Rusya ve Osmanlı Devleti karşı saflarda yer alırlarken bu iki devletin etrafında kaderlerini büyük ölçüde bu devletlerden birinin kazanmasına bağlamış ve bu doğrultuda çalışan unsurlar tarihin akışının ve konjonktürün bir sonucu olarak devreye girmişlerdir. Bu çerçevede Osmanlı Ermenilerinin İtilaf Devletleri ve özellikle de Rusya tarafından savaşı kazanmalarına yarayabilecek bir unsur olarak değerlendirildiği, Türk ve
Müslüman Kafkas halklarının ise İttifak Devletleri ve bilhassa da Osmanlı Devleti ile işbirliğine girdikleri, hatta Hıristiyan Gürcü halkının da bazı unsurlarıyla bu işbirliğine katıldıkları tarihi bir vakıadır. Bu nedenle Birinci Dünya Savaşı başlarında Kafkasya ve çevresindeki gelişmeler incelenirken bütüncül bir yaklaşımla her iki tarafın birbirine oldukça benzeyen ve savaştan zaferle çıkmak için gerçekleştirdikleri etkinlikler aynı ölçüde ilgiye değer.
İşin ilginç olan tarafı aradan geçen zamana ve bu süreçte değişen dünyaya karşın Sovyetler Birliği sonrası dönemde Rus nüfuzunun ülkelerinden/bölgelerinden çekilmesini isteyen Kafkasya halklarının neredeyse tümüyle Birinci Dünya Savaşı başlangıcında Osmanlı Devleti ile yakın temas ve işbirliği içinde olanlardan meydana gelmesidir. Üstelik Rus Çarlığı’nın vaktiyle Kafkasya ve ötesinde egemen olabilmek için kullandığı ve anılan savaşta işbirliği yaptığı Ermenilerin ise güncel çatışmalar içinde -türlü nedenlerle- bölgedeki Rus etkisinin sürmesinde büyük önem taşıyan stratejik bir manivela olarak Rusya Federasyonu tarafından değerlendirilmekte olduğu da yadsınamaz.
DİPNOTLAR
1 Mim Kemâl Öke seksenlerde arşiv belgelerini büyük ölçüde tüketerek kaleme aldığı bir çalışmasının kendi bulgu ve sonuçların destekleyen yeni bilgi ve belgeleri de ekleyerek geliştirdiği yeni basımının önsözünde [ Yüzyılın Kan Davası Ermeni Sorunu (1914-1923), İstanbul, 2000. ]; “‘Küresel Toplum’ 21. yüzyıla özgü evrensel bir etiğin üretilmesi için sivil toplumlar arası bir moral şebekeleşmeye giderken Ermeni sorunu bir kez daha ‘jenosit’ tanınması adı altında ABD’nin iç siyasetine giriverdi. Doksanlardaki durgunluk ve belki de çözülüşün arkasından Ermeni Sorunu’nun milenyumun başında yeniden ‘canlandırılması’, belki de uluslararası atmosferin ‘Öteki’ne gösterdiği duyarlılığın kulanılışına, hatta istismarına yol açıyor. Hem de Türk soylularının bir iftiranın siyasallaşması ile ulusal hakarete maruz kalmalarıyla. Aslında Ankara istediği kadar tarihi bilim adamlarına bırakınız tezine yapışsa da, düğüm tarihsel platformu aşmış durumda. Daha doğrusu bu incelemede analize tabi tutulan Ermeni Sorunu’nun iç yüzü, bu jenosit tasarılarının mimarlarının umurunda değil. Çünkü küreselleşmenin bu kavşağında etnikliğin destanlaştırılması ilgili ulusların özgeçmişinde değil özkimliğinde aranmalı. Zaten, düğüm de burada. Çünkü, Ermeni nasyonalistleri, Diaspora Ermenileri, hatta Ermenistan yurttaşları için jenosit, onların kimlik ve kişiliğini oluşturan temel özne. Bu tema etrafında kurmuşlar kültürel varlıklarının hikmet-i vücudunu. Evet, bu Vamık Volkan’ın ‘Kanbağı’ adlı çalışmasında da vurguladığı gibi, sosyo-psikolojik boyutları ağır basan victimization (kurbanlaştırma) kompleksi. Bunu ellerinden tarihi bilgi ve belgeler ışığında, aldığınız vakit kendilerini tanımlayacak ‘öteki’nden, ötekini ‘dehumanize’ eden –insanlıkdışılaştıracak-temel olgudan mahrum kalacaklar. Bu da tarihin değil, psiko-analistlerin sorunsalı. Pratikte de üzerine eğilmesi gereken disiplin budur.” demektedir.
2 Vladimir Potyemkin ve diğerleri: Uluslararası İlişkiler Tarihi 2 (çeviren: Attila Tokatlı) İstanbul, 1978, s. 411. -Vahdet Keleşyılmaz “Atatürk’ün Bulgar Basınındaki Önemli Bir Polemik Hakkındaki Bilgi ve Görüşleri ve Ulusal Dış Politika Üzerine”, A. Ü. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Dergisi (Atatürk Yolu), Yıl: 10, Sayı: 20 (Kasım 1997) den ayrı basım.
3 Alan Bodger: “Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Çeviren: Ahmet Fethi, İstanbul, 1999, s. 110.
4 Kanaatimiz odur ki Goeben ve Breslau’ın (sonradan verilen isimleriyle Yavuz ve Midilli) Türkiye’ye gelişleri de -diğer nedenlerin yanısıra-aslında Rus donanmasını Karadeniz’deki üstünlüğüne ve Boğazlara yönelik her hangi bir harekete geçebilme ihtimaline karşı alınmış bir tedbirdir. Çünkü Türk- Alman İttifakı açısından bu iki geminin gelişi tesadüfi değildir. Türk tarafının böyle bir isteği ve beklentisi olduğu Enver Paşa tarafından dile getirilmiş ve İstanbul’daki muhatapları tarafından Berlin’e bildirilmiştir. Berlin’den verilen talimat üzerine anılan iki gemi rotasını İstanbul’a çevirmiştir. [Ulrich Trumpener: Germany and the Ottoman Empire (1914-1918), Princeton-New Jersey, 1968, s. 25-27. ] Zaten Enver paşa da bu gemilerin geleceğini bildiğindendir ki, 4 Ağustos 1914 tarihinde Bahr-i Sefid (Akdeniz) Boğazı Kumandanlığı’na “gayet mahrem” bir talimatıyla Alman ve Avusturya savaş gemilerinin boğazdan girişine izin verileceğini bildirmiştir. Aynı makalede, Osmanlı Devleti’ni resmen savaşa sokacak Karadeniz olayını gerçekleştiren donanmanın da 22 Ekim 1914 tarihinde Enver Paşa tarafından verilen bir emirle harekete geçtiği anlaşılmaktadır. [Mustafa Balcıoğlu, “Birinci Dünya Savaşına Girişimizle İlgili Tartışmalar ve Yeni Belgeler”, Tarih ve Toplum, S: 114 (Haziran 1993), s. 20-22] Ayrıca daha Birinci Dünya Savaşı çıkmadan önce İstanbul’daki Rus büyükelçisinin,
Osmanlı Devleti’nin İngiltere’den sipariş ettiği ve teslim zamanı yaklaşmakta olan gemilerin Türk donanmasına katılması hususundaki çekincelerini İngilizlere beyan ederken –diğer gerekçelerinin yanısıra-Karadeniz’deki Rus üstünlüğünün korunması amacı açıktır. [Bilal N. Şim: Aegean Question, Dokuments Volume-II (1913-1914), s. 594-595.] Rus büyükelçisinin bu isteğine uygun olarak-yalnızca iki hafta sonra-anılan dretnotlardan biri olan Sultan Osman’a, devir teslim töreni için İngiltere’de bulunan Osmanlı yetkilisi Rauf Orbay bunlara Türk bayrağı çekilmesini beklerken 3 Ağustos 1914 günü İngilizlerce el konmuştur. (İngilizlere verilen gemi siparişleri ve bu elkoyma hakkında bakınız: Mim Kemal Öke-Erol Mütercimler: Sultan Osman, İstanbul, 1991.) Berlin’den verilen talimatın İngilizlerin elkoyma kararıyla aynı zamana rast gelmesi Yavuz ve Midillinin önemini gösteren bir başka ayrıntı mıdır? Bu üzerinde düşünülmeye değer bir konudur.
5 Ali İhsan SABİS, Harp Hatıralarım, Birinci Dünya Harbi, C. 1, İstanbul, 1991, s. 141.
6 İsrafil KURTCEPHE: “Birinci Dünya Savaşında Bir Süryani Ayaklanması”, A. Ü. Osmanlı Tarihi Araştırma Ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), Sayı: 4 (1993) s. 291-296. -İsrafil Kurtcephe ve Suat AKGÜL: “Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı öncesinde Kürt Aşiretleri Üzerindeki Faaliyetleri, A. Ü. Osmanlı Tarihi Araştırma Ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), Sayı: 6 (1995), s. 249-256.
7 Bu ön kabulleri taşıyanların tümünü, her hangi bir nedenle Türkiye’ye karşı olumsuz duygular besleyen kişiler olarak nitelemek doğru değildir. Üstelik bu ön kabuller büyük ölçüde I. Dünya Savaşı’ndan daha önceki olaylarla da temellendirilebilmektedir. Bu konudaki örneklerden biri Gronau’nun [Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu (Çev. Gülderen Koralp Pamir), İstanbul 1994. ] yapıtıdır. Bu kitabın Türkçe basımına önsöz yazarak açıklayıcı notlar ekleyen Prof. Dr. Toktamış ATEŞ’in ifadesiyle, (s. 35) “Her ne kadar Dietrich Gronau, Türkleri ve Türkiye’yi seven bir yazarsa da, bazı konularda Avrupalı önyargılardan kendini tümüyle kurtarması mümkün olmamaktadır. Osmanlıların Ermenilerle ilgili olarak ‘organize bir katliam’ı asla söz konusu değildir. Her iki taraf da karşılıklı büyük acılar ve sıkıntılar çekmişler ve çok kan akıtmışlardır. ” Yazar’ın 1895 ile 1896 yılları arasında Osmanlılar tarafından yapılan organize bir katliamla 100.000’den fazla Ermeni’nin yok edildiği ifadesi üzerine bu notu düşen Ateş, Gronau’nun ‘1915 yılında Doğu Anadolu’da Ermenilere uygulanan kitle katliamının sorumluluğu en azından şeklen ona aittir’ dediği Talat Paşa’yı Berlin’de bir suikast sonucu öldüren Ermeni’nin mahkeme tarafından serbest bırakılmasına değindiği paragrafa ise (s. 78) yukarıda anılan açıklamasıyla ilintilendirdiği şu notu düşmüştür: “Bu mahkeme tam bir hukuk skandalıdır. Bir başka notta değindiğimiz ‘Avrupalı önyargısı’ ile Talat Paşa’nın suçluluğuna inanılmış ve katili neredeyse bir kahraman muamelesi görerek, sudan bir bahane ile beraat ve tahliye edilmiştir. ”.
8 ATASE Arşivi, K: 243, D: 1009, F: 4-7-21/3. (Bundan sonra arşiv adı verilmeyecektir. K: Klasör, D: Dosya, F: Fihrist anlamında kullanılmıştır.).
9 Jehuda WALLACH, Bir Askerî Yardımın Anatomisi (çev. Fahri Çeliker), Ankara, 1985, s. 171.
10 K: 1828, D: 1, F: 1-1/1.
11 K: 1828, D: 1, F: 1/2.
12 K: 2818, D: 59, F: 1-2.
13 K: 1828, D: 1, F: 1/3.
14 K: 1828, D: 1, F: 1/4-1/5.
15 K: 1828, D: 1, F: 1/5.
16 K: 1828, D: 1, F: 1/7.
17 K: 1828, D: 1, F: 1/8. (20 Ağustos 1330 tarihlidir.).
18 K: 1828, D: 1, F: 1/9. (21 Ağustos 1330 tarihlidir.).
19 K: 1828, D: 1, F: 1/12. (Örneğin: 10 Eylül 1330 tarihli bir telgrafla Kemal Bey Gürcü Tişmidi’nin ilk vapurla göndermesi için Askerî Bey’e bu isteğinin söylenmesini bildirmiştir.).
20 K: 249, D: 1036, F: 11. (Türkler, Almanların ve onlarla yakın işbirliğinde olan bazı Gürcü komitesi mensuplarının kendilerini bir oldu bitti ile ansızın savaşa sokabilecekleri endişesini taşımışlardır).
21 Vahdet Keleşyılmaz, “I. Dünya Savaşı’nda Ulusal Güvenlik ve Dil Bilir Eleman İhtiyacı”, Askerî Tarih Bülteni, Yıl: 25, Sayı: 48 (Şubat 2000), s. 146-147.
22 K: 249, D: 1036, F: 14.
23 Vahdet Keleşyılmaz, “Kafkas Harekâtının Perde Arkası”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: XVI, Sayı: 47 (Temmuz 2000) den ayrı basım, s. 371-376.
24 K: 249, D: 1036, F: 18.
25 K: 1828, D: 1, F: 1/19.
26 K: 1828, D: 1, F: 1/22.
27 K: 1828, D: 1, F: 1/23. (Mehmed Fazıl Paşa’nın bu isteğine Enver Paşa da muvafakat vermiştir. Aynı belgedeki derkenarda bu görülmektedir. Bu muvafakat Musul Vilayetine çekilen bir telgrafla bildirilmiştir: K: 1828, D: 1, F: 1/24.).
28 K: 1828, D: 1, F: 1/27. (1 Teşrin-i Evvel 330 tarihli ve Süleyman Askerî imzalı).
29 K: 1828, D: 1, F: 1/28. (Türk faaliyetlerinin devam ettiği süreçte; 1914 Eylülünde Odesa yoluyla hareket eden Ali Murteza Efendi görev bölgesi olan Dağıstan’da özellikle nüfûzlu kişilerle irtibata geçmeye gayret göstermiş, Avar hanlarını ziyaret etmiştir. Ancak Avar hanları kendisine ancak ayaklanmanın büyümesinden sonra harekete geçebileceklerini söylemişlerdir. Ali Murteza, Teşkilât-ı Mahsûsa’nın vaad etmiş olduğu para, silâh ve cephane gelmeyince büyük sıkıntı çekmiş ve bu nedenle İran’a dönmüş ve sunduğu raporda, yeterli para sağlandığı takdirde Kafkaslarda ihtilâl çıkarmak, köprüleri uçurmak, hattâ Bakü petrollerini yakmak gibi işlerin mümkün olabileceğini dile getirmiştir. Bundan sonra etkinliklerine devam eden Ali Murteza, bir grupla birlikte Bakü’ye gitmiştir. Müsavat Cemiyeti ile irtibat kurulmuş ve bu cemiyet Rus Kafkas Ordusu’nda bulunan bir Gürcü subay aracılığıyla Rus orduları hakkında bilgi toplayarak ilgililere ulaştırmak, İran üzerinden Bakü’ye kadar silâh kaçırılması için gerekli önlemleri almak gibi işleri üstlenmiştir. Müsavat Cemiyeti lideri olan Mehmet Emin Resulzâde ise Osmanlı Devleti’nin Tahran Elçiliğine gönderdiği raporlarla, Rus orduları hakkında bilgi vererek kendilerine silâh yardımı yapılmasını istemiş fakat bu mümkün olamamıştır: Sadık Sarısaman, “Birinci Dünya Savaşı Sırasında İran Elçiliğimiz İle İrtibatlı Bazı Teşkilât-ı Mahsûsa Faaliyetleri”, A. Ü. Osmanlı Tarihi Araştırma Ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), Sayı: 7 (1996), s. 209-217. ] Ayrıca Resulzâde’nin bu dönemi içine alan anıları için bakınız: Resulzâde Mehmed Emin (Sabık Azerbaycan Şura-yı Millisi Reisi), Azerbaycan Cumhuriyeti, Keyfiyet-i Teşekkülü ve Şimdiki Vaziyeti, Şehzâdebaşı (İstanbul), 1339-1341.
30 K: 1828, D: 1, F: 1/30-1/31.
31 Mark Bloch: Tarihin Savunusu ya da Tarihçilik Mesleği (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara, 1985, s. 42.
32 Ariel-Will Durant: Tarih Üzerine (Çev. Hüseyin Zamantılı), İstanbul, 1983, s. 114.
33 Anadolu’da birinci Dünya Savaşı ve onun uzantısı olan Milli Mücadele döneminde Müslüman nüfustan iki buçuk milyon kişi ya da toplam nüfusun %18 i ölmüştür. Ancak bu oran anılan nüfus kaybını yeteri kadar açıklamamaktadır. Çünkü bilimsel çerçevede projeksiyon yöntemiyle yapılan bir değerlendirme ile olağan koşullarda olması gereken Müslüman nüfus ile savaştan sağ çıkabilen nüfus arasındaki fark 4. 093. 905 kişi gibi çok daha yüksek bir kaybı göstermektedir ki Anadolu Müslümanlarının uğradığı ölüm telefatı başka hiçbir devlette olmadığı kadar yüksektir. [Justin MCCARTY, Müslümanlar ve Azınlıklar (Çev. Bilge Umar), İstanbul, 1998, s. 141-148.].
34 E. H. Carr: Tarih Nedir (Çev. Misket G. Gürtürk), İstanbul, 1980, s. 115.
35 Leon E. Halkın: Tarih Tenkidinin Unsurları (Çev. Bahaeddin Yediyıldız), Ankara, 1989, s. 29.
Kafkas Cephesinde Kader Ânı:
Sarıkamış Harekâtı ve Sonuçları
YRD. DOÇ. DR. Tuncay ÖĞÜN
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Giriş
1.Dünya Savaşı yıllarında büyük bir Türk ordusunun düşman ateşinden çok dondurucu soğuklar, açlık ve hastalıklar yüzünden Sarıkamış civarındaki karlı dağlarda neredeyse tamamen yok olması, bir yazarımızın yıllar önce ifade ettiği gibi hâlâ kafalarımızın içerisinde beyazlaşmış bir kor sıcaklığı ile durmaktadır.1 Sarıkamış yenilgisi, sadece büyük bir ordunun yok olmasına neden olmakla kalmamış, etkilerini bugün dahi hissedebildiğimiz bir felâketler dizisine de yol açmıştır. Yenilginin ardından Kafkas cephesindeki dengenin Ruslar lehine bozulması üzerine Doğu Anadolu’daki Osmanlı vilayetleri işgale uğramış, işgal yıllarında bölge, eşine az rastlanır derecede büyük bir tahribata maruz kalmış, yöre halkından milyonlarca insan ya hayatını kaybetmiş ya da yerini yurdunu terk ederek başka bölgelere göç etmek zorunda kalmıştır. Bu bakımdan Sarıkamış harekâtı yakın tarihimizin en önemli olaylarından birisidir.
Kafkas cephesinde Osmanlı-Rus savaşı, Rus ordusunun 1 Kasım 1914 tarihinde Osmanlı sınırını geçerek taarruz etmesi üzerine başlamıştı. Rusların bu ilk taarruzunu Deveboynu çizgisinde karşılamak niyetinde olan 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’nın fazla direnmeden Pasinler çizgisindeki kuvvetlerini geri çekmesi üzerine Ruslar, Erzurum’un 60 km. kadar doğusunda bulunan Köprüköy’e kadar kolayca ilerlemişlerdi.2 Genel bir taarruzdan ziyade Osmanlı donanmasının Karadeniz’deki saldırılarına3 karşılık vermek amacıyla harekete geçtikleri anlaşılan Rus kuvvetleri, erzak ve levâzım depolarının bulunduğu Sarıkamış’tan daha fazla uzaklaşmak niyetinde olmadıklarından bu çizgide taarruzlarını durdurmuşlardı.4 Esasen Ruslar, birliklerinin önemli bir bölümünü batı cephesine nakletmiş olduklarından bu cephede fazla kuvvet bulundurmuyorlardı.5
Rus ordusunun Kafkas cephesindeki bu zaafından yararlanmak isteyen Enver Paşa, Osmanlı kuvvetlerinin Ruslar karşısında geri çekilerek savunmada kalmasını doğru bulmuyordu. Bu nedenle cephedeki duruma müdahale ederek 3. Ordu’nun Köprüköy yönünde taarruz etmesini emretti. Bu emir üzerine Türk ordusunun taarruzuyla 7 Kasım sabahı başlayan Köprüköy savaşlarında, Ruslar mevzilerini terk ederek bir günlük mesafede bulunan Azap sırtlarına kadar çekilmek zorunda kaldılar. 16-17 Kasım günlerinde Azap sırtlarında devam eden çarpışmalarda her iki taraf da kayda değer bir sonuç elde edemeyince, Kafkas cephesindeki çarpışmalar bir süre için sona erdi.6 Çarpışmaların bu şekilde sona ermesi Ruslar tarafından memnuniyetle karşılanmış, Rus Kafkas Ordusu Başkomutanlığı’ndan, Sarıkamış Grup Komutanı General Bergmann’a, özel bir emir almadıkça taarruza teşebbüs etmemesi bildirilmişti.7 Böylece başlangıçta örtü savaşı, olarak karşılıklı gidiş gelişler şeklinde tezahür eden savaş bir durgunluk dönemine girmiş oldu. Cephedeki bu durgunluk Enver Paşa’nın bölgeye intikaline kadar devam etti.
Harekât Planı ve Amacı
Köprüköy ve Azap savaşlarında elde edilen sınırlı başarıları da yeterli görmeyen Enver Paşa, kesin sonuca ulaşmak için harekât planının ciddi surette değiştirilmesi gerektiğine inanıyordu. Böylece şimdiye kadar istenilen sonucu sağlama hususunda yetersiz kalan cephe taarruzlarından vazgeçerek bir kuşatma hareketiyle düşmanın imha edil-
mesine karar verdi. Bu kararı vermesinde, Almanların birkaç ay önce Tannenberg’de kazandıkları zaferin de büyük ölçüde etkili olduğu anlaşılmaktadır. Zira Hindenburg komutasındaki Alman orduları, 1914 yılı Ağustosu’nda başarılı bir kuşatma hareketiyle Rusların üstün kuvvetlerini Tannenberg’de ağır bir yenilgiye uğratmışlardı.8 Bu yenilgi, Rusların kuşatma hareketleri karşısında çok zayıf kaldıklarına dair bir kanaat oluşmasına neden oldu. Nitekim bu sırada Berlin’de bulunan Türk ataşesi, İstanbul’a gönderdiği bir raporda; Rusların berkitilmiş mevzilerine taarruz etmenin yararsız olduğunu, Ruslara karşı en etkili hareketin kuşatma olacağını bildirmişti.9
Osmanlı ordusunda görev yapan Alman askerî heyeti başkanı General Liman von Sanders dışındaki müttefik Alman subayları ve Alman büyükelçisi Wangenheim, Enver Paşa’nın tasarladığı kuşatma hareketini kendi menfaatleri açısından yararlı görüyorlardı.10 Almanlar, Kafkas cephesindeki Rus kuvvetlerinin başarılı bir çevirme harekâtıyla yenilgiye uğratılması halinde, Rusların buraya kuvvetli bir ordu göndermek zorunda kalacaklarından Lehistan cephesindeki Alman ve Avusturya kuvvetlerinin yükünün hafifleyeceğini düşünüyorlardı.11 Fakat çok güç şartlar altında yapılacak olan bu harekâtın riskli olduğunu görerek, böyle bir taarruzdaki tüm sorumluluğun Türklere ait olacağını belirtmekten de geri kalmamışlardı.12
Enver Paşa’nın bu taarruzla ulaşmak istediği hedef, Almanların beklentilerinin çok ötesindeydi. Aras vadisindeki Rus kuvvetlerini imha etmek üzere tasarlanan kuşatma harekâtı, aslında büyük ve kapsamlı bir planın sadece ilk ve en önemli bölümünü oluşturmaktaydı. Enver Paşa, Rus kuvvetleri imha edildikten sonra Kafkas halklarının Türkler lehine bir isyan başlatacaklarına13 ve böylece Kafkasya, İran ve Türkistan’ın ele geçirileceğine inanıyordu.14 Hatta bununla da yetinmeyerek Afganistan ve Hindistan üzerine yürümek azminde olan Enver Paşa, 1914 Kasımı’nda Liman von Sanders’e tasarladığı kapsamlı harekâtın plan ve amaçlarını izah etmişti. Liman von Sanders anılarında bu olayı şu şekilde nakletmektedir:15
Enver elindeki haritanın üzerine 3. Orduya yaptıracağı bir hareketin krokisini çizdi. Buna göre Enver, anayol istikametinden ve cepheden 11. Kolordu ile Rusları oyalarken, diğer iki kolordu (9. ve 10. Kolordular) sola doğru ve dağlar üzerinden günlerce devam edecek bir yürüyüşle Sarıkamış’ta Rusların yan ve arkasını çevirecek, sonra da 3. Ordu Kars’ı zapt edecek…. Konuşmanın sonunda hayalî ve dikkat çekici fikirler ortaya attı. Bana ileride Afganistan üzerinden Hindistan’a yürüyeceğini bile söyleyerek veda etti.
3. Ordu Komutanı Hazan İzzet Paşa, tasarlanan kuşatma harekâtının başarılı olacağına inanmıyor ve taarruz konusunda da pek istekli görünmüyordu. Ordu komutanının görüşlerine pek fazla değer vermeyen Enver Paşa, bizzat cepheye gidip durumu görmek istediyse de meclis buna razı olmadı. O da yerine Hafız Hakkı Bey’i söz konusu kuşatma hareketinin icra edilip edilemeyeceğini araştırmak üzere Kafkas cephesine gönderdi. Hafız Hakkı Bey, cephedeki yetkililerle görüşüp bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra 3 Aralık’ta şu raporu gönderdi: Bir kolordu ile cepheden ve iki kolordu ile Bardız-Oltu üzerinden ihata ile Ruslara muvaffakiyetli taarruz yapılabileceğini yerinde tetkik ettim. Rütbem tashih olunursa ben de bu işi yaparım. Hafız Hakkı Bey, ordu komutanı ile kolordu komutanlarının yeterli derecede azim ve cesaret sahibi olmadıklarından, böyle bir taarruza samimi olarak taraftar görünmediklerini de raporuna eklemişti.16
Hafız Hakkı Bey’den istediği cevabı alan Enver Paşa, ordu komutanını taarruza teşvik etmek veya gerekirse taarruzu bizzat komuta etmek üzere cepheye gitmeye karar verdi.17 Yanında Genelkurmay Başkanı General Bronsart von Schellendorf, Harekât Şubesi Başkanı Yarbay Feldman ve diğer maiyeti ile 6 Aralık’ta İstanbul’dan hareket etti. Denizyoluyla önce Trabzon’a ve oradan Erzurum’a ulaştılar.18 Aralığın 15’inde Köprüköy’deki ordu karargâhına geldiler. Burada yapılan görüşmede, Enver Paşa’nın huzurunda samimi görüşlerini ifade etmekten kaçınan Hasan İzzet Paşa, istemeyerek de olsa icra edilecek harekât hakkında Enver Paşa ile mutabık kalmış gibi davrandı. Enver Paşa da harekâtın komutasını Hasan İzzet Paşa’ya havale edip ben Erzurum’a gidiyorum, ya oradan İstanbul’a dönerim veya seyirci sıfatıyla hareketinize bakarım diyerek 17 Aralık’ta Erzurum’a döndü.19
Sık sık cepheyi dolaşan ve askerlerin durumuyla yakından ilgilenen Hasan İzzet Paşa, birliklerin bir kış taarruzu için yeterli donanıma sahip olmadıklarını çok iyi biliyordu. Güney cephesinden buraya intikal eden birlikler içerisinde hâlâ entariyle dolaşan askerler vardı. Günden güne şiddetlenen soğuklar yüzünden donarak hayatını kaybeden askerlerin sayısı giderek artmaktaydı.20 Ordunun yiyecek ve ulaştırma hizmetleri de yetersizdi. Nitekim Menzil Müfettiş-i Umûmîliği’nin 26 Ekim 1914 tarihli raporunda 3. Ordu’nun durumu şu şekilde değerlendirilmişti:21
3. Ordu’nun bulunduğu yerde bile iaşesi için mevcut menzil kolları yetersizdir. Hareket halinde açlık muhakkaktır. Doğuda demiryolları olmadığından, menzil kolları ne kadar
arttırılsa yine kâfi gelmez. On günlük erzakı taşıyan menzil kolları olsa dahi on birinci günü yine açlık baş gösterir.
Başlangıçta Enver Paşa’ya itiraz edemeyen Hasan İzzet Paşa, mevcut durumda ordunun büyük bir kuşatma harekâtını gerçekleştiremeyeceği kanaatine varmış ve bu durum sinirlerini iyice yıpratmıştı. Neticede bir gün düşündükten sonra 18 Aralık 1914 gecesi telgrafla Enver Paşa’ya istifasını arz etti. Hasan İzzet Paşa bu telgrafında şöyle diyordu:22
Ben bu hareketleri icra için nefsimde kuvvet ve itimat göremediğimden ve esasen fevkalâde bir asabiyet gelerek rahatsız olduğumdan memuriyet-i hazıramdan affımı istirham ederim.
Enver Paşa bu telgrafı alınca, ordu komutanlığını kendi uhdesine alarak harekâtın sevk ve idaresini eline aldı. General Bronsart, 3. Ordu Kurmay Başkanlığı’na, 3. Ordu kurmay Başkanı Yarbay Guze ikinci başkanlığa, Yarbay Feldman ise Harekât Şubesi Müdürlüğü’ne atandılar. Bu arada taarruza taraftar olmayan kolordu komutanları da değiştirildi. 10. Kolordu Komutanı Ziya Paşa, daha önce (6 Aralık) emekliye sevk edilerek yerine Hafız Hakkı Bey atanmıştı. Şimdi sıra diğer iki kolordu komutanın değiştirilmesine gelmişti. 9. Kolordu Komutanı Ahmet Fevzi Paşa’nın yerine Giresunlu Ali İhsan Paşa ve 11. Kolordu Komutanı Galip Paşa’nın yerine ise Abdülkerim Paşa tayin edildi.23 Böylece harekâta taraftar olmayan komuta kademesinin yerini genç, enerjik ve cesur bir kadro almış oldu.
Enver Paşa, ordu komutanlığını uhdesine aldıktan sonra 19 Aralık’ta taarruz emrini imzaladı. Bu emre göre taarruz 22 Aralık günü başlayacaktı. Harekâtın amacı, düşmanın asıl kuvvetlerini Kars istikametinden ayırarak Aras vadisine doğru, güneye atmak yani cephe gerisiyle bağlantısını kesip imha etmekti. Tarihimize Sarıkamış Harekâtı adıyla geçen bu kış taarruzu, tıpkı Enver Paşa’nın İstanbul’da Liman von Sanders’e anlattığı şekilde planlanmıştı. Buna göre 11. Kolordu ve 2. Nizamiye fırkası, sağ kanatta Aras vadisinde kalacak ve cepheden taarruz ederek Rusları oyalayıp asıl cepheden geri çekilmelerine engel olacaktı. 11. Kolordu burada düşmanı oyalarken, 10. Kolordu İd (Narman) -Oltu üzerinden Bardız ve 9. Kolordu ise Aras-İd arasındaki dağlardan Kötek yönünde sol koldan süratle ilerleyerek, Sarıkamış-Kars yolunu kesip Rus ordusunu kuşatarak imha edecekti.24
Bu harekâta katılacak olan muharip kuvvetlerin mevcudu; 9. Kolordu 25.000, 10. Kolordu 30.000 ve 11. Kolordu 35.000 olmak üzere toplam 90.000 kişiydi.25 Harekât başladığında 11. Kolordu eski yerinde Aras’ın güney ve kuzeyinde, 10. Kolordu Tortum ve Kızılkilise civarında, 9. Kolordu ise Koşa, Hezardere, Cansur, Pertanus civarındaydı.26
İmha edilmek istenilen Rus kuvvetleri mevcudu ise General Bergmann’ın komutasındaki Sarıkamış Grubu ve General İstomin’in idaresindeki Oltu Müfrezesi’nden ibaret olup toplam 65000 kişiydi. Ayrıca cepheye getirilen ihtiyat kuvvetleri de vardı.27 Rusların bu cephedeki asıl kuvvetlerini oluşturan Sarıkamış Grubu, Aras vadisinde; Karaurgan-Sanamer-Ardos-Azapköy-Zars-Yüzveren hattında bulunuyordu.28
Dostları ilə paylaş: |