Ö. 1119/1707 [?] Türk saz şairi



Yüklə 1,11 Mb.
səhifə9/25
tarix05.09.2018
ölçüsü1,11 Mb.
#77458
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   25


Tasavvuf cereyanının Türkler arasın­da yaygınlaşmasından sonra, bilhassa Babaîler ve Bektaşîler gibi bir kısım ta­rikat mensupları Anadolu'da ata yerine baba tabirini kullanmışlardır. XII. yüzyıl­da Anadolu Selçuklu Devleti'ne karşı sî-yasî-dinî bir hareket olarak ortaya çı­kan Babaîlik akımının kurucusu Baba İl-yas ile meşhur müridi Baba ishak, yine Selçuklu devri mutasavvıf şairlerinden Baba Hasan, Baba Ferec, Barak Baba hep bu unvanla tanınmışlardır. Ayrıca bir esnaf kuruluşu oian ahî birliklerinin başkanları (Ahî Baba) üe gemi reislerine de baba (Baba Oruç) denilmiştir.

Ata kelimesi boy ve yer adı olarak da kullanılmıştır. Nitekim Orta Asya Türk topraklarında Evliya Ata, Adun Ata ve Alma Ata gibi yerleşim merkezleri bu­lunmaktadır.

Genellikle ismin sonuna getirilerek kul­lanılan ata kelimesinin babada olduğu gibi özel isimlerin başına getirildiği de görülmektedir. Meselâ Selçuklu şehza­delerinin tâlim ve terbiyesiyle ilgilenen ve onlar adına eyaletleri idare eden as­kerî valiler ata-bey (ata-beg) unvanıyla anılmış, aynca "hekim" mânasına gelen ata-sagun şeklinde de kullanılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mus­tafa Kemal Paşa'ya da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından soyadı olarak Atatürk unvanı verilmiştir.

BİBLİYOGRAFA:

■ Reşahât Tercümesi, s. 18, 24; Ali Şîr Nevâî. Nesâyiınü'tmehabbe min şemâyimi'l-fütüuue (haz. Kemal Eraslan), İstanbul 1979, s. 384-389, 409, 414; Köprülü, ilk Mutasauutflar, s. 14,49, 220; a.mlf.. "Ata", İA, I, 711-712; Abdül-kadir Özcan, "Fâtih'in Teşkilât Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Âlem için Kardeş Kaili Mesele-lesj", TD, sy. 33 (1982), s, 29; "Ata", El2 (Ing.),

1,729. m


ISI Coşkun Alptekin

ATA ^


Hz. Ömer'in kurduğu divan teşkilâtında

feyden müslümanlara

yılda bir defa dağıtılan paraya,

Emevî ve Abbasîler zamanında ise

askerlerin maaşlarına verilen ad.

L. J


Atâ ve atıyye, "verme, verilen şey, ba­ğışlama, hibe ve ihsan" mânalarında Arapça bir kelime olup atıyyenin çoğulu atâyâ, atanın çoğulu ise a'tıyyedir. Atâ Kur'ân-ı Kerîm'de, "nimet, lütuf, ihsan ve bağış" anlamlarında beş yerde geç­mektedir (bk. Hud il/108; el-lsrâ 17/ 20 |iki defal; Sâd 38/39; en-Nebe' 78/

36). Bu tabir bir terim olarak ilk defa Hz. Ömer'in halifeliği zamanında kulla­nılmıştır, İslâm devletinin gelir kaynak­larını teşkil eden zekât ve ganimetlerin beşte birinin (hums) kimlere dağıtılacağı Kur'ân-ı Kerîm'de (bk. et-Tevbe 9/60; el-Enfâl 8/41) açıkça belirtilmiştir. Bu­na karşılık, devlet gelirlerinin üçüncüsü­nü oluşturan ve gayri müslimlerden ba­rış zamanlarında alınan cizye, haraç ve ayrıca ticaret mallarının vergilerinden meydana gelen fey'in kimlere ve nasıl dağıtılacağı ise Hz. Ömer'in içtihadıyla tesbit edilmiştir. Gerçekleştirilen fetih­ler sonucu fey gelirlerinde büyük artış olması ve esasen ilk müslümanlann bü­yük çoğunluğunun başka bir gelirinin bulunmaması sebebiyle, Hz. Ömer bun­ları müslümanlar arasında iki şekilde, biri her ay erzak (bk. rızık) adı altında yiyecek olarak diğeri ise yılda bir defa olmak üzere para şeklinde dağıtmayı uy­gun bulmuştur. Bunun İçin divan* teş­kilâtı kuruldu ve bu teşkilât vasıtasıyla müslümanlara yılda bir defa verilen pa­raya atâ veya atıyye denildi.

Hz. Ömer, atâ verilecek kimselerin ad­larının, öncelikle Hz. Peygamber'in men­sup olduğu Kureyş kabilesinin Benî Hâ-şim kolundan başlanmak suretiyle levh adı verilen geniş sayfalara yazılmasını emretti. Atâ miktarları da farklı seviye­lerde tesbit edildi ve müslümanlann İs­lâmiyet'i erken veya geç kabul etmele­riyle dine hizmetteki gayretleri ölçü ola­rak alındı. Bu hususta Hz. Ömer, "Ben, Resûlullah'a karşı savaşanlarla Resûlul-lah'ın safında düşmanlara karşı sava­şanları bir tutmayacağım" diyordu. Kay­naklardaki farklı rivayetler bir yana, Hz. Ömer'in tesbit ettiği atâ miktarları şu şekilde sıralanabilir: Hz. Peygamber'in hanımlarına onar bin, Bedir Gazvesi'ne katılanlara beşer bin, Mekke fethinden önce hicret edenlerle irtidad savaşların­dan itibaren fetihlere katılanlara üçer bin, muhacir ve ensarın çocukları ile Ka-disiye ve Yermük savaşlarına katılanla­ra ikişer bin; daha sonraki savaşlara ka­tılanlara biner, geriye kalanlara ise 300 ile 500 dirhem arasında değişen mik­tarlarda yıllık olarak verilmiştir. Hz. Pey­gamber'in hanımları dışındaki kadınlar­dan en fazla miktarda atâ tahsis edi­lenler, biner dirhem ile ilk muhacir ka­dınlardır. Diğer kadınlara ise 600, 400, 300 ve 200 dirhem yıllık ödenmiştir. Ço­cuklara da sütten kesilmelerinden itiba­ren yüzer dirhem atâ veriliyordu. Ancak çocukların bir an önce ataya hak kaza-

nabilmeleri için bazı annelerin onları er­ken sütten kestiğini öğrenen Hz. Ömer Önceki şartı kaldırdı ve çocuklara doğar doğmaz atâ verilmeye başlanmasını em­retti. Mevâlî'ye de diğer müslümanlar gibi atâ bağlanıyordu. Hz. Ömer, mülki­yet hakları olmadığı ve mallan sahiple­rine ait kabul edildiği için kölelere atâ bağlamamıştır. Bu zümreden, yalnızca Bedir Gazvesi'ne katılmış olan üç köleye istisnaî olarak üçer bin dirhem atâ ve­rilmiştir. Hz. Ömer, hicret etmiş veya Al­lah yolunda cihada katılmış bütün müs­lümanlara, onların çocuklarına ve kadın­larına atâ bağlamıştır. Ancak, başta be­deviler (a'râb) olmak üzere, çeşitli bölge­lerde yaşayan hicret etmemiş veya ciha­da katılmamış olanlarla onların çocuk­larına ve kadınlarına pay verilmemiştir.

Atıyyelerin dağıtımı ve teslimiyle Me­dine ve çevresinde bizzat Hz. Ömer, di­ğer bölgelerde ise âmirleri meşgul olu­yordu. Taşrada, bilhassa Suriye ve İrak bölgelerinde cünd adi verilen merkezler kurularak buralardaki askerler atıyye-lerini bağlı bulundukları merkezden al­mışlardır. Bölgedeki kabileleri iyi tanı­yan arif", nakib* ve emin* gibi görev­liler, atıyyelerini sahiplerine teslim et­mek üzere evlerine kadar giderlerdi. Hz. Ömer, atıyyelerin teslimi sırasında ta­cirlerin zekâtını içinden alırdı. Böylece tacirin görünen ve görünmeyen serveti­nin zekâtı hesap edildikten sonra zekât borcunun atıyyeden kesilmesi yönüne gi­dildiği görülmektedir. Atıyyeyi de zekâ­ta tâbi tutarak ondan zekât alan ilk ha­life ise Muâviye'dir.

Hz. Ömer'in fey gelirlerini atıyye şek­linde bütün müslümanlara dağıtması da­ha sonraki tarihlerde aynı şekilde devam etmemiştir. Müslümanlann sayısının art­ması, mühtedilerin çoğalması. Emevî ve Abbasîler zamanında askerî usullerin de­ğişmesi ve askerliğin bir meslek haline gelmesi gibi sebepler yüzünden atıyye-ler yalnızca halifelerin tercih ettiği bazı kimselere verilir hale geldi. Bilhassa Ab­basîler zamanında Hz. Ali ve Hz. Abbas soyundan gelen bazı ailelere bir lütuf ol­mak üzere atıyye verilmeye devam edil­di. Bunun dışında atâ. yalnızca askerliği meslek olarak seçenlere maaş olarak veriliyordu. Askerler divanlara yazılıyor ve kendilerine belirli bir atâ tayin edili­yordu. Ayrıca Emevîler döneminde asker olanlar dışında mevâlîye atâ verilmemeye başlandı. Abbasîler zamanında ise atıy­yelerin ödenmesine merkezî bir sistem­le beytülmâiin kontrolü altında devam

33

edilmiştir. Hicretin ikinci asrında bir ya­ya askerin atıyyesi 1000 dirhem veya 70 dinar, süvarininki ise bu miktarın iki ka­tı kadardı. Kumandanların ve diğer özel personelin atıyyeleri ise daha fazla idi.



BİBLİYOGRAFYA:

Lisântl'l-"Ar&b, "'atâ3" md.; Tâcü'l-'arüs, "'atâ'" md.; Tehânevî, Keşşaf, II, 1076; el-Mu-vatta , "Zekât", 7; Ebû Yûsuf. el-Harâc, 1,311-335; II, 197-203; Ebü Ubeyd. el-Emvâl, s. 318-384, 580-581; İbn Sa'd. et-Tabakât, III, 296-305, 336; İbn Zenceveyh. Kitâbü'l-Emvâl, Ri-yad 1986, I, 510-612, 941; TaberT. Târih (de Goeje), [, 2412-2418, 2495, 2540; Mustafa Fay­da, "Hz. Ömer'in Divân Teşkilâtı", Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1986, 11, 133-176; A. S. Trİtton. "Notes and Com-rmmication", BSOAS, XVI (1954), s. 170-172; Cl. Cahen. "rAtâJ", El2 (Fr.), I, 751-752.

m Mustafa Fayda

ATA BEY, Mehmed

(1856-1919)

Son dönem

Osmanlı maliyeci, gazeteci ve tarihçisi.

L J


İstanbul'da doğdu. Beyrut naibi Meh­med Galib Bey'in oğludur. Tahsilini İs­tanbul, Tekirdağ ve Beyrut'ta yaptı. Bu arada özel hocalardan Arapça, Farsça, Fransızca ve İtalyanca dersleri aldı. Ma­liye Nezâreti'ne bağlı kalemlerde, Nâfia ve Adliye nezâretlerinde, Edirne, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd ve Manastır vilâyeti Âşâr ve Ağnam nazırlıklarında çalıştı. Posta ve Telgraf umumi müfettişliği yaptı. 1905 yılında Diyarbekir, ertesi yıl Erzurum va­liliğine tayin edildi. Fakat o sıralarda uy­gulamaya konulan hayvânât-ı ehliyye rü­sumu yüzünden çıkan olaylar üzerine padişahın emriyle görevinden alındı. Ar­dından Şûrâ-yı Devlet Maliye Dairesi âza-lığına ve Rumeli vilâyeti umumi müfet­tişliğine tayin edildi. II. Meşrutiyetin ilâ­nından sonra Posta ve Telgraf nazırlığı­na getirilmesi düşünüldüyse de jurnalci­liği hakkında çıkan bazı söylentiler üze­rine tayini gerçekleşmedi. 1909 Ağusto­sunda lslahât-ı Mâliyye Komisyonu üye­liğine getirildi. 1919'da Tevfik Paşa ta­rafından kurulan kabinede maliye nazı­rı oldu. Fakat o sıralarda yatalak hasta bulunduğundan nazırlık koltuğuna otu-ramadan bir hafta sonra 17 Receb 1337 (18 Nisan 1919) tarihinde Cağaloğlu'n-daki evinde öldü. Mezarı Divanyolu'nda-ki Sultan Mahmud Türbesi'ndedir. Çok kısa süren nazırlığı sırasındaki yegâne faaliyeti, yıllardan beri düşündüğü malî ıslahata dair fikirlerini geniş bir rapor

halinde Babıâli'ye sunması olmuştur. Dr. Galib Ataç ile Nurullah Ataç Mehmed Atâ Bey'in oğullarıdır.

Yukarıda sayılan resmî görevlerinin yanında Atâ Bey Sıbyan Dârülmuallimî-ni'nde, Sütlüce Rüşdîyesi'nde, Mekteb-i Sultanîde, Mekteb-i Mülkiyye'de, Dârül-fünun'da ve Medresetü'l-vâizîn'de ede­biyat, ilm-i ahlâk ve tarih hocalığı yap­mıştır.

Resmî hayatı boyunca çeşitli nişan ve rütbelerle taltif edilen Atâ Bey, daha çok ilmî ve fikrî çalışmalarıyla tanınmakta­dır. Sabah, Musavver Mîr'ât-ı Âlem, Diyojen, Tarîk, Mekteb, Servet-i Fü-nûn ve Pul gibi gazete ve dergilerde ço­ğu maliye ile ilgili olmak üzere değişik konularda binlerce makale yazmış, bazı yazılarında Mefhari takma adını kullan­mıştır.

Eserleri. 1. Musavver Elmenah. Batı dillerine almanak şeklinde geçmiş olan bu Arapça kelimenin etimolojisine dair bir risaledir. 2. îktitâi (İstanbul 1313-1321], Dört ciltlik bir genel edebiyat an­tolojisidir; uzun yıllar orta dereceli okul­larda yardımcı ders kitabı olarak oku-tulmuştur. 3. Tercüme Mecmuası (İs­tanbul 1329). İktitâî'm tercüme kısımla­rı gibi yabancı dilde yazılmış bazı metin­lerin çevirisini ihtiva eder. 4. Gült ü Şe-nîd (İstanbul 1303r./1304). Bazı ibretli hikâyelerin toplandığı tarihî ve ahlâkî bir eserdir. 5. Usûl-i İntihâb (istanbul 1329]. Raoul de la Grosserie'den yapılmış ida­rî ve içtimaî konulu bir tercümedir. Atâ Bey'in ayrıca Üç Fistanlı Kız, Leruj Da­vası, Beyaz Boyun Bağlılar (İstanbul 1307) ve İşret, Kumar, Nisvan Belâsı (İstanbul 1923, 1926) adlı Fransızca'dan çevirdiği tercüme romanları da vardır. Bu eserleri yanında Mehmed Atâ Bey'in adını duyuran asıl çalışması ve en bü­yük hizmeti, şüphesiz Avusturyalı şarki­yatçı Joseph von Hammer'in Osmanlı ta­rihine dair meşhur eserini Devlet-i Os-mâniyye Târihi adıyla Türkçe'ye kazan-dırmasıdır. Mütercim bu kitabı, eserin J. J. Hellert tarafından Almanca'dan Fran­sızca'ya yapılan tercümesinden çevirmiş­tir. Atâ Bey bu tercümede, müellifin yer yer yaptığı yanlışlıkları ve öne sürdüğü bazı sübjektif yorumlan da kaynaklara ve devrinde çıkan en son araştırmalara dayanarak dip notları halinde düzeltmiş­tir. Atâ Bey, Hammer tarihi tercümesini on beş cilt olarak yayımlamayı tasarla-mışsa da 1329-1337 yılları arasında bu­nun ancak on cildi yayımlanabilmiştir. XI. cildi ise Osmanlı Devleti Tarihi adıy-

la 1947 yılında Maarif Vekâleti'nce ye­ni harflerle bastırılmıştır. Neşredilen kı­sımlar Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan Köprülüler devrinin ortalarına kadar gel­mektedir (geniş bilgi için bk. hammer -

PURGSTALL, Joseph Freiherr von).

Asabî bir mizaca sahip olan Atâ Bey Hoca Atâ ve aşırı derecedeki çalışmala­rından dolayı da Deli Atâ diye anılırdı. Yakınlarının ve oğlu Mehmed Galib Bey'-İn anlattığına göre az yer, az içer ve az uyurdu. Hayatı düzenli değildi. Ömrü­nün son yıllarını âdeta yatak içinde ya­zarak ve çalışarak geçirmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Vakit, m. 530, istanbul 19 Nisan 1919; Os­man/ı Müellifleri, III, 110-111; Mehmed Nusret, Târihçe-i Erzurum yahut. Hemşehrilere Arma­ğan, İstanbul 1338, s. 57-68; Türkiye Maarif Tarihi, III, 1221-1222; Özeğe. Katalog, I, 277; [[,461, 677; IV, 1812; V, 1967; Babinger (Ücok), s. 435; Gövsa, Türk Meşhurları, s. 49; Mehmet Zeki Pakalın, Mâliye Teşkilâtı Tarihi (1442-1930), Ankara 1978, N, 356-370; TA, IV, 79; "'Ata'Bey", E!2 (Fr.), 1, 752.

İffl Abdülkadir Özcan

ATÂ BEY, Tayyarzâde

(ö. 1880'den sonra) Osmanlı tarihçisi ve devlet adamı.

1801'de İstanbul'da doğdu. Atâullah Ahmed adıyla da tanınan Atâ Bey, Ende-rün-ı Hümâyun memurlarından Tayyar Efendi'nin oğludur. Enderun'da yetişti ve II. Mahmud'un iradesiyle orada göre­ve başladı. Ancak babasının ölümü üzeri­ne Enderun'dan ayrılarak sırasıyla Dâr-ı Şûra kâtipliği, Giritli Mustafa Nailî Pa-şa'nın divan kâtipliği, serasker mektup­çuluğu, Dâr-ı Şûra âzalığı (1844), Adana ve Halep mal müdürlükleri, İstanbul mu­hasebeciliği (1850), Ordu müsteşarlığı, Cezâyir-i Bahr-i Seffd müsteşarlığı (1859) görevlerinde bulundu. Bir süre memuri-

yetten ayrıldı, daha sonra Karahisar ve Karasi mutasarrıflığı yaptı. Bâlâ rütbe­siyle Harem-i şerif müdürü oldu (1876]. Bu arada kendisine bazı siyasî meselele­ri halletmek üzere Trablus, Girit, Lüb­nan gibi yerlerde geçici görevler de ve­rildi. Medine'de bulunduğu sırada ora­da vefat etti. Ölüm tarihi Sicill-i Osmâ-nf'de 1877, Osmanlı Müellifleri'nde 1880 olarak gösterilmişse de bu tarih­lerden biraz daha sonra öldüğü tahmin edilmektedir.

Atâ Bey, yaptığı devlet hizmetlerin­den ziyade beş ciltlik Târih'i ile şöhret kazanmıştır. O zamana kadar kullanıl­mamış bazı kaynaklardan da faydala­narak kaleme aldığı bu eseri, saray ve bilhassa Enderun teşkilâtı için oldukça önemlidir. Birinci ciltte eserin yazılış se­bebi, Osman Gazi'den Kanûnî'ye'kadar saray ve Enderun teşkilâtı, kanunları, âdabı, saray mensuplarının görevleri, teşkilâtla ilgili bazı terimler üzerinde durmuş; ikinci ciltte Enderun ve saray­dan yetişen yetmiş dokuz sadrazam, üç şeyhülislâm, otuz altı kaptanpaşa ve di­ğer bazı rütbe ve makam sahiplerinin biyografilerini anlatmış; üçüncü ciltte

XIX. yüzyılın bazı devlet adamları ile ken­disinin bulunduğu memuriyetleri, eserin hazırlanışı sırasında faydalandığı kay­nakları ve müelliflerini belirtmiş; dör­düncü ciltte Osmanlı padişah ve şehza-deleriyle Enderun'dan yetişen şairlerin hayatlarına dair bilgiler ve şiirlerinden örnekler; beşinci ciltte de padişahlara göre kronolojik kısa bir Osmanlı tarihi ile nazım ve nesir halinde bazı metinler vermiştir. Eserin bilhassa Enderun ve saray teşkilâtı ile II. Mahmud ve Abdül-mecid devirlerinden bahseden kısımları önemlidir. Müellif eserinin üçüncü cil­dinde babasının ve kendisinin tayin edil­diği memuriyetler, üstlendiği siyasî gö­revler hakkında da müstakil başlıklar halinde ayrıntılı bilgi vermektedir.

Atâ Bey'in Târih'i beş cilt halinde 1293'te İstanbul'da basılmıştır. Birinci, ikinci ve üçüncü ciltlerin başında devrin tanınmış birçok devlet adamı ve bilgini­nin takrizleri yer almaktadır. Aynı za­manda şiir de yazan Atâ Bey'in kendi hattı ile bir divanı vardır (Millet Kip., Ali Emîrî, Manzum, nr. 360]. Arapça'dan mü-eliifi tesbit edilemeyen Tuhietü'l-fârisîn îî ahvâli huyûli'l - mücâhidin (Süley-maniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 1503] adlı at ve atçılık sanatıyla ilgili bir eser ter­cüme etmiştir. Ayrıca Râgıb Paşa Mec-muası'na zeyil sayılan ve Tayyarzâde Mecmuası adıyla tanınan eserinde çe­şitli biyografiler, bir kısım tarihî olayla­ra ait notlar ve bazı manzum parçalar bulunmaktadır (Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 81-82),

BİBLİYOGRAFYA:

Atâ Bey, Târih, III, 95-108, 120, 206, 228, 239, 247, 251-254; Sicill-i Osmânî, III, 481-482; Osmanlı Müellifleri, III, 108; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, I, 117-120; Babinger (Üçok), s. 397-398; Levend, Türk Edebiyatı Ta­rihi, I, 175; Nihal Erk. "Tuhfetü'l-fârisîn fî ahvâli huyûli'l-mücâhidin", DTCFD, XVII/3-4 (1959), s. 495-511; "Atâ", TA, IV, 78-79.

ffil Mehmet İpşirli ATA b. DİNAR

Ebü'z-Zeyyât (Ebû Talha)

Atâb. Dînâr el-Hüzelî

(ö. 126/744)

Mısırlı tefsir ve hadis âlimi.

Hayatı hakkında bilgi yoktur. Saîd b. Cübeyr, Hakîm b. Şüreyk ve Ebû Yezîd el-Havlânl gibi âlimlerden rivayette bu­lunmuştur. Ancak Saîd b. Cübeyr'den ri­vayet ettiği tefsiri ondan bizzat alma-

mış, Halife Abdülmelik b. Mervân'in is­teği üzerine Saîd b. Cübeyr'in telif etti­ği bu eseri Emevî sarayında bularak ri­vayet etmiştir. Doğrudan doğruya Saîd b. Cübeyr'den herhangi bir şey duymuş değildir. Amr b. Haris, Saîd b. Ebû Ey-yûb ve İbn Lehîa gibi birçok kişinin ken­disinden rivayette bulunduğu Atâ b. Dî-nâr güvenilir bir muhaddis (sika, sadûkî olarak değerlendirilmiş, rivayetleri Şa-hîh-i Buharı ile Ebû Dâvûd ve Tirmizî'-nin sünenlerinde yer almıştır. Ata b. Dî-nâr Mısır'da vefat etmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, et-Târîhu'l-kebîr, VI, 473; İbn Ebû Ha­tim, el-Merâsü, Beyrut 1403/1983, s. 131; el-Cerh ue't-tacdîl, VI, 332; Zehebî, Mlzânü'l-i'ti-dâl,'m, 69-70; İbn Hacer. T&hztbÜ't-Tehztb, VII, 198-199; Keşfü'z-zımûn, i, 453; Sezgin, GAS,

I, 32. ' m

llil Abdullah Aydemir

ATA b. EBÛ REBAH

Ebû Muhammed Atâ b. Ebî Rebâh

Eşlem el-Kureşî

(ö. 114/732)

Tabiîn devri Mekke

fıkıh mektebinin tanınmış temsilcisi,

muhaddis ve müfessir.

Doğum tarihi kesin olarak bilinme­yen Atâ, Nübye asıllı bir aileden olup Ye-men'in Cened şehrinde dünyaya geldi. Kaynaklarda Hz. Ömer veya Hz. Osman'ın hilâfeti sırasında (bazılarına göre 27/647 yılında) doğduğuna dair rivayetler var­dır. Mekke'ye çok küçük yaşta giden ve orada pek çok sahâbîden ilim öğrenen Atâ, Mekkeli Benî Fihr veya Cumah aile­sinin mevlâ*sı idi. Bizzat kendisi, gö­rüştüğü ve kendilerinden hadis rivayet ettiği sahâbf sayısının 200'e vardığını söylemektedir. Bunlar arasında İbn Ab-bas, İbn Ömer, Âişe, Câbir b. Abdullah, Muâviye, Abdullah b. Zübeyr ve Ebü'd-Derdâ gibi sahabenin önde gelenleri bu­lunmaktadır. Kendisinden hadis rivayet eden ve ilim tahsilinde bulunanlar ara­sında da Mücâhid, İbn Cüreyc, Ebû Ha-nîfe, Evzâî, Zührî, Amr b. Dinar, İbn Ebû Leylâ ve daha birçok tanınmış tabiîn devri âlimi vardır. Atâ, Emevî hanedanı­na karşı halifeliğini ilân eden Abdullah b. Zübeyr'in mücadele yıllarında onun safında yer almış ve bir çarpışma sıra­sında kılıç darbesiyle bir eli kesilmiştir. Biri daha önce kor olan gözlerinden di­ğeri de hayatının sonlarına doğru gör­mez olmuş ve 732 tarihinde Mekke'de

vefat etmiştir. Kaynaklarda vefat tari­hinin 733 olduğuna dair rivayetler de vardır. Doğum tarihiyle ilgili farklı bilgi­ler sebebiyle, öldüğünde yaşının seksen sekiz veya 100 olduğu söylenmektedir.

Hicaz fıkıh mektebinin teşekkülünde önemli bir yeri olan Ata b. Ebû Rebâh, İbn Abbas gibi büyük bir sahâbl tarafın­dan, "Ey Mekke halkı! Atâ gibi bir zat aranızdayken niçin benim etrafımda top­lanıyorsunuz?" sözleriyle övülmüştür. Ay­nı ifade kaynaklarda İbn Ömer'e de at­fedilmektedir. Atâ'nın ilim, ahlâk ve fa­ziletteki üstünlüğü Ebû Hanîfe. îbn Cü-reyc. Katâde, EvzâT, Ebû Ca'fer el-Bâkir ve onun devrinde yaşamış birçok meş­hur ilim adamı tarafından da dile getiril­miştir. İbn Abbas'tan sonra Mescid-i Ha-râm'da Öğretim kürsüsüne Atâ oturmuş ve Mekke'de halkın fetva mercii olmuş­tur. Kaynaklarda özellikle hac konula­rında zamanının en yetkili fıkıh âlimi olarak zikredilir. Kendisinden nakledi­len fıkhı görüşlerden, devrinde yaşamış birçok âlim gibi onun da nas bulunma­yan konularda gerektiğinde kendi içti­hadıyla (re'y) hüküm verdiği anlaşılmak­tadır. Mekke'de büyümesi, ilk hadis ve fıkıh tahsilini orada yapmış olması se­bebiyle İmam Şafiî'nin Atâ'nın şahsî gö­rüşlerinden daha çok etkilendiği söy­lenebilir (Beyhakî, I, 501; İbn Kayyım, IV, 156],

Kaynakların tefsire dair eser sahibi olduğunu Kaydettikleri Atâ'nın tefsirle ilgili rivayetleri çeşitli isnadlarla Abdür-rezzâk, Süfyân es-Sevrî ve Taberî gibi ilk müelliflerin tefsirlerine girmiştir. Di­ğer taraftan, garîbü'l-Kur'ârTla ilgili açıklamalar konusunda pek çok eser ve risaledeki rivayetler onun vasıtasıyla ibn Abbas'a kadar ulaşmaktadır. Tefsire da­ir Atâ'dan gelen rivayetlerde, ilk devir­deki tefsir anlayışı saf ve sade bir şekil­de nakledilmekte ve dil inceliklerinden çok mânaya önem verilerek ilâhî maksa­dın anlaşılmasına yönelik bir gayret gö­rülmektedir. Özellikle garib kelimelere getirilen açıklıklar, âyetierdeki fıkhî hü­kümlerin anlaşılmasını kolaylaştırmak­tadır.

Tanınmış hadis münekkitlerinden Yah­ya b. Maîn, Ebû Zür'a ve İbn Hibbân'ın sika* olduğunu belirttikleri Atâ'nın baş­ta Buhârî ve Müslim olmak üzere sahih hadis mecmualarında birçok rivayeti yer almaktadır. Bununla birlikte Atâ'nın ri­vayet ettiği mürsel* hadisler, Yahya b. Saîd, Ali b. Medînî ve Ahmed b. Hanbel gibi hadis âlimleri tarafından Saîd b.

Müseyyeb ve Mücâhid gibi tabiînin mür-sellerine nisbetle zayıf kabul edilerek pek tercih edilmemiştir. Buna daha çok, Atâ'nın herkesten rivayette bulunması ve bu hususta fazla titizlik gösterme­miş olması sebep gösterilmektedir. Bu­nun yanında, hayatının sonlarına doğru kendisinde unutkanlık meydana gelme­si sebebiyle İbn Cüreyc ve Kays b. Saîd gibi bazı talebeleri, duydukları isnadla-rın karışmaması İçin artık ondan hadis yazmamışlardır. Bundan, J. Schacht'in ileri sürdüğü gibi, Atâ'nın son zamanla­rında bazı görüşlerinin önemini kaybet­tiği anlaşılmaz. Gerçekte J. Schacht, Hi­caz fıkıh ekolünün önde gelen bir tem­silcisi olan, gerek İbn Abbas ve İbn Ömer gibi sahâbîler gerekse birçok fıkıh ve ha­dis imamı tarafından ilmî kudret ve fazi­leti takdir edilen Atâ'nın otoritesi husu­sunda şüpheler uyandırmaya çalışmak­tadır. Aynı müellif, herhalde Atâ'dan ge­len rivayetlerin bütünü üzerinde tered­dütler doğurmaya yönelik bir gayretle, onun re'y ile hüküm vermekten çekin­diğine dair rivayetlerin uydurma oldu­ğunu ileri sürer [El2 [FrJ, i, 752). Atâ'nın nas bulunmayan konularda kendi içti­hadına göre hüküm vermiş olması, onun mesnetsiz re'yi kötülemesine ve ondan sakınmasına engel değildir. Nitekim re'y taraftarı olmakla bilinen birçok selef âli­minden re'y aleyhine de rivayetler nak­ledilmektedir. Schacht, Atâ'nın sünnete karşı tavrı hususunda şüpheler uyan­dırmak için de onun Hz. Peygamber ve sahabeden gelen haberleri delil olarak ne ölçüde kullandığını tesbit etmenin güç olduğunu ve eğer kullanmışsa bun­ların muhtemelen mürsel hadisler ol­duğunu iddia eder. 200 kadar sahâbîyi görmüş bulunan Atâ gibi bir imamın hadisleri delil olarak kullanmada men­fi tavır takınabileceğin! ve hele bizzat kendisinin rivayet ettiği birçok müsned ve sahih hadis varken olsa olsa mürsel hadisleri kullanmış olabileceğini düşün­mek, gerçekten anlamsız görünmekte­dir. Özellikle nas bulunmayan bazı ko­nularda Atâ'nın şahsî görüşlerini benim­seyen İmam Şafiî, tabiîn arasında Atâ kadar hadise bağlı kalan bir kimsenin bulunmadığını belirtir (Beyhakî, I, 5001. Diğer taraftan Schacht, bir kısım hadis münekkitlerinin Atâ'nın İbn Ömer, Ebû Saîd el-Hudri ve Üsâme b. Zeyd gibi ba­zı sahâbîieri görmesine rağmen onlar­dan doğrudan hadis duymadığına dair ifadelerini aynı menfi maksat yönünde kullanmaktadır. Hz. Peygamber'den ge­len rivayetlerin ona nisbetini kontrol hu-

susunda müslüman âlimler şüphesiz söz konusu müsteşrikten daha samimi, cid­di ve hassas idiler. Buna rağmen gerek bu hususta gerekse mürsel hadisler ko­nusunda Atâ b. Ebû Rebâh'ı tenkit eden müslüman âlimler, aynı zamanda onun sika bir râvi ve büyük bir fakih olduğu­nu da belirtmişlerdir. O devirde müslü­man hukukçuların saf dinî meseleler­den teknik mânada hukukî meselelere kadar bütün konularla ilgilenmiş olma­larından hareketle. Atâ'nın kaynaklarda nakledildiğinin aksine, hac konusunda mütehassıs olmadığını İleri sürmek de isabetli değildir. Hac ibadetinin yerine getirildiği Mekke'de oturması ve riva­yetlere göre yetmiş defa hac yapmış ol­ması. Atâ'nın -özellikle bu konuda bir fakih olarak akranlarından daha bilgili olması için yeterli bir sebep olsa gerek­tir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Sa'd. et-TabakâU V, 467-468: Ahmed b. Hanbel, Kitâbü't-'İlel (nşr. Talat Koçyiğit—is­mail Cerrahoğlu). Ankara 1963, I, 47-48, 82, 134, 160, 254; İbn Kuteybe. el-Ma'ârif (Sâvî], s. 196; İbn Ebû Dâvûd, Kitâbü'l-Meşâhif (nşr. A, leffery), Kahire 1355/1936, s. 68;'et-Cerh ue't-ta'dîl, III, 330; Ebû Nuaym, Hilye, III, 310-325; Beyhakî". Menâkıbü'ş-ŞâH'î (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1390-91/] 970-71, I, 500-50î; İbn Semure el-Ca'dî. Tabakütü fukahâ'i Yemen, Kahire 1377/1957, s. 58; Îbnül-Esîr. el-Kâmil, V, 179; Zehebf. TezkiretÜ'l-huff&z, I, 98; a.mlf., Mtzânü'l-i'tidâl, III, 70; a.mlf., Â'lâ-mü'n-nübelâ'', V, 78-88; İbn Kayyim el-Cevziy-ye, riâmü'l-muoakkı'în, IV, 156; İbnü'1-Ceze-rf, Ğâıjetü'n-nihSye, I, 513; İbn Hacer, Tehzî-bü'L-Tehztb, VII, 199-203; Se2gİn, CAS, I, 31; K. V. Zetterstöen, "Atâ", İA, I, 718; J. Schacht, "'Atâ1 b. Abi Rabâh", £72(Fr.), 1, 752.


Yüklə 1,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin