OrtadoğU’da rusya faktöRÜ ve dünden bugüne askeri geriLİm stratejiSİ ÜzeriNE


Kıbrıs Sorununa Rusya’nın Desteği



Yüklə 227,17 Kb.
səhifə2/5
tarix17.12.2017
ölçüsü227,17 Kb.
#35185
1   2   3   4   5

Kıbrıs Sorununa Rusya’nın Desteği

18 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs’ın İngiltere'den ayrılarak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasından iki yıl sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tarafından tanınmasıyla, Rusya’nın GKRY ile olan ilişkileri günümüze kadar dostane bir şekilde süreç içinde gelişmiştir. Gerek Ortadoğu'da ve gerekse Doğu Akdeniz'de güçlenmek isteyen SSCB açısından Kıbrıs adası son derece stratejik bir öneme sahiptir.26 Kıbrıs Cumhuriyeti'nin daha sonraki süreçte bir NATO üssü haline geleceğinden çekinen Sovyetler Birliği'nin yaklaşımı Kıbrıs sorununun tamamen Kıbrıs Türkleri ile Kıbrıs Rumları arasında çözülmesi ve dış müdahalelerin olmaması şeklindedir. Bu noktada örneğin Kasım 1983 tarihinde Sovyetler Birliği BM Güvenlik Konseyi tarafından alınan "bütün ülkelerin Kıbrıs Cumhuriyeti'nden başka bir Kıbrıs devletini tanımamasının" istendiği 541 sayılı kararı desteklemiş, Mayıs 1984 tarihinde de 550 sayılı kararla "KTFD'de yapılan göstermelik büyükelçileri atamaları ve anayasal referandum yapılmasını Kıbrıs'ın bölünmesi yönündeki ayrılıkçı hareketler"27 olarak nitelendirmiştir. GKRY'nin güçlü ortağı Rusya’nın ve GKRY’nin uluslararası platformlardaki duruşlarının benzerlik göstermesi ve Rusya’nın Kıbrıs meselesine dâhil olmak için verdiği çabalar iki ülkenin ilişkisini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Söz konusu ilişki bürokratik birimler arasında da giderek büyüyen ve iki ülkenin hükümetleri arasında da imzalanan çeşitli antlaşmalarla da derinlik kazanmaktadır. 2002’deki İki Taraflı Anlaşmalar Envanteri Üzerine Hükümetler Arası Protokol" bunlara örnek sayılabilir.281997 yılı Nisan ayında Kıbrıs sorununun çözümü için “Kıbrıs Çözümü için Temel İlkeler” adlı teklifle Rusya, Rum kesiminin tezlerini desteklediğini gösterir nitelikte çalışmalar içine girmiştir ve Kıbrıs sorununun adil ve kapsamlı bir şekilde çözülmesinin gerekliliğini savunmaktadır. Bu durum Türkiye için stratejik değeri olan Doğu Akdeniz’in ileri karakolu Kıbrıs’la ilgili bölge istikrarını ve güvenliğini gündeme getirecek politikaları içermesi bakımından göz ardı edilemeyecek bir husustur. 2008 yılında Hristofyas’ın Rusya ziyareti sırasında Kıbrıs sorununa ilişkin bir manifesto imzalanmış ve bu ziyaret sonrasında Türkiye’yi de yakından ilgilendirecek Kıbrıs sorununun siyasi çözüm ekseni belirlenmiştir.29 2010 yılına gelindiğinde GKRY ilk kez bir Rus devlet başkanı tarafından ziyaret edilmiş ve bu ziyarette Rusya’nın ve GKRY’nin komünist liderleri Medvedev ve Hristofyas 2010-2013 yılları arası ekonomik anlaşmalarla beraber stratejik hedefleri ortaya koymuştur.30 Ayrıca Kıbrıs sorununun yanında ikili ticaret, yatırım, turizm gibi konuları da içine alan on üç antlaşmaya imza atılması ile sonlanan ziyarette, Rusya’nın GKRY’ye verdiği destek açık bir şekilde görülürken, Kıbrıs sorununun çözümünün ancak dışarıdan müdahalesiz gerçekleşebileceği üzerinde durulmuştur.



AB Üyesi Güney Kıbrıs’ın Yaşadığı Ekonomik Krizin Rusya Bağlantısı

Dünyadaki küresel mali krizin yaşandığı ülkelerden birisi olarak görünen Güney Kıbrıs Rum Kesimi hem Yunan finans sektörüyle yakın bağları nedeniyle karşı karşıya kaldıkları devasa zararlardan dolayı hem de son dönemde yaşadığı bankacılık sektöründeki krizle sıkıntılı bir süreçten geçmekte ve kendisini bu durumdan kurtaracağını umduğu Rusya gibi bir ülkeyle işbirliğine girişmektedir. Bu süreçte GKRY ve üyesi bulunduğu AB’yi en çok tedirgin eden konuların başında GKRY’deki off-shore hesaplarında yaklaşık 50 milyar dolar yatırımı bulunan Rusya’nın, bu krizden en az payla çıkmak için yapacağı hesaplar gelmektedir. AB’nin 10 milyar Euro yardım paketi için öne sürdüğü 20 bin Euro’nun üzerindeki mevduat hesaplarından vergi alınması koşulunu reddeden Güney Kıbrıs, Rusya’dan medet ummuştur. 2010 yılında GKRY’de bulunan Rus yatırımların 50 Milyar dolar olduğu ifade edilmiş 2011’ de 2.5 milyar Euro kredi almıştır, 2012’de yine Rusya’ dan 5 milyar Euro kredi talebinde bulunulmuş ve bu durum Güney Kıbrıs’ ta artan Rus etkisini göstermesi bakımından, dikkat çekmiştir. Bir anlamda Ortadoğu coğrafyasından kopmak istemeyen Rusya’nın Doğu Akdeniz’de üs elde etmek için ekonomik yardımlardan kaçınmadığı görüşmüştür.31 GKRY sadece off-shore bankacılık değil, silah ticareti ve istihbarat çalışmaları açısından bir üs olmasının yanı sıra Rus mafyasının da kara para akladığı iddia edilen, ayrıca 50 bin civarında Rus asıllıyla sayıları tam olarak bilinmeyen sayıda Yahudi'nin de yaşadığı bir yer olarak32 Özellikle SSCB'nin dağılmasının ardından GKRY adeta Rusların kara para aklama merkezi haline gelir. Bu dönemde GKRY sınırları içinde başka hiçbir ülkede benzeri görülmedik bir şekilde 30.000'den fazla Rus kıyı bankacılığı yapan şirketi ile 30 kıyı bankası (off-shore) faaliyet göstermeye başlar.33 Öte yandan 2004 yılında ve Annan Planı sürecinde verilen sözlerin aksine AB tarafından üyeliğe alınan GKRY ise AB'nin sert yaptırımları gereği kara para aklayan bu kıyı bankacılığı faaliyetlerine sınırlama getirmek zorunda kalır ve Rusların bu planlarının biraz dışına çıkmak zorunda kalır. Rusya için vazgeçilmez sayılabilecek yerlerden biri olması bakımından önem arz etmektedir.34 Güney Kıbrıs Rusya’nın Hong Kong’u olarak bilinmekte, Rusya’dan buraya yaklaşık 30 milyar dolarlık bir para akışı olduğu ifade edilmektedir. Aralık 2012’de Güney Kıbrıs’taki mevduatın yaklaşık yarısı doğrudan ya da dolaylı olarak Rus şirket yatırımlarıyla ilgili olduğu belirtilmektedir. Güney Kıbrıs ekonomisinin Rusya merkezli kaynaklarla ayakta durabilir bir ekonomi haline gelmesi Batı’yı korkutmuş, hatta Alman maliye bakanı Güney Kıbrıs’ın kara para aklama işine kolaylık sağladığını ifade etmiştir. Bu arada Güney Kıbrıs’ta bankalara el koyulmasından en çok Rus sermayesinin etkilendiği de söylenebilir. Nitekim Avrupalı yatırımcılar 2010’da paralarını Güney Kıbrıs’tan transfer etmeye başlayınca hesaplara el konulması ile Rus yatırımcıların mali kaynakları kontrol altına alınmış görünmektedir. Yunanlar ve Kıbrıslı Rumlar açısından Rusya ile yapılan her türlü askeri ve ekonomik anlaşma ve yatırım esasında ABD ve AB'ye alternatif olarak değerlendirilmektedir.35

Güney Kıbrıs’ta kara para aklamanın önüne geçilerek, Rus sermayesinin bir kısmına el konulması; ABD-İngiltere-İsrail ittifakı, Rusya’nın bölgedeki ekonomik etkinliğini kendilerine karşı bir tehdit olarak görüyor, düşüncesini akla getirmektedir. ABD-İngiltere-İsrail ittifakı ile Rusya arasında bölgede rekabet oldukça yoğun olduğu görülmekte bu yüzden Rusya’nın GKRY üzerinden Doğu Akdeniz’de etkinliğini artırma çabası, her alanda kırılmaya çalışılmaktadır.36 Rusya Doğu Akdeniz’deki enerji oyununun içerisinde yer almakla, Kıbrıs’ ta yeni parlayan enerji potansiyeli ve ihalelerinden payını alarak ve 1 numaralı pazarı olan Avrupa’yı kaybetmeden İngiltere ve ABD’nin bir uçak gemisi olarak gördüğü GKRY’deki yerini koruyacaktır. Rusya’nın "klasik destekçisi olduğu"37 Güney Kıbrıs’ta yer edinmesi, bölgede önemli jeopolitik üstünlük ve müdahale alanına kavuşmasını sağlayacaktır. GKRY kuzeye sıkışmış dev Rus emperyalizminin dünyaya açılan yeni kapısı gibi görünmektedir. İki ülkenin ilişkisinin giderek yoğun bir seviyeye gelmiş olduğunun da bir göstergesi olan Rusya’nın ve GKRY’nin stratejik ortaklığı bugüne kadar el altın yürütülen işbirliğinin de ilanıdır. Rusya’nın Batı bloğunu ve AB’yi geride bırakarak GKRY üzerinde daha etkili bir konuma geldiği görülmektedir. Hatta Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev 2010 yılında yaptığı Kıbrıs ziyaretinde ''Kıbrıs Cumhuriyeti'' olarak nitelediği GKRY için ''Tescilli dostumuz ve ortağımız oldu, öyle olmaya devam ediyor.'' ifadesini kullanarak Rusya ve GKRY arasındaki politikaların birbiriyle uyumlu olduğunu belirtmiş ve Avrupa güvenliği için yapılacak yeni sözleşmede Rum desteğinin Ruslar için önemine değinmiştir.38Bu gelişmeler GKRY'nin Rusya için AB ile olan ilişkilerinde farklı bir konumda olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.39Doğu Akdeniz'in stratejik öneme sahip bu küçük adası ile dünyanın yüzölçümü bakımından en büyü ülkesinin politik, ekonomik ve sosyal alanda çok güçlü dış politika ilişkileri içerisinde, iki ülke arasında geçmişten gelen güçlü bağların koparılmadan süre geldiği, güçlü bir ortaklık söz konusudur. Bugün özellikle Ortadoğu coğrafyasında yaşanan istikrarsızlık ve güven ortamından uzak hava ile Kuzey Afrika ülkelerinde ortaya çıkan karmaşa halk ayaklanmaları olarak devam etmiş, ardından Arap Baharı denilen bir sürece girilmiştir. Bu tartışmaların içerisinde Rusya'nın takınacağı tavır son derece önemlidir. Özellikle Kıbrıs adası etrafında hidrokarbon ve petrol aramaya yönelik girişimler sırasında Türkiye'nin Piri Reis gemisine karşılık Rusya'nın Amiral Kuznetsov önlüğündeki Kuzey Filosu'nu Akdeniz'e göndermesi bu açıdan anlamlıdır ve doğrudan Rumlara yönelik bir destektir.40 Rusya, Soğuk Savaş dönemi sonrası kendine daha yeni ve aktif bir rol çizmek için Kıbrıs’ı Ortadoğu’ya ve Akdeniz’e açılan bir kapı olarak görmekte ve bu kapıdan geçebilmek için de askeri, siyasi, dini etkinliğini kullanarak stratejik ortağı Güney Kıbrıs’ı kullanmaktadır. Kıbrıs Rum kesimi ve Rusya arasındaki ilişkiler üç noktada toplanmaktadır; Güney Kıbrıs, Rus off-shore şirketleri için önemli bir merkezdir, Rusya GKRY’yi KKTC’ye karşı destekler pozisyondadır ve GKRK Rusya’ da en büyük üçüncü yatırımcı konumundadır. Rusya’nın Kıbrıs politikaları; bir taraftan AB içindeki enerji şirketlerinin ana iş kolunu muhafaza etmekte diğer taraftan Ortadoğu ile daha çok bütünleşmek için oldukça istekli olmakla birlikte iki taraflı görünmektedir. Ortadoğu ve Avrupa’nın kesişme noktasında olan ve özellikle NATO’nun Avrupa petrol rotası üzerinde yer alan Kıbrıs adası Akdeniz’e inme hedefi içinde olan Rusya için bir şanstır;41

"...İflasın eşiğine gelen Kıbrıslı Rumlar geçtiğimiz haftalarda AB ile Rusya Federasyonu arasında gitti geldi. Avrupa ekonomisine 22 milyar dolarlık milli gelir ile %0.5'in altında katkısı olan (ve) Kadıköy kadar nüfusa sahip Rumların Ruslara yaklaşması 1974 Sampson darbesi öncesi Makarios’un Sovyetlere yaklaşmasına benzedi. Rusların adadaki Rum bankalarında mevcut yüksek mevduatlarının AB dayatması altında yüksek vergi kıskacına girmesi ortalığı karıştırdı. Rum ekonomisini kurtarma karşılığında adada üs kolaylığı ile çevre sulardaki doğal gazdan imtiyazlar istemesi AB’yi -dolayısıyla ABD’yi-neredeyse çıldırttı. Zira AB’nin küresel elitleri, şimdi çok pişman olsalar da Rumları güzel şarapları veya plajları için değil, denizlerindeki zengin hidrokarbon potansiyeli nedeniyle aralarına almıştı.

Şimdi doğal gazda zaten göbekten bağımlı oldukları Ruslar, Akdeniz’e davet ediliyor. Hem de ne zaman? Çok değil Rusların bu gelişmeden bir hafta önce, eski adıyla Sovmedron’u, yani Akdeniz Beşinci Filosunu 20 yıl aradan sonra tekrar aktive edeceklerini ve bu filonun uğrak limanları arasında Güney Kıbrıs’ı da saydıktan sonra. Bu gelişmeye emperyal elitlerin cevabı çok seri oldu. AB, Rus sermayesinin de aralarında bulunduğu Rum hesaplarına ağır vergi dayattı ve Rus sermayesinin adadan uzaklaştırılması süreci başlatıldı. Bu sürece dolaylı bir darbe de İsrail’den geldi. Suriye’deki gelişmeleri emperyal çıkarlar lehinde etkileyecek Türk-İsrail barışmasının yaşandığı günlerde İsrail, Lübnan sınırına yakın deniz yetki alanlarında bulunan doğal gaz zengini Tamar ve Leviathan sahalarının boru hattı ile Hayfa’ya bağlandığını açıkladı. İsrail artık enerji ihraç eden ülkeler arasına giriyordu. Bazı çevreler bu gelişmeyi Rus doğal gaz enerji devi Gazprom’un Avrasya’da oluşturduğu tekele karşı büyük bir gelişme olarak niteledi. İsrail gazının, Irak Kürdistan gazı ile değerlendirildiğinde Türkiye’nin yıllık 50 milyar metreküplük İran ve Rus doğal gazına olan bağımlılığının azalacağına dikkat çekildi. Yani kısaca emperyal kurgu enerji tuzağı ile jeopolitik kamplaşmayı kaşıyor; ancak bu gelişmeler Rusya’yı Suriye’ye daha da yaklaştırıyor. Zira oyunun emperyal hedeflerini onlar da görüyor. Putin’in Karadeniz Donanmasına ani bir tatbikat emri vermesi bu başlangıcın işaret fişeğidir. Artık Ruslar, Suriye savaşının yanı sıra, enerji savaşında da Akdeniz’de yerlerini alıyor. Peki biz Türkler, bu savaşın neresindeyiz? AB ve ABD iradesi ve çıkarları karşısında ulusal çıkarların korunamadığı bir ortamda bugün Doğu Akdeniz’de herkes var ama Türkler yok..."
Rusya, adadaki varlığı ile NATO’nun Akdeniz’deki tüm faaliyetleri konusunda bilgi sahibi olmakta ve 1997’de Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ın katılımlarıyla NATO’nun doğudaki genişlemesine karşılık Kıbrıs’ı bir pazarlık aracı olarak görmektedir. NATO’nun güney kanadını oluşturan ve askeri olarak ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye ile de güçlü ticari ilişkileri olmasına rağmen GKRY Türkiye’nin Kafkaslardaki gücüne karşılık koz olarak kullanmaktadır. Mevcut uluslararası siyasi konjonktür ve Rusya’nın yeni Akdeniz stratejisi, Güney Kıbrıs’ı Rusya için değerli yapmakta ve günümüz uluslararası siyasetinin, gerek bölgesel gerekse küresel güvenlik algılarının enerji kaynaklarının stratejik önemi üzerine kurulu olması Akdeniz havzasını her zaman önemli kılmaktadır.
Rusya'nın Akdeniz'deki Askeri Mevcudiyeti

"Sızma ve yıkıcı harp faaliyetleri"42 ile anakaradaki savaş gücünün tamamını kullanmadan sonuca gitmeye en uygun yer olarak Akdeniz'i gören Ruslar böylece özellikle ABD karşısında herhangi bir atom savaşı, nükleer bir çılgınlık veya füze krizine gerek kalmadan "bir deneme alanı"43 olarak gördükleri bölgede deniz gücünü göstermeye başlarlar. Sovyetler Birliği ve daha sonra da Rusya Federasyonu'nun Akdeniz Donanması Sovyet/Rus barış dönemi diplomasi ve savaş sürecinde de kriz yönetiminin ilk ve en önemli enstrümanı olarak görev yapmıştır.44ABD'nin Lübnan'a yönelik müdahalesinin hemen ardından Sovyet donanması da ilk defa 1958 yılında Akdeniz'de devriye dolaşmaya başlar.45 Öte yandan son Tartus limanı uygulamasında olduğu üzere Sovyetlerin ve şimdi de Rusların Akdeniz'de seyreden savaş gemilerinin gücü, sayısı ve kapasitesi ne olursa olsun genel kanı bunun diplomatik bir atak ve gövde gösterisi olarak değerlendirilmesidir.46 1960’lı, 1970’li yıllarda Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasından pek çok ülkeye askeri ve ekonomik yardımlarda bulunan Sovyetler Birliği aynı dönemde NATO’nun haberleşme, iletişim ve taşımacılık hattı olarak değerlendirilen Akdeniz’de Batı ve ABD açısından en üst düzey tehdit olarak algılanmaktadır.47 Bu arada Sovyet 5. Donanma Komutanı Amiral Zumwalt da İsrail gibi düşünmektedir ve özellikle Doğu Akdeniz'de operasyonel taleplere cevap verebilecek tek gücün ABD donanması olduğunu belirtmektedir.48 Arap coğrafyasındaki anti emperyalist havadan bir hayli istifade eden Sovyetler böylece devamlı bir üs bulundurma düşüncesinde oldukları Akdeniz'de boy göstermeye başlar. Bununla birlikte devamlı üs bulundurma stratejisinin Arap coğrafyasına yönelik Sovyet propagandasının sonu olacağı ve bu yüzden Sovyetler açısından deniz üsleri istenmemesi gerektiği gibi savlar da ileri sürülür.49 Bu dönem İngiltere'nin Süveyş'in doğusundaki savunmacı rolünden çekileceğini açıkladığı, İngiliz sterlininin devalüe olduğu, İngiliz ekonomisinin ekonomik durgunlukla çalkalandığı, Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle'ün İngiltere'nin Avrupa Komitesi'ne girişine ikinci defa veto dediği dönemde İngiltere-ABD ilişkileri ise Vietnam sorunundan İngiltere'nin askeri işbirliğine varıncaya kadar "eşi benzeri görülmedik şekilde"50 düzgün ve dengeli gitmektedir. İngiltere ve ABD'nin güvenlik, savunma ve istihbarat alanında işbirliği sağlamaya çalıştıkları süreçte ve Ortadoğu'da Altı Gün Savaşları'nın ardından ise Sovyet donanması Mısır'ın İskenderiye, Mersa Matruh ve Port Said limanları yanında Suriye'nin Lazkiye limanına da serbestçe girmeye başlar. 1960-1967 sürecinde Arap ülkelerinin İsrail karşısında yaşadıkları çaresizlik ve yenilgiler bu ülkeleri Sovyet yardımına açık ve hazır bir hale getirmiştir.51 1967 yılına gelindiğinde Sovyetler Birliği Akdeniz'de NATO'nun deniz gücü ve ABD'nin 6. Filosu karşısında askeri dengeyi yakalamak üzere 5. Operasyonel Donanma'yı teşkil eder.52 Söz konusu deniz gücü bölgede yaklaşık 25 yıl kalır ve 1992 yılında bölgeden ayrılır. Bu kapsamda Akdeniz'de bulunan Rus donanması ilk etapta 55 gemi yanında tankerler ve destek gemilerinden oluşmaktadır ve bu donanmada 8-10 dizel motorlu saldırı torpido denizaltısı, 2-3 nükleer güçlü Cruise füze sistemleriyle donatılmış denizaltı, 2-4 Cruise, 9-12 destroyer, 2-3 mayın temizleyici, 1-3 amfibi gemi, 18-20 destek hizmet gemisi ve 5-6 takip-araştırma ve keşif gemisi bulunmaktadır.53 Öte yandan özellikle 1970’li yıllarda tamir, bakım ve onarım faaliyetleri için donanmasının sığınabileceği tek liman olarak değerlendirdiği Mısır’ın altyapı imkânları54 ve Suriye’de Tartus limanı artan NATO ve ABD baskısı karşısında yetersiz kalmaktadır.55 Ancak daha fazla adım atmaya kalkışması ise Amerikalılara göre “daha pahalı, daha zor ve daha sıkıntılı” olacaktır. Bu süreçte Mısır'ın İskenderiye limanı Ruslar açısından tamir-bakım, depolama, askeri mevcudiyetin devamlılığı ve komuta-kontrol bağlamında tam anlamıyla ana karargâh görevi üstlenmiş durumdadır. İlginç olan ise bütün bu faaliyetlerin Rus askeri yetkililer tarafından yürütülmesi ve bu bölgelere Mısırlıların girmesine dahi müsaade edilmemesidir. Her ne kadar 1966-1971 sürecinde Rusların bölgedeki deniz gücü yaklaşık %300'lük bir artış göstermiş olsa da Amerikalılara göre Rusların bu şartlarda kullanabilecekleri tek liman Suriye kalmaktadır; ancak tıpkı eski Yugoslavya’da olduğu üzere Suriye’nin topraklarını kullanma konusunda Ruslara sıkıntı yaratması ve kısıtlı liman imkânlarından istifade etmeleri konusunda da son derece gönülsüz hareket etmesi bu imkânı da ortadan kaldırmaktadır.56 Özellikle 1971 yılının son aylarında Mısır'da bulunan Sovyet askeri mevcudiyeti çoğunluğu Nil Vadisi'nden idare edilmekte olan hava savunma personeli olan 15-20.000 kişilik bir güce ulaşmış durumdadır. Bu gücün içinde ayrıca hava savunma deniz piyadelerinin devriye görevleriyle ilgili olarak çalışmakta olan 200 kadar pilot da bulunmaktadır. Aynı yıl içinde Sovyet donanmasının Akdeniz'deki yıllık gemi günü ise 18.700 olmuştur ve bu da ortalama 50-54 arasında muharip gemi anlamına gelmektedir.57 1970'li yıllardaki bu durum Batı dünyası açısından NATO'nun Akdeniz'de güç kaybına paralel olarak Rusların hâkim güç olması olarak değerlendirilir ve kaygı uyandırır.58 1972 yılına kadar Ruslar Mısır’daki askeri gücünü geri çekmiş durumdadır ve böylece Akdeniz’de yer merkezli hava kontrol gücünü de kaybetmiş durumdadır. 1973 yılına gelindiğinde İsrail'in Filistin üzerinden yayılmacı politikasını durdurmak amacıyla Mısır ve Suriye önderliğinde Arap ülkelerinin başlattığı Yom Kipur Savaşı sırasında ve özellikle 13-30 Ekim 1973 sürecinde Rus ve Amerikan donanmaları Akdeniz'de tam anlamıyla bir gövde gösterisine girişirler ve bu durum dünya ekonomisi ve enerji pazarı için ağır bir darbe yaratırken uluslararası kamuoyunda ciddi kaygılara neden olur. Suriye'de Hafız Esad ve Mısır'da Enver Sedat tarafından İsrail'le savaşa girme kararı alınması59 ve bu kararın Moskova'dan da bir süre gizlenmesinin ardından Leonid Brejnev bu savaşın sadece Arapların savaşı olacağını söyler; ancak 11 denizaltı, 3 destroyer, 6 füze güdümlü konvansiyonel destroyer, beş fırkateyn, 2 mayın tarayıcı ve 2 amfibi gemiden oluşan toplam 52 gemilik Rus donanması da Akdeniz'e açılır.60 Daha sonra bu güce 11 denizaltı, 9 farklı özellikte destroyer, 5 fırkateyn, 2 mayın tarayıcı ve çok sayıda yardımcı gemi de katılacaktır. Yaklaşık 96 savaş gemisi ve destek birliğinden oluşan bu Sovyet askeri gücü Suriye ve Mısır’a havayoluyla gönderilen 12.500 ton askeri malzeme yanında deniz yoluyla ulaştırılan 63.000 ton malzemeyle birlikte esasında ABD açısından son derece ciddi ve önem atfedilmesi gereken bir istihbarat kaynağı olarak da değerlendirilebilir.61 6 Ekim 1973 itibarıyla Akdeniz'de toplam 48 Amerikan savaş gemisi bulunmaktadır. Böylece Akdeniz'de uzun süre sonra ilk defa ciddi bir gövde gösterisi söz konusu olur. Soğuk savaş döneminde limanlarda demir atmış vaziyette sıkışıp kalan Rus donanması bu süreçte öncelikle misyonunu kıyı savunmasına yönelik olarak belirler ve kısıtlı açık deniz imkânlarıyla da beklemeye koyulur.62 ABD ile Sovyetler Birliği’nin savaşın eşiğine geldiği bu süreçte İngiltere, Fransa, Türkiye, İspanya ve Yunanistan’ın Amerikan taleplerine sırt çevirmesi ve kendi topraklarındaki üslerin kullanılmasına müsaade etmemeleri ABD’yi yalnız bırakmanın ötesinde uzun vadede özellikle ABD-İngiltere ilişkilerini sıkıntıya sokar. Böylece Almanya’dan havalanan Amerikan savaş uçakları yukarıda belirtilen ülkelerin hava sahalarını da kullanamadığından Atlas Okyanusu ve Akdeniz üzerinden ve normal şartlarda 1.000 mil kadar olması gereken bir uzaklığı 2.000 millik bir rota olarak kat etmek zorunda kalır. 63 İngiltere’nin de Kıbrıs’ta bulunan hükümran askeri üslerini bu amaçla kullandırmaması da Amerikan yönetimini ve özellikle de Kissinger’ı son derece öfkelendirir. Daha önce Süveyş Kanalı krizi sırasında bölgedeki Sovyet askeri mevcudiyetini Makarios’un göz yumması ve müsaade etmesiyle64 U-2 casus uçakları vasıtasıyla tespit eden ABD’nin bu sefer İsrail’e sadece 70 mil uzaklıktaki Agrotur üssünü kullanamaması ve uçakların 6.000 mil uzaklıktaki ABD üslerinden havalanmasının planlanması da İngiltere’yle ilişkileri iyiden iyiye gerginleştirir. Sovyetler Birliği ise aynı dönemde güvenli uçuş hatları üzerinden 700 tonluk kargolar halinde lojistik destek sağlamaya devam etmektedir.65 Bugün bile Rus donanmasıyla ilgili genel kanı donanmanın denizlerde mümkün olduğunca az kalması, lojistik destek sağlayabileceği liman ve deniz üslerine mümkün olduğunca yakın seyretmesi, zamanının neredeyse tamamını bakım ve onarım faaliyetleriyle geçirmesidir. Süreklilik ve kısıtlı donanma gücüyle çeşitli sorunlarla karşılaşılınca Rus donanması genel anlamda Akdeniz'deki faaliyetlerini askıya almakta, beklemeye geçmekte ve Karadeniz'de bulunan ana karargâhlarından mümkün olduğunca çabuk destek talep etmektedir. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ve Kıbrıs sorununun doruk yaptığı o günlerde, Suriye füzelerinin Lübnan hedeflerine kilitlendiği 1981 yılında, Libya ve Sedra Körfezi bölgesinde yaşanan sıkıntılarla ilgili olarak 1985-1986 sürecinde de aynı durum yaşanmıştır. Şüphesiz bu durumu Rusların bir taktik denemesi olarak algılamak ve hem rutin faaliyetleri yürütmeye ve hem de kriz yönetimi oluşturarak bir noktaya kadar soruna çözüm bulabildiğini görmek de mümkündür. Bu arada her ne kadar Akdeniz'de bulunan Sovyet/Rus donanması bir savaşa girmemiş olsa da barış döneminde Rusların çalışmaları, yaptıkları tatbikatlar ve ortaya koydukları yaklaşım savaşta nasıl bir strateji izleyecekleri konusunda önemli ipuçları vermektedir. Buna göre Akdeniz'de meydana gelecek muhtemel bir çatışma ortamında Ruslar "D-Day Ateş" olarak da adlandırılabilecek bir taktik içinde olacaklar ve düşman deniz unsurlarının menzilinde bulunan muharip gemileriyle denizaltıları aynı anda ve çatışmanın başladığı anda ateşlemeye başlayacaklardır. Böyle bir durumun gerçekleşmesi ise Akdeniz'de NATO'nun güney kanadını desteklemesine engel olacak, ayrıca Sovyet tehdidi altında bulunan bu bölgede savunma ve güvenliği de tehlikeye sokacaktır. Bugün gelinen noktada ise Rusya ile ilgili böyle bir tehlikenin olmaması bu senaryonun en azından uzunca bir süre gerçekleşemeyeceği anlamına gelmektedir. Öte yandan Lübnan’la ilgili olarak Rusya-Suriye ilişkilerinin de gerilmeye başlaması bu avantajı da Ruslar bağlamında tehlikeye sokmaktadır. Amerikalılara göre Cezayir, Malta, Libya, Suriye66 ve Yugoslavya’da olduğu üzere gerek ülkelerin kendi sorunları ve gerekse Ruslarla olan ilişkilerin kötüye gitmesi Rusları olumsuz etkilemektedir. Bu durum ister istemez Rusları Suriye ve eski Yugoslavya’daki limanları kullanmaya zorlayacaktır. Sovyetler Birliği'nin her ne kadar dev silahlanma harcamaları yaparken kendi ekonomisini güçlendirecek ve bağlantısızları destekleyecek mali kaynakları olmasa da67 bu süreçte üslerini ve altyapısını kullanabileceği Suriye ve Libya gibi bölgesel müttefikleri/müşterileri bulunmaktadır68 ve bazı değerlendirmelere göre Avrupa'da ortaya çıkacak herhangi bir huzursuzluk anında Suriye'nin veya Libya'nın Sovyet askeri gücüne kucak açması NATO içerisinde özellikle Yunanistan ve Türkiye'ye yönelik destek gayretlerini riske atacaktır.69 Her ne kadar Suriye ve Libya'nın Sovyetleri ateş gücüyle desteklemesi beklenmese de bu iki ülkenin en azından Sovyet donanmasına yönelik koruma sağlaması bile NATO açısından büyük sıkıntılara neden olacak türdendir. Akdeniz'de kalıcı bir deniz üssü bulundurma düşüncesi içindeki Sovyetlerin ve şimdi de Rusların Suriye, Libya ve Mısır gibi Arap ülkelerine yaklaşmaları bu yüzdendir. Bugün gelinen noktada zorlu bir iç savaş yaşayan Beşar Esad yönetimindeki Suriye'nin her ne kadar Rusya'ya yönelik nasıl bir yardım yapacağı bilinmese de Libya'nın böyle bir yardımının en azından içinde bulunulan dönemde söz konusu olmayacağı açıktır;70

Yüklə 227,17 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin