Kamu görevlileri, uygulama sürecinde, karşılaştıkları somut bir olayla ilgili olarak, çeşitli seçenekler arasından birisini seçmek, yani karar almak durumundadır. Farklı durumlar ya da seçenekler arasında seçim yapmanın gerektiği bir yerde de, doğal olarak değer yargıları devreye girmekte ve sonuçtan başkaları etkilenmektedir. Dolayısıyla seçim yapmanın ya da karar vermenin, etik bir yönü bulunmaktadır.
Karar Vermenin Etik Boyutu
Karar verme (decision making), hem özel sektörde, hem de kamu yönetiminde önemli bir yönetim faaliyetidir. Ancak kamu yönetimindeki karar verme süreci, nitelik itibarıyla özel sektördekinden oldukça faklıdır.
Özel sektörde alınacak kararın birinci esası, “kâr” maksimizasyonunu sağlamaktır. Dolayısıyla özel sektörde, ekonomik olarak verimli ve etkin olan ve “kâr” elde etme sonucuna ulaştıracak karar, iyi ve doğru karardır. Oysa kamu yönetiminde, kararın birinci unsurunu “kamu yararı” kavramı oluşturmaktadır. Bu nedenle, alınacak kararın iyi ve doğru karar olabilmesi için, ekonomik anlamda çok etkin ve verimli sonuçlar doğurması ve akılcı olması tek başına yeterli değildir.
Diğer yandan, kamu görevlileri, çeşitli kararlar verirken, birbirine çok benzeyen ve aralarında seçim yapmanın gerçekten çok güç olduğu farklı seçenekler arasında bir seçim yapmak durumunda kalmaktadırlar. Karşılaştıkları bu alternatifler arasında seçim yaparken de, sahip oldukları takdir yetkilerini, bağlı oldukları norm düzenine uygun olarak kullanmaları gerekmektedir. Ancak, sadece norm düzenine uygun olarak alınan bir karar, onun iyi ve doğru karar olması için yeterli olmayabilir. Çünkü, norm düzeni, bir kararın iyi ve doğru olabilmesini ölçecek somut kriterleri belirlemek yerine, klasik anlamda “kamu yararı” kavramını bir anahtar olarak ortaya koymakta ve temel ilke olarak da kararların kamu yararına uygun olarak alınmasını şart koşmaktadır. Oysa, kamu yararı kavramının ne olduğuna ilişkin, gerek bilimsel anlamda gerekse uygulamada ortak bir tanım üzerinde anlaşılamamaktadır. Bu nedenle de, kamu görevlisinin elinde, kamu yararının ne olduğuna ve nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin somut kriterler bulunmamaktadır. Herkesin üzerinde uzlaştığı ortak ve somut kriterler bulunamadığı için de, “kamu yararı”na uygun olarak alınan bir karar, gerçekte bazı kişilere çıkar sağlamak amacıyla alınmış, yani yolsuzluk içeren bir karar olabilmekte, böyle olmasa bile sürekli olarak tartışılmaktadır. Örneğin bir özelleştirme ihalesinde, ihalenin, açık artırma sonucu en yüksek bedeli teklif eden firma yerine, üçüncü firmaya, -“kamu yararı”na daha uygun olduğu gerekçesiyle- verilmesi, kamuoyunda tartışmalara neden olmaktadır.
Sonuç olarak, kamusal bir kararın, gerçek anlamda iyi ve doğru bir karar olabilmesi için, salt ekonomik ya da yasal kaygılarla alınması yeterli olmamakta, etik kaygılar da içermesi gerekmektedir. O halde, kamu görevlisi, karar verirken, kararın sadece etkinliğini ve yasalara uygun olmasını değil, aynı zamanda onun ahlaki anlamda iyi ve doğru karar olmasını da gözetmek zorundadır. Dolayısıyla, kamu yönetiminde, gerek bir, gerekse birden fazla kamu görevlisinin katılımıyla alınan kararların, etik boyutunun ihmal edilmemesi ve etiğe dayalı bir karar verme sürecinin geliştirilmesi önem kazanmaktadır.
Etiksel Karar Verme İle İlgili Yaklaşımlar
Etiksel karar verme konusunda, ortak bir yaklaşım bulunmamaktadır. Daha önce belirttiğimiz teleolojik ve deontolojik yaklaşımlar çerçevesinde, etik açıdan iki farklı karar verme anlayışından söz etmek mümkündür. Bunlar, “faydacılık ve sonuçlara yönelme” ile “evrensel kurallara ve ödeve yönelme”dir.
Faydacılık ve Sonuçlara Yönelme
Karar vermeyle ilgili olarak ortaya konulan ilk yaklaşım, kararların muhtemel sonuçlarını öncelikle dikkate almaktadır. Bu yaklaşımın temeli, faydacı ahlak anlayışına (utilitarianism) dayanmaktadır. Faydacı yaklaşımda, karar vericiye davranışı esnasında, “mutsuzluk karşısında en büyük mutluluğu üretecek seçimi yapma” ilkesinin rehberlik etmesi gerekmektedir. Söz konusu seçimi yapmak için de, karardan etkilenen bütün çıkarların ve kararın sonuçlarının hesaplanması gerekmektedir.
Ancak faydacı yaklaşımın kamu yönetiminde uygulanması ile ilgili, bazı sınırlar mevcuttur. Herşeyden önce, mutluluğun ölçülmesi ve hesaplanması ile ilgili zorluklar bulunmaktadır. İkinci olarak, mutluluğun adil olarak dağıtılması ile ilgili problemler vardır. Son olarak, en fazla kişiye en fazla mutluluğu sağlamaya çalışırken, bazı temel ahlaki hakları ihlal etme tehlikesi bulunmaktadır. Kamu yönetiminde alınacak bir karardan, doğrudan ve dolaylı olarak birçok kişi olumlu veya olumsuz yönde etkilenmektedir. Alınan karar, bazı kişi veya grupları memnun ederken ya da fayda sağlarken, diğerlerini hoşnut etmemekte ya da fayda getirmemektedir. Diğer yandan, kamusal bir kararın, sonuçlarını kestirmek ya da nasıl sonuçlanacağını önceden belirleyebilmek de tam olarak mümkün değildir.
Dolayısıyla, kamu yönetiminde, karardan etkilenen herkesi memnun edecek ve onların tümüne fayda sağlayacak kararlar almak, hemen hemen imkânsızdır. İyi ve doğru kararın oluşmasında sonuçlar önemli olmakla birlikte, tek başına yeterli değildir. Kararın iyi ve doğruluğu ve dolayısıyla da kararı verenin sorumluluğu, salt sonuca göre belirlenecek olursa, kamu görevlileri, kararın olumsuz olarak sonuçlanabileceği kuşkusuyla, sorumluluk üstlenmekten kaçınacaklardır.
Evrensel Kurallar ve Ödeve Yönelme
Karar vermeyle ilgili ikinci yaklaşım, alternatif sonuçlar arasında bir seçim yapmaktan daha çok, kararların iyiniyetle ve belli etik ilke ve standartlara uygun olarak alınmasını sağlayacak bir karar verme sürecini öngörmektedir. Esas itibarıyla Kantçı ahlak anlayışına dayanan bu yaklaşım, kararların Kant’ın şu genel ilkesine uygun olarak alınmasını öngörmektedir: “Öyle hareket et ki, senin hareketlerinin kanunu, aynı zamanda diğer insanların hareketleri için de bir kanun ve prensip olsun”. Söz konusu yaklaşımın diğer bir hareket noktası da, yöneticinin, karar verirken kendisini karardan etkilenen vatandaşların yerine koymasıdır. Bu bağlamda Kant, etik karar verme ile karşı karşıya kaldığımızda, ahlaki ödevlerimizin ne olduğunu belirlemeye yönelik bir prosedür amaçlamaktadır.
Bu yaklaşıma yönelik olarak da bazı eleştiriler ileri sürülmektedir. Birincisi, yaklaşımın, çok özet, belirsiz ve özel durumlarda yardım edici olmadığı yönündedir. İkincisi ise, yaklaşımın, ödevlerin çatıştığı durumlarda, yol gösterici olmaması biçimindedir.
Söz konusu olumsuzluklara rağmen, kamusal karar verme sürecinin Kantçı yaklaşıma göre dizayn edilmesi, uygulama açısından daha pratik görünmektedir. Ancak böyle bir yaklaşım, sonuçları tamamen ihmal etmek anlamına gelmemelidir. Kamusal alanda verilen kararların, “en iyi” olduğundan ya da en iyi sonuçları getireceğinden emin olunmaya çalışılmalıdır. Sonuç olarak, karar alma sürecinde, etik ilke ve standartlara uygun olarak hareket edilmesi ve “kararlarda etik gerekçelendirme yapılması”, etik açıdan iyi ve doğru kararların verilmesi için yardımcı olacaktır.
Etik Karar Verme Sürecinde Karşılaşılan İkilemler
Kamu görevlilerinin, etik karar verme sürecinde, seçim yapmanın çok güç ve çetin olduğu farklı etik ikilemlerle karşılaşmaları mümkündür. Karşılaşılan farklı ikilemleri dört gruba ayırmak mümkündür:
Kamu yöneticilerinin karşılaştıkları birinci ikilem türü, önlerindeki seçeneklerin hiç birisinin tam manasıyla tatmin edici olmadığı, onların içinden en az kötü ya da diğerlerine göre daha iyi olan seçeneğin belirlenmesi durumudur. Örneğin, yıkılan bir köprünün yenisinin yapılması için açılan ihalede, ihaleye katılmak üzere başvuran firmaların hiç birisi, tam anlamıyla yeterli şartları taşımamaktadır. Ancak, yeni bir ihalenin açılması için gerekli zaman yoktur ve kararın bir an önce verilmesi gerekmektedir. Bu durumda, kamu görevlisi, yeterli şartları taşımayan firmalar içinde, diğerlerine göre en iyisini seçmek durumundadır.
İkinci ikilem türü, seçeneklerin birden fazlasının ya da tamamının kendi başına iyi olduğu ve birisinin seçilmesi durumunda diğerinden vazgeçilmesinin gerektiği bir durumdur. Burada kamu görevlisi, “en iyi”ler arasında bir seçim yapmak durumundadır. Örneğin, bir kamu görevine atamada, aynı okuldan ve aynı diploma derecesiyle mezun olan ve yapılan sınavlarda da aynı performansı gösteren iki aday arasından birisinin tercih edilmesi, böyle zor bir seçimi gerektirmektedir.
Üçüncü ikilem türü, farklı kişi ve gruplar üzerinde farklı etki ve sonuçlar doğurması muhtemel bir kararın verilmesidir. Örneğin, bir kamu arazisinin, özel sektöre yatırımı teşvik amacıyla bedelsiz olarak tahsis edilmesi, bazı yerel topluluk üyelerini çevre kirliliği açısından rahatsız edebilecek, bazılarına da yeni iş imkanları temin edebilecektir. Bazıları kararı ekonomik gelişme yönünde olumlu olarak değerlendirirken, bazıları ise kararı yolsuzluk olarak nitelendirebilecektir. Görüldüğü gibi, kamu görevlisi, muhtemel etkileri bakımından bir çok farklı değerlendirmeye konu olabilecek bir kararı, almak ya da almamakla karşı karşıya kalabilmektedir.
Kamu görevlilerinin karşılaşabilecekleri son ikilem türü, verecekleri kararın muhtemel sonucundan, kendilerinin ya da yakınlarının olumlu ya da olumsuz ve/veya dolaylı ya da dolaysız etkilenmeleri durumudur. Böyle bir durumda, “çıkar çatışması” söz konusu olmaktadır. Yani, karar alıcının bireysel çıkarları ile genel anlamda kamu çıkarı çelişmektedir. Bir kimsenin, kendi çıkarı aleyhine bir karar verebilmesi son derece güçtür. Böyle bir davranışı, ancak çok sağlam bir karaktere ve ahlaki yapıya sahip bireyler sergileyebilir. Örneğin, bir yöneticinin, kamunun yararına olarak kendi arsasının da bulunduğu bir yerin kamulaştırılmasına karar vermesi, böyle zor bir seçimi gerektiren bir ikilemdir. Böyle durumlarda, ilke olarak, karardan olumlu ya da olumsuz ve/veya dolaylı ya da dolaysız olarak etkilenebilecek kamu görevlilerinin, karar verme sürecine katılmamaları gerekmektedir.
Dostları ilə paylaş: |