Ö. 1119/1707 [?] Türk saz şairi



Yüklə 1,11 Mb.
səhifə25/25
tarix05.09.2018
ölçüsü1,11 Mb.
#77458
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   25

bu yolculuğun sayısız zahmetleri ve sı­kıntıları vardır. Bu yolculuğun ilk şartı talep ve araştırmadır. Yükselme azmin­de olan kimse derhal visal yoluna koyul­malı ve bu yol İçin gerekli olan aşk ate­şinde yanıp yok olmaktan korkmamalı­dır. Ona göre âşık canını pervane gibi ateşte feda eden kimsedir. Aşkı ve ate­şi olmayan kimse ölse daha iyidir. Man-pku't-tayrve Muşîbetnâme adlı mesne­vilerinde belirttiği gibi sâlik, ilâhî cev­heri kendinde bütünüyle hissetmek için, her türlü zahmet ve ıstıraba tahammülü olan bir aşk ile uzun bir yol takip eder. Bütün kâinatı yani felâket ve engellerle dolu yedi vadiyi (bk. akabe) dolaştıktan sonra nihayet aradığını kendinde bulur ve kendisi de tamamen aradığı şey (Hak) olur. Diğer bir deyişle, maşukun âşıktan başka bir şey olmadığını görür ve Allah'­ta yok olup (fena fillâh) O'nu kendinde bu­lur ve böylece, "Nefsini bilen rabbini bi­lir" sözünün sırrı zahir olur. Görüldüğü üzere Attâr vahdet-i vücüd telakkisine daha etraflı bir metotla yaklaşır ve ona seleflerine nisbetle daha derin bir anlam verir. Onun düşüncesinde Hak'ta yok olanlar için gerçekte ölüm mevcut değil­dir. Çünkü Hak'ta yok olmak onları be­ka makamına ulaştırır.

Attâr, Ahmed el-Gazzâlî'den gelen aşk anlayışına ve Haliâc'da görülen fe­na telakkisine bağlı kalmakla yetinme­miş, vahdet-i vücûdun en üst seviyesine ulaşmış ve belki de farkına varmadan bazan ittihad*. bazan da hulul* akide­lerine yaklaşmıştır. Bununla birlikte o, ateşli gazelleri, âşıkane şiirleri, mesne­vilerine ustaca yerleştirdiği manzum hi­kâyeleri ve bunlarda billûriaşan orijinal fikirleriyle Mevlânâ'yı hazırlamış ve az da olsa Türk ve Arap edebiyatlarını et­kilemiştir.

Eserleri. Tabiatı, ruhu ve fikri sürekli cevelân halinde olan Attâr, nazım ve ne­sirde Önemli eserler meydana getirmiş­tir. Manzum eserlerinin 100.000 beyit ci­varında olduğu söylenmektedir. Eserle­rinin sayısını Devletşah'ın kırk, Nûrullah et-Tüsteri'nin 114, Hidâyet'in bir ese­rinde 114, diğerinde 190 olarak göster­meleri tam bir mübalağa örneğidir. Ger­çek olan, çok söz söylemekle itham edi­lecek kadar şiire sahip bulunduğu hu­susudur. O, eserlerinde en çok hikâye anlatımına yer veren şair olarak biiinir. Söz konusu hikâyelerin büyük bir kısmı, sûfî vaizlerin anlattıkları dokunaklı hi­kâyelerin nazmedilmiş şeklinden ibaret­tir. Nitekim eserlerinde Ahmed el-Gaz-


zâlî'nin vaazlarında aniattığı hikâyelerin hepsine rastlandığı gibi İbn Sînâ, Ebû Saîd-i Ebü'l-Hayr, Sühreverdî el-Mak-tûl, Muhammed el-Gazzâlî ve başkala­rının bu tür hikâyelerinden faydalanmış­tır. Onun faydalandığı bu hikâyelerden bazısının kaynağının eski Yunan'a ka­dar vardığı da bilinmektedir. H. Ritter, Attâr'ın eserlerinde en az üç farklı üs­lûbun müşahede edilmesini, hayatı bo­yunca İran şairlerinde çok ender görü­len ruhî değişimler geçirmesine bağlar­ken Saîd-i Nefîsî, Zerrînkûb ve Bedîüz-zaman Fürûzanfer bu üslûp farkının gerçekte onun olmayan eserlerin ona isnat edilmesinden kaynaklandığını, ken­disinin olduğu kesin olarak bilinen eser­lerinde üslûbun tek ve mükemmel oldu­ğunu ispata çalışırlar. Bu araştırmacıla­ra göre Attâr'ın günümüze kadar gelen ve onun olduğunda şüphe bulunmayan yedisi manzum, biri mensur sekiz eseri vardır.

1. İlâhînâme". 6500 beyitlik bir mes­nevidir. Çerçeve hikâye, bir hükümdarın altı oğluna dünyada en çok arzu edip elde etmek istedikleri şeyleri sorması, onların da sırasıyla cevap vermeleridir. Her biri insanın ihtiraslarından birini temsil eden arzular etrafında gelişen hi­kayede baba bunların manasızlığını gös­terir. İlâhînâme ilk olarak Şemseddin

SivâsT (ö. 1597] tarafından manzum ola­rak Anadolu Türkçesi'ne, A. Gölpınarlı tarafından da düz yazı halinde günümüz Türkçe'sine çevrilmiştir (İstanbul 1947). Eser H. Ritter (Leipzig-İstanbul 1940) ve F. Rûhânî (Tahran 1339/1960) tarafın­dan neşredilmiştir, z. Esrârnâme*. At­târ'ın i!k tasavvuf! mesnevisidir. Yirmi altı bölüme ayrılan eser küçük hikâye­lerden meydana gelmiştir. Çerçeve hi­kâye yoktur. Sâdık Gevherin tarafından neşredilen (Tahran i 338/1959) eser XV. yüzyılda Ahmedî Akkoyunlu tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir. 3. Muşîbetnâme. 5740 beyitlik bir mesnevi olup Cevâb-nâme adıyla da bilinir. Attâr'ın tasavvufî görüşlerini ve fikrî dünyasını en düzen­li şekilde aksettiren mesnevisidir. Kırk bölüme ayrılan eserde sâlikin önce me­lekler arasında ve öteki dünyada, sonra da bu âlemde dolaşması, peygamberle­re başvurması, daha sonra duygu, ha­yal ve akıl ile ruha giderek bunlara Al­lah'ı sorması, neticede Allah'ı kendi için­de bulması hikâye edilmiştir. Bu mes­nevi N. Visal tarafından yayımlanmıştır (Tahran 1338/1959). 4. Hüsrevnâme. Gül ü Hüsrev veya Gül ü Hürmüz de de­nen bu eser, Attâr'ın tasavvufî olmayan tek mesnevisidir. Bu mesnevide Rum kayserinin gayri meşru oğlu Hüsrev ile Hûzistan şahının kızı Gül'ün aşk mace-

raları anlatılır. Bu aşk hikâyesi, hakkın­da hiçbir bilgi bulunmayan Bedr-i Ah-vâzî adlı bir kimse tarafından mensur olarak yazılmış, daha sonra Attâr aynı konuyu bu eserden nazma çekmiştir. Aşk macerasının Ahvaz'da geçmesi se­bebiyle mesnevideki çerçeve hikâye o yöredeki mahallî menkıbeler üzerine ku­rulmuştur. Bu mesnevinin eski ve yeni olmak üzere iki versiyonu vardır. Eski olanı, Attâr'ın meşhur tasavvufî mesne­visi Manpku't-tayr'in nazmedilişinden yani 1187'den önce kaleme alınmıştır ve yenisine göre çok daha uzundur. Özet şeklindeki yeni versiyon ise çok daha sonra nazmedümiştir. s. Muhtârnâme. Attâr'ın 5000'i aşkın rubaîsinden seçe­rek konularına göre elli bölümde tertip ettiği bir rubâîler mecmuasıdır. Mecmu­anın ilk üç bölümü tevhid, na't ve asha­bın menâkıbına dairdir; 4-9. bölümler­de önemli tasavvufî mazmunlar üzerin­de durulur; 10-29. bölümlerde manevî ve ahlâkî konular işlenir; 30-49. bölüm­lerde aşk ve aşkın tecellileriyle sevgili­nin vasıfları incelenir; bu arada 44. bö­lümde "kalenderiyyât'a bir parça yer ve­rilir; son bölümde ise şairin şahsî te­mennisi dile getirilir. 6. Manpku't-tayr*. Makâmöt'i Tuyûr, Makalâtü't-tuyûr ve­ya Tuyûrname adlarıyla da anılan ve 1187'de kaleme alınan bu eser, temsilî bir şekilde vahdet-i vücûd inancını anla­tan bir mesnevidir. Bu mesnevideki kuş­lar sâlikleri temsil eder. Hüdhüd kılavuz yani mürşiddir. Sîmurg (otuz kuş — anka), Allah'ın zuhur* ve taayyün* üdür. Man­ii A: u'i-ta yr'in XIV. yüzyıl Anadolu şairle­rinden Güişehrî tarafından yapılan tercü­mesinin tıpkıbasımını Agâh Sırrı Levend neşretmiştir (Ankara 1957). Eser Şemsed­din Sivâsî ve ayrıca Fedaî (ö. 1636) adlı Mevlevî bir şair tarafından tercüme edil­miş, manzum olan ikinci tercüme basıl­mıştır (İstanbul 1274]. Mantıku't-tayr A. Gölpınarlı tarafından günümüz Türkçe'­sine de çevrilmiştir (1-11, İstanbul 1962-1963). 7. Dîvân. Mesnevilerindeki tasav­vufî fikirleri lirik bir tarzda ifade ettiği eseridir. 10.000 beyitlik divanın henüz il­mî bir neşri yapılmamıştır. 8. Tezkiretü'l-evliyâ**. Büyük sûfîlerin hal tercümele­rinden bahseden ve bazı sözlerini nakle­den mensur bir eserdir. Attâr'ın çok ta­nınmış ve birçok dile çevrilmiş olan bu eserinin sonradan istinsah edilen bazı nüshalarına yirmi beş sûffnin hal tercü­mesi daha eklenmiştir. Tezkiretül-ev­liya3, ilk olarak Aydınoğlu Mehmed Bey zamanında adı bilinmeyen bir kişi ta­rafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.

97

Eserin en tanınmış tercümesi ise Sinan Paşa'ya aittir. Tezkiretül-evliya0in son tercümesi Süleyman Uludağ tarafından yapılmıştır (İstanbul 1984). Bu sekiz eser­le kendisi tarafından imha edilen Cevâ-hirnâmeve Şerhu'1-kalb mesnevilerinin adları Hüsrevnâme ve Muhtârnâme'n\n önsözlerinde zikredilmiştir.



Kaynaklarda ve çeşitli araştırmalarda Pendnâme, Haydamâme, Uşturnûme, Cevherü'z-zât, Nüzhetü'l-ahbâb, Maz~ harü'l-cacâ*ib, Lisânü'1-ğayb, Rumû-zü'l- 'âşıkîn, Şâhbâznâme, Mihr ü Müş­teri, Heftâbâd, Heft Vâdî, Tercemetül-ehâdîş, Sî Faşl, Miîtghu'l-fütûh, Bî-ser-nâme, Bülbülnâme, Mi'râcnâme, Cüm-cümenâme, Vusîatnâme, Heylâcnâme, Hayyâtnâme, Vasiyetname, Kenzü'l-hakâ^ik, Kenzü'l-esrar (Kenzü'l-bahr), Velednâme, Siyâhnâme, İhvânü'ş-şa-fâs ve Esrârü'ş-şühûd gibi eserler At-târ'a isnat edilip çoğu onun adıyla ba­sılmış, hatta bazıları Türkçe dahil bir­çok dile bile tercüme edilmiştir. Ancak son araştırmalar, ilk beş eserin ona is­nadının çok şüpheli, diğerlerinin ise ta­mamen sahte olduğunu ortaya koymuş­tur. Fürûzanfer ve Zerrînküb'a göre ona ait olduğu şüpheli olan Pendnâme ha­riç bunların tamamı uydurmadır. Yine bu araştırıcılara göre adı geçen eserle­rin pek çoğu XV. yüzyılda yaşayan At-

târ-ı Tûnî tarafından yazılmış, bir kısmı da yine Attâr adlı veya mahlaslı diğer ki­şilerce kaleme alınmıştır [eserlerin baskı­ları ve tercümeleri için bk. İA, 11, 7-12; Rit-ter, Oriens, s. 195-228; Rypka, s. 775-776).

BİBLİYOGRAFYA:

Attâr, Tezkiretü'l-euliyâ' (nşr. Muhammed İsti'lâmî), Mukaddime: a.e. (trc. Süleyman Ulu­dağ), İstanbul 1984, Giriş, s. 10-44; Saîd NefİSÎ. Dîuân-ı Attâr, Tahran 1319 hş., Mukaddime; a.mlf., Custcûy der Ahvâl u Âşâr-ı Şeyh Ferî-düddîn 'AÜSr-ı Nîşâbûrî, Tahran 1320 hş.; Avfî, Lüb&b, II, 337-339; İbnü'l-Fuvatî, Telhîşu mu'-cemi'l-âdâb fî mu'cemi'l-elkâb (nşr. Mustafa Cevad), Bağdad 1962-65, İV/3, s. 461 vd.; Müstevff. Târth-i Güzide (Nevâî), s. 740; Câmî, Nefehât, s. 599-600; Devletşah, Tezkire, s. 207; Hidâyet, Mecma'u'l-fuşahâ*, 11, 920; a.mlf., Ri-yâzul-'ârifLn; Rypka. MİL, s. 337 vd., 775-776; H. Ritter, Das Meer der Seele: Mensch, We!t und Gott in den Geschtchten des Farîduddin Attâr, Leiden 1955; a.mlf.. "Fariduddîn 'Attâr IV", Oriens, X11I-XIV, Leiden 1960-61, s. 195-228; a.mlf., "Attâr", İA, II, 7-12; a.mlf.. "'Attâr", £/2(Fr.),l, 775-777; Hediyyetü'l-'ârifîn, II, 112; Bedîüzzaman Fürûzanfer, Şerh-i Ahvâl ü Nakd ue Tahlili ÂşSr-ı Şeyh Ferîdüddîn Muhammed 'Attâr-1 Ntşâbûrî, Tahran 1339-40 hş.; Rızâzâde Şafak, Tânh-i Edebiyyât-ı Iran, Tahran 1341 hş.; Abdülhüseyn-i Zerrînkûb, Bâ Kâruân-t Hül­le, Tahran 1347 hş., s. 159-179; Safa, Edebiy-yât, II, 862; FME, I, 76-102; Browne, Târth-i Edebiyyât-ı hân (trc. Gulâm Hüseyn-i Sadrî-yi Afşar), Tahran 1351 hş., II, 192-200; Süleyman Uludağ. "Attar", İBA, 1, 267; B, Reinert, "'Attâr, Shaikh Farid al-Dîn", Elr., III, 20-25.

[Al M. Nazif Şahinoğlu ATTAR, Hasan b. Muhammed

Hasen b. Muhammed

b. Mahmûd el-Attâr eş-Şâfiî

(ö. 1250/1834)

Mısırlı edip, din âlimi ve Ezher şeyhi.

L J


Aslen Mağribli olup 1180'de (1766) Ka-hîre'de doğdu. Attar olan babası önce­leri onu yanında çalıştırmak istediyse de okuma hevesini dikkate alarak tahsili­ne Ezher'de devam etmesine izin verdi. Dinî ilimlerin yanı sıra astronomi, mü­hendislik, coğrafya ve tıpla da meşgul oldu. Fransızlar Mısır'ı işgal edince (1798) o zamanki âlimlerden çoğunun yaptığı gibi önce Asyût'a kaçtıysa da bir müd­det sonra Kahire'ye dönerek Fransız ilim adamları ile tanıştı. Bu âlimlerden Fran­sızca ve modern ilimleri öğrendi, kendi­si de onlara Arapça dersleri verdi. Daha sonra Suriye, Hicaz, Anadolu ve Rume­li'yi içine alan uzun bir seyahate çıktı. Arnavutluk'un İşkodra şehrinde evlenip oraya yerleşti. Mısır'a döndüğünde (18131

Ezher'e hoca tayin edildi. Ezher'de uzun yıllar okutulmayan Beyzâvî tefsirini bü­yük bir vukufla okutması sebebiyle bir­çok Ezher hocası onun tefsir derslerini takip etti. Mehmed Ali Paşa'nın takdir ve iltifatına mazhar olduğu için 1828'de kurulan Mısır'ın resmî gazetesi eJ-Ve-ka*iCu'l-Mışriyye''nin başyazarlığına ge­tirildi. 1830'da Ezher şeyhliğine tayin edildi. Ölümüne kadar bu görevde kaldı.

Fransızca, Türkçe ve Arnavutça bilen Hasan el-Attâr öğrencilerine ana kay­naklara inmeyi, dilde, edebiyatta, ilim­de düşünceyi ifade etme kısırlığından kurtulmayı öğretmeye çalışmış, okullar­da modern ilimlerin okutulmasını tavsi­ye etmiştir. Mahmud Sami el-Bârûdî, Şevki ve Hafız İbrahim gibi şairlerin ye­tişmesine zemin hazırlamıştır. Talebesi Rifâa et-Tahtâvî yabancı diller okulunu onun teşvikiyle kurmuştur.

Eserleri. Din, dil ve müsbet ilimlerle il­gili olarak yazdığı, çoğu haşiye tarzında­ki yirmi kadar eserin belli başlıları şun­lardır:

Dil ve Edebiyat. 1. Manzume ü'ilmi'n-nohv. Elli yedi mısrada nahiv kaidelerini öğretmeyi hedef alan bu didaktik man­zume, ilki Kahire'de (1280] olmak üzere Mecmû'u mühimmâti'l-mütûn adlı ki­tap içinde birçok defa basılmış ve At­târ1 in talebesi Hasan Kuveydir tarafın­dan şerhedilmiştir. 2. Haşiye ca!â Şer-hİ'I-Ezheriyye. Hâlid el-Ezherfnin ken­disine ait el-Ezheriyye adlı muhtasar nahiv kitabına yazdığı şerhin haşiyesi olup Kahire'de basılmıştır (1307, 1315). Ezherî'nin Mûşılü't-tullâb ilâ kavâ'i-di'l-icrâb adlı şerhine de henüz basıl­mamış bir haşiyesi vardır. 3. înşâ'ü'û 'Attâr. Resmî ve gayri resmî yazışma ve mektup örneklerini ihtiva eden ve ilk de­fa Kahire'de tarihsiz bir taş baskısı ya­pılan eser 1243'ten(l827) 1315'e (1897) kadar Bulak, Kahire, Bombay ve İstan­bul'da birçok defa basılmıştır. 4. Haşi­ye calâ metni's-Semerkandiyye. Ebü'l-Kâsım b. Ebû Bekir el-Leysî es-Semer-kandî'nin belagat ilmine dair es-Semer-kandiyye adlı risalesine yazdığı şerh olup 1288 ve 1309'da Kahire'de basıl­mıştır. Attâr ayrıca İbn Sehl el-İsrâTlfnin şiirlerini bir araya getirerek Dîvânü îbn Sehl adıyla baskıya hazırlamış ve eser birkaç defa basılmıştır (Kahire 1279, 1302; Beyrut 1885).

Mantık. 1. el-Hâşiyetü'1-kübrâ ca!â Şer­hi Makülâti's-Sücâ'L Ahmed es-Sücâî'-nin kategorilere (makülât) dair kitabına yazdığı bu büyük şerh, yine onun el-Ha-

şiyetü'ş-şuğrâ *alâ Makulâti's-Sücâcî adlı eseriyle birlikte basılmıştır (Kahire 1282, 1303, 1328). 2. Haşiye caiâ Makü-M'1-Büleydl. Muhammed el-Büleydî*-nin yine kategorilere dair Risale fi'l-Ma-külâti'l-caşr"me yazdığı bu şerh de Ka­hire'de basılmıştır İ1328). 3. Haşiye colâ Şerhi Şeyhi'l-İslâm Zekeriyyâ el-En-şârî "alâ metni îsâğücî fi'1-mantık. Esî-rüddin el-Ebherî'nin îsâğucî adlı man­tık kitabına Zekeriyâ el-Ensârî tarafın­dan yapılan şerhin hâşiyesidir. 1321 'de Kahire'de basılmıştır. 4. Haşiye çalâ Şer-hi't-Tehzîb. Sa'deddin et-Teftâzânî'nin Tehzibü'l-mantık ve'l-kelâm adlı ese­rine Ubeydullah b. FazI el-Habfsî'nin yaz­dığı Tezhîb adlı şerhin haşiyesi olup üçü bir arada Bulak (1296) ve Kahire'de (1318) basılmıştır.

Dini İlimler. Haşiye calâ Şerhi'1-Ce-lâl el-Mahallî caîâ Cem^ü-cevâmi'. Tâceddin es-Sübkî'nin usûl-i fıkha dair Cem'u'l-cevâmf adlı eserine Celâled-din el-Mahallî'nin yazdığı şerhin haşiye­si olup Kahire'de basılmıştır (1-11, 1316, 1358).

Attâr'ın bunlardan başka henüz neş­redilmemiş eserleri de vardır. Bunlar arasında, Türkiye'de bulunduğu yıllar­da Ebü'I-Hasan el-Eş'arfnin kesb* gö­rüşüne dair yazdığı Tuhfetü ğarîbi'l-vatan fî tahkiki nuşreti'ş-şeyh Ebi'l-Hasan'ı, Muhammed el-Mar'aşî'nin mü­nazara âdabına dair kitabını şerhetti-ği Haşiye cale'r-Risâleti'l-velediyye fî âdâbil-bahş ve'l-münazara'sı ve astro­nomiye dair Risale fî keyfiyeti!- camel bil-usturlâb'ı zikredilebilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Ali Paşa Mübarek, el-Hıtatü't-Teufîktyye, Ka­hire 1980, IV, 82-85; Philip Di Tarrâzî, Târîhu'ş-şahâfeti'!-Wabiyye, Beyrut 1913, I, 128-130; Serkîs, Mu'cem, il, 1335-1337; Hediyyetul-'arifin, 1, 301; C. Zeydan. Adâb (Dayf), IV, 232; Kehrıâle, Mu'cemü'l-mü'ellilin, III, 285-286; a.mlf,, el-Müstedrek, Beyrut 1406/1985, s. 204; Brockelmann, GAL, II, 473; SuppL, II, 720; Ömer Gd-Desûki, Fi'l-Edebi'l-hadîş, Kahire 1961, 1, 41-43; Şüyûhu'l-Ezher (nşr. Vezâretü'I-l'lâm), Kahire, ts., s. 23-24; Halîl Mardem Bey, Acyâ-nû'l-karni'ş-sâliş "aşer, Beyrut 1977, s. 155-157; G. Delanoue, Moralistes et poiitiques mu-sulmans dans l'Egypte du XIXC siecle (1798-1882), Kahire 1982, II, 344-357, 614-617; el-Ezherü'ş-şerrffî'îdihri-elfl Kahire 1403/1983, s. 245; Akkâd, 'Abkariyyul-ışlâh ue't-ta'lîm el-üstâz el-imSm Muhammed 'Abduh, Kahire, ts., s, 5l"-64; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), II, 220; F. De Jong, "The Itinerary of Hasan al-'At-târ (1766-18351: A Reconsideration and its İmplications", JSS, XXVIII/1 (1983), s. 99-128; "Attâr", İA, II, 12-13; H. A. R Gibb. "al-'Attâr", Ef (ing.H 755. r-ı

lifti Hulusi Kılıç

ATTÂR, Muhammed b. Hasan (bk. İBN MİKSEM el-ATTÂR).

ATÛFETLÜ


Osmanlılar'da

resmî yazışmalarda kullanılan bir hitap şekli.

J

Kelime, "pek esirgeyici, çok şefkatü ve merhametli" anlamına gelen atüfun masdar şekline Türkçe "lü" ekinin ek­lenmesiyle türetilmiştir. Önceleri, genel­likle yüksek mevkide bulunan bir kim­seye yazılan özel veya resmî yazılarda gelişigüzel kullanılmıştır. Tanzimat'tan sonra memuriyet rütbeleri ve resmî ya­zışmaların şekilleri bir nizama bağlanır­ken bu unvanın kimler için kullanılacağı da tesbit edilmiştir. 1846'da bâlâ* rüt­besinin ihdasından sonra bu rütbeyi haiz olanlar için kullanılması kararlaştırılmış­tır. İlk zamanlarda bâlâ rütbesini alan-iarla vezirier, mâbeyn başkâtibi, serku-renâ ve seraskerlik makamına gelmiş vü­kelâ için kullanılmakta iken daha sonra sadece bâlâ rütbesine münhasır kalmış­tır. Ancak zamanla kazaskerlerle birinci ferikler için de kullanılmıştır. Bâlâ rüt­besini alanlara yazışmalarda "atûfetlü beyefendi hazretleri", "atûfetlü efendim hazretleri" şeklinde hitap edilirdi.



BİBLİYOGRAFYA:

Lutfî. Târih, VIII, 92-93; Mehmed Süreyya. Nuhbetü'l-uekâyİ', İstanbul 1292, I, 159; Deület Salnamesi (1264), s. 146-147; (1269), s. 46-97; M. Cavid Baysun, "Bâlâ", İA, II, 262-263.

m Feridun Emecen

ATÛFİ, Hayreddin Hızır

(0,948/1541)

Osmanlı tefsir ve hadîs âlimi, vaiz.

l_ J

Kaynaklarda Kastamonî ve Merzifonî nisbeleriyle yer alan Atûfî'nin babasının adı Mahmud'dur. Aslen Merzifonlu oldu­ğunu bizzat kendisi bazı eserlerinde be­lirtmiştir. Kastamonî nisbesinin hangi se­beple kullanıldığı hakkında bilgi elde edi­lememiştir. Devrinin tanınmış âlimlerin­den Bahşı Halîfe'den tefsir ve hadis, Amasyalı Mevlânâ Abdi'den ilm-i meâ-nî, Kadızâde'nin torunu meşhur riyazi­yeci Kutbüddin Muhammed'den riyazi­ye. Bursalı Mevlânâ Hocazâde'den usul ve Efdalzâde'den fıkıh okudu. İlmî şöh­retinden dolayı Sultan II. Bayezid onu saray hizmetlilerine hoca tayin etti. Bir



müddet sonra İstanbul camilerinde vaaz edip tefsir okutmayı daha faydalı göre­rek saraydaki görevinden ayrıldı. Günde 50 akçe ücretle başladığı bu yeni göre­vinde zamanla günde 80 akçe ücrete kadar terfi etti. Daha sonra bu görevi de bırakarak evine çekildi ve kitap teli-fiyle meşgul oldu. Atûfî Eyüp'te vefat etti ve kendi evinin civarına defnedildi.

Tefsir, hadis, tıp, mantık ve kelâm ilim­lerine dair çoğu şerh ve haşiye mahiye­tinde olmak üzere on beş kadar kitap yazan Atûfî'nin belli başlı eserleri şun­lardır: 1. Haşiye ca7d Tefsiri Keşşaf (Sü-leymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 263], 2. Haşiye calâ Tefsîri Beyzâvî (Süleyma-niye Ktp., Beşir Ağa, nr. 25], 3. Keşfü'İ-Meşârık. Radıyyüddin es-Sâgânî'nin hem Şahîh-i Buhâri hem de Şahîh-i Müs­lim'de bulunan hadisleri bir araya ge­tirdiği Meşâriku'l-envâri'n-nebeviyye adlı eserinin şerhidir. Bu eserin müellif hattıyla 516 varaklık yegâne nüshası Ha­cı Selim Ağa Kütüphanesi'nde bulunmak­tadır (nr. 230), 4. ei-Cevheretü'1-cinâ-niyye iî mesâ 'ili'l-îmâniyye (TSMK, III. Ahmed, nr. 607). 5, el-Enzâr fî şerhi bac-zi'1-ehâdîş ve'1-âşâr. Meşânk şerhin­den müellifin bizzat yaptığı seçmelerden meydana gelen bir eserdir (Süleymani-ye Ktp., Şehzade Mehmed, nr. 8/1). 6. Mir^âtü'r-ruyâ. Hz. Peygamber'in, "Rü-

yada beni gören gerçekten görmüştür; çünkü şeytan benim suretime giremez" (Buhârî, "cİlim", 38, "Edeb", 109, "Ta'bîr", 10; Müslim "Rü'yâ", 4, 7) mealindeki ha­disinin şerhinden ibarettir. Kaynaklarda zikredilen bu eserin herhangi bir nüs­hasına henüz rastlanmamıştır. 7. Rav-zü'1-insân fî tedâbîri'1-ebdân (Süley-maniye Ktp., Fâtih, nr. 3569). Tıpla ilgili hadislerin şerhine dairdir.

BİBLİYOGRAFYA:

Taşköprizâde, eş-Şekâ'ik, s. 416-417; Mec-dî, Şekaik Tercümesi, s. 415; KâmOsü7-â'lâm, IV, 3161; StctU-i Osmânî, II, 314; Osmanlı Mü­ellifleri, I, 355-357; Brockelmann, GAL SuppL II, 639; Hediyyelul-'ârifîn, 1, 346; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîrt, IV, 101; Bilmen, Tefsir Tarihi, II, 642-643; Sadık Cihan. "Hayreddin Hıdır b. Mahmud b. Ömer el- qAtûfî «Kasla-monî» ve Hadis Eserleri", llFD, III (1979), s. 65-72; TDEA, I, 228. ı—ı

İAİ İsmail L. Çakan

ATVÂR-ı DİL

L

r



Tasavvufta kalbin sadr,

kalb, şegaf, fuâd, habbetü'1-kalb,

süveydâ ve mühcetü'Nkalbden ibaret

yedi tavrı

(bk. KALB).

ATVÂR-i SEB'A

Nefsin

emmâre, levvâme, mülhime, mutmainne,



râziye, marziyye ve kâmileden ibaret

yedi tavrını ifade eden

bir tasavvuf terimi (bk. LETÂİF-i HAMSE; NEFİS).
İlk insanların yiyecek et ve giyecek post ihtiyaçlarını sağlamak için başlat­tıkları av. medeniyetin gelişmesine pa­ralel olarak bir geçim vasıtası olmaktan çıkmış, bir spor ve eğlence halini alıp özellikle sürek avı şeklinde Eskiçağ ve Ortaçağ hükümdarlarının askerî tâlim yerine uyguladıkları bir sportif oyun du­rumuna gelmiştir. Kişilerin tek başları­na veya gruplar halinde yaptıkları av bu­gün bütün medenî dünyada bir spor ola­rak kabul edilmekte, ancak hayvanların neslini tüketmek ve millî servetleri he­ba etmek gibi sebeplerle bazı kısıtlama­lara tâbi tutulup Özellikle hayvanların üreme mevsimlerinde yasaklanmakta­dır. Balık, sünger, inci gibi deniz ürünle-

100


ri avcılığı ise amatör zevklerin ötesinde profesyonel bir geçim yolu olarak kal­mıştır. Kara avcılığı yalnız spor ve eğ­lence haline dönüşmüş olmakla birlikte XX. yüzyılın başlarına kadar kırsal alan­da yaşayanlarla göçebelerin önemli bir gelir kaynağını oluşturmuştur. Bugün de bazı Afrika, Avustralya ve Güney Ameri­ka kabileleri geçimlerini yine avcılıktan temin etmektedirler. Avcılık bir spor olarak kabul edilmekle beraber birçok toplumda, özellikle can almayı ve can yakmayı caiz görmeyen müslümanlar arasında insanî açılardan tartışma ko­nusu olmuştur. İslâm dini avcılığa izin vermiş, fakat daima ihtiyaç durumunu göz önünde tutarak zevk için cana kıy­maya engel olmak istemiştir.

Tasvirî Sanatta Av. Tasvirî sanatta sah­ne özelliği gösteren ilk resimler Paleoli-tik devir mağara duvarlarında bulunan av kompozisyonlarıdır. Aynı şekilde ma­ğara duvarlarında görülen, sahne teşkil etmemiş ilk münferit resimlerle mağa­ra zeminlerinde bulunan taş veya ke­mikten yapılmış ilk heykeller de yaban öküzü, yabani at ve geyik gibi yine avla ilgili hayvan figürlerinden ibarettir. Bu durum, ilk insanların temel ihtiyaç mad­delerini oluşturan et ve postu temin et­mek için verdikleri savaşı, hayatlarının resmedilmeye değer en Önemli hadisesi olarak gördüklerini ortaya koymakta­dır. Daha çok Büyük Sahra'da ve İspan­ya ile Fransa'nın günümüzden 10.000-40.000 yıl öncesine giden Magdalenyen çağ mağaralarında rastlanan resimler­de, çıplak insanlar ellerindeki ok ve yay­larla geyik sürüsü gibi hayvan kümele­rine saldırırken gösterilmişler ve özel­likle insanlar, çok daha yakın çağlara ait donuk insan figürleriyle mukayese edi­lemeyecek derecede hareketli resmedil­mişlerdir (Parrot, s. XII; Mutlu, rs. 17-19). Anadolu ve bütün Ön Asya'nın en eski av sahneleri ise Neolitik devre (m.ö. VII-V. binyıllar) ait Çatalhöyük Mâbedi'nin duvarlarında görülmektedir (Mellaart, İv.

54-57, 61-64). Bunlar yine ellerindeki ok ve yaylarla geyik sürüsüne saldırmış in­sanları gösteren son derece hareketli resimlerdir; ayrıca avdan sonraki şölen veya dinî tören de canlandırılmıştır. Ar­keoloji âleminde dünyanın en eski büyük boy kabartması olarak bilinen Uruk'ta bulunmuş milâttan önce lll. binyılın baş­larına ait bir granit stel de yine dünya­nın ilk resimleri gibi bir av sahnesi ser­gilemektedir ("Aslan avcıları"; Parrot, rs. 92; Lloyd, rs. 17). Sahnenin figürleri, biri mızrakla diğeri ok-yayla aslan avlayan iki kişidir. II. binyıldan itibaren ise bü­tün Ön Asya'da en çok itibar edilen tas­virî sanat motifleri avcılık üstüne oimuş, özellikle Mısır, Hitit ve Asur krallarıyla aristokratları savaş arabaları üzerinde aslan avlarken resmedilmişlerdir.

Köpeğin Neolitik devrin başından beri evcilleştirilmiş olmasına rağmen ilk av sahnelerinde tasvirine rastlanmamak­tadır. Bu duruma bakarak köpeğin av sırasında işe yarayacak derecede terbi­ye edilmesinin çok daha sonraki yıllarda gerçekleştirildiğini tahmin etmek müm­kündür. İran'da ve Mezopotamya'da ele geçirilmiş IV. binyıla ait boyalı seramik ve mühür baskıları üzerinde tek başla­rına veya koyun ve keçilerle beraber bu­lunan köpek figürlerine rastlanmakta ise de (Lloyd, s. 25; Goff, rs. 522-532) av sahnesinde yer almadıkları için bunların av köpeği olup olmadıkları anlaşılama­maktadır. Köpeğin yardımcı av hayvanı olarak kullanılması ancak milâttan önce I. binyıl Asur kabartmaları ile belgelen-dirilebilmektedir. Eskiçağ'ın en başarılı resmedilmiş av sahneleri kabul edilen fevkalâde gerçekçi bir yabani at sürü­sünün oklarla avlanması kabartmasın­da, boyunları tasmalı iri kurt köpekleri­nin atlara saldırdıkları görülmektedir.



Şahin cinsi yırtıcı kuşların yardımcı av hayvanı olarak kullanılmalarının ise sa­nıldığından çok daha eskilere gitmesi gerekir (krş. Ögei, s. 209). Mısır sanatı­nın en eski tasvirî eserlerinden biri ola-
Yüklə 1,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin