deposu ve bu koridorun yanında iki küçük mekânı vardır. Koridorun uzun kolu yanında bulunan okuma salonunun ana mekânına, iki sütunla ayrılmış üç bölümlü bir giriş holünden geçilerek ulaşılır. Âşir Efendi Kütüphane-si'nde küçük ve büyük dört mekân aynalı tonozlarla örtülüdür. İki sütunla okuma salonundan ayrılan giriş kısmının üç bölümünden ortadaki kubbeli, yandaki-ler çapraz tonozlarla örtülmüştür. Ana koridorun sonundaki küçük hücre ise herhalde hela olmalıdır. Altındaki kumaş mağazasının deposu olarak kullanılan okuma odasının tavan tonozunda üstleri badana ile kapatılmış olarak çiçekli kalem işi nakışlar 1960 yılında görülebiliyordu.
Kütüphanenin taşınma sırasında Aşir Efendi ile evlât ve ahfadının mezarları da buradan alınarak Molla Gürânî hazîresine götürülmüş ve boşaltılan kütüphane binası dükkân olarak kiraya verilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
Behçet Unsal, "Türk-Vakfı, İstanbul Kütüphanelerinin Mimari Yöntemi", VD, XVII! (1984), s. 101 (plânı var); Ş. N. Bayraktar, "Âşirefendi Kütüphanesi", IslA, II, 1154-1155.
İM Semavi Eyice
AŞİRAN
, (bk. HÜSEYNÎ-AŞİRAN). j
AŞİRET
Göçebe topluluklara verilen genel ad.
Aşiret Arapça bir kelime olup "kabile" karşılığı kullanıldığı gibi kabilenin altında daha küçük bir topluluğu da ifade etmektedir. Türkçe'de ise yaygın olarak göçebe unsurlar için kullanılmış, özellikle Osmanlılar döneminde boyun altında, cemaatin üstünde bir topluluğa ad olmuştur. Osmanlı kanunnâme ve belgelerinde genel olarak "konar göçer" veya "yörük" olarak kaydedilen teşekküller, yukarıdan aşağıya bir sıraya göre, boy (kabile, taife), aşiret, cemaat, oymak, mahalle, oba faile) şeklinde bölümlere ayrılmıştır. Araplar'daki kabile teşkilâtında ise birkaç aşiretten bir fasîle. fasilelerden fahz, fahzlardan batn, batnlardan imâre, imârelerin birleşmesinden de kabile meydana gelmekteydi. Boyun idarî işlerinin boy beyi (Arap kabilelerinde şeyh) tarafından yürütülmesine karşılık aşiretlerde bu görev mîr-aşiretlerce (aşiret beyi veya kethüda) yerine getirilirdi. Bazı durumlarda boy beyinin yetkisi dahilinde olan aşiret beyinin tesbiti genellikle irsî bir hüviyet göstermektedir.
Dostları ilə paylaş: |