Tasavvuf cereyanının Türkler arasında yaygınlaşmasından sonra, bilhassa Babaîler ve Bektaşîler gibi bir kısım tarikat mensupları Anadolu'da ata yerine baba tabirini kullanmışlardır. XII. yüzyılda Anadolu Selçuklu Devleti'ne karşı sî-yasî-dinî bir hareket olarak ortaya çıkan Babaîlik akımının kurucusu Baba İl-yas ile meşhur müridi Baba ishak, yine Selçuklu devri mutasavvıf şairlerinden Baba Hasan, Baba Ferec, Barak Baba hep bu unvanla tanınmışlardır. Ayrıca bir esnaf kuruluşu oian ahî birliklerinin başkanları (Ahî Baba) üe gemi reislerine de baba (Baba Oruç) denilmiştir.
Ata kelimesi boy ve yer adı olarak da kullanılmıştır. Nitekim Orta Asya Türk topraklarında Evliya Ata, Adun Ata ve Alma Ata gibi yerleşim merkezleri bulunmaktadır.
Genellikle ismin sonuna getirilerek kullanılan ata kelimesinin babada olduğu gibi özel isimlerin başına getirildiği de görülmektedir. Meselâ Selçuklu şehzadelerinin tâlim ve terbiyesiyle ilgilenen ve onlar adına eyaletleri idare eden askerî valiler ata-bey (ata-beg) unvanıyla anılmış, aynca "hekim" mânasına gelen ata-sagun şeklinde de kullanılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Paşa'ya da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından soyadı olarak Atatürk unvanı verilmiştir.
BİBLİYOGRAFA:
■ Reşahât Tercümesi, s. 18, 24; Ali Şîr Nevâî. Nesâyiınü'tmehabbe min şemâyimi'l-fütüuue (haz. Kemal Eraslan), İstanbul 1979, s. 384-389, 409, 414; Köprülü, ilk Mutasauutflar, s. 14,49, 220; a.mlf.. "Ata", İA, I, 711-712; Abdül-kadir Özcan, "Fâtih'in Teşkilât Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Âlem için Kardeş Kaili Mesele-lesj", TD, sy. 33 (1982), s, 29; "Ata", El2 (Ing.),
1,729. m
ISI Coşkun Alptekin
ATA ^
Hz. Ömer'in kurduğu divan teşkilâtında
feyden müslümanlara
yılda bir defa dağıtılan paraya,
Emevî ve Abbasîler zamanında ise
askerlerin maaşlarına verilen ad.
L. J
Atâ ve atıyye, "verme, verilen şey, bağışlama, hibe ve ihsan" mânalarında Arapça bir kelime olup atıyyenin çoğulu atâyâ, atanın çoğulu ise a'tıyyedir. Atâ Kur'ân-ı Kerîm'de, "nimet, lütuf, ihsan ve bağış" anlamlarında beş yerde geçmektedir (bk. Hud il/108; el-lsrâ 17/ 20 |iki defal; Sâd 38/39; en-Nebe' 78/
36). Bu tabir bir terim olarak ilk defa Hz. Ömer'in halifeliği zamanında kullanılmıştır, İslâm devletinin gelir kaynaklarını teşkil eden zekât ve ganimetlerin beşte birinin (hums) kimlere dağıtılacağı Kur'ân-ı Kerîm'de (bk. et-Tevbe 9/60; el-Enfâl 8/41) açıkça belirtilmiştir. Buna karşılık, devlet gelirlerinin üçüncüsünü oluşturan ve gayri müslimlerden barış zamanlarında alınan cizye, haraç ve ayrıca ticaret mallarının vergilerinden meydana gelen fey'in kimlere ve nasıl dağıtılacağı ise Hz. Ömer'in içtihadıyla tesbit edilmiştir. Gerçekleştirilen fetihler sonucu fey gelirlerinde büyük artış olması ve esasen ilk müslümanlann büyük çoğunluğunun başka bir gelirinin bulunmaması sebebiyle, Hz. Ömer bunları müslümanlar arasında iki şekilde, biri her ay erzak (bk. rızık) adı altında yiyecek olarak diğeri ise yılda bir defa olmak üzere para şeklinde dağıtmayı uygun bulmuştur. Bunun İçin divan* teşkilâtı kuruldu ve bu teşkilât vasıtasıyla müslümanlara yılda bir defa verilen paraya atâ veya atıyye denildi.
Hz. Ömer, atâ verilecek kimselerin adlarının, öncelikle Hz. Peygamber'in mensup olduğu Kureyş kabilesinin Benî Hâ-şim kolundan başlanmak suretiyle levh adı verilen geniş sayfalara yazılmasını emretti. Atâ miktarları da farklı seviyelerde tesbit edildi ve müslümanlann İslâmiyet'i erken veya geç kabul etmeleriyle dine hizmetteki gayretleri ölçü olarak alındı. Bu hususta Hz. Ömer, "Ben, Resûlullah'a karşı savaşanlarla Resûlul-lah'ın safında düşmanlara karşı savaşanları bir tutmayacağım" diyordu. Kaynaklardaki farklı rivayetler bir yana, Hz. Ömer'in tesbit ettiği atâ miktarları şu şekilde sıralanabilir: Hz. Peygamber'in hanımlarına onar bin, Bedir Gazvesi'ne katılanlara beşer bin, Mekke fethinden önce hicret edenlerle irtidad savaşlarından itibaren fetihlere katılanlara üçer bin, muhacir ve ensarın çocukları ile Ka-disiye ve Yermük savaşlarına katılanlara ikişer bin; daha sonraki savaşlara katılanlara biner, geriye kalanlara ise 300 ile 500 dirhem arasında değişen miktarlarda yıllık olarak verilmiştir. Hz. Peygamber'in hanımları dışındaki kadınlardan en fazla miktarda atâ tahsis edilenler, biner dirhem ile ilk muhacir kadınlardır. Diğer kadınlara ise 600, 400, 300 ve 200 dirhem yıllık ödenmiştir. Çocuklara da sütten kesilmelerinden itibaren yüzer dirhem atâ veriliyordu. Ancak çocukların bir an önce ataya hak kaza-
nabilmeleri için bazı annelerin onları erken sütten kestiğini öğrenen Hz. Ömer Önceki şartı kaldırdı ve çocuklara doğar doğmaz atâ verilmeye başlanmasını emretti. Mevâlî'ye de diğer müslümanlar gibi atâ bağlanıyordu. Hz. Ömer, mülkiyet hakları olmadığı ve mallan sahiplerine ait kabul edildiği için kölelere atâ bağlamamıştır. Bu zümreden, yalnızca Bedir Gazvesi'ne katılmış olan üç köleye istisnaî olarak üçer bin dirhem atâ verilmiştir. Hz. Ömer, hicret etmiş veya Allah yolunda cihada katılmış bütün müslümanlara, onların çocuklarına ve kadınlarına atâ bağlamıştır. Ancak, başta bedeviler (a'râb) olmak üzere, çeşitli bölgelerde yaşayan hicret etmemiş veya cihada katılmamış olanlarla onların çocuklarına ve kadınlarına pay verilmemiştir.
Atıyyelerin dağıtımı ve teslimiyle Medine ve çevresinde bizzat Hz. Ömer, diğer bölgelerde ise âmirleri meşgul oluyordu. Taşrada, bilhassa Suriye ve İrak bölgelerinde cünd adi verilen merkezler kurularak buralardaki askerler atıyye-lerini bağlı bulundukları merkezden almışlardır. Bölgedeki kabileleri iyi tanıyan arif", nakib* ve emin* gibi görevliler, atıyyelerini sahiplerine teslim etmek üzere evlerine kadar giderlerdi. Hz. Ömer, atıyyelerin teslimi sırasında tacirlerin zekâtını içinden alırdı. Böylece tacirin görünen ve görünmeyen servetinin zekâtı hesap edildikten sonra zekât borcunun atıyyeden kesilmesi yönüne gidildiği görülmektedir. Atıyyeyi de zekâta tâbi tutarak ondan zekât alan ilk halife ise Muâviye'dir.
Hz. Ömer'in fey gelirlerini atıyye şeklinde bütün müslümanlara dağıtması daha sonraki tarihlerde aynı şekilde devam etmemiştir. Müslümanlann sayısının artması, mühtedilerin çoğalması. Emevî ve Abbasîler zamanında askerî usullerin değişmesi ve askerliğin bir meslek haline gelmesi gibi sebepler yüzünden atıyye-ler yalnızca halifelerin tercih ettiği bazı kimselere verilir hale geldi. Bilhassa Abbasîler zamanında Hz. Ali ve Hz. Abbas soyundan gelen bazı ailelere bir lütuf olmak üzere atıyye verilmeye devam edildi. Bunun dışında atâ. yalnızca askerliği meslek olarak seçenlere maaş olarak veriliyordu. Askerler divanlara yazılıyor ve kendilerine belirli bir atâ tayin ediliyordu. Ayrıca Emevîler döneminde asker olanlar dışında mevâlîye atâ verilmemeye başlandı. Abbasîler zamanında ise atıyyelerin ödenmesine merkezî bir sistemle beytülmâiin kontrolü altında devam
33
edilmiştir. Hicretin ikinci asrında bir yaya askerin atıyyesi 1000 dirhem veya 70 dinar, süvarininki ise bu miktarın iki katı kadardı. Kumandanların ve diğer özel personelin atıyyeleri ise daha fazla idi.
BİBLİYOGRAFYA:
Lisântl'l-"Ar&b, "'atâ3" md.; Tâcü'l-'arüs, "'atâ'" md.; Tehânevî, Keşşaf, II, 1076; el-Mu-vatta , "Zekât", 7; Ebû Yûsuf. el-Harâc, 1,311-335; II, 197-203; Ebü Ubeyd. el-Emvâl, s. 318-384, 580-581; İbn Sa'd. et-Tabakât, III, 296-305, 336; İbn Zenceveyh. Kitâbü'l-Emvâl, Ri-yad 1986, I, 510-612, 941; TaberT. Târih (de Goeje), [, 2412-2418, 2495, 2540; Mustafa Fayda, "Hz. Ömer'in Divân Teşkilâtı", Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1986, 11, 133-176; A. S. Trİtton. "Notes and Com-rmmication", BSOAS, XVI (1954), s. 170-172; Cl. Cahen. "rAtâJ", El2 (Fr.), I, 751-752.
m Mustafa Fayda
ATA BEY, Mehmed
(1856-1919)
Son dönem
Osmanlı maliyeci, gazeteci ve tarihçisi.
L J
İstanbul'da doğdu. Beyrut naibi Mehmed Galib Bey'in oğludur. Tahsilini İstanbul, Tekirdağ ve Beyrut'ta yaptı. Bu arada özel hocalardan Arapça, Farsça, Fransızca ve İtalyanca dersleri aldı. Maliye Nezâreti'ne bağlı kalemlerde, Nâfia ve Adliye nezâretlerinde, Edirne, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd ve Manastır vilâyeti Âşâr ve Ağnam nazırlıklarında çalıştı. Posta ve Telgraf umumi müfettişliği yaptı. 1905 yılında Diyarbekir, ertesi yıl Erzurum valiliğine tayin edildi. Fakat o sıralarda uygulamaya konulan hayvânât-ı ehliyye rüsumu yüzünden çıkan olaylar üzerine padişahın emriyle görevinden alındı. Ardından Şûrâ-yı Devlet Maliye Dairesi âza-lığına ve Rumeli vilâyeti umumi müfettişliğine tayin edildi. II. Meşrutiyetin ilânından sonra Posta ve Telgraf nazırlığına getirilmesi düşünüldüyse de jurnalciliği hakkında çıkan bazı söylentiler üzerine tayini gerçekleşmedi. 1909 Ağustosunda lslahât-ı Mâliyye Komisyonu üyeliğine getirildi. 1919'da Tevfik Paşa tarafından kurulan kabinede maliye nazırı oldu. Fakat o sıralarda yatalak hasta bulunduğundan nazırlık koltuğuna otu-ramadan bir hafta sonra 17 Receb 1337 (18 Nisan 1919) tarihinde Cağaloğlu'n-daki evinde öldü. Mezarı Divanyolu'nda-ki Sultan Mahmud Türbesi'ndedir. Çok kısa süren nazırlığı sırasındaki yegâne faaliyeti, yıllardan beri düşündüğü malî ıslahata dair fikirlerini geniş bir rapor
halinde Babıâli'ye sunması olmuştur. Dr. Galib Ataç ile Nurullah Ataç Mehmed Atâ Bey'in oğullarıdır.
Yukarıda sayılan resmî görevlerinin yanında Atâ Bey Sıbyan Dârülmuallimî-ni'nde, Sütlüce Rüşdîyesi'nde, Mekteb-i Sultanîde, Mekteb-i Mülkiyye'de, Dârül-fünun'da ve Medresetü'l-vâizîn'de edebiyat, ilm-i ahlâk ve tarih hocalığı yapmıştır.
Resmî hayatı boyunca çeşitli nişan ve rütbelerle taltif edilen Atâ Bey, daha çok ilmî ve fikrî çalışmalarıyla tanınmaktadır. Sabah, Musavver Mîr'ât-ı Âlem, Diyojen, Tarîk, Mekteb, Servet-i Fü-nûn ve Pul gibi gazete ve dergilerde çoğu maliye ile ilgili olmak üzere değişik konularda binlerce makale yazmış, bazı yazılarında Mefhari takma adını kullanmıştır.
Eserleri. 1. Musavver Elmenah. Batı dillerine almanak şeklinde geçmiş olan bu Arapça kelimenin etimolojisine dair bir risaledir. 2. îktitâi (İstanbul 1313-1321], Dört ciltlik bir genel edebiyat antolojisidir; uzun yıllar orta dereceli okullarda yardımcı ders kitabı olarak oku-tulmuştur. 3. Tercüme Mecmuası (İstanbul 1329). İktitâî'm tercüme kısımları gibi yabancı dilde yazılmış bazı metinlerin çevirisini ihtiva eder. 4. Gült ü Şe-nîd (İstanbul 1303r./1304). Bazı ibretli hikâyelerin toplandığı tarihî ve ahlâkî bir eserdir. 5. Usûl-i İntihâb (istanbul 1329]. Raoul de la Grosserie'den yapılmış idarî ve içtimaî konulu bir tercümedir. Atâ Bey'in ayrıca Üç Fistanlı Kız, Leruj Davası, Beyaz Boyun Bağlılar (İstanbul 1307) ve İşret, Kumar, Nisvan Belâsı (İstanbul 1923, 1926) adlı Fransızca'dan çevirdiği tercüme romanları da vardır. Bu eserleri yanında Mehmed Atâ Bey'in adını duyuran asıl çalışması ve en büyük hizmeti, şüphesiz Avusturyalı şarkiyatçı Joseph von Hammer'in Osmanlı tarihine dair meşhur eserini Devlet-i Os-mâniyye Târihi adıyla Türkçe'ye kazan-dırmasıdır. Mütercim bu kitabı, eserin J. J. Hellert tarafından Almanca'dan Fransızca'ya yapılan tercümesinden çevirmiştir. Atâ Bey bu tercümede, müellifin yer yer yaptığı yanlışlıkları ve öne sürdüğü bazı sübjektif yorumlan da kaynaklara ve devrinde çıkan en son araştırmalara dayanarak dip notları halinde düzeltmiştir. Atâ Bey, Hammer tarihi tercümesini on beş cilt olarak yayımlamayı tasarla-mışsa da 1329-1337 yılları arasında bunun ancak on cildi yayımlanabilmiştir. XI. cildi ise Osmanlı Devleti Tarihi adıy-
la 1947 yılında Maarif Vekâleti'nce yeni harflerle bastırılmıştır. Neşredilen kısımlar Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan Köprülüler devrinin ortalarına kadar gelmektedir (geniş bilgi için bk. hammer -
PURGSTALL, Joseph Freiherr von).
Asabî bir mizaca sahip olan Atâ Bey Hoca Atâ ve aşırı derecedeki çalışmalarından dolayı da Deli Atâ diye anılırdı. Yakınlarının ve oğlu Mehmed Galib Bey'-İn anlattığına göre az yer, az içer ve az uyurdu. Hayatı düzenli değildi. Ömrünün son yıllarını âdeta yatak içinde yazarak ve çalışarak geçirmiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
Vakit, m. 530, istanbul 19 Nisan 1919; Osman/ı Müellifleri, III, 110-111; Mehmed Nusret, Târihçe-i Erzurum yahut. Hemşehrilere Armağan, İstanbul 1338, s. 57-68; Türkiye Maarif Tarihi, III, 1221-1222; Özeğe. Katalog, I, 277; [[,461, 677; IV, 1812; V, 1967; Babinger (Ücok), s. 435; Gövsa, Türk Meşhurları, s. 49; Mehmet Zeki Pakalın, Mâliye Teşkilâtı Tarihi (1442-1930), Ankara 1978, N, 356-370; TA, IV, 79; "'Ata'Bey", E!2 (Fr.), 1, 752.
İffl Abdülkadir Özcan
ATÂ BEY, Tayyarzâde
(ö. 1880'den sonra) Osmanlı tarihçisi ve devlet adamı.
1801'de İstanbul'da doğdu. Atâullah Ahmed adıyla da tanınan Atâ Bey, Ende-rün-ı Hümâyun memurlarından Tayyar Efendi'nin oğludur. Enderun'da yetişti ve II. Mahmud'un iradesiyle orada göreve başladı. Ancak babasının ölümü üzerine Enderun'dan ayrılarak sırasıyla Dâr-ı Şûra kâtipliği, Giritli Mustafa Nailî Pa-şa'nın divan kâtipliği, serasker mektupçuluğu, Dâr-ı Şûra âzalığı (1844), Adana ve Halep mal müdürlükleri, İstanbul muhasebeciliği (1850), Ordu müsteşarlığı, Cezâyir-i Bahr-i Seffd müsteşarlığı (1859) görevlerinde bulundu. Bir süre memuri-
yetten ayrıldı, daha sonra Karahisar ve Karasi mutasarrıflığı yaptı. Bâlâ rütbesiyle Harem-i şerif müdürü oldu (1876]. Bu arada kendisine bazı siyasî meseleleri halletmek üzere Trablus, Girit, Lübnan gibi yerlerde geçici görevler de verildi. Medine'de bulunduğu sırada orada vefat etti. Ölüm tarihi Sicill-i Osmâ-nf'de 1877, Osmanlı Müellifleri'nde 1880 olarak gösterilmişse de bu tarihlerden biraz daha sonra öldüğü tahmin edilmektedir.
Atâ Bey, yaptığı devlet hizmetlerinden ziyade beş ciltlik Târih'i ile şöhret kazanmıştır. O zamana kadar kullanılmamış bazı kaynaklardan da faydalanarak kaleme aldığı bu eseri, saray ve bilhassa Enderun teşkilâtı için oldukça önemlidir. Birinci ciltte eserin yazılış sebebi, Osman Gazi'den Kanûnî'ye'kadar saray ve Enderun teşkilâtı, kanunları, âdabı, saray mensuplarının görevleri, teşkilâtla ilgili bazı terimler üzerinde durmuş; ikinci ciltte Enderun ve saraydan yetişen yetmiş dokuz sadrazam, üç şeyhülislâm, otuz altı kaptanpaşa ve diğer bazı rütbe ve makam sahiplerinin biyografilerini anlatmış; üçüncü ciltte
XIX. yüzyılın bazı devlet adamları ile kendisinin bulunduğu memuriyetleri, eserin hazırlanışı sırasında faydalandığı kaynakları ve müelliflerini belirtmiş; dördüncü ciltte Osmanlı padişah ve şehza-deleriyle Enderun'dan yetişen şairlerin hayatlarına dair bilgiler ve şiirlerinden örnekler; beşinci ciltte de padişahlara göre kronolojik kısa bir Osmanlı tarihi ile nazım ve nesir halinde bazı metinler vermiştir. Eserin bilhassa Enderun ve saray teşkilâtı ile II. Mahmud ve Abdül-mecid devirlerinden bahseden kısımları önemlidir. Müellif eserinin üçüncü cildinde babasının ve kendisinin tayin edildiği memuriyetler, üstlendiği siyasî görevler hakkında da müstakil başlıklar halinde ayrıntılı bilgi vermektedir.
Atâ Bey'in Târih'i beş cilt halinde 1293'te İstanbul'da basılmıştır. Birinci, ikinci ve üçüncü ciltlerin başında devrin tanınmış birçok devlet adamı ve bilgininin takrizleri yer almaktadır. Aynı zamanda şiir de yazan Atâ Bey'in kendi hattı ile bir divanı vardır (Millet Kip., Ali Emîrî, Manzum, nr. 360]. Arapça'dan mü-eliifi tesbit edilemeyen Tuhietü'l-fârisîn îî ahvâli huyûli'l - mücâhidin (Süley-maniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 1503] adlı at ve atçılık sanatıyla ilgili bir eser tercüme etmiştir. Ayrıca Râgıb Paşa Mec-muası'na zeyil sayılan ve Tayyarzâde Mecmuası adıyla tanınan eserinde çeşitli biyografiler, bir kısım tarihî olaylara ait notlar ve bazı manzum parçalar bulunmaktadır (Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 81-82),
BİBLİYOGRAFYA:
Atâ Bey, Târih, III, 95-108, 120, 206, 228, 239, 247, 251-254; Sicill-i Osmânî, III, 481-482; Osmanlı Müellifleri, III, 108; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, I, 117-120; Babinger (Üçok), s. 397-398; Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, I, 175; Nihal Erk. "Tuhfetü'l-fârisîn fî ahvâli huyûli'l-mücâhidin", DTCFD, XVII/3-4 (1959), s. 495-511; "Atâ", TA, IV, 78-79.
ffil Mehmet İpşirli ATA b. DİNAR
Ebü'z-Zeyyât (Ebû Talha)
Atâb. Dînâr el-Hüzelî
(ö. 126/744)
Mısırlı tefsir ve hadis âlimi.
Hayatı hakkında bilgi yoktur. Saîd b. Cübeyr, Hakîm b. Şüreyk ve Ebû Yezîd el-Havlânl gibi âlimlerden rivayette bulunmuştur. Ancak Saîd b. Cübeyr'den rivayet ettiği tefsiri ondan bizzat alma-
mış, Halife Abdülmelik b. Mervân'in isteği üzerine Saîd b. Cübeyr'in telif ettiği bu eseri Emevî sarayında bularak rivayet etmiştir. Doğrudan doğruya Saîd b. Cübeyr'den herhangi bir şey duymuş değildir. Amr b. Haris, Saîd b. Ebû Ey-yûb ve İbn Lehîa gibi birçok kişinin kendisinden rivayette bulunduğu Atâ b. Dî-nâr güvenilir bir muhaddis (sika, sadûkî olarak değerlendirilmiş, rivayetleri Şa-hîh-i Buharı ile Ebû Dâvûd ve Tirmizî'-nin sünenlerinde yer almıştır. Ata b. Dî-nâr Mısır'da vefat etmiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
Buhârî, et-Târîhu'l-kebîr, VI, 473; İbn Ebû Hatim, el-Merâsü, Beyrut 1403/1983, s. 131; el-Cerh ue't-tacdîl, VI, 332; Zehebî, Mlzânü'l-i'ti-dâl,'m, 69-70; İbn Hacer. T&hztbÜ't-Tehztb, VII, 198-199; Keşfü'z-zımûn, i, 453; Sezgin, GAS,
I, 32. ' m
llil Abdullah Aydemir
ATA b. EBÛ REBAH
Ebû Muhammed Atâ b. Ebî Rebâh
Eşlem el-Kureşî
(ö. 114/732)
Tabiîn devri Mekke
fıkıh mektebinin tanınmış temsilcisi,
muhaddis ve müfessir.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Atâ, Nübye asıllı bir aileden olup Ye-men'in Cened şehrinde dünyaya geldi. Kaynaklarda Hz. Ömer veya Hz. Osman'ın hilâfeti sırasında (bazılarına göre 27/647 yılında) doğduğuna dair rivayetler vardır. Mekke'ye çok küçük yaşta giden ve orada pek çok sahâbîden ilim öğrenen Atâ, Mekkeli Benî Fihr veya Cumah ailesinin mevlâ*sı idi. Bizzat kendisi, görüştüğü ve kendilerinden hadis rivayet ettiği sahâbf sayısının 200'e vardığını söylemektedir. Bunlar arasında İbn Ab-bas, İbn Ömer, Âişe, Câbir b. Abdullah, Muâviye, Abdullah b. Zübeyr ve Ebü'd-Derdâ gibi sahabenin önde gelenleri bulunmaktadır. Kendisinden hadis rivayet eden ve ilim tahsilinde bulunanlar arasında da Mücâhid, İbn Cüreyc, Ebû Ha-nîfe, Evzâî, Zührî, Amr b. Dinar, İbn Ebû Leylâ ve daha birçok tanınmış tabiîn devri âlimi vardır. Atâ, Emevî hanedanına karşı halifeliğini ilân eden Abdullah b. Zübeyr'in mücadele yıllarında onun safında yer almış ve bir çarpışma sırasında kılıç darbesiyle bir eli kesilmiştir. Biri daha önce kor olan gözlerinden diğeri de hayatının sonlarına doğru görmez olmuş ve 732 tarihinde Mekke'de
vefat etmiştir. Kaynaklarda vefat tarihinin 733 olduğuna dair rivayetler de vardır. Doğum tarihiyle ilgili farklı bilgiler sebebiyle, öldüğünde yaşının seksen sekiz veya 100 olduğu söylenmektedir.
Hicaz fıkıh mektebinin teşekkülünde önemli bir yeri olan Ata b. Ebû Rebâh, İbn Abbas gibi büyük bir sahâbl tarafından, "Ey Mekke halkı! Atâ gibi bir zat aranızdayken niçin benim etrafımda toplanıyorsunuz?" sözleriyle övülmüştür. Aynı ifade kaynaklarda İbn Ömer'e de atfedilmektedir. Atâ'nın ilim, ahlâk ve faziletteki üstünlüğü Ebû Hanîfe. îbn Cü-reyc. Katâde, EvzâT, Ebû Ca'fer el-Bâkir ve onun devrinde yaşamış birçok meşhur ilim adamı tarafından da dile getirilmiştir. İbn Abbas'tan sonra Mescid-i Ha-râm'da Öğretim kürsüsüne Atâ oturmuş ve Mekke'de halkın fetva mercii olmuştur. Kaynaklarda özellikle hac konularında zamanının en yetkili fıkıh âlimi olarak zikredilir. Kendisinden nakledilen fıkhı görüşlerden, devrinde yaşamış birçok âlim gibi onun da nas bulunmayan konularda gerektiğinde kendi içtihadıyla (re'y) hüküm verdiği anlaşılmaktadır. Mekke'de büyümesi, ilk hadis ve fıkıh tahsilini orada yapmış olması sebebiyle İmam Şafiî'nin Atâ'nın şahsî görüşlerinden daha çok etkilendiği söylenebilir (Beyhakî, I, 501; İbn Kayyım, IV, 156],
Kaynakların tefsire dair eser sahibi olduğunu Kaydettikleri Atâ'nın tefsirle ilgili rivayetleri çeşitli isnadlarla Abdür-rezzâk, Süfyân es-Sevrî ve Taberî gibi ilk müelliflerin tefsirlerine girmiştir. Diğer taraftan, garîbü'l-Kur'ârTla ilgili açıklamalar konusunda pek çok eser ve risaledeki rivayetler onun vasıtasıyla ibn Abbas'a kadar ulaşmaktadır. Tefsire dair Atâ'dan gelen rivayetlerde, ilk devirdeki tefsir anlayışı saf ve sade bir şekilde nakledilmekte ve dil inceliklerinden çok mânaya önem verilerek ilâhî maksadın anlaşılmasına yönelik bir gayret görülmektedir. Özellikle garib kelimelere getirilen açıklıklar, âyetierdeki fıkhî hükümlerin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.
Tanınmış hadis münekkitlerinden Yahya b. Maîn, Ebû Zür'a ve İbn Hibbân'ın sika* olduğunu belirttikleri Atâ'nın başta Buhârî ve Müslim olmak üzere sahih hadis mecmualarında birçok rivayeti yer almaktadır. Bununla birlikte Atâ'nın rivayet ettiği mürsel* hadisler, Yahya b. Saîd, Ali b. Medînî ve Ahmed b. Hanbel gibi hadis âlimleri tarafından Saîd b.
Müseyyeb ve Mücâhid gibi tabiînin mür-sellerine nisbetle zayıf kabul edilerek pek tercih edilmemiştir. Buna daha çok, Atâ'nın herkesten rivayette bulunması ve bu hususta fazla titizlik göstermemiş olması sebep gösterilmektedir. Bunun yanında, hayatının sonlarına doğru kendisinde unutkanlık meydana gelmesi sebebiyle İbn Cüreyc ve Kays b. Saîd gibi bazı talebeleri, duydukları isnadla-rın karışmaması İçin artık ondan hadis yazmamışlardır. Bundan, J. Schacht'in ileri sürdüğü gibi, Atâ'nın son zamanlarında bazı görüşlerinin önemini kaybettiği anlaşılmaz. Gerçekte J. Schacht, Hicaz fıkıh ekolünün önde gelen bir temsilcisi olan, gerek İbn Abbas ve İbn Ömer gibi sahâbîler gerekse birçok fıkıh ve hadis imamı tarafından ilmî kudret ve fazileti takdir edilen Atâ'nın otoritesi hususunda şüpheler uyandırmaya çalışmaktadır. Aynı müellif, herhalde Atâ'dan gelen rivayetlerin bütünü üzerinde tereddütler doğurmaya yönelik bir gayretle, onun re'y ile hüküm vermekten çekindiğine dair rivayetlerin uydurma olduğunu ileri sürer [El2 [FrJ, i, 752). Atâ'nın nas bulunmayan konularda kendi içtihadına göre hüküm vermiş olması, onun mesnetsiz re'yi kötülemesine ve ondan sakınmasına engel değildir. Nitekim re'y taraftarı olmakla bilinen birçok selef âliminden re'y aleyhine de rivayetler nakledilmektedir. Schacht, Atâ'nın sünnete karşı tavrı hususunda şüpheler uyandırmak için de onun Hz. Peygamber ve sahabeden gelen haberleri delil olarak ne ölçüde kullandığını tesbit etmenin güç olduğunu ve eğer kullanmışsa bunların muhtemelen mürsel hadisler olduğunu iddia eder. 200 kadar sahâbîyi görmüş bulunan Atâ gibi bir imamın hadisleri delil olarak kullanmada menfi tavır takınabileceğin! ve hele bizzat kendisinin rivayet ettiği birçok müsned ve sahih hadis varken olsa olsa mürsel hadisleri kullanmış olabileceğini düşünmek, gerçekten anlamsız görünmektedir. Özellikle nas bulunmayan bazı konularda Atâ'nın şahsî görüşlerini benimseyen İmam Şafiî, tabiîn arasında Atâ kadar hadise bağlı kalan bir kimsenin bulunmadığını belirtir (Beyhakî, I, 5001. Diğer taraftan Schacht, bir kısım hadis münekkitlerinin Atâ'nın İbn Ömer, Ebû Saîd el-Hudri ve Üsâme b. Zeyd gibi bazı sahâbîieri görmesine rağmen onlardan doğrudan hadis duymadığına dair ifadelerini aynı menfi maksat yönünde kullanmaktadır. Hz. Peygamber'den gelen rivayetlerin ona nisbetini kontrol hu-
susunda müslüman âlimler şüphesiz söz konusu müsteşrikten daha samimi, ciddi ve hassas idiler. Buna rağmen gerek bu hususta gerekse mürsel hadisler konusunda Atâ b. Ebû Rebâh'ı tenkit eden müslüman âlimler, aynı zamanda onun sika bir râvi ve büyük bir fakih olduğunu da belirtmişlerdir. O devirde müslüman hukukçuların saf dinî meselelerden teknik mânada hukukî meselelere kadar bütün konularla ilgilenmiş olmalarından hareketle. Atâ'nın kaynaklarda nakledildiğinin aksine, hac konusunda mütehassıs olmadığını İleri sürmek de isabetli değildir. Hac ibadetinin yerine getirildiği Mekke'de oturması ve rivayetlere göre yetmiş defa hac yapmış olması. Atâ'nın -özellikle bu konuda bir fakih olarak akranlarından daha bilgili olması için yeterli bir sebep olsa gerektir.
BİBLİYOGRAFYA:
İbn Sa'd. et-TabakâU V, 467-468: Ahmed b. Hanbel, Kitâbü't-'İlel (nşr. Talat Koçyiğit—ismail Cerrahoğlu). Ankara 1963, I, 47-48, 82, 134, 160, 254; İbn Kuteybe. el-Ma'ârif (Sâvî], s. 196; İbn Ebû Dâvûd, Kitâbü'l-Meşâhif (nşr. A, leffery), Kahire 1355/1936, s. 68;'et-Cerh ue't-ta'dîl, III, 330; Ebû Nuaym, Hilye, III, 310-325; Beyhakî". Menâkıbü'ş-ŞâH'î (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1390-91/] 970-71, I, 500-50î; İbn Semure el-Ca'dî. Tabakütü fukahâ'i Yemen, Kahire 1377/1957, s. 58; Îbnül-Esîr. el-Kâmil, V, 179; Zehebf. TezkiretÜ'l-huff&z, I, 98; a.mlf., Mtzânü'l-i'tidâl, III, 70; a.mlf., Â'lâ-mü'n-nübelâ'', V, 78-88; İbn Kayyim el-Cevziy-ye, riâmü'l-muoakkı'în, IV, 156; İbnü'1-Ceze-rf, Ğâıjetü'n-nihSye, I, 513; İbn Hacer, Tehzî-bü'L-Tehztb, VII, 199-203; Se2gİn, CAS, I, 31; K. V. Zetterstöen, "Atâ", İA, I, 718; J. Schacht, "'Atâ1 b. Abi Rabâh", £72(Fr.), 1, 752.
Dostları ilə paylaş: |