66 Bunun için bkz. Bilâl Şimşir, Bulgaristan Türkleri, s. 314.
67 1951 yılı göçünden tam 17 yıl sonra, Bulgaristan Başbakanı Todor Jivkov, Dışişleri Bakanı İvan Başev’le Türkiye’yi ziyaretleri sırasında, 22 Mart 1968’de, Ankara’da Türk Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil arasında “Yakın Akrabaları 1952 yılına kadar Türkiye’ye göç etmiş olan Türk asıllı Bulgar vatandaşlarının Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne göç etmeleri hakkında” anlaşma imzalandı. Bkz. B. Şimşir, “Bulgaristan Türkleri ve Göç Sorunu”, a.g.e., 65.
68 Bu sırada Bulgar hükûmetinin başında Todor Jivkov bulunmaktaydı. Todor Jivkov, 1956 yılında Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi tarafından iş başına getirilmiş ve bundan sonra Bulgaristan’ın Türklere karşı yürüttüğü politika değişmiştir. Bu dönemde Bulgar anayasalarıyla, milletlerarası ve ikili antlaşmalarla tanınan haklar yavaş yavaş kısıtlanarak kaldırılmıştır. Bkz. İlker Alp, Belge ve Fotoğraflarla Bulgar Mezâlimi (1878-1989), Ankara 1990, s. 183.
69 Osmanlı Devleti’ne göç eden Rumeli ahalisi de, padişaha ve devlete bağlılıklarının bir delili niteliğinde teşkil ettikleri köy ve mahallelere Osmanlı padişahına izafeten Hamidiye, Aziziye, Reşadiye veya rahata ve huzura kavuşmaları dolayısıyla Refahiye, Kemaliye gibi isimler vermiştir. Nitekim bu gibi isimlere Anadolu’da sıkça rastlanmaktadır. Bkz. Ahmet Halaçoğlu, a.g.e.,
70 Bu durum Balkan savaşı sırasında Ahmed Rasim tarafından yazılan “Hal ve Mevki” isimli köşe yazısında şu şekilde işlenmektedir “Dikkatimi bir şey çekti. O gördüğüm göçmen kafileleri bundan 35 sene önceki göçmenlerin aynısı… Arabaları, hasır örtüleri, kıyafetleri, yürüyüşleri, mandaları ve öküzleri yine o… Hiç değişmemişler. Öyle ki, 35 seneden beri devam eden bir uykudan uyanan biri kalksa, hâlâ Rus muharebesinin devam ettiğine kani olur. Yoksa yine öyle de ben mi uyanıyorum? İhtimal. Fakat mutlaka acı bir ihtimal. Çünkü Ruslar değişti, Bulgarlar değişti, bunlar değişmedi. İşte muhaceretin sebebi, felsefesi, maddiyatı” Bkz. Felah, 1-8315, 30 Teşrîn-i evvel 1328 (12 Kasım 1912), s. 1.
71 Bu bilgi Enis Berberoğlu’nun “UÇK’nın Gerçek Yüzü” isimli köşe yazısından alınmıştır. Bkz. Hürriyet, 3 Ağustos 1999, s. 12.
XIX. Yüzyılda İdil-Ural
Bölgesinden Anadolu’ya Göçler
Dr. Arzu KIlInç OcaklI
Araştırmacı / Türkiye
Giriş
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuzey komşusu Rusya, güçlendikçe özellikle doğu ve güney yönünde yayılmacı bir siyaset izlemeye başlamıştır. XVI. yüzyılda İdil-Ural ve Batı Sibirya bölgelerini ele geçiren Ruslar, XVIII. yüzyılda Kırım’a iniyor ve daha sonraki yüzyılda da Orta Asya’daki Türk ve Müslüman topraklarına hakim oluyorlardı. Bu bölgelerde yaşayanların bir kısmı, başta topraklarına el koyulması sonrasında karşılaştıkları ağır ekonomik koşullar ve ardından maruz kaldıkları Ruslaştırma ve Hıristiyanlaştırma baskısı karşısında, vatanlarını terk ederek Rusya içinde dağılmak ya da komşu Müslüman topraklarına göç etmek zorunda kaldılar.
Eldeki belgeler XIX. yüzyıl ikinci yarısından itibaren Rus hakimiyetine girmiş toplulukların içinde en eskisi olan İdil-Ural bölgesi sakinlerinden Kazan Tatarları ve Başkurtların Türkiye’ye kitle halinde göç ettikleri yönündedir. Rusya’da yaşayan Müslümanları göçe sevk eden nedenlerin başında kuşkusuz dini, siyasi ve ekonomik baskı ve yıldırma geliyordu. Bu baskıların yoğunluğu, Rusya’nın içinde bulunduğu iç ve dış sorunlarla orantılı olarak bazı dönemlerde azalmış veya çoğalmıştır.
Katerina II (1762-1796) tarafından 1789 yılında “Orenburg Dini İdaresi”1 adıyla kurulan müftülüğe kadar İslam dini, Rusya’da resmen tanınmamış ve Rusya Müslümanları halife olarak Osmanlı padişahına bağlı kalmışlardır. Ancak İslamiyet’e tanınan bu resmi statü, Rusya Müslümanlarının Osmanlı halifesine bağlılıklarının ve Osmanlı başşehriyle olan münasebetlerin devam etmesine mani olamamıştır.2
Mesela 1892 yılında emekli asker Cäläletdin Möhämmäd (ov) ve bazı arkadaşları, Rusya Müslümanlarının hürriyetlerinin kısıtlandığını anlatmak ve bu uygulmalara mani olunmasını istemek için İstanbul’a gelmişlerdir. Örnek olarak da Kazan Bişbalta’da ruhsatsız açılan medresenin müfettiş tarafından kapatılmasını, Rusça bilmeyen ve bu dilden imtihan olmayan adayların molla olmalarına izin verilmemesini göstermişlerdir.3 Bu olaydan anlaşılacağı üzere Müslüman eğitim kurumlarına yapılan müdahaleler de halkın tepkisini çekiyordu. Hele din adamlarının Rusça öğrenmeleri o dönemin Tatar toplumuna ters düşmekteydi.
İdil-Ural bölgesinin sakinlerinden Kazan Tatarlarıyla Başkurtları göç etmeye sevk eden nedenler, göçmenlerin hatıralarında şu şekilde açıklanıyordu: “Çarlık hükûmetinin Müslümanların mektep ve medreselerini kapatacağı, Kur’an’daki ‘kafir’ (Ruslar bu sözcüğün Müslümanlara kendilerini çağrıştırdığını düşünüyorlardı) kelimelerinin çıkartılıp yeniden bastıracağı haberlerinin yayılması.”4 Darülharpte yaşamanın caiz olmadığı hakkındaki inanç ve baskı rejiminin verdiği huzursuzlukla Müslüman halk, belki meselenin aslını bile araştırmadan hicret etmeye karar veriyordu.
Yazar (G)aliasgar Gafur(ov)-Çıgtay (1867-1942), “Tutam” adlı hikayesinde, 1894 yılında Türkiye’ye göç etme nedenlerini muhacirlere yılda iki defa ürün alınan bereketli toprakların verilmesi, toprağı sürmek için saban ve hayvan, ev yapmak için ağaç yardımı yapılması ve göçmenlerin askere alınmaması gibi haberlerin halk arasında yayılması olarak gösterir.5
Rusya Müslümanlarının yurtlarından kaçmalarına neden olan bir diğer olay da 28 Ocak 1897 tarihinde yapılacağı ilan edilen nüfus sayımıydı. Yapılacak sayımla ilgili haberler Tercüman gazetesinde de çıkmaktaydı.6 Rusya’da yaşayan Müslümanlar, nüfus sayımının bir bahane olduğunu, asıl amacın kendilerinin Hıristiyanlaştırılması olduğunu düşünmüşlerdi. İdil-Ural bölgesinden göçlerin büyük bölümü de zaten bu dönemde meydana gelmiştir. Müslüman halkın korkuları pek de yersiz sayılmazdı çünkü
1897 yılında, gerçekten Rusya’da yaşayan Müslümanlar aleyhine alınan bazı kararlar yürürlüğe konmuştu. III. Duma (Millet Meclisi) üyesi olan (G)aysa Enikeyev,7 9 Temmuz 1908’de Dumada yaptığı konuşmada, Rus hükûmetinin 20 Mart 1897 tarihinde aldığı kararların, Müslüman halka ana dil, din ve eğitim gibi konularda bir dizi kısıtlamalar getirmiş olduğunu açıklıyordu. Enikeyev, baskılara maruz kalan halkın bir kısmının, kurtuluşu ana yurtlarını terk etmekte bulduğunu ve o dönemde göç eden Tatarların en fazla tercih ettikleri ülkenin de Türkiye olduğunu söylemiştir.8 Böylece Müslüman halka yönelik baskının sadece dini olmadığı aynı zamanda kültürel baskının söz konusu olduğu anlaşılıyor.
Özellikle Çar Aleksandr III (1881-1894) döneminde Panislavizm hareketiyle yoğunlaşan baskı rejimi ve Ruslaştırma çabaları, Müslüman halkı bunaltmıştır. Onun döneminde Kazan vilayetindeki İslamlar arasında bazı olayların çıktığı haberleri Petersburg sefareti aracılığıyla Osmanlı Devleti’ne de ulaşıyordu. Haberlerde 1897 yılında Kazan’daki olaylar karşısında hükumetin askeri tedbirler aldığı bildiriliyordu.9 Bu huzursuzluklarda, sonuçlarının Müslüman halka ne şekilde yansıyacağının kestirilemediği nüfus sayımının da etkisi bulunuyordu.
Tatar yazarı Mähmüt Galäü (1886-1938) de, Möhacirlär adlı tarihi romanında 1897 nüfus sayımı korkusuyla Türkiye’ye hicret eden Tatarları işlemiştir. Roman, bir köyde Müslümanların bu sayım haberiyle sarsılmaları ve duyduklarını doğrulatmak için köyün muhtarına gitmeleriyle başlar. Muhtar, köylülere sayımın sadece Müslüman-Türkleri değil Rus, Fin gibi diğer halkları da kapsadığını söylese de halkı ikna edemez. Köylüler zaten “obur taifesi” adını verdikleri, ürünlerini ve hayvanlarını ellerinden alan vergi tahsildarlarından da usanmışlardır. Tüm bu olumsuz şartların üzerine eklenen sayım haberi, köy halkını harekete geçirir. Kırım’ın Odessa limanından vapurlarla İstanbul’a ulaşan muhacirler, oradan Eskişehir’e nakledilirler.10 Yukarıda belirtilen nedenler, ahaliyi göçe sevk etmiş ve bahsedilen olaylar gerçekten yaşanmıştı. Türkiye’ye göçlerin roman ve hikayelere konu olması, bunun bir dönemin küçümsenmeyecek sosyal bir meselesi olduğunun işaretidir.
Arşivlerde Osmanlı Devleti’nin göçleri teşvik ettiği yönünde herhangi bir kayıta rastlanmamaktadır. Bunu doğrulayan resmi bir açıklama o dönemde Paris sefiri olan Salih Münir Paşa’dan gelmiştir. Sofya’yı ziyaretinde Rusçuk’a uğrayan Paşa’nın burada yaşayan Müslüman ahaliye yönelik tavsiyeleri Uhuvvet gazetesinde yayımlanmıştı. Müslümanlara vatanlarını terk etmemelerini öğütleyen Paşa, İslamların kendi yerlerinde, yurtlarında kalmaları gerektiği görüşünün padişaha ait olduğunu ifade etmiştir. Bulgaristan’daki Müslümanlara eğitimin öneminden bahsetmiş, çocukların okutulmasına ve ülkenin resmi lisanının öğretilmesinin önemine de bilhassa dikkat çekmiştir.11
İdil-Ural Bölgesinden Gelen
İlk Göçmenler
İdil-Ural bölgesi sakinlerinden Kazan Tatarlarının ve Başkurtların Osmanlı ülkesinde görülmeye başladıkları tarih, XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra yani Kırım Savaşı yıllarına denk gelmektedir. Kırım Tatarlarının yurtlarından büyük kitleler halinde göç ettikleri bu yıllarda, İdil-Ural bölgesinden gelenlerin sayısı fazla değildir.
Söz konusu dönemde Kazan Tatarlarının varlığına Balkanlar’ın Dobruca bölgesinde; İstanbul, Aydın, Hüdavendigar gibi Anadolu’daki çeşitli vilayetlerde; bugünkü Arabistan’ın kutsal Mekke, Medine ve Suriye’nin Şam şehirlerinde rastlanmaktadır. Bu tarihlerde Osmanlı ülkesinde yaşayanların çoğunun molla, hacı, müderris veya medrese talebesi gibi dini kimliğe sahip kişiler olduklarını görüyoruz. Memleketlerinden ayrılma nedenleri dini yaşamlarını sürdürecekleri serbest bir ortama kavuşmak veya arzu ettikleri İslami eğitimi almak olmalıydı. Kazan muhacirleriyle ilgili bilgilere, genellikle Osmanlı hükumetinden maddi yardım talebiyle yapılan başvurular sayesinde ulaşmak mümkün olmaktadır ve bu isteklere resmi makamlardan hemen her zaman olumlu cevaplar geliyordu. Bu tür örneklerden olan 1857 tarihli bir vesikada, Kazan muhacirlerinden Muhammed Efendi adlı şahsın, içinde bulunduğu maddi sıkıntıdan söz ederek kendisine maaş tahsisi için Ticaret Nezareti’ne başvuruda bulunduğu görülmektedir.12
Molla, hacı ve talebelere yapılan maddi yardımlar da kuşkusuz yeni gelecek kişiler için de cazipti. Bu yardımlar Orta Asya ve Çin’den gelen hacılara da yapılıyor, Osmanlı ülkesinde herhangi bir nedenle mağdur olmuş, parasız kalmış Müslümanlara barınacak yer gösteriliyor, dönüşleri için gerekirse para yardımı yapılıyordu.
1861 tarihli bir belgede Kazan ahalisinden Murtaza adlı kişi, Hicaz’a gitmek arzusunda olduğunu, kendisinin İskenderiye’ye giden bir gemiye bindirilip ücretinin ödenmesini talep ediyordu.13 İdil boyundan Karadeniz yoluyla hacca gidecek yolcular, İstanbul üzerinden gemiyle Akdeniz’e, oradan da Mısır limanlarına ulaşırlardı. Osmanlı başşehrinde bir süre kalan hacı adayları, Mısır’da da bir süre geçirirlerdi. Çünkü Mısır’daki camiler ve bilhassa dini ilimlerle uğraşan Tatar uleması için el-Ezher Medresesi büyük önem taşırdı.
Memleketinden ayrılarak yeni bir yaşam kuranlar, bu defa orada bıraktıkları ailelerini de yanlarına getirtmeyi düşünüyorlardı. İstanbul’a yerleşmiş olan Kazan’ın
Tetuş üyezdi (kasabası), Orta Baltay volostına (nahiyesi) bağlı Küçük Bakırcı köyü imamı Molla Ubeydullah bin Hamid’in oğlu Hamidullah da ailesini yanına getirtmek için Muhacirin Komisyonu’na başvuruda bulunmuştu. Bu kişi dilekçesinde İstanbul’da kendi geçimini sağladığını ayrıca memleketindeki ailesine para yardımında bulunduğunu söylemektedir. Ancak, İstanbul’dan gönderdiği cüzi miktarın kardeşlerinin tahsil masraflarını karşılayamadığını, ayrıca ebeveyninin de yaşlı olduğunu ileri sürerek kendisi için en uygun çözümün on kişilik ailesini yanına getirtmek olduğunu ifade ediyordu. Muhacirin Komisyonu Kazanlı Hamidullah’ın bu talebini, gereğinin yapılması için Hariciye Nezareti’ne havale etmişti.14 Söz konusu talepten İstanbul’a yerleşmiş olan Kazanlı gencin, kendi geçimini temin ettikten başka para yardımında bulunabileceği bir miktarı kazandığı anlaşılıyor. İstanbul’a getirtmek istediği kardeşlerine bir şekilde iş veya eğitim imkanının bulunduğu veya en azından ailenin kendi yurdundan daha iyi şartlarda yaşayabilmesi için uygun bir ortamın mevcut olduğu anlaşılmaktadır.
Kazan Tatarlarının genellikle Orta Asya bölgesi ve Çin’le ticaret yaptıkları bilinmektedir. Fakat Rusların Türkistan’a hakim olmaya başladıkları yıllarda, ticaret hakkı ellerinden alınan Tatarlardan Osmanlı ülkesine ticaret yapmak amacıyla gelmiş kişilere rastlanıyordu. 1855 yılında Kazan ahalisinden Abdullah, kardeşi Hasan ve üç arkadaşı ticaret tezkirelerinin verilmesi için İstanbul’da bekliyorlar ve Harbiye Nezareti’nde geçici olarak ikamet ediyorlardı.15 Bu kişilerin hangi malları alıp sattıkları hakkında malumat yoktur, fakat daha sonraki yıllarda İstanbul’da ticaret yapanlar artmaktadır.
Gazeteci Zarif Beşir, Kazan-Moskova treninde rastladığı bir Mişer gencinin sekiz yıl boyunca İstanbul’la ticaret yaptığını nakleder. Yirmibir yaşında ticaretle uğraşmaya başlayan bu genci para kazanmaya iten neden, aslında evlenmek için gerekli olan sekizyüz sum (ruble) başlık parasını ödemeye babasının maddi durumunun elvermemesiydi. Genç Mişer, İstanbul’a kürk getirip sattığını söylemektedir.16
XIX. yüzyıl ortalarında Rusya’dan Osmanlı ülkesine göç edenler arasında Kazan ahalisinden ve Nakşibendiyye tarikatine mensup olduğu belirtilen Şeyh Hafız Muhammedcan Efendi adlı bir zat da bulunmaktadır. Bu kişinin 1847 yılında Mekke’de bir tekke inşa etmiş olduğu, devletin de bu tekkeye tayinat ve kendisine maaş tahsis ederek yardımda bulunduğu öğreniliyor.17 Onun İzzet Efendi adındaki halifesi de aynı dönemde İstanbul’da ikamet ediyor, o da maddi yardım başvurusunda bulunuyordu.18 Şeyh Muhammedcan Efendi ardından Medine-i Münevvere mücaviri olduğundan19 ve Mekke’ye mücavir olarak gideceğinden bahisle gene maaş tahsisi için başvurmuştu.20 Onun Mekke ve Medine’den sonra Şam’da da ikamet ettiğini gösteren bir belge de mevcuttur.
Şam valiliğine onun namına yapılan başvuruda bulunan talebe-i umumiyeden olduğu belirtilen Abdürrahman adlı şahıstır.21 1850 yıllarında Mekke, Medine ve Şam civarında ikamet eden Kazan Tatarlarının bu şehirlerde bulunmaları tamamen dini nedenlerden kaynaklanıyordu.
1852 yılına ait bir başka belgede Medine şehrinde Kazanlı Hacı Muhammed Safa, talebe Abdürrahim Efendi ve Şam şehrinde Hamzazade Seyyid Hüseyin Efendi’ye bir miktar maaş tahsisiyle ilgili22 bir istekle karşılaşıyoruz ki bu da yukarıdaki görüşü doğruluyor. Daha önceki yıllarda İdil-Ural
bölgesinden Hicaz’a ve Şam’a hem hac vazifesini ifa etmek hem de İslami ilimlerle uğraşmak amacıyla birçok kişi gitmiştir. Mesela, Ufa tevabiinden olan Abdülhalik b. Abdülkerim (ö. 1844), Kazan’da tahsil yapmış, 1798 yılında Hicaz’da ve Türkiye’de bulunmuş, daha sonra yeniden bir hac seferine çıkmıştı. Abdülhalik b. Abdülkerim yurdunda medreseler kurmuş ve pek çok öğrenci yetiştirmiş bir müderristi. Ahmet isimli oğlunun yazdıklarına göre babası iki yılını Mekke ve Medine’de, birer yılını Mısır ve Kudüs’te, altı ayını da Şam’da ikamet ederek geçirmişti.23 Buradan anlaşıldığına göre XVIII ve XIX. yüzyılda İdil-Ural uleması eğitim için İslami ilimlerin merkezi olan şehirlerde uzun müddet kalıyor ve başta Arapça öğreniyorlardı. Memleketlerine dönüşlerinde bilgilerini eğitim müesseseleri açarak yani medreselerde gençleri yetiştirerek değerlendiriyorlardı.
İdil-Ural Bölgesinden
Toplu Göçler
Rusya’nın İdil-Ural bölgesinden Osmanlı topraklarına toplu haldeki en erken göçler 1861 yıllında gerçekleşmişti. Bu durum Muhacirin Komisyonu’nun Kazan muhacirlerine uygulanacak muamele hakkındaki sorusuna karşılık onlara da daha önce gelen muhacirlerle aynı muamelenin uygulanacağının bildirilmesinden anlaşılıyor.24
Bu yıllarda Rusya tahtında Çar Aleksandr II (1855-1881) oturmaktadır ve onun döneminde Rusya’da büyük reformlar yapılmış, özellikle de 1861 manifestosunun (fermanının) ilanıyla Rus köylüleri toprak serfliğinden kurtulmuştur. Ancak Rusya için bu dönem Kafkasya’nın ve Türkistan’daki hanlıkların Rusların eline düştüğü, İdil-Ural bölgesi sakinlerine yani Kazan Tatarları, Başkurtlar ve Çuvaşlara karşı yeniden sistemli dini ve kültürel baskıların uygulanmaya başlanması anlamına gelmekteydi. Bu uygulamalardan biri, Kazanlı misyoner İlminski öncülüğünde hazırlanan gayri Rus kavimlere kril
alfabesi esasında alfabe tanzim edilmesiydi. Ardından Müslümanlar yoğun olarak Hıristiyanlaştırma propagandasına maruz kaldılar. Ancak bu baskıların sonunda Rus hükumetinin hedeflediği sonuç alınamadı, hatta aksi tesirlerine şahit olundu.25 Aleksandr II, Kırım Savaşı sonrasında Rusya’nın güneyinde vuku bulan Kırım Tatarlar göçünü “istenmeyen unsurlardan kurtuluş” ve “mutlu bir olay” olarak nitelendiriyor ve göçlerin engellenmemesi için her türlü tedbirin alınmasını istiyordu.26 Bütün bu uygulamaların amacı yeni kazanılan topraklar da dahil olmak üzere Ruslaştırma politikasını bütün Rusya’ya yaymak ve hükumeti rahatsız eden sorunlardan kurtulmaktı.
Bu dönemde Rusya’nın değişik şehirlerden göç edenlere rastlanmaktadır. Mesela Astrahan (Ejderhan) ahalisinden olan ve dört kişilik ailesiyle birlikte İstanbul’a hicret etmiş Abdullah Efendi gibi.27 Daha ziyade bir ticaret merkezi olan bu bölgeden daha sonraki dönemlerde gelenlere rastlanmadığını söyleyebiliriz.
Tatar aydınları Osmanlı ulemasını yakından takip ediyor, görüşmelerde bulunmak için sık sık İstanbul’u ziyaret ediyorlardı. Kazanlı din alimi ve tarihçi Şehabeddin Mercani (1818-1889) döneminde pek yaygın olan bir düşünce de ehl-i İslam’ın Rusya’da terakkisinin mümkün olamayacağı ve bu yüzden Türkiye’ye hicret etmelerinin gerekliliği yönündeydi. O vakitler Kazan’ın en meşhur müderrislerinden olan Muhammed Abdülkerim Hazret28 ve daha birçok kişi bu nedenle hicret etmişlerdi. Mercani, bu fikre katılmıyor, Rusya’da yaşayanların da gerekli yenilikler gerçekleştiğinde ilerlemelerinin mümkün olabileceğini düşünüyordu.29 Muhammed Abdülkerim, tahsilini Buhara’da yapmış, Kazan’a döndükten sonra yirmi üç yıl boyunca üç veya beşyüz kadar talebe yetiştirmiş, memleketinde pek saygıdeğer bir zattır. Onun yedi kişilik ailesiyle birlikte ülkesinden Osmanlı topraklarına göç ettiğini kendisine maaş tahsis edilmesi hususundaki başvurusundan öğreniyoruz. Niyeti Medine’ye yerleşmek eğer bu mümkün olmazsa Şam’da kalmaktı. Resmi makamların hakkında yapılan tahkikat sonucunda isteğinin geri çevrilmesini gerektirecek bir engel bulunmadığı belirtilmiş ve 10 Ekim 1863 tarihli iradeyle, isteği karara bağlanmıştı.30 Onun yurdunu terk etmesinin sebebi sadece Rus baskısı olmayabilir. Zira bu dönemde Tatarlar arasında Rusya’daki İslami eğitimin verildiği medreselerin ve müderrislerin yetersizliği hakkında konuşulmaya ve yenileşme münakaşaları yapılmaya başlanmıştı. Buhara’daki medreselerde tahsil eden bu müderrisin daha doğru bilgilere ulaşmak, İslami ilimleri yerinde öğrenmek arzusuyla hareket etmiş olması muhtemeldir. Onun daha sonraki yaşamını takip edemiyoruz ancak 1897 yılında seyahat ve hac amacıyla İstanbul’a gelen İmam Kurbanali Halidoğlu, Kazanlı Damolla Muhammed Kerim Hazret’in Edirnekapı’daki mezarını ziyaret ettiğinden bahsetmektedir.31 O tarihlerde Kerim Hazret’in vefat etmiş olduğu ve İstanbul’da defnedilmiş olduğu anlaşılıyor.
Abdülkerim Hazret’in Şam’a yerleşmek istediği yıllarda İdil-Ural bölgesinden gelen ve Hoca Molla Musa takımından oldukları belirtilen başka göçmen grubu da gene Şam şehrinde yerleşmek istiyorlardı. Altı hanede 27 nüfustan oluşan Kazan muhacirleri, evlerini ve yurtlarını “dinlerini muhafaza etmek” amacıyla terk ettiklerini ifade etmişlerdir. Osmanlı ülkesine gelen bu kişilerin Osmanlı tabiyetine alındıktan sonra yerleşecekleri bölgeye salimen ulaşmalarını sağlamak için yanlarına refakatçi olarak zaptiye verilmesi düşünülmüş, bu konuda Şam ve Sayda valilerine talimat verilmişti.32 Bazı Tatarların yerleşmek için Osmanlı yönetimindeki Şam eyaletinin (daha sonra Şam vilayeti) merkezi olan şehri seçmeleri, hac yolu üzerinde bulunan eski bir kültürel merkez olmasından kaynaklanabilir. Ancak İdil-Ural bölgesinden gelenlerin buraya rağbet etmelerinin kanaatimizce en önemli nedeni Nakşibendiliğin33 “Halidiyye” kolunun Suriye’de oluşmasıydı. Arap dünyasında Halidiyye’nin en yaygın olduğu ülke Suriye’dir ve tarikatın Şam’da kök salmasında meşhur Hani ailesinin büyük katkısı olmuştur.34 Daha sonraki yıllarda İstanbul’a gelerek Nakşibendi-Halidi şeyhi Gümüşhanevi’nin mürşidi olan Zaynullah Rasuli’nin (1813-1893) de İdil-Ural bölgesinde Halidiyye kolunun yayılmasında katkıları olmuştur.
Rusya Türklerinin göçleri gibi büyük bir sosyal meseleyi incelerken pek çok boyutu göz önünde tutmak gerekir. İnsanların ülkelerinden göç etmeye karar vermeleri, sadece siyasi değil aynı zamanda ekonomik nedenlerden kaynaklanabilir. Özellikle Rusya gibi ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayalı ve halkın %85’inin kırsal kesiminde yaşadığı ülkede, iklim dengesinin bozulması kuraklığa yani verimin büyük ölçüde düşmesine yol açıyordu. 1891 ve 1892 yıllarında Rusya’da meydana gelen kıtlık, zaten bozuk olan Rus ekonomisinin iyice sarsılmasına neden olmuş, hatta bu zor dönemde Amerika’dan Rusya’ya yardım yollanmıştır.35
Rusya’da yaşanan 1891 kıtlığı, Petersburg sefaretinden gelen haberler vasıtasıyla Babıali tarafından da yakından takip edilmişti. Bu tarihte yaşanan ve yaklaşık on dört milyon kişinin etkilendiği büyük afetten sonra, ümit bağlanan 1892 yılı mahsulünün de yeterli olmadığı haberi İstanbul’a ulaşmıştı. Devlet, halka tohumluk yardımında bulunmuşsa da ahali diğer eyaletlere göç ettiğinden araziler ekilememişti.36
İdil-Ural bölgesinin en verimli kara toprağına sahip eyaleti olan Samara’nın ve bu eyalet dahilindeki Buzuluk’un kuraklıklardan en fazla etkilenen bölgelerin başında gelmesi, 1891 ve 1892 yıllarının ertesinde bu böl-
geden Türkiye’ye göçlere neden olabileceği akla geliyor. Samara’dan ilk göç başvurusu 27.11.1893 tarihinde yapıldığına göre, başvuruyu yapanların 1891 ve 1892 yıllarındaki açlıktan etkilenmiş insanlar olmaları muhtemeldir.
Rusya’nın Samara gubernası (eyaleti), Buzuluk üyezdi, Mevlik ve Emirhan köyü ahalisinden 450 hane halkı, Osmanlı ülkesine hicret etmek niyetiyle başvuruda bulunmuşlardı. İstanbul’da Kazanlı Tekkesi’nde ikamet eden vekilleri Yusuf bin Hüsameddin ve Şerefeddin’in imzalarıyla verilen dilekçede, Ankara vilayetinde iskanlarına elverişli münasip bir arazi istida ediyorlardı. Muhacirler, hükumetten kendilerine verilecek arazinin dışında herhangi bir talepte bulunmayacaklarına dair senet vermişlerdi. Ancak Babıali’ye havale edilen istidanamede daha önceki başvurularına yedi, sekiz ay boyunca bir cevap alamayan muhacirlerin sefalat içinde kaldıkları da belirtiliyordu. Babıali’nin bu konudaki kararı o zamana kadar Osmanlı topraklarına toplu halde yerleşen Tatar muhacirleriyle ilgili herhangi bir müşkülata rastlanmadığı ve bu kafilenin Ankara vilayeti dahilindeki boş arazide topluca iskanlarının uygun görüldüğü yönündeydi.37
Muhacirin Komisyonu defterlerinde aynı yıllarda Samara’dan muhaceretle ilgili başka bir müracaatlar da mevcuttur. Bunlardan biri, Samara eyaletine bağlı Buta (π`à+ ?) isimli bölgeden 60 hane halkının iskanıyla ilgilidir.38 Samara’ya bağlı Buta sancağı ahalisinden 60 hane halkının hicret etmek arzusunda oldukları, vekilleri Ahuncan bin Osman vasıtasıyla Osmanlı makamlarına bildirilmişti. Resmi makamlarca vekillerinden mesarif-i seferiye, tayinat ve bedel-i iskan, çift hayvanatı, hane inşası, tohumluk ve yemeklik zahire verilmesi talebinde bulunmayacaklarına dair bir senet alınmış ve Ankara vilayetinde veya başka bir yerde iskanlarında bir mahzur olmadığı yönünde karara varılmıştı.39 XIX. yüzyılda muazzam göç dalgalarına maruz kalan Osmanlı Devleti’nin muhacirlerin her türlü ihtiyacına cevap vermesi mümkün olamıyordu. Gelen muhacirlerin hepsine maddi yardım yapılamıyor ve bazı kafilelerin hicret etmeden önce bu konuda herhangi bir talepte bulunmalarını önleyecek tedbirler alınıyordu.
Rusya’nın Samara bölgesinden ve bu defa Ufa40 vilayetine bağlı bazı köy ve kasabaların Müslüman Tatar ahalisinden olmak üzere 106 hane halkının göç etmeleriyle ilgili olarak başka başvuru mevcuttur. Buna cevaben de gene Ankara vilayeti dahilinde boş olarak bulunan arazide iskanlarına izin verileceği hakkında bir kayıt bulunuyor.41
Dostları ilə paylaş: |