ONLAR BUGÜNÜMÜZDÜR AYNI ZAMANDA:
ÇOCUKLARlMIZ
Çocukları İnsan yerine Koymak:
Derdimizdir. Hem de büyük derdimiz: insanımızı en iyi biçimde nasıl yetiştirebiliriz?... Gençliğimizi geleceğe en iyi biçimde nasıl hazırlayabiliriz?
Bu soruların, "güncel" amacını, içeriğini duymazdan gelerek, ileriye dönük, uzun erimli bir bakışla yanıtlanması gerektiğine inanıyor ve şunu söylüyorum: Çocuklarımızı önemseyerek!
"Önemsemek..." İçi boş olmayan bir sözcük bu, çağrışımı zengin.
Ve "çocuklarımızı!..." diyorum önce.
Çünkü çocuk yalnızca "yarının büyüğü" değildir. O aslında bugünün en önemli toplumsal unsurudur. Onu, onun bugününü, "yarının büyüğü" diye diye gözardı ediyoruz gibi geliyor bana. Öyledir de...
Çocukların sokaklarda top oynamak zorunda kaldığı, okula gidecek yerde atölyelerde telef olduğu, gönlünce bisiklet binemediği, çocuk parkı, çocuk kitaplığı gibi yerlere ulaşabilenlerin sayısının çok az olduğu, çoğu zaman isteklerinin karşılanmadığı; gezmesinin, "yerli yersiz" konuşmasının, gülmesinin, oynamasının çeşitli gerekçelerle ("ayıptır", "günahtar" vb.) yasaklandığı; sürekli dövüldüğü, sövüldüğü, itilip kakıldığı ülkelerin tersine Hamburg'da çocuklar kış gününde (suyla) bile oynayabilmektedirler. Islanabilmekte, üstünü başını dilediğince kirletebilmekte, canının çektiğince eğlenebilmekte; kısacası, çocukça özgürlüğün tadını çıkarabilmektedirler.
Bunlar böyle büyüyecek ve ülkelerine, kazandıkları bu bakış açısının gerektirdiği biçimde ve düzeyde katkıda bulunacaklardır. Ya bizim çocuklarımız?.. Bu iş böyledir, öyle ya.
Bir de anne-babalar var elbet orada. Eyüp sabrıyla izleyen, dövüp sövmeyen. Kutlamalı onları, övmeli.
İlginçtir değil mi sevgili okurlarım; insan sıcağını, dostluk ilişkilerini, analık şefkatini, babalık sevgisini en güzel bizim yaşadığımızı, yansıttığımızı sanıyoruz. Çünkü hep böyle söylendi, yazıldı. Aslında doğru... Ama öylesine "körebasma, yüzeysel" bir sevgi, saygı ki bizimki, öylesine bilinçten yoksun ki, doğru olmasının bir anlamı kalmıyor. Dengesini baskıyla, şiddetle kurabilen; bunlara yaslanarak ayakta durmaya çalışan bir duygular karmaşası.
Çocuklara Konuşma Hakkı:
"Konuşmak..." Bu bağlamda çok önemli olduğuna inandığım bir kavram. Anne-baba, çocuk ilişkisinin temel taşı. Bakıyorum burada bu işi çok iyi yapıyorlar. Her yerde konuşuyorlar, herkesle... Anne-babalar çocuklarıyla, öğretmenler öğrencileriyle... Hem de her şeyi... Yasaktır, ayıptır, günahtır gibi hoşgörü yoksunu, çağdışı kavramların ardına saklanmadan. Ve yaşamın güçlüklerine karşı hazırlıyorlar onları. Örneğin kış günü bile bebeklerin elleri, yüzleri örtülmez. Örtülmediği gibi bisikletin sepetinde kilometrelerce gezdirilir. Bakarsınız bebeğin eli, yüzü soğuktan kıpkırmızı olmuştur. Ama bilinir ki o buna hazırdır, hazırlanmıştır, hazırlanmak zorundadır. Ya da merdiven inilip çıkılacaksa örneğin çocuk kendi başına, anne babadan bağımsız olarak yapacaktır bunu... Onların dikkatli gözetiminde elbet.
Yalnızca sabırlı oldukları için değil, aynı zamanda çocuklarını "önemsedikleri" için kutluyorum Almanları. Özellikle de onlara, geniş olanakları bulunan, özgürce devinebilecekleri oyun alanları, parklar, okul bahçeleri, ana okulları, kreşler yaptıkları için...
Hamburg: "Çocukların Kenti"
Böylece Hamburg'a ilişkin tanımlarıma bir yenisini daha ekliyorum. Hamburg: "Çocukların Kenti". Gerçekten bu kent bu tanımı da hakediyor. Çünkü her şeyden önce çocukları "önemsiyor". Hem öyle çok önemsiyor ki, isteyen her çocuk istediği an herhangi bir oyun alanına, çocuk parkına ve hatta yüzme havuzuna ulaşabiliyor. Hem de her biri çocuk psikolojisi verilerine göre, bilimsel anlayışla düzenlenmiş, donatılmış. Aletli, kumlu, lastikili …
Bunları anlatmalıyım. Avrupa kültürünün önemli bir parçası olan bu kültürü elimden geldiğince, ayrıntılarına varasıya anlatmalıyım. Çünkü inancım odur ki, sıkça sözünün edilmesine karşın bu kültürü “çok boyutluluğu” içinde anlatan da olmadı, anlayan da. Belki bu bağlamda bir katkım olur. Şimdi çocuk oyun alanları ile ilgili bazı ipuçlarına geçiyorum.
Çocuk Oyun Alanları:
Bir çıkrık koluna bağlı olarak dönen, kol kalınlığındaki helezonik bir borunun, çocuğun da katılımıyla (bu bir doğa-insan işbirliği organizasyonudur) suyu çekip olduğundan yüksek yerlere taşıyabilmesi, değil oynayan çocuğu, beni bile eğlendirdi, düşündürdü: Bu olay nasıl oluyor acaba? Çocuk elbet bir gün bu soruyu keşfedecek, soracak, yanıtını düşünecek, belki de oracıkta bulacak, sevinecek; böylece yaratıcı yeteneği depreşecek, özenecek, yeni seçeneklere doğru kanat açacak. Kimbilir... Ama eğer bu örnekte olduğu gibi yaşıyor ve yapıyorsa neden olmasın?
Kalın halattan örülmüş birer çocuk adımı genişliğinde iri gözenekleri bulunan ağdan tırmanma yarışı çocuklara büyük heyecan veriyor; dayanma ve savaşım gücünü arttırıyor. Çocuk bu işi yaparken çeşitli seçeneklerle karşı karşıyadır. Ağın gözeneklerine basarak yan yan gidebilir, dik ya da çapraz tırmanabilir, aralardan ileri geri geçebilir vb. Demek ki seçenekleri değerlendirme şansı da sunulmuştur kendisine. Böylece düşünme, seçme, karar verebilme yeteneği gelişecek, ulaştığı her başarı onun yaşama sevincinin artmasına neden olacaktır. Ne güzel!
Bir başka bölümde, asılı halatlar var. Oldukça da sık... Salıncak gibi. Sicimler kalın ve sert, ama orta yerine çocuklar oturacak ya incinmesin diye (ayrıntılarda "önemseme"nin yeri) plastik kaplanmış. Çocukların kimisi tek düze sallanıp dururken, örneğin bir başkası salıncaktan salıncağa geçebilme oyunu oynuyor. Bunun için kendi çapında seçenekler ve çözümler üretiyor, sentezler yapıyor.
Zincirlerle asılı merdivenleri de anlatmalıyım. Oldukça ilginç geldi bana. Çapının on beş, genişliğinin altmış santimetre kadar olduğunu düşündüğüm merdiven basamakları yuvarlak ağaçtan yapılmış. Bu ağaçlar iki başından zincirle asılı ve sıkça elbet. Ama her birinin bir miktar dönebilme ve salınabilme yeteneği de var. Çocuk bütün bunları sezmek, görmek, hesaplamak ve bu devinimler arasında bir denge kurarak merdiveni tırmanmak zorundadır.
Dikkat ettim çocuk oyun alanlarında beton denen nesne yok, taş yok. Kum, lastik, plastik ve ağaç kullanılmış. Tahtadan yapılma dehlizli yollar bir başka örnek. İnişli çıkışlı sağa, sola dönen, bazen yerinde devinen, daralan, genişleyen yollar. Alçalan, kapanan kapılar, dikey, yatay tünelleri olan bir kompleks ki, oldukça da sevimli. Burada örneğin çok güzel grup yarışmaları yaptırılabilir. Ya da her çocuk kendisi için bir oyun oynayabilir. Her iki durumda da çocuk oldukça mutlanır, sevinir. Özgüven kazanır.
Makaraya asılarak kayma oyunu da çok ilgisini çekiyor çocukların. Ama makaraya ulaşabilmek için, sarkıtılmış urgandan, büyük bir çaba gösterilerek tırmanmak gerekiyor. Az eğimle gerilmiş halattan karşı yakaya kaydıktan sonra, yere inebilmek için de aynı yöntemi uygulamak zorunluluğu var. Çünkü başka türlü inmenin olanağı yoktur, urgandan aşağı kayarak...
Daha küçükler içinse örneğin sallanan lastik yol... Yerde, kumun üstünde bile dengesini güçlükle sağlayabilen, yürümeye yeni başlamış bebekler içindir bu yol da. Genişliği yaklaşık bir metre, uzunluğu yaklaşık yedi sekiz metre ve kum tabandan yüksekliği de yirmi otuz santimetre kadardır. Bir lastik levha... İki ucundan ve orta yerinden esneyebilecek gerginlikte tutturulmuş lastik yol. Örneğin çocuğun biri birinci bölümdeki yolda bir zıplama denemesi yaptığında öbür bölümdeki yolda ayakta duranın işi güçleşiyor. Düşecek oluyor, denge arıyor, dengeyi buluyor ya da bulamayıp takla makla düşüyor. Öyle ya da böyle, bütün sonuçlar onlar için oldukça eğlendirici ve yararlı oluyor.
Bu örnekleri alabildiğine çoğaltabilirim. Gerektiğinde rahatça yapabilirim bunu. Çünkü öylesine çok çeşitli oyun araçları, kompleksieri var ki... Ama şimdilik bunlarla yetinmek istiyorum.
Çocuklarımız Geleceğimizdir;ama:
Çocukların bugün "anlaşılması" ve "önemsenmesi"yle ilgili ısrarımı, bu doğrultuda gördüğüm her güzelliği sık sık dile getireceğim. Çünkü ben, bizim kuşağımız da dahil olmak üzere eski kuşaklar gibi bedensel ve tinsel sağlığı (bilimsel alanda) dengeli olmayan insanların yetişmesini istemiyorum. Aklı eren, dili dönen hiç kimse istemez elbet. Ama yalnızca böyle bir düşünce içinde olmak yetmiyor. Israr etmek, bunun için yeni formüller üretmek, seçenekler getirmek gerekiyor.
Dışarıda durup bu ayrıntılardan baktığımızda, bizim bu alandaki eksikliklerimizin, yanlışlarımızın diğer alanlara göre daha çok olduğunu kolayca görebiliyoruz. Arkadaşım Ferhat'ı çok iyi anlıyorum: "Neden burada böyle de, bizde değil?" Elbet bu sorunun da bir yanıtı vardır. Ama inanıyorum ki bütün bu güzelliklerin, artıların temelinde yatan kavram "demokrasi" ve onun ürünü olan "demokratik yaşama biçimi"dir.
Çocuklar İçin de Demokrasi:
Demokrasi; özgür yaşamın iç dinamiğidir insanları yaratıcı kılan, bu yeteneğin gelişmesini, işe yaramasını sağlayan.
Bu dinamiktir her zaman dinamik sorular soran.
Bir çocuk parkının bu anlayışla düzenlenmiş, donatılmış olması, "çocuğun iyi algılanmış ve önemsenmiş" olması anlamına gelir ki, "çocuklar geleceğimizdir" gibisinden ayağı yere basmayan, yani hep sözde kalan ütopik söylemlerin iki yüzlülüğünü de kanıtlamış olur.
Kısacası, demokrasi bu ya, çocuğa, Anadolu'daki söylemle "höst!" demeyeceksek, onun dinamizmini, onun dinamizminden doğan gereksinmelerini dinamik biçimde algılamak ve dinamik çözümler bulmak zorundayız. Bu da çok seçenekli, çok sesli dinamik bir yapıyı gerektirir.
Çocuklarımız için bari... Çünkü onlar "bugünümüzdür" aynı zamanda: Demokrasi!...
GEMLİK’TEN EDEBİYATA BİR YOL VAR:
ZEYTİN DALINDAN
Gemlik’i bilmeyen yoktur ülkemizde. Eski adıyla “Sahil Bursa”… Bursa yöresinde kurulan en eski kent… En eski adıyla da Kiyos. Herkül’ün uğrak yeri. İncir Limanı’nın tarih olduğu Kilyos Körfezi’nin en doğu ucunda ışıldayan soluk bir ışık. Kuzeyini Samanlı ve Katırlı dağlarının, batısını Marmara Denizi’nin süslediği, bir zamanlar İmralı Adası’nın ünlü konuklarından Yılmaz Güney’in gecelerini onurlandırdığı kuş yuvası…
“Gemlik’e doğru denizi göreceksin, sakın şaşırma” demişti ya Orhan Veli; Gemlik’i yazın tarihine böylece yazarak kutsamıştı ya; biz de onun adını yaşatmalıydık. Bu yüzden, her şeyden önce “Gemlik’e doğru…” diye başladık. Bir de zeytini önemliydi Gemlik’in. Barış simgesi zeytin dalı adı da geçmeliydi tasarının uygun bir yerinde. Böylece adı bulunmuş oldu:” Gemlik’e Doğru…” Zeytin Dalı Edebiyat Günleri.”
Bir taslak program ve tahmini bütçe yazdıktan sonra Gemlik Belediye’sinin yolunu tuttuk. Başkan Fatih Mehmet Güler, buluşma isteğimizi kabul etmişti çünkü. Kısa adı Buyaz olan Bursa Yazın ve Sanat Derneği Başkanı olarak ben, Başkan yardımcım Nursel Aras Yazarlar Sendikası Bursa Temsilcisi şair Hilmi Haşal, Buyaz adına görüşmeleri yürütecek olan Emre Gümüşdoğan ve Başkan Fatih Mehmet Güler, Başkanın makam odasında oturup konuşmaya başladık. Doğrusu yaşamımda ilk kez söylenenleri anında algılayarak tepki veren ve aklına yatan konularda ilkeler ileri süren bir politikacıyla karşı karşıyaydık. Görüşmemiz kırkbeş dakika sürdü. Bu süre içinde ziyaretimizin içine giren, çıkan olmadı, telefon bağlantısı kurulmadı. Ama o kısacık süre içinde aylar sürecek yazın-sanat programları kararlaştırıldı.
“Gemlik’e Doğru…” Her Ay Bir Edebiyatçı Konuk
Gemlik, tarihinde ilk kez yazın etkinliklerine sahne olacaktı. Geleneği yoktu, halk alışkın değildi. Bu yüzden önce kitlesel katılımı sağlayacak etkinlikler düzenlemeli; okuru, dinleyicisi olan yazıncıları davet etmeliydik. “Her Ay Bir Konuk” başlıklı etkinliklerimize giden yol bu karardan geçmişti. Kasım ayında Ataol Behramoğlu ile başlayan etkinlikler Cezmi Ersöz, Sunay Akın ve Nihat Behram’la sürdü. Amaçlanan gerçekleşmiş etkinlikleri binlerce Gemlikli izlemişti.
“Gemlik’e Doğru…” Orhan Veli Kanık Şiir Ödülü.”
İkinci önemli kararımız, Orhan Veli adını yaşatabilmek amacıyla bir şiir ödülü koymaktı. “Gemlik’e Doğru…” Orhan Veli Kanık Şiir Ödülü.” Başkan bunu da sevinçle karşılamış, gereğinin yapılmasını belirtmişti. Uluslararası PEN Türkiye Merkezi, Edebiyatçılar Derneği ve Yazarlar Sendikası’nın sitelerinde yayımlanan, tüm üyelerine duyurulan yarışmaya, otuz beş yaş sınırı konmasına karşın yüz elli sekiz dosya katıldı. Şaban Akbaba, Hilmi Haşal, Nuri Demirci, Fikret Çolakoğlu’dan oluşan ön seçici kurul dosyaları inceledi ve asıl Seçici Kurula göndermek üzere onyedi dosya seçti. Ayten Mutlu, Ataol Behramoğlu, Veysel Çolak, Şeref Bilsel, İhsan Üren, Fikret Çolakoğlu ve Emre Gümüşdoğan’dan oluşan Seçici Kurul, ödülü, Engin Özmen’in “Bakarsan” adlı dosyasına vermeyi uygun gördü.
Son olarak da “Gemlik’e Doğru…” Zeytin Dalı Edebiyat Günleri…” İki, üç gün sürecek, ciddi yazın etkinlikleriyle ve yazının gözde isimleriyle Gemlik’e yepyeni bir hava getirecekti. Öyle oldu.
“Gemlik’e Doğru…” Zeytin Dalı Edebiyat Günleri:
Bu etkinliklerin önemli halkalarından biri de “Gemlik’e Doğru…” Zeytin Dalı Edebiyat Günleri…”ydi.. Yine Gemlik Belediyesiyle Bursa Yazın-Sanat Derneği’nin 9-10-11 Nisan 2010 tarihlerinde ortaklaşa düzenledikleri etkinliklerde Gemlik, tarihinin en kalabalık şair, yazar ve eleştirmenini ağırladı.
Etkinlikler Gemlik Belediye Başkanı Fatih Mehmet Güler ve Bursa Yazın ve Sanat Derneği Başkanı Şaban Akbaba’nın konuşmalarıyla başladı. Başkan Fatih Mehmet Güler’in konuşmasının temel izleği Gemlik’in kültürlenmesi; edebiyat ve sanat dünyasıyla, kültürüyle, ürünleri ve üreticileriyle sık sık buluşması gerektiğine dairdi. Orhan Veli’yi, o ünlü dizeleriyle anarak, Gemlik adına ona sahip çıkılmaya başlandığının göstergesi diye onun adına bir şiir ödülü koyduklarını söyledi ve bu tür etkinliklerin sürdürüleceğine dair muştu verdi. Güleryüzle, onurlandırıcı sözlerle selamladı şair, yazar, eleştirmen konuklarını ve Gemlikli izleyicileri.
Başkan’dan sonra sıra bana gelmişti. Açış konuşmamı, edebiyat ve sanatın bireysel ve toplumsal yaşamdaki anlamı, önemi, işlevi üzerine odaklamıştım. Birkısmını, edebiyatın ve sanatın önemini kavramış ya da bu anlamda çabası, isteği olan sanat ve insansever dostlara mektup olarak da ilettiğim konuşma metnim şöyleydi:
Sevgili Dostlar, merhabalar, “Gemlik’e Doğru…” Zeytin Dalı Edebiyat Günleri’ne hoş geldiniz…
Hata yapan sürücüyü uyaramıyoruz; en büyük öfkesini kuşanarak levyeyle geliyor üstümüze. Düğünde silah sıkanı, futbol sevincini sağ sola ateş ederek kutlayan fanatiği, sokaklarımızı ürperten boynu zincirli magandayı, işçisini tokatlayan kaportacıyı uyaramıyoruz; uyardığımızda bin pişman ediyorlar. Hiçbir düşünceyi karşıtlarıyla tartışamıyoruz, partisine, futbol takımına, ideolojisine tapınanı hoşgörüye çağıramıyoruz; anında yaftalar yapıştırıyorlar suratımıza. Oluşturulan linç kültürünün ve maddi değer tutkusunun bir sonucu olarak herkes yalnızca kendini beğeniyor, kendinden başkası; “öteki”, hatta “düşman”… Kısacası insanımız cinnet geçiriyor; sinirler gergin, duygular bedbin.
Ve Alman şairi Henrich Heine şöyle dedi: “Nerede kitaplar yakılırsa orada bir gün insanlar da yakılabilir.” Öyle oldu, onun bu sözünden yetmiş yıl sonra ülkesinde hem kitaplar hem de insanlar yakıldı. Ne yazık ki ülkemizde de benzeri durumlar yaşandı; kitaplar yakıldı, gencecik insanlar yaşı büyütülerek idam edildi; ozanlar, şairler, yazarlar ateşe atıldı. Üstelik tehlike sürüyor.
En yeni, en son, en derin bunalımını yaşayan emperyalizmin ve kapitalizmin diğer adıdır cinnet; iştahları kabarık, her gün bir yenisini sahneledikleri soğuk-sıcak savaşlar içimizde ve yanıbaşımızda.
Tam da burada, belirleyici olanın ekonomik altyapı olduğu bilincini aklımızda tutarak, sanatın gizilgücüne, gizemli atmosferine girmeliyiz. Şiire, öyküye, romana, resme, heykele, operaya, baleye… Bilinen en genel doğru, sanatın varlık nedeninin estetik, varlık gerekçesinin de; yaşamı, içine güzellikler katarak yeniden üretmektir. İpekböceği gibidir; kozasını örerken kendini yadsır, ama ipeğini örer. Arıya benzer; her biri bir başına zehir, tuz, asit v.b olan özsuları toplayıp bal yapar. Ürettiğinin adı ipektir, baldır; şiirdir, öyküdür, resimdir, romandır, müziktir, heykeldir; yani ki güzel olandır; üreticisinin adı da sanatçıdır... Baldır-bacak, acılı arabesk taciri değil, insana, topluma, yaşanan acılara sırtını dönmüş büyük bir egosantrik hiç değil; şairdir, yazardır, ressamdır, heykeltıraştır, kompozitördür…
Sanat, daha çok duygu yanından doğar sanatçısının ve daha çok duygularına seslenir alıcısının. Duygular ki ham haliyle kin, öfke, nefret, saldırganlık gibi bencildir, yabanıldır. Onların eğitilmesine, ehlileştirilmesine ve böylece insanı sevgi, saygı, hoşgörü gibi güzel duygularla besleyerek onun daha mükemmel bir insan, yaşamının da daha zevkli, daha renkli olmasına katkı yapar.
Bu anlayışla Ekim ayından beri Gemlikte bir dizi etkinlik gerçekleştirildi, gerçekleştiriliyor. “Her Ay Bir Edebiyatçı”, “Gemlik’e Doğru… Orhan Veli Şiir Ödülü”… ve bugün başlayarak üç gün sürecek, (on beş etkinlikte 41 (kırkbir kere maşallah) şair-yazarın katılacağı) “Zeytin Dalı Edebiyat Günleri…” gibi.
Kısa adı Buyaz olan Bursa Yazın ve Sanat Derneği adına teşekkürümüz var elbet. Yalnızca Buyaz adına değil, ülkemiz Bursamız, Gemliğimiz, geleceğimiz adına da…
Öncelikle, Gemlik’in kültür-sanat belleğinde, erdem tarihinde yerini alacak olan bu etkinliklerin gerçekleşmesi için maddi-manevi desteğini esirgemeyen Gemlik Belediye Başkanı Fatih Mehmet Güler’e ve ekibine…
Sanat üreticisi olmakla kalmayıp davetimizi kabul ederek buralara kadar gelen yazar örgütlerimize ve onların Genel Başkanlarına…
“Gemlik’e Doğru…” Orhan Veli Şiir Ödülü’nün Seçici Kurulu’na…
Sevgili şair-yazar konuklarımıza ve doğrudan emek veren Belediye Meclis Üyeleri ve çalışanlarına……
Bu gibi etkinliklerde üretilen, paylaşılan etik ve estetik değerlerin çoğalmasına katkılarından ötürü “Gemlik’e Doğru…” Zeytin Dalı Edebiyat Günleri izleyicilerine…
“Gemlik’e Doğru…” Zeytin Dalı Edebiyat Günleri daha ilk yılında edebiyat dünyamızca bilinir, görünür oldu, büyük bir saygınlık kazandı, Gemlik’in saygınlığına saygınlık ekledi.
İnsanlığa doğru atılmış önemli bir adım anlamındaki bu etkinliklere verdiğiniz emek, zaman, katkı, destek boşa gitmeyecek. Saygılarımla…”
Onaltı bölümde kırkbir şair, yazar, eleştirmen ve akademisyenin yer aldığı etkinliklerin en ilginç yanlarından biri de Türkiye’deki üç büyük yazar örgütünün Genel Başkanlarının bir panelde buluşturulmasıydı. Gemlik Belediyesi Sosyal Yaşam Merkezi’nde gerçekleştirilen “Edebiyat ve Zeytin Dalı” başlıklı panelde İnci Aral, Gökhan Cengizhan ve Enver Ercan yazın-barış ilişkisini, etkileşimini konuştular.
Veysel Çolak’ın yönettiği şiir dinletisinde Bursa’da yaşayan şairlerden Nuri Demirci, Hilmi Haşal, Emre Gümüşdoğan, Metin Güven, Süreyya Güven, Hüsam Kurt, Mustafa Muharrem, Güney Özkılınç, Cüneyt Özkurnaz, Betül Yazıcı ve Halime Yıldız şiirlerinden örnekler sundular.
Gemlik Belediyesi Sanat-Kültür Derneği Türk Sanat Müziği Konserinin renklendirdiği ikinci gün etkinlikleri de Gemliklilerce ilgiyle izlendi. Konserden sonra, yoğun bir katılımın olduğu “Şiirimize Akademik Bakış” konulu panelde Mehmet Can Doğan, Erdoğan Kul ve Baki Ayhan T. şiirimize dair çalışmalarından örnekler vererek şiirimizin sorunlarını tartıştılar.
İkinci şiir dinletisi de Bursa dışından gelen şairler tarafından gerçekleştirildi. Dilek Görgülü’nün gitarı eşliğinde şiirlerini seslendiren şairler arasında da şu isimler vardı: Ataol Behramoğlu, Şeref Bilsel, Gökhan Cengizhan, Mehmet Can Doğan, Betül Dünder, Enver Ercan, Erdoğan Kul, Ayten Mutlu, Çiğdem Sezer, Eşref Yılmaz ve Baki Ayhan T.
Aynı günün akşamı Manastır Kültür Merkezi’nde yapılan “Gemlik’e Doğru…” Orhan Veli Kanık Şiir Ödülü” töreninde ödül plaketini ve 3000 TL değerindeki para ödülünü Müşfik Kenter’in elinden alan genç şair Engin Özmen, “ödülümü Müşfik Kenter gibi büyük bir sanatçının elinden almak benim için onur,” diyerek heyecanını, sevincini paylaştı. Hınca hınç dolu salondaki ödül töreninden sonra sahne alan Müşfik Kenter “Bir Garip Orhan Veli” adlı tek kişilik oyununu sergiledi.
Üçüncü gün İznik Gezisiyle başladı. Roma Tiyatrosu, Yeşil Cami, çini atölyeleri, İznik Surları, İznik Gölü ziyaretleriyle süslenen “Gemlik’e Doğru…” Zeytin Dalı Edebiyat Günleri…” Şaban Akbaba, Nursel Aras, Aysel Karaca, Halil İbrahim Özcan, Hasan Özkılıç, Şafak Pala, Serap Gökalp ve Pelin Yılmaz’ın öyküleriyle devam etti. Bu etkinliğe de Özcan Karabulut katılamadı.
Son etkinlik “Öykümüzde Nezihe Meriç Esintisi” başlığını taşıyordu. Sezer Ateş Ayvaz, İlkay Noylan ve Leyla Ruhan Okyay’ın Nezihe Meriç öykücülüğünü anlattıkları etkinliği İnci Aral yönetecekti, ama erken ayrıldığı için panel yöneticisiz ve katılamadığı için Nezihe Meriç’in kızı Aslı Şengil’siz gerçekleşti.
Katılımcılar, Gemlik Belediye Başkanı Fatih Mehmet Güler’in ince duyarlığı, yazın-sanat dostluğu ve son derece içten ilgisiyle üç gün boyunca onurlandılar. Etkinlikler boyunca Gemlik Belediyesi’nin destekçisi olan Paşa Otel ve Paşa Restoran’ın konuklara gösterdiği ilgi, saygı ve sunduğu temiz, titiz hizmet de ayrıca anılmaya değer.
Gemlik, artık yazın-sanat kapısından da girilebilen bir kenttir.
O kapının kapanmaması gerekiyor.
Patikalar Dergisi, Milliyet Blog
EDEBİYATÇILAR DERNEĞİ
12. BURSA KİTAP FUARI ETKİNLİKLERİ VE BİR KINAMA
Edebiyatçılar Derneği, Tüyap 12. Bursa Kitap Fauarı’nda üç önemli ve özgün etkinlikle yer aldı. Bursa Temsilciliği tarafından haftalar öncesinden başlatılan hazırlıklar meyvesini verdi. Tüyap Çocuk Şenliği kapsamında gerçekleştirilen etkinliklere çocuk edebiyatı damgasını vurdu. 17,18 ve 20 Mart tarihlerinde gerçekleştirilen etkinliklerin üçünün de salonları tıklım tıklım doldu.
Etkinler, Bursa’dan dört okul, Bursa Yazın ve Sanat Derneği, Eğitim Sen Bursa Şubesi ve Alp Kültür Merkezi ile birlikte gerçekleştirildi.
Şaban Akbaba’nın yönettiği, “Şiir Dinletisi Ve Buyaz 2014 Şiir Onur Ödülü Töreni” başlıklı etkinlikte; Hilmi Haşal, Gökhan Cengizhan, Z. Betül Yazıcı, Halim Yazıcı, Süreyya Akçay, Nursel Aras, Yusuf Yağdıran, Halime Yıldız, Cüneyt Özkurnaz, Gülsüm Işıldar, Güney Özkılınç, Nebih Nafile, Ferit Durmuş gibi şairler ve Bursa Nuri Erbak Ortaokulu’ndan üç şair öğrenci katılarak, şiirlerini paylaştı.
Bu etkinlikte, Bursa Yazın ve Sanat Derneği 2014 Buyaz Şiir Onur Ödülü Töreni yapıldı ve ödül, şair Hilmi Haşal’a sunuldu.
İkinci olarak, “Şaban Akbaba’nın Çocuk Kitaplarındaki Işık”(Nadir Gezer) başlıklı, yazar ve yayımcı Fehmi Enginalp’in yönettiği etkinlik gerçekleştirildi. Bu etkinliğe; Özel ÇEK 3 Mart Azizoğlu İlköğretim Okulu, Şehit Polis İsmail Özbek İlkokulu, Nuri Erbak Orta Okulu ve Koç İlköğretim Okulu’ndan çok sayıda öğrenci katıldı. Sandalyelerden taşan öğrenciler yerlerde oturarak etkinliği izlediler.
Üçüncü olarak gerçekleştirilen; Bursa EĞİTİM-SEN Şubesi, Alp Kültür Merkezi ve BUYAZ’ın kurduğu, danışmanlığını Şaban Akbaba’nın yaptığı Bursa Çocuk Yazını(Edebiyatı) Atölyesi’nin, “Çocuklar için Öykü Üretmenin Dayanılmaz Coşkusu” başlıklı etkinlik, Bursa Kitap Fuarı tarihinde özgün bir örnek olarak yerini aldı, büyük ilgi gördü. Etkinlikte, Atölye üyeleri, katılımcılar huzurunda 2. Sınıf Öğrencileri için öykü üretti, Atölye üyelerinden Zuhal Bilal’in yazdığı öykü, Atölye ortamındaki çalışmaların tıpkısı olmak koşuluyla Atölye üyelerince tartışıldı. Öykü, fotokopi yöntemiyle çoğaltıldı, katılımcılara dağıtılarak tartışmaya açıldı; öğrencilerin, velilerin, öğretmenlerin görüşleri, önerileri ve eleştirileri alınarak onların da etkin katılımı sağlandı. Koç İlköğretim Okulu ve Şehit Polis İsmail Özbek İlkokulu’ndan kalabalık öğrenci gruplarının aktif olarak katıldığı etkinlik oldukça dikkat çekiciydi.
Bursa Temsilcimiz Şaban Akbaba’nın dediği gibi; "ÇOCUKLUĞU VE GENÇLİĞİ OLMAYAN YAZIN VE SANATIN BÜYÜKLÜĞÜ DE OLMAZ." Derneğimiz; 12.Bursa Kitap Fuarı’nın bu felsefeye denk düşen, “Fuarda Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Şöleni” kapsamındaki en kalabalık katılımlı ve en renkli etkinliklerini gerçekleştirerek çocuklar, gençler ve hatta edebiyatın kendisi için edebiyatın önemine vurgu yapmış, böylece kendine düşen görevi bu bağlamda da yerine getirmeye çalışmıştır.
Ancak bir de kınamamız söz konusudur: Derneğimiz, birincisinden başlayarak, on iki yıldır çok çeşitli etkinlikleriyle aktif olarak katıldığı, gelişmesine katkı yaptığı Bursa Kitap Fuarı’nın on ikincisinde, Fuar Koordinatörlüğü’nün azizliğine uğrayarak “üvey evlat muamelesi” görmüştür. Dernek standına fuar ziyaretçilerinin uğrağı olamayacak, iki salon arasındaki "geçiş" koridorunda yer verilmiş olması Bursalı ve Bursa dışından imza konuğu edebiyatçıları fazlasıyla üzmüştür.
Saygılarımızla…
(Şaban AKBABA,Ed. Dern.Gen. Yön. Kur. Üyesi ve Bursa Temsilcisi. ve Ed.Dern. Gn. Başk Gökhan CENGİZHAN)
Çinikitap, Mart-Nisan 201 sayı:23
Dostları ilə paylaş: |