İki Akliye ve Cehliyye Hakikatinin Bu Hadisi Şerifte İşaret Edilen Sıfat ve Özelliklerinin Beyanında
İmam Sadık’ın (a.s), “Şüphesiz Allah aklı yarattı” sözünde, iki önemli husus vardır ve bu hususlar akli bir gerçeğe işaret olabilir.
Birinci Husus: Yaratılma olayını akla isnat etmiş ve aklın yaratık olduğunu bildirmiştir. Bu da “emr” ve emrin düşük mertebeleri karşısında yer alan akli bir hakikate işaret olabilir. Zira, alem-i emr;1 geniş feyiz, rahmani nefes, mutlak vücut, berzahiyyat-i kübra makamı, izafe-i işrakiyye2, Muhammedi ve Alevi (her ikisine ve Ehl-i Beyt’ine selat-u salam olsun) ruhaniyetten ibarettir. Bunun bir sınırlılığı, kayıtlılığı ve zıddı yoktur ve ona sadece mecazen yaratılma isnat edilebilir. Nitekim bazı hadislerde, bu mecazi isnat ile nitelendirilmişlerdir.3 Marifet ehli ise şöyle demektedir: “Bilin ki yaratma da emir de O’nun hakkıdır.”4 ayeti bir ihtimale göre bu genişleyen işraki feyizdir. 1 Nitekim, “Allah göklerin ve yerin nurudur.”2 ayeti de içinde barındırdığı ilginç sır ve inceliklerle birlikte belki de bu hakikate işarettir. O halde ilk ruhani yaratık olan akıl hakikati; ilk tecelli ve ilahi genişleyen temiz feyiz nurunun ilk menzilidir.
Bu araştırma esasınca Hak Teala’nın aklı nitelendirdiği diğer bir sıfatın manası da açığa çıkmaktadır. O da şudur ki Allah bu hakikati, kendi nurundan yaratmıştır. Yani kendi işraki nurundan ve genişliğin feyzinden meydana getirmiştir. Zira mutlak zuhurun tecellisi ve de dayanağıdır. Nitekim, Kafi’de fiil sıfatları babında yer alan bir hadiste İmam Sadık (a.s) bu gizli anlama işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Allah meşiyyeti bizzat yarattı, sonra da eşyayı meşiyet ile birlikte getirdi.”3
Hadis-i Şerifteki meşiyetten maksat, belki de bu genişleyen işraki feyizdir ve o da göklerin ve yerin nurudur. “Bizzat” ifadesinden maksat ise, Hak Teala’nın aracısız zati tecellisidir. Zira tecelli eden akli veya akli olmayan gerçekler, tüm tecelliler ve sınırlılığıyla mukaddes zata ait olamaz. Zira, yaratık olmayı gerektiren bu zati bağlılık sınırlılık ve teceli içinde olduğu zaman, tecelli eden ve yaratıcı hakkında sınırlılığa neden olmaktadır. Allah ise bundan münezzehtir.
O halde Hak Teala’nın zati tecellisi ve mutlak cemalinin zuhur eden nuru, feyz-i mutlak ve işraki meşiyettir ve bu beyanla da nurun bizzat kendisidir. İhtimal üzere hadiste, “Şüphesiz Allah, aklı yarattı ve akıl ruhanilerden yaratılan ilk varlıktır. Allah onu arşının sağından, kendi nurundan yarattı” cümlesinin manası da, Allah’ın aklı kendi işraki nurundan ve mutlak genişleyen feyzinden yaratmış olmasıdır.
Bu beyan üzere, Allah meşiyyeti bizzat yarattı hadisindeki sorun da ortadan kalkmaktadır. Dolayısıyla da değerli araştırmacı Mir Damad’ın4 uzak ihtimaline –Allah yüzünü şad eylesin- değerli araştırmacı “Feyz”in1 garib tevillerine2 ve de bilgili muhaddis Meclisi’nin3 ilginç tevillerine4 gerek duymamaktayız. İlginç olanı da şudur ki büyük İslam filozofu Sadr’ul-Müetellihin5 (r.a) de bu hadis hususunda marifet ehli ve kalp ashabının görüşünden o meslek ve meşrebin kanıtı olan bu hadisi başka bir şekilde tevil etmiştir.”6
Biz ise, Misbah’ul-Hidaye7 adlı kitabımızda, bunun büyük filozofların ve yüce ariflerin arasını bularak, “ilk yaratık” hakkında yeterli açıklamalarda bulunduk. 1 Bu konuda hakkında bilgi edinmek isteyen kimse, o kitaba müracaat etmelidir.
“Şüphesiz Allah aklı yarattı” cümlesindeki ikinci husus ise, aklın yaratılmasının Allah’ın en kapsamlı ilmi ve de ehediyet-i cem makamının sahibi olan Allah ismine isnat edilmesidir. Bu ise, belki de ilk aklın aynasındaki tecellinin bütün boyutlarıyla ve akli hakikatiyle yaratışsal tecelliler mertebesinde tam zuhur ve tüm zuhur olduğuna işarettir.
Velhasıl hadisin bu cümlesinin anlamı, “Şüphesiz ilmi Allah nezdindedir” şöyledir: “Yüce ve celil olan Hak Teala’nın mukaddes zatı, İsm-i A’zam ve ehdiyeti cem makamıyla tecelli hasebiyle, mutlak feyz-i akdes, zuhuru ve tüm boyutları ve kapsamlı makamıyla ilk akıl aynasındaki aracılığı makamıyla tecelli etmiştir. Bu yüzden ilk yaratığın, son Peygamber’İn mukaddes nuru olduğunu söylemişlerdir ki o da İsm-i A’zam’ın zuhur merkezi, cem ve cem’ul-cem makamının teceli aynasıdır. Nitekim Allah Resulü (s.a.a) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “İlk yaratık benim nurumdur.”2
Bazı rivayetlerde ise şöyle yer almıştır: “İlk yaratık benim ruhumdur.”3
Aklın ikinci özelliği ise ruhani varlıklardan ilk yaratık oluşudur. Ruhani varlıklardan mutlak ilk varlık oluşudur. Zira ruhani olmayan varlıklar, ruhani olan varlıklardan sonra yaratılmıştır.
Ruhani varlıklardan maksat ise ya uzunluğuna veya enine akli alem ve kutsal akıllar cümlesidir ve ruhlara isnat ile haklarında ruhani tabirinin ifade edilmesi de bir tür tecrittir; ya da ruhanilerden maksat, bütün soyut alemlerdir. Dolayısıyla haklarında kullanılan ruhani ifadesi de ya tecrit ya da tağlib4 esasıncadır. Ruhani alemin diğer varlıklardan önceliği ve en büyük aklın diğer varlıklardan önceliği, hususunun açıklamasını ise diğer akli kitaplara bırakıyoruz. 5
Aklın üçüncü özelliği ise, arşın sağından yaratılmasıdır. Bu car-u mecrurun ait bulunduğu kelime hakkında birkaç ihtimal vardır. Birinci ihtimale göre, “halak’el-akle” (aklı yarattı) cümlesindeki “halaka” kelimesi bu car-u mecrurun ait bulunduğu kimsedir ve dolayısıyla da mana şöyle olmaktadır.”Allah aklı arşın sağından yarattı, dolayısıyla, “ve o ilk yaratıktır” cümlesi ise car ve mecrur arasında yer alan ve hal beyanında bulunan cümledir. Bu yorum yazara göre daha uygundur. Bunun sebebi ise ileride açıklığa kavuşacaktır.
İkinci ihtimale göre ise, “ilk yaratık” kelimesine aittir. Elbette bu da ruhanilerden maksadın, bütün akli olan ve olmayan bütün soyut varlıkların kastedildiği durumda geçerlidir. Yani, “ruhani varlıklar cümlesinden arşın sağından yaratılan ilk varlıktır” anlamını ifade etmektedir.
Üçüncü ihtimale göre ise ruhaniler, “kelimesine aittir. Yani ruhani varlıklardan ilk yaratıktır ve o ruhanilerin tümü arşın sağından yaratılmıştır. Bu durumda ise ruhanilerden maksat, akli alemdir. Bu iki ihtimali bazı büyük şahsiyetler zikretmişlerdir. 1
Bilmek gerekir ki, arşın çeşitli anlamı ve örnekleri vardır. Bunlardan bazısı rivayeti şerifelerde beyan edilmiştir. 2 Diğer bazı anlam ve örnekleri ise, marifet ehlinin diliyle zikredilmiştir. Tıpkı, her şeyi ihata eden cisim3, bütün alem4, ilim5 veya Peygamberlere ve hüccetlere verilen ilimdir. 6
Allah-u Teala’nın “Rahman arşa hükmetmektedir”7 sözüyle uygun olan anlamlardan biri de, rahmanın istiva yeri olan genişleyen feyiz ve ilahi saltanatının zuhur ettiği tecelli yeri oluşudur. Bu anlamdan da anlaşılmaktadır ki, yaratığın akli hakikati, arşın sağından oluşudur ve ilk tecelli hakka daha yakındır ve diğer cilvelerden daha öncelikli bir tecellidir. Zira onun sağ taraftan oluş boyutu vardır ve bir itibara göre de Allah’ın elidir. İşte bu feyiz kesret görüşünde sağ ve sol olarak ortaya çıkmaktadır. Vahdet görüşünde ise, “iki eli de sağdır”8 hakikatini ifade etmektedir. Arşın bu anlamı esasınca İmam Sadık’ın (a.s), “nurundan” ifadesi de nuru, fiili tecelli anlamını alacak olduğumuz taktirde arşı beyan etmektedir. Ama eğer nuru, zati tecelli anlamında alacak olursak, kalem ve beyanın izahtan aciz olduğu tecrid ve tevhidin gayetine işaret etmektedir. Bu açıdan bu hadis, çok zor hadislerden biridir. İzhar edilmesi ise sırrı ifşa etmektir. İşte bu da hadis-i şerifin işaret ettiği aklın dördüncü özelliğidir.
Aklın beşinci özelliği ise önceden de işaret ettiğimiz gibi aklın genişleyen nurdan ve izafe-i işrakiyyeden yaratılmış olmasıdır. Oysa bütün varlık alemi, genişleyen feyzin zuhurudur ve de işraki feyzin tecellisidir.İlk aklın veya akıllar topluluğunun ona özel kılınması, belki de şu konuyu ifade etmek içindir: Akli alem bu feyzin ilk ve tam tecellisi ve diğer varlıklar ise araçlar ve vasıtalardan ibarettir. Bu açıdan onlar, yakınlık, uzaklık ve araçların azlığı ve yokluğu hasebiyle zulmetlerle karışık nurlardır. Dolayısıyla vahdet ve cem görüşü dışında onların yaratılışının hakkın nuruna isnat edilmesi mümkün değildir ve o kesrete bakış olan yaratışın ötesinde bir şeydir.
Biz Allah’ın izniyle bundan sonra bu kitaba uygun bir şekilde aklın diğer özelliklerini ve sıfatlarını zikredeceğiz. Aklın hakikati ve sıfatları hakkında buraya kadar zikredilen şeyler ise, cehalet hakikati ve sıfatları ile kıyaslandığında kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Bundan önce ikinci makamda da zikredildiği gibi tümel cehaletin hakikati, tümel aklın karşısında yer alan ve de büyük alem vehmi olan tümel vehimdir. Zatı gereği, kötülüğe, yalana, yanlışa ve fesada meyillidir. Düşük alemlerdeki tikel vehimler de o batıl hakikatin bir düşük mertebesidir. Belki de Resulullah’ın (s.a.a) meşhur olduğu üzere, “şüphesiz şeytan, tıpkı kan gibi insanın damarlarında cereyan eder.”1 hadisi de tümel vehmin tikel vehmi ihata ettiğine veya büyük İblis’in sonucu ve mazharı olan tikel vehime işarettir.
Dostları ilə paylaş: |