Şia İmamlarını Tanıyalım
Şiîler, Ehlibeyt'ten on iki imama inanmıştır. Bu imamların ilki İmam Ali, sonra İmam Hasan, sonra İmam Hüseyin, ondan sonra da İmam Hüseyin'in soyundan olan dokuz masum evladıdır. Peygamber efendimiz (s.a.a) çeşitli münasebetlerde bu on iki imamın isimlerini saymış ve onlara işaret etmiştir. Bu isimler gerek Şia, gerekse Ehlisünnet ulemasının rivayetlerinde mevcuttur.
Bazı Ehlisünnet âlimleri bu rivayetlere itiraz ederek şöyle derler: Peygamber (s.a.a) gaipten nasıl haber verebilir? Hâlbuki Kurân-ı Kerim onun dilinden, "…Eğer gaibi bilseydim daha fazla hayır elde etmek isterdim ve bana bir kötülük de gelmezdi… "94[94] der.
Bu soruya şu cevabı verebiliriz: Bu ayet, Peygamberimizin bütün manasıyla gaip ilminden uzak olduğunu göstermez. Müşrikler Peygamber'den kıyametin ne zaman kopacağını sorduğunda bu ayet inmiştir. Kurân-ı Kerim'de şöyle geçer: "Gizliyi bilen odur, gizlediği şey de hiçbir kimseye açılmaz. Ancak peygamberlerden seçtiği müstesna; onların da önlerinde, artlarında gözetleyiciler yollar."95[95]
Bu ayet şunu gösteriyor ki Allah, seçkin peygamberlerine gaipten bilgi vermiştir. Örnek olarak Hz. Yusuf'un zindandayken başından geçen olayı gösterebiliriz. Yusuf suresinde şöyle geçer:
"(Yusuf) şöyle dedi: "Size rızk olarak verilen yemek henüz size gelmeden önce bunun yorumunu size haber vermiş olurum. Bu (yorum) Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir (bu bilgileri Rabbim bana lütfetti)…"96[96]
Ve yine Kehf suresinde şöyle geçer:
"Derken kullarımızdan bir kulu buldular ki biz, katımızdan ona rahmet ihsan etmiştik ve katımızdan ilim belletmiştik."97[97]
Bu olay Hızır (a.s) ile Musa (a.s) arasında geçmiştir. Hızır (a.s), Hz. Musa'ya gaip ilminden öğretmişti. Zira Hz. Musa o ilimler karşısında sabredememişti.
Şiî ve Sünnî Müslümanlar arasında Peygamber efendimizin (s.a.a) gaip ilimlerini bildiğine dair bir ihtilaf yoktur. Çünkü onun hayatında birçok kez gaipten haber verdiği kaydedilmiştir. Mesela şöyle buyurmuştur: "Ne şaşılacak şey! Zalim topluluk nasıl da Ammar'ı öldürecek!"
Ve yine Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurdu: "İnsanların en kötüsü senin başına bir darbe indirecek ve sakalını kana boyayacak!"
Ve yine şöyle buyurmuştur: "Oğlum Hasan, Müslümanlardan iki grup arasında barış sağlayacak!"
Ve yine Ebuzer'e şöyle buyurmuştur: "Yalnız başına, sürgünde öleceksin!"
Peygamberimizden rivayet edilen bunlar gibi birçok gaybî haber daha vardır. İşte o gaybî haberlerden biri de Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buharî'de geçen ve hadisçilerin tamamının naklettiği şu meşhur hadistir:
Peygamberimiz (s.a.a) buyurdu: "Benden sonraki imamlar on iki kişidir ve hepsi de Kureyş'tendir."
Bir başka rivayette de "Hepsi de Hâşimoğullarındandır" buyurmuştur.
Doğrularla Birlikte ve Zikir Ehline Sorun adlı kitaplarımızda, Sünnî ulemasının gerek sahih'lerinde, gerekse müsnet'lerinde bu rivayetleri naklettiklerini ve hepsinden sahih olarak söz ettiklerini belirtmiştik.
Şimdi, biri çıkar da, "Bu rivayetleri kabul etmenize ve sahih bilmenize rağmen neden on iki imamı bırakarak dört mezhebe tâbi oldunuz?" diye sorarsa, acaba ne cevap verecekler?
Cevap şudur: Selef-i Salih, ilk üç halifenin yardımcısıydı. Sakife'de önce Ebubekir'i, sonra Ömer'i, sonra da Osman'ı iş başına getiren onlardı. Dolayısıyla onlar için Ehlibeyt düşmanlığı kaçınılmaz olmuştu.
Peygamber'in (s.a.a) sünnetini yok etmek için onun yerine kendi içtihatlarını oturtmaya çalıştılar. Peygamber'den sonra ümmetin ikiye bölünmesine de bu sebep oldu. Selef-i Salih ve onların taraftarları olan Ehlisünnet ve'l-Cemaat ümmetin çoğunluğunu teşkil ederken, Ali (a.s) ve ona uyan azınlık Ebubekir'e biat etmedi. Bu tutumun ardından hakim güç onlara düşman kesildi ve onları Rafızî olarak adlandırdı.
Ehlisünnet ve'l-Cemaat asırlar boyu ümmete hükümet etmiştir. Bundan dolayı temel atıcıları Ebubekir, Ömer, Osman, Muaviye ve Yezid olan Emevî ve Abbasî hükümdarlığı döneminde hilafet mektebinin yardımcıları oldular.
Zamanla hilafet zayıf düştü ve eski değerini yitirdi. Bir süre Arap olmayanların eline geçti. Sonra da Peygamber'in (s.a.a) sünneti yavaş yavaş yazılmaya ve toplanmaya başlandı. Öncekilerin gizlemeye çalıştığı birçok rivayet ortaya çıktı. Çünkü bu rivayetleri tam olarak imha edememişlerdi.
Bugün, bu rivayetler, onlar için hayret verici bir bilmece gibi oldu. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Çünkü tarihî gerçeklere baktıklarında bunlarla inançları arasında çok farklılıklar olduğunu ve inançlarıyla bağdaşmadığını gördüler. Bu rivayetleri Ehlisünnet inancına göre düzeltmeye çalışanlar da oldu. Çaresiz, kendilerini Ehlibeyt'i (a.s) çok seven insanlar olarak göstermeye çalıştılar. Ne zaman İmam Ali'nin (a.s) adı gelse "Radiyallahu anh" veya "Kerremallahu vecheh" demeye başladılar. Böyle yaptılar, çünkü insanların onları Ehlibeyt düşmanı olarak görmesini istemediler.
Evet, Müslümanlar arasında hiç kimse, hatta münafıklar dahi Ehlibeyt'e olan düşmanlıklarını açığa vurmaktan çekinir. Çünkü Ehlibeyt'e düşmanlık, Peygamber'e düşmanlıktır. Peygamber'e düşman olan ise İslam'dan çıkar.
Bütün bunlar onların aslında Ehlibeyt düşmanı olduklarını gösteriyor. Onlardan kastım Selef-i Salih'tir. Taraftarlarının onları Ehlisünnet ve'l-Cemaat olarak adlandırdığı Selef-i Salih… Bu taraftarlar, hükümdarlar tarafından kurulan dört mezhebin takipçileri olmuştur. Dinî hükümlerde Peygamber Ehlibeyt'ine veya on iki imama asla müracaat etmezler.
Gerçek şu ki, İmamiye Şia'sı, Muhammedî (s.a.a) sünnetin asıl takipçisidir. Çünkü Şiîler, bütün hükümlerde, sahih sünneti bizzat Resul-i Ekrem'den (s.a.a) alan Ehlibeyt imamlarını (a.s) takip etmektedirler. Bu imamlar Peygamber sünnetine hiçbir şekilde şahsî görüşlerini, içtihatlarını ve halifelerin görüşlerini karıştırmamışlardır. Tarih boyunca bu, böyle süregelmiştir.
Şia, her zaman için nassa ve Peygamberimizin sözlerine bağlı kalmış, hiçbir zaman ayet ve hadis karşısında şahsî görüşlere yer vermemiştir. Peygamberimizden sonra Hz. Ali ve onun evlatlarına inanmışlardır. Çünkü her ne kadar on iki imam içerisinde amelî olarak tek hilafette bulunan İmam Ali (a.s) olsa da, Peygamberimiz (s.a.a) açık bir şekilde onları halifeleri olarak tanıtmıştır.
Öte yandan Şiîler, hilafeti zorla elde edenlerin halifeliğini kabul etmezler. Nitekim Ehlisünnet de itiraf eder ki, birinci halife ani bir şekilde iş başına getirildi. Sonra da Allah'ın ve Peygamberinin (s.a.a) sözlerine muhalif içtihatlarla halkı yönettiler. İmam Ali'nin dışında diğer bütün halifeler ya güç kullanarak ya da kendilerinden önceki halifelerin tayiniyle hilafet makamına oturdu.98[98]
Bu sebepten dolayı Ehlisünnet ve'l-Cemaat, iyi veya kötü her halifenin imametini kabullenmek zorunda kaldı. Fakat Şiîler bunu kabul etmeyerek "Ümmetin rehberliği ve yüce imamet makamı, ancak masum imamlar tarafından mümkündür" görüşünü savundu. İşte, Allah'ın Kurân'da tertemiz kıldığını ilan ettiği99[99] bu pak ve masum insanlar, Ehlibeyt imamlarının ta kendileridir.
Dostları ilə paylaş: |