D. ASKERİ TEŞKİLÂT Yenileşme Sürecinde Osmanlı Ordusu / Prof. Dr. Musa Çadırcı [s.804-811]
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye
1. Tanzimat Öncesi Düzenlemeler
1.1. III. Selim Dönemi’nde Ordu
Osmanlı İmparatorluğu’nda çağın gereklerine uygun yeni bir yapılanma, 19. yüzyılın başlarında kaçınılmaz olmuştu. Devletin bütün kurum ve kuruluşlarında açıkça görülen çöküntü, dönemin gereksinmelerine cevap verememe olgusu, son kertesine varmıştı. Özellikle devletin iç ve dış güvenliğini korumakla yükümlü olan ve ülke yönetiminde etkin rol alan ordunun içinde bulunduğu durum hiç iyi değildi. Merkez ordusu iken zamanla taşrada da örgütlenen, belli başlı merkezlerde garnizonlar oluşturan Yeniçeri Ocağı, fonksiyonunu yitirmiş, gelişme dönemindeki etkinliği kalmamıştı. Geleneksel bir anlayışla varlığını sürdürmekte olan bu kuruluşu ıslah etmeye yönelik çabalar sonuçsuz kaldığından III. Selim Devri’nden I. Meşrutiyete kadar geçecek sürede Osmanlı ordusunda yapılan yeniliklerle çağın gereklerine uygun, bütünüyle yenileşmiş bir ordu kurulmuştur. Dar bir çerçevede bu alanda yapılanları ayrıntılarıyla ele alma olanağımız bulunmadığından ancak belirli aşamaları vurgulamakla yetineceğiz.
Osmanlı ordusunda çağa uygun bir yapılanmayı gerçekleştirme girişimlerinin ilk önemli başlangıcı “Nizam-ı Cedit” askeri birliklerinin kurulmasıdır. III. Selim kendisine yapılan önerileri göz önünde tutarak Yeniçeri Ocağı dışında bir askeri birlik kurma kararını aldırtmış, ön hazırlıklar tamamlandıktan sonra 1792 baharında İstanbul’da Levent Çiftliği denilen yerde (İstanbul’un 12 km. kadar kuzeyinde) yeni askeri birlikler eğitim ve öğretime başlamıştı. Bununla birlikte mevcut ocakların ıslahı için çaba gösterilmiş, yeniçerilere ise dokunulmamıştı. Humbaracı, Lağımcı ve Topçu ocaklarının dönemin gereksinimlerine göre yenileştirilmesine çalışılmış, Fransa, İngiltere ve İsveç’ten mühendisler ve ustalar getirtilerek Tophane’de önemli düzenlemeler yapılmıştı. Topçu askerinin eğitim ve öğretimine de önem verildi. Donanmaya el atılarak kısa denilebilecek bir sürede önemli gelişmeler sağlandı. Öyle ki III. Selim Devri’nin sonlarında deniz kuvvetleri Avrupa’nın sayılı güçleri arasında yer alabildi.
Temeli Levent Çiftliği’nde atılan Nizam-i Cedit Ocağı hızla gelişince Üsküdar’da Selimiye kışlası inşa edilerek burada da Nizam-ı Cedit birlikleri kuruldu. Yasal düzenlemeler yapılarak başlangıçta 1602 kişilik bir birlik olarak eğitime başlayan ve o sırada tepki çekmemesi için “Bostancı Tüfenkçisi Ocağı” diye adlandırılan bu birliğin dışında Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerinde olanaklara göre 800 veya 1500’er erden oluşacak birlikler oluşturulması yasada yer aldı.1 Yasada Eğitim-öğretimin nasıl yapılacağı, er ve subayların uyacakları kurallar ve bunlara verilecek ücretler gibi konulara ayrıntılarıyla yer verilmişti.
Yeni birliklerin giderlerini karşılamak amacıyla İrad-i Cedit Hazinesi kurulmuş, önemli gelir kaynakları buraya ayrılarak kısa sürede giderleri karşılayacak para sağlanmıştı. Mayıs 1797 tarihinde İstanbul’da Nizam-ı Cedit askerinin sayısı 2500’ü aşmış 1801’de ise 10.000 kişiye yaklaşmıştı.2
Nizam-ı Cedit Ocağı’nın belirgin bir özelliği de İstanbul dışında Rumeli ve Anadolu’da da 1802-1803 yıllarından itibaren benzer nitelikte birliklerin oluşturulmasıdır. Tımar sisteminin bozulması ve taşrada tımarlı sipahinin etkinliğinin kalmamış olması, böylesi bir düzenlemeyi zorunlu kılmıştı. Bu düzenleme için ayrı bir yasa çıkarılmış, her sancak merkezinde 12 “bölük”ten oluşacak birer “orta” teşkili öngörülmüştü. Bölükler 100’er erden oluşturulacak, altışar bölüklü iki gruba ayrılacak her grubundan (ortasından) bireri bölük bir ay süreyle sancak merkezinde eğitim öğretim görecek, nöbet tutacaktı. Bu dönem sonunda erler izinli sayılarak işlerinin başına döneceklerdi. Yıl boyunca bu uygulama sürdürülmesiyle, hem tarım ve ziraat engellenmeyecek hem de kent merkezlerinde güvenliğin sağlanmasında bu askerden yararlanılacaktı. Taşradaki birlikler sıra ile yılda bir defa yaz aylarında Büyük Talimler için bağlı oldukları Üsküdar ya da Levent Çiftliği kışlalarında eğitim göreceklerdi.3
Anadolu ve Rumeli’nin birçok kentinde Nizam-i Cedit kışlaları yapılarak birlikler oluşturulmuş, halk gönüllü olarak katkıda bulunmuş, asker yazılmak için birbiriyle yarışmıştır. Özellikle araç-gereç sağlanması, kışla yapımı, talimler için fişek imali gibi işlerde artış olmuş, ticaret ve ekonomi bu vesileyle de olsa canlanmıştır. Ne var ki Kabakçı İsyanı sonucu Padişah’ın tahttan indirilmesi ve öldürülmesi (1807) bu olumlu girişimin de sonu olmuştur. İstanbul’daki Nizam-i Cedit birlikleri dağıtılmış, taşradaki kışlalar yıktırılarak kuruluş tarihe gömülmüştür.
1.2. II. Mahmud’un Askerlik Alanında Yaptığı Yenilikler
II. Mahmut Dönemi’nin ilk yıllarında Bayraktar Mustafa Paşa’nın kısa süren sadrazamlığı sırasında Nizam-ı Cedit örneğinde “Sekban-i Cedit” birliği oluşturulmuşsa da kısa süre sonra çıkan isyan sonucunda Bayraktar yenik düşerek öldürülmüş, oluşturduğu birlikler de dağıtılmıştır. Bilindiği gibi 1826 yılına kadar geçen sürede önemli bir düzenleme yapılamamış, Yeniçeri Ocağı merkezde ve taşrada tek egemen askeri güç olarak varlığını sürdürmüştür. Ancak, bu Ocağa bağlı bulunanlar askerlik mesleğinin gereğini yerine getiremiyorlar, çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir eğitim yapmaktan kaçınıyorlardı. Adam kayırma, rüşvet ve benzeri yollarla Yeniçerilik belgesini ele geçiren ve başka işlerle uğraşanların sayısı, bu sıralarda kışlalarda bulunan askerden fazla idi ve bunlar her üç ayda bir ellerindeki belgeleri kullanarak hazineden aylık almakta idiler. Başta İstanbul olmak üzere garnizonlarının bulunduğu merkezlerden esnaftan ve halktan haraç alıyorlar, açtıkları kahvehane ve benzeri işyerlerinde haksız rekabetle servet ediniyorlardı. Çıkarlarının zedeleneceğini bildiklerinden başta askerlik olmak üzere devletin kurum ve kuruluşlarında yapılmak istenen bütün düzenlemelere karşı çıkmayı gelenekselleştirmişlerdi. Ulemayı da yanlarına alarak “din elden gidiyor” sloganına sarılıyorlar, yoksul, cahil halkı da kandırarak yanlarına alıp dilediklerini hükümete yaptırıyorlardı. 1826 yılına gelindiğinde Ocağın bu yapısıyla ayakta kalmasının mümkün olmadığı iyice anlaşılmış, II. Mahmud’un direktifiyle Yeniçerilere eğitim yaptırılmasının yanı sıra “Eşkinci” adıyla yeni birliklerin kurulması kararlaştırıldı. Yeniçeriler bu kararlara karşı çıkmakta gecikmediler. Et Meydanı’nda toplanarak kendilerine önerilen talimi kafir işi olduğu için kabul etmediklerini ilan ettiler (15 Haziran 1826). Bunun üzerine II. Mahmut bu kez kamuoyunu ve ulemayı da yanına alarak Yeniçeri Ocağını kaldırma kararını aldırtmış ve ayaklanma bastırılmıştı.4
Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adı altında yeni bir ordu kurulmuştur. Öncelikle bir “Kanunname” hazırlatılmış, bu yasaya göre kısa sürede gerekenler yapılmıştır. Başlangıçta 12.000 kişilik olması düşünülen Asakir-i Mansure, 1500’er erden ibaret ve “Tertip” denilen 8 birliğe ayrılmıştı. Her birliğin komutası binbaşı rütbesinde bir subaya veriliyordu. Kuruluş geliştikçe değişiklikler yapılmış, 1828’de “Tertip” yerine “Alay”, “Kol” yerine “Tabur” ve “Saf” yerine de “Bölük” terimleri benimsendi. Her alayın üç taburdan kurulması uygun görüldü. Alay komutanına “Miralay” taburunkine “Binbaşı” denildi. Bir süre sonra alaylar, “Hassa” ve “Mansure” olmak üzere ikiye ayrılarak komutaları “Ferik” (Tümgeneral) rütbesindeki subaylara verildi. 1832’de Feriklikler “Müşirliğe” tahvil edildi ve askeri rütbeler bu biçimiyle uzun süre kullanıldı.5
Asakir-i Mansure-i Muhammediye, çağın gereklerine uygun bir yapıda oluşturulmak istenmişti. Avrupa ülkelerinde olduğu gibi askerlere düzenli eğitim-öğretim yaptırılıyor, giyim-kuşam, araç-gereç ve silahlar da yenileştiriliyordu. Özellikle ciddi ve sağlıklı bir eğitimi gerçekleştirmek amacıyla Prusya’dan piyade, süvari ve topçu subaylar getirtilmiştir. Öte taraftan sağlık sorunlarına çözüm aranırken Askeri Tıp Okulu açılması kararlaştırılmış ve bu kurum kısa sürede faaliyete geçmiştir (1828). Subay yetiştirmek amacıyla da 1834 yılında Harp Okulu açılmıştır.
Yeni ordunun giderlerini karşılamak için “Asakir-i Mansure Hazinesi” kurulmuş, önemli gelir kaynakları buraya aktarılmaya başlanmıştı. Ne var ki Osmanlı-Rus Savaşı’nın çıkması ve diğer ekonomik zorluklar yüzünden kısa sürede asker sayısını istenilen düzeye çıkarmak mümkün olamamıştı. Bütün çabalara karşın 1834 Kasımı’nda düzenli asker sayısı sekiz piyade livası (tugayı), iki bağımsız piyade alayı, iki süvari alayı ve bir Mühimmat-ı Harbiye taburu olmak üzere toplam asker sayısı 36.386 idi.6 Bu kuvvetlerin geniş sınırlara sahip İmparatorluğu yeterince koruması mümkün değildi. Kaldı ki iç güvenliği sağlayacak taşrada yerleştirilmiş hiçbir birlik bulunmamaktaydı. Askerlik için süre belirtilmemesi ve asker alımında da eski kurallara göre hareket edilmesi, halkın asker olmasının önünde büyük bir engel olarak durmaktaydı.
1.3. Redif Askeri Teşkilatının Kuruluşu
Asakir-i Mansure, İstanbul’da kurulmuş, merkezi, düzenli, sürekli bir ordu idi. Kısa sürede taşrada aynı nitelikte birlikler oluşturmak mümkün değildi. Bu sıralarda valilerin kendi olanaklarıyla besledikleri ve genel olarak kapı halkı diye adlandırılan askerlerle iç güvenliği sağlamak çok zordu. Bunların hem sayıları az hem de donanımları oldukça yetersizdi. Kaldı ki sefer sırasında gerekli yararlılığı uzun süreden beri gösteremiyorlardı. Eyalet ve sancak merkezlerinde sürekli asker bulundurmak, sefer esnasında bunlardan yararlanmak ve bu askeri, çağın gereklerine uygun olarak oldukları yerde eğitmek tek çıkar yol olarak görülmekteydi. Bunun için denenmiş ve kısa sürede başarılı sonuçlar alınmış olan Nizam-i Cedit birliklerine benzer nitelikte yeni bir düzenleme yapılması en uygun yol olarak görülüyordu.Yapılan görüşmeler ve tartışmalar sonunda bir yasa hazırlanmış II. Mahmut’un buyruğuyla yayınlanarak yürürlüğe konulmuştur.7 Taşrada “Redif-i Asakir-i Mansure-i Muhammediye” adıyla birliklerin oluşturulması Mart 1834’te gündeme alınmış, hazırlıklar tamamlandıktan sonra Ağustos 1834 tarihinde uygulamaya geçilmiştir. Bunlar, başlangıçta yedek askeri güç olarak düşünülmemiş, nöbetleşe kent merkezlerinde eğitim görmeleri ana kural olarak benimsenmişti. Halktan toplanacak erler belirli sürelerle kent merkezlerinde eğitim gördükten sonra işlerinin başına dönecekler, başka bir grup onların yerini alacaktı. Böylece hem ziraat ve ticaret işlerinde aksama olamayacak hem de kent merkezlerinde güvenliği sağlayacak, nöbet tutacak, gerektiğinde sefere katılabilecek hazır asker bulundurulmuş olacaktı.
Redif askeri, piyade ağırlıklı olmakla beraber kuruluşundan itibaren süvari birlikleri de oluşturuldu. İki yıl boyunca uygulamada ortaya çıkan sorunlar ve aksaklıklar görüldükten sonra Haziran 1836’dan başlanarak kuruluş ve işleyişinde önemli düzenlemeler yapıldı. İmparatorlukta, redif birliklerinin konumu göz önünde bulundurularak yeni eyaletler oluşturuldu. Valilik unvanı müşirliğe dönüştürülerek müşirlere Redif alaylarının başkumandanı olma yetkisi verildi.8 Bu düzenleme ile Redif askeri taşra ordusu olma niteliğini pekiştirdi. Kalelerin ve Boğazların korunması işi de bunlara bırakıldı. Kordon ve karakollarda da görev aldılar. Redif giderlerini karşılamak amacıyla Redif-i Mansure adıyla yeni bir hazine kuruldu. Erlere eğitim ve nöbette iken aylık ödenmekte, giyim-kuşam, barınma, silah ve donanımları devletçe karşılanmaktaydı. İzinli olarak memleketlerine gönderildiklerinde silahları alınıyor, giysileri de toplanıyordu. 1839 yılında aylık olarak ödenen düşük ücret için yapılan harcamaların daha çok tuttuğu gerekçe gösterilerek maaş verilmesine son verildi.9 Bu yapılanma ve işleyiş Tanzimat’ın ilanına kadar sürdü.
2. Tanzimat’tan Meşrutiyete Osmanlı Ordusu
2. 1. Abdülmecit Dönemi’nde Ordu
Gülhane Hatt-ı Hümayu’nun ilanı ile (3 Kasım 1839) başlatılan Tanzimat Dönemi’nde başta memleket idaresi olmak üzere birçok alanda önceki dönemlere kıyasla kalıcı ve köklü değişiklikler yapıldı. Fermanda askerlik sorununa dokunulmuş, vatan borcu olduğu anlayışından hareketle herkesin bu görevi belirli bir süre için yerine getirmekle yükümlü olduğu vurgulanmıştı. Bu görüş doğrultusunda askerlik ve ordu alanında başlatılmış olan çağdaşlaştırma girişimi, uygulamada ortaya çıkan sorunlar ve görülen eksiklikler dikkate alınarak sürdürüldü.
Abdülmecit, askerlik alanında yapılacak düzenlemeleri belirlemek üzere görevlendirdiği Müşir Rıza Paşa, konuyu ilgililerle görüştükten sonra Bab-ı Ali’de oluşturduğu Geçici Meclis’e (Meclis-i Muvakkat) havale etti. Burada alınan kararlar Padişah tarafından onaylanarak 8 Eylül 1843 günü törenle açıklandı.10
Yapılan yeni ve kalıcı olacak bu düzenleme ile Osmanlı toprakları, coğrafi durumu ve genişliği dikkate alınarak beş büyük ordu bölgesine ayrıldı. Ordulardan ikisinin merkezi İstanbul olacaktı. İlki “Hassa Ordu-yı Hümayun Dairesi”, ikincisi ise “Dersaadet Ordu-yı Hümayun Dairesi” diye adlandırıldı. Hassa Ordusu’na Bursa, Aydın, Balıkesir, Biga, İzmit, Menteşe, Karahisar-ı Sahip, Hamid, Teke ve Alanya yöreleri bağlandı. Ankara, Kastamonu, Edirne, Konya, Amasya, Bolu, İçel, Viranşehir, Büyük ve Küçük Çekmece, Kartal,Gebze bölgeleri ise Dersaadet Ordusu’na ayrıldı. Diğer üç ordu, Anadolu, Rumeli ve Arabistan orduları adını aldılar.
Anadolu ordusunun merkezi başlangıçta Sivas olarak belirlendiyse de kısa süre sonra Harput’a aktarıldı. 1848 yılında Bağdat merkez olmak üzere altıncı ordu “Irak ve Hicaz Ordu-yı Hümayunu” adı ile oluşturuldu. Böylece İmparatorluğun yıkılışına kadar geçerli olacak esas düzenleme gerçekleştirilmiş oldu.
Bu orduların her biri yalnız adını taşıdığı bölgeyi korumakla yükümlü değildi. Gerektiğinde diğer bölgelerde görev alabiliyorlardı. Hassa Ordusu, aynı zamanda Serasker (Harbiye Nazırı karşılığı) bulunan paşanın komutasında idi. Diğerleri müşir rütbesinde subayların idaresine verilmekteydi. Birinci ve üçüncü ordular yirmişer alaydan kurulmuştu. Alayların yedisi piyade, yedisi talia, beşi süvari ve biri de topçu idi. İkinci, dördüncü ve beşinci ordular 17’şer alaylı idi. Alayların altısı piyade, altısı talia, dördü süvari birisi de topçuydu. Piyade alayları üçer taburlu, süvari alayları altışar bölüklü, topçu alayları ise on ikişer bataryalı idi. Piyade taburları bölüklere, bölükler mangalara ayrılmıştı.
1844 yılı Mart ayından başlanarak uygulamaya konulan yeni askeri düzende askerlik süresi beş yıl olarak saptanmıştı. Terhis olanlar yedi yıl Redif sınıfında hizmet göreceklerdi. Her yılın mart ayı başında ordular mevcudunun beşte biri terhis edilecek, yerlerine ad çekme ile (kur’a) yenileri alınacaktı. Bundan böyle subaylar üzerlerine sivil görevler alamayacaklardı. Yapılan bu köklü değişiklikle birlikte Osmanlı düzenli ordusu “Asakir-i Nizamiye” diye anılacaktı. Her ordu merkezinde birer meclis kurulacak, sorunlar burada tartışılıp alınan kararlar İstanbul’da oluşturulan “Dar-ı Şura-yı Askeri”ye iletilecek uygun görülürse uygulamaya konulacaktı.
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasında 1844 yılına kadar geçen sürede asker almada uygulanan yöntem eskisinden farklı değildi. Gerek duyuldukça padişahın fermanıyla valiler bölgelerinde asker toplayıp göndermekteydiler. Bu işle görevlendirilen memurlar evli-bekar farkı gözetmeksizin gençleri suçluymuş gibi yakalayıp asker yazıyor, kötü koşullar altında istenilen yere yolluyorlardı. Kayırmaya, eşitsizliğe elverişli bu uygulama tepkiyle karşılanıyordu. Bu uygulama ne ücretli askerlik sistemine ne de askerliğin vatan borcu olarak görüldüğü anlayışa uygundu. Gülhane Hattı’nda öngörülen eşitlik, kimseye zulüm ve baskı yapılmaması, herkesin hak ve vazifesini önceden bilmesi gibi ilkelerin askerlik alanında da yürürlüğe konulması gerekiyordu. 1843 düzenlemesinde ad çekme ile asker alınacağı belirtilmiş, bunun nasıl yapılacağı açıklanmamıştı. Uygulama başlatıldıktan sonra konu yeniden ele alınmış, bir yasa çıkarılarak 1846’da yürürlüğe konmuştur.
Ordu merkezlerinde asker alımının ayrıntılarını belirleyen bu yasa (Kura Kanunu), giriş, beş fasıl, altmış üç bent ile bir hatimeden oluşmaktadır. Osmanlı Müslüman halkının askerlik çağına gelmiş olanlarının her yıl belirli merkezlerde “Kura Meclisleri” önünde yapılacak ad çekmelerle askere alınmalarında uygulanacak kurallar ayrıntılarıyla belirlenmiştir. Kimlerin hangi koşullarda muaf tutulacakları, bedel ödemenin şartları, firar ve gönüllü asker yazılma gibi konularda ayrıntılara yer verilmiştir.11
Bu düzenleme 1869 yılına kadar geçerli olmuş, söz konusu tarihte askerlik süresi, 20 yaşından kırk yaşına kadar olan süre olarak kabul edilmiş bunun ilk altı yılı “Nizamiye” devresi, altı yılı “Redif” hizmeti, kalan sekiz yılı ise “Mustahfız” süresi olarak belirlenmişti. Altı yıllık nizamiye döneminin dört yılı orduda iki yılı ise ihtiyatta geçecekti. Asker alımında bazı değişiklikler daha yapıldı ve bu uygulama 1886 tarihinde çıkarılacak “Ahz-ı Asker Kanunu” yürürlüğe girene kadar devam etti.12 Askerlik alanında yapılan yenilikler, öncelikle Müslüman halka uygulandı. Hal bu ki Tanzimat Fermanı’nda kanun önünde herkesin eşit olacağı, askerliğin vatan borcu olduğu özellikle belirtilmekteydi. Ne var ki Müslüman olmayanlar askerlik yapmıyorlardı. Bu eşitlik ve vatandaşlık ilkesine aykırı idi. Tanzimat yönetimi Osmanlı birliğini korumak ve halkı kaynaştırmak için ilk kez Rumlara deniz kuvvetlerinde askerlik yaptırmaya başladılar. Askere alınacak gayrımüslimlerden cizye alınmayacaktı. Ancak, ortaya çıkan bazı sorunlar yüzünden bu karar uygulanmaya bütünüyle konulmadı. Daha sonra ise Müslüman olamayanların bedel (Bedel-i Nakdi) ödeyerek askerlikten muaf tutulmaları yoluna gidildi. Ardından Müslüman olanların da isterlerse bazı koşulları sağlayarak yerlerine başka bir Müslümanı asker olarak gönderebilmelerine olanak sağlandı. Bunlar devletçe belirlenen bedeli, yerlerine gönderecekleri kişiye vereceklerdi. Ayrıca asker vermemekte direnen bölgelerden asker alınması için de önlemler alındı 1864’te Bosna-Hersek’e teftiş için gönderilen Ahmet Cevdet Paşa, Boşnakları askerlik yapmaya ikna etti. Bunun ardından Kozan ve dolaylarında yaptığı ıslahatla bölge halkının kısmen de olsa askerlik yapmaları sağlandı.
Böylece Tanzimat Dönemi’nde yapılan düzenlemelerle Osmanlı ordusu teşkilat bakımından çağdaş orduların düzeyine çıkarılmış bulunuyordu. Ancak bu ordu 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda istenilen kalıcı başarıyı sağlayamadı. Bunun üzerine kurulan bir komisyon savaşta edinilen bilgilerin ışığında bazı değişiklikler yapma kararı aldı. 1879’da uygulanan bu kararlarla Avrupa ordularında olduğu gibi, tümen (fırka) düzeni benimsendi. Bir tümen iki tugay (liva), tugay iki alay, dört tabur ve tabur ise dört bölükten oluşacaktı. Talia taburları kaldırılıyor, her nizamiye tümenine bağımsız olarak birer nişancı taburu ekleniyordu. Ordularda dörder bölüklü birer nakliye taburuyla bir telgraf bölüğü kuruluyordu. Ayrıca savaşta piyadeyle birlikte çalışacak topçu ve süvari birlikleri tümenlerin emrine verilmeyerek, ayrı birlikler halinde tutuluyordu. Kolordu ise sefer sırasında oluşturulacak bir teşkilat olarak görülüyordu.
Osmanlı askeri kuvvetleri, seferde yedi nizamiye, on iki redif ve altı müstahfız olmak üzere yirmi beş kolordudan oluşabilecekti. Askerlik hizmeti süresinde değişiklik yapılmıyordu. 20 yıllık sürenin altı yılı nizamiyede, kalanı ise ihtiyatta geçecekti. Redif süresi sekiz yıla çıkarılıyor, müstahfızlık ise altı yıl oluyordu. 1887’de yürürlüğe konulan yeni asker alma kanunuyla beş yıl arka arkaya kur’a isabet etmeyenlerin redife geçirilmeleri yöntemi bırakılarak, bütün yükümlülerin silah altına alınmaları sağlandı. Her redif dairesi bir tabur asker çıkaracak şekilde yeniden belirlendi. Bedel-i şahsi ödeyerek askerlik hizmetinden muaf olma usulünden vazgeçildi. Kanunla ayrıca askerlik çağına gelenlerin tespiti, yoklama ve kur’a işlemleri, muaf tutulacaklar, gönüllü askerlik yapmak isteyenler, bedel-i nakdi ödeyeceklerle ilgili ayrıntılı hükümler yer almaktadır.13
II. Abdülhamit Dönemi’nin sonlarına doğru Osmanlı Ordusu ülke çapında teşkilatlanmasını tamamlamış, coğrafi konum ve nüfus göz önünde tutularak İmparatorluk sekiz ordu bölgesine ayrılmıştı. Orduların yerleşimi şöyle idi:
1. Ordu: Merkezi İstanbul. Kastamonu, Ankara vilayetleriyle Hüdavendigar vilayetinin Bursa ve Ertuğrul Sancakları, Kocaeli Sancağı ve İzmit’i kapsıyordu.
2. Ordu: Merkezi Edirne. Konya, Edirne vilayetleriyle Hüdavendigar Vilayetinin Bursa ve Ertuğrul Sancakları dışındaki yerleri bu orduya bağlanmıştı.
3. Ordu: Merkezi Selanik. Selanik, Kosova, İşkodra, Yanya, Manastır ve Aydın vilayetleri.
4. Ordu: Merkezi Erzincan. Erzurum, Trabzon, Sivas, Van, Bitlis, Mamuretü’l-aziz (Elazığ), Diyarbakır vilayetleri.
5. Ordu: Merkez Şam. Suriye, Beyrut, Halep, Adana vilayetleriyle Kudüs müstakil sancağı.
6. Ordu: Merkez Bağdat. Basra, Bağdat, Musul, Yemen vilayetleri.
7. Ordu: Merkez Sana. Trablusgarb vilayetiyle Bingazi Sancağı, Hicaz vilayeti.
2.2. Yedek Ordu Olarak Redif Teşkilatı
Askerlik alanında yapılan bu köklü düzenlemelerden Redif birlikleri de nasibini aldı. 1844 yılına kadar taşrada nöbetleşe hizmet veren bu birlikler bundan sonra yedek ordu konumuna getirildi. Ancak, başlangıçta nizamiye, askeri bulmada sıkıntı çekildiği için eğitim amacıyla İstanbul’da bulunan Redif birliklerinden önemli bir kısmı nizamiye askeri sınıfına geçirildi. Yapılan düzenleme gereği her ordu bölgesi muvazzaf alaylar adedi kadar redif olması uygun görüldü. Her bölgede dört taburlu bir Redif alayı kurulacaktı. Muvazzaflık süresini tamamlayanlar redif sınıfına ayrılacaklar, yılda bir kez bağlı oldukları tabur merkezlerinde bir ay süreyle eğitim yapacaklardı. Böylece Redif askeri artık ihtiyat (yedek) ordu konumuna girmiş oldu. Bütün İmparatorlukta muvazzaf ordulara paralel olarak Redif alayları kuruldu. 1848 yılına gelindiğinde Hassa Ordusu, Dersaadet Ordusu, Rumeli Ordusu, Anadolu Ordusu Redif alayları kuruluşlarını tamamlamış bulunuyordu. Redif piyade alayları dörder taburlu idiler. Nizamiye ordusunun küçük rütbeli subay ve erlerinden muvazzaf süresini dolduranlar yedi yıllık Redif hizmeti için Redif alaylarına katılıyorlardı. Memleketlerinde kendi işleriyle uğraşacaklar, yılda bir defa belirlenen merkezlerde toplanarak eğitim-öğretim göreceklerdi. Yoklamalarının nasıl yapılacağı, eğitim süresince nelere dikkat edileceği ise 26 Mart 1850’de çıkarılan bir yönetmelikle ayrıntılarıyla saptandı.14
Redif teşkilatı bu konumunu 1869 düzenlemesine kadar korudu. Sözü edilen tarihte yürürlüğe konulan yeni yasa ile Osmanlı silahlı kuvvetleri Nizamiye, Redif ve Müstahfız olmak üzere üç kısma ayrıldı. Redif kuvvetleri kendi içinde ayrıca birinci ve ikinci tertip olmak üzere ikiye bölündü. 12 yıllık askerlik süresi 20 yıla çıkarılmış olduğu için bu sürenin altı yılı nizamiyede, altısı redifte ve sekiz yılı da müstahfızlıkta geçirilecekti. Altı yıllık nizamiye süresinin iki yılı ihtiyatta tamamlanacaktı. İhtiyat sınıfına geçenler, bir zorunluluk yoksa memleketlerine gidecekler ancak, bağlı bulundukları Redif taburları bölgesinden dışarı çıkamayacaklardı. Bu süre sonunda birinci sınıf redif kuvvetlerine katılacaklardı. Birinci gruptaki redif birliklerine “Mukaddem”, ikinci gruptakilere ise “Talia” denilmekteydi. Altı yıllık redifliğin ilk üç yılı birinci grupta ikinci üç yılı ise ikinci kısımda tamamlanacaktı. Bu düzenleme ile birlikte Redif taburlarının sayısı da artırılmış 120’den 240’a çıkarılmıştı. Osmanlı ordularının mevcudu ise 173.000’ü Nizamiye, 53.000 İhtiyat ve 182.000’i redif olmak üzere 408.000 olarak belirlenmiş bulunmaktaydı.
2.3. Deniz Kuvvetleri
Deniz kuvvetlerinde önceki devirlere kıyasla Tanzimat Dönemi’nde önemli düzenlemeler yapıldığını görüyoruz. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra Navarin felaketiyle donanmasını kaybeden Osmanlı yönetimi deniz kuvvetlerini düzene koyma gereğini duymuştu. Ancak,1844’ten sonra konu etraflıca ele alınabilmiş, Kura Nizamnamesi’nin uygulamaya konulmasının ardından Bahriye’de muvazzaflık hizmeti 10, Rediflik beş yıl olarak belirlenmişti. 1851 yılında muvazzaflık süresi sekiz yıla indirilerek her yıl ku’rayla 3000 erin deniz kuvvetlerine alınması kararlaştırıldı. Bu düzenleme 1864 yılına kadar devam etti. Bu tarihte muvazzaflık altı yıla indirilmiş buna karşılık rediflik süresi beş yıldan altı yıla çıkarılmıştır.
Deniz kuvvetlerindeki subayların rütbeleri, yaptıkları görev karşılığı olarak sırasıyla, Süvari, Mülazim Kaptan, Topçubaşı, Gemi Ağası ve Gemi Hocası olarak saptanmıştı. Bunların üstünde Bahriye-yi Divan-i Hümayü’nda temsil edilen ve en üst düzeyde amir ve komutan olan Kaptan-ı Derya, Tersane Emini, Tersane Kethüdası bulunmaktaydı. Üç ambarlı süvarilere Miralay, fırkateyn kaptanlarına Kaymakam, Korvet kaptanlarına Binbaşı ve brik kaptanlarına da sağ kol ağası/önyüzbaşı denilmiştir.15
Kırım Savaşı sırasında Osmanlı donanması üç ambarlı 6 kapak, 11 fırkateyn, 8 korvet, 13 brik ve 5 uskuna’dan ibaretti. Er mevcudu ise 20.000 kişiydi. Bu arada Tuna Nehrinde kullanılmak amacıyla 60 duba inşa edilmişti. Abdülaziz Dönemi’nde (1861-1876) donanmada önemli gelişmeler olmuş zırhlı gemilerden büyük bir filo oluşturulduğu gibi çağın gerektirdiği teknik personelin yetiştirilmesine, deniz fabrikaları ve tezgahlarının geliştirilmesine büyük önem verilmiştir.16 1875 yılın doğru Osmanlı donanması 30 zırhlı ve 76 ahşap gemi olmak üzere 106 gemiyi bulmuştu. Zırhlıların erat toplamı 10.902, top sayısı 73 idi. Ahşap gemilerde ise 15.188 er ve 486 top mevcuttu. Avrupa ülkelerinden alınan borç para ile oluşturulan bu filo, devrinin üçüncü en büyük filosu olarak şöhret kazanmıştı.17
2.4. Eğitim-Öğretim ve Donanım
Osmanlı ordusunda teşkilatlanma ile başlayan yenileşme girişimlerinin ayrılmaz bir parçasını eğitim öğretimde yapılan düzenlemeler oluşturmaktadır. Deniz ve Kara mühendishanelerinin açılmasıyla başlatılan bu girişim II. Mahmut ve Tanzimat Dönemlerinde hız kazanarak yeniden yapılanmaya paralel olarak gelişmiştir. Subay ihtiyacını karşılamanın yanı sıra sağlık sorunlarına çağdaş ve kalıcı çözüm bulma da bu alanda yapılacak düzenlemelerin ne denli önemli olduğu anlaşılmış ve gerekli tedbirler alınmıştır.
1828’de faaliyete geçirilen Askeri Tıp Okulu, dönemin gerektirdiği araç ve gereçle donatılmış, yurtdışında getirilen uzman hekimlere ders verdirilmiştir. Kısa sürede başarılı bir yapılanma gerçekleştirilmiş, Okul mezunlarına yurt dışında ihtisas yapma olanağı sağlanmıştır. Tanzimat’la birlikte başta İstanbul olmak üzere ordu merkezlerinde açılan askeri hastanelerde belirli günlerde sivil hasta tedavisi yapılmaya başlanmış, koruyucu hekimlik alanında Tıp Okulunun olanaklarından geniş ölçüde yararlanılmıştır.
Düzenli bir ordunun temel ihtiyacı olan eğitim-öğretim için başlangıçta Avrupa’dan getirtilen subaylardan yararlanılmış, bir süre sonra kalıcı önlemler alınarak ülke içinde çağın gereklerine uygun her kademede subay yetiştirebilecek askeri okullar açılmıştır. Bu okulların ilki ve en kalıcısı, bilindiği gibi 1834’te açılan Harp Okulu’dur. Bu okula öğrenci sağlamanın yanı sıra, ilk ve orta öğretim düzeyinde gençleri eğitmek amacıyla 1840’lı yıllardan başlanarak açılmaya başlanan askeri rüştiye ve idadilerin sayısı hızla artmış 1900 tarihine gelindiğinde Osmanlı eğitiminde çok etkili olabilecek önemli bir düzeye ulaşmıştı. Bu sırlarda 30 askeri rüştiyenin yanı sıra idadi düzeyinde İstanbul’da bulunan Kuleli, Mühendishane ve Tıbbiye’nin dışında ülke düzeyinde ordu merkezlerinin bulunduğu kentlerin bütününde idadiler faaliyette idi. Bu mekteplerin müdürleri binbaşı rütbesinde bir subay idi. Ancak İstanbul’dakilerin müdürleri istisna olarak daha üst rütbede idiler. Her idadide ders nazırı vardı ve öğretmenlerin tümü subaydı. Öğretim süresi bir yıl olup yatılı idi. Bir yıllık yatılı idadi eğitimini bitirenler Harp Okulu’na alınırlardı.
Söz konusu tarihte Tıbbiye-i Harbiye Mektebi dışında İstanbul’da iki harp okulu daha bulunuyordu. Bunlardan ilki Pangaaltı’ndaki Harbiye, ikincisi ise Halıcıoğlu’ndaki Mühendishane Mektebi idi. Piyade ve süvari teğmen (Mülazim-i sani) yetiştiren ve idadi mezunu öğrenci alan harp okulunda öğrentim süresi üç yıldı.
Mühendishane-i Berri-i Hümayun’un diğer adı Topçu Mektebi idi. Öğretim süresi üç yıl olup, mühendis, seyyar ve kale topçularına mahsus mülazim-i sani rütbesinde subay yetiştirirdi.
Erkan-ı Harbiye Mektebi (Harp Akademisi) ise Yıldız’daydı. Her yıl ordulardan sınavla alınanlara erkan-ı harp için gerekli üst düzey dersler verilirdi. Süre burada da üç yıl olarak kabul edilmişti.18
Çağın gereklerine uygun bir eğitim-öğretim için gerekli araç ve gerecin sağlanması, ders kitaplarıyla diğer malzemenin temini için çalışmalar hızla tamamlanmış Harp Okulu bünyesinde matbaa kurularak ders kitapları, yasa ve yönetmelikler basılarak ilgililere dağıtılmış, askerlikle ilgili başlıca yabancı dillerde yazılmış eserler tercüme edilerek basılmıştır. Daha önemlisi, Ceride-i Askeri adı altında 1869 yılından itibaren çıkarılmaya başlanan gazetede, askerlik alanındaki gelişmeler, haberler, bilimsel yayınlar, bunların tanıtım ve tercümelerine yer verildiği gibi, atanma, yükseltilme gibi subayların özlük işleriyle ilgili duyurularla diğer süreli yayınlarda askerlikle ilgili olarak çıkan haber, yorum ve benzeri yazılardan da alıntılar yapılarak, bütün subaylara duyurulmakta idi. Gazete, ayrıca askeri yasa ve yönetmelikleri yayınlıyor, savaş, barış ve benzeri güncel konulara da yer veriyordu.
Ordunun istenilen düzeye çıkarılmasında önemli bir etken de donatılması idi. Askerin kıyafeti ile yaptığı iş arasında önemli bir bağ vardır. Özellikle yeni eğitim, bütün vücuda rahatlıkla hareket ettirmeyi gerekli kılmaktaydı. Bu göz önünde bulundurularak III. Selim zamanında Avrupa usulünde bir ordu kurulmak istenirken öncelik kıyafete verilmiş, daha sonra setre-pantolon benimsenerek hareket kolaylığı sağlanmıştı. Abdülaziz, ordu için kabul edilmiş olan kıyafeti çok gösterişsiz bularak bazı yenilikler yaptırmıştı. Fransızların Cezayir askeri için benimsedikleri kıyafet, bazı düzeltmelerle kabul edilirken daha kullanışlı olduğu için şalvar yerine potur denilen bir nevi pantolon tercih edilmişti.
Osmanlı Devleti’nde askerlik alanında bu hızlı ve kapsamlı değişiklikler olurken Avrupa’da ordular, teknik gelişmelerden öncelikle yararlanarak silah ve cephanelerini geliştirerek kullanışlı bir hale getirmişlerdi. Özellikle 1840’tan sonra çakmaklı tüfekler terk edilmiş, kapsüllü olanları piyasaya çıkarılmıştı. Ardından şişhane denilen milli ve yivli tüfekler icat edildi. Osmanlı yönetimi, yenilikleri yakından izlemekle kalmayıp hemen satın alarak ordusunu donattı. Sivri kurşunları iki bin hatveye kadar atabilen bu tüfekler Prusya’dan satın alınarak bütün birliklere dağıtıldı. Kullanılmakta olan eski tüfeklerin askeri fabrikalarda şişhane tüfeğine dönüştürülmesine girişildi. Ne var ki kısa süre sonra Prusyalılar dakikada on beş, yirmi kurşun atabilen iğneli tüfekleri icat ettiler ve bu tüfeklerle 1864’te Danimarka’ya, 1866’da Avusturya’ya karşı başarı kazanınca bütün Avrupa ülkelerince benimsendiği gibi Osmanlılar da yeni silahı kabul eden ilk devletlerden biri oldu. Ayrıca Alman fabrikatörü Krup’un yaptırdığı toplar, her bakımdan kullanılmakta olanlardan üstün nitelikli çıkınca, bunlardan satın alınarak sahra bataryaları oluşturuldu. Bununla birlikte Tophane’ye bağlı fabrikalarda yeni modelde tüfek, top, mermi yapabilecek değişiklikler de yapıldı. Böylece silah bakımından çağın ordularının düzeyi yakalanmış bulunuyordu.
3. Genel Değerlendirme
Çağdaşlaşma sürecinde Osmanlı ordusunda yapılan yeniliklerde öncelikle örgütlenme ve işleyiş ele alındı. Savaş taktikleri, asker alma, eğitim-öğretim yeniden düzenlendi. Modern silah ve donanıma geçilerek ordunun en önemli eksikliği büyük ölçüde giderildi. Böylece II. Abdülhamit Dönemi’ne (1876-1908) gelindiğinde, 1844 tarihinden beri yapılan düzenlemelerle çağdaş ordulara benzer biçimde bir yapılanma tamamlanmış oldu.
Bu düzenlemelerde üzerinde özellikle durulması gereken iki husus bulunmaktadır. Birincisi, İmparatorluğun korunmasında yeterli olacak nitelikli bir orduya kavuşmak, ikincisi ise ülke yönetimine doğrudan doğruya karışamayacak, her kademedeki yöneticilere sık sık müdahale edemeyecek, asıl işini yapabilecek bir ordu kurmaktır. Nitekim 1840’tan başlanarak memleket idaresinde yapılan yeniliklerde dikkat çeken en önemli husus, her alanda iş bölümüne gidilmesi, yetki ve sorumlulukların kurum ve kuruluşlar arasında dengeli olarak dağıtılmak istenmesidir. Tanzimat öncesi valilerin çok geniş olan askeri mali ve idari yetkileri kısıtlanmış, askerlik işi bölgelerinde tam yetkili ordu komutanlarına bırakılmıştır. Böylece eskinin hem komutan hem yönetici olan valisi yerine, sadece ordusu ile ilgilenen komutanlara askerlik işi bırakılmıştır. İç güvenliğin korunmasında önce zaptiye teşkilatı sonra jandarma birlikleri devreye konularak ülkeyi dış tehditlere karşı koruyacak profesyonel bir ordu amaç edinilmiştir.
Osmanlı ordusu, dış görünüşü ve yapılanmasıyla çağdaş bir görünüm kazanmış olmakla birlikte umulan başarıları göstermemiş, her alanda önüne geçilmeyen sıkıntılar orduda da kendisini büyük ölçüde hissettirmiştir. Ordu için oluşturulan Nizamiye Hazinesi’nde yeterli para bulunmadığından aylıklar düzenli ödenemiyordu. İstanbul dışında görev yapan üst düzey subaylara bile yılda ancak beş altı defa maaş verilebiliyordu. Askeri binalar yetersiz, depolar, boş, haraptı. Eksiklikleri gidercek kaynak bulunamıyordu. Yem ve yiyeceğin alımında aracı ve tefeciler devreye giriyorlardı. Çuha, çorap, ayakkabı, kösele, fes gibi giyim-kuşam bile ithal ediliyordu.19
Terfi ve atanmalarda haksızlıklar oluyor; bu ise askerliği bir meslek olarak benimseyip, kendilerini bütün varlıklarıyla işlerine vermelerini engelliyordu. Zira ordu kademelerinde yükselme, ehliyet ve liyakattan çok, padişahın, Saray adamlarının nüfuzlu vükelanın iltimas ve himayelerine göre olmaktaydı. Bu durum subayların büyük kısmında görev aşkını tam anlamıyla olmasa bile söndürmekte, onları umutsuzluğa ve bedbinliğe sürüklemekte idi.20
Bütün olumsuzluk ve eksikliklere rağmen çağdaşlaşma sürecinde önemli bir yer tutan askerlik alanındaki düzenlemelerle ordumuz, ülkesini iç ve dış düşmanlara karşı korumada canla başla çalışmış, siyasi iktidarı ellerinde tutanların başarısızlıkları ve engellemeleriyle karşılaştıkça müdahale ederek yönetim değişikliklerinde etken olmuştur. Önemli bir gelişme de düzenli ordunun kurulduğu tarihten İmparatorluğun yıkılışına kadar geçen sürede yeniliklerden yana tavır takınmış olmasıdır. Ülkesini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmada ileriye doğru bakmış, yetiştirdiği üstün meziyetli komutanlarla yeni Türkiye’nin kurulmasında öncülük etmiştir.
DİPNOTLAR
1 Levent Çiftliği Kanunnamesi denilen bu yasa 7 Eylül 1794 çıkarıldı. 7 Haziran 1796’da önemli bir ek yapıldı. Bkz. Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, Cilt VI (1309 s. 366 vd.,
2 S. J. Shaw, Between Old and New, The Ottoman Empire under Sultan Selim III, 1789-1807 (1971), p. 132.
3 Taşrada Nizam-ı Cedit Ortalarının kurulması yeterince incelenmiş değildir. Şimdilik bkz. İ. Hakkı Uzunçarşılı, “Nizam-ı Cedid Ricalinden Kadı Abdurrahman Paşa”, TTK, Belleten XXXV/138 (1970), s. 245-302; M. Çadırcı, “Ankara Sancağında Nizam-ı Cedit Ortasının Teşkili ve Nizam-ı Cedid Askeri Kanunnamesi”, Belleten XXXVI/141 (1972), s. 7-13., Y. Özkaya, “Orta Anadolu’da Nizam-ı Cedidin Kuruluş ve Kaldırılışı”, DTCF Atatürk’ün 100. Doğum Yılına Armağan (1982), s. 510-514
4 Genel Kurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi, III. Cilt 5 nci Kısım (1793-1908), Ankara 1978, s. 546-549.
5 Levy, Avigdor, “The Officer Corps in Sultan Mahmud II’s New Ottoman Army, 1826-1839, Ijmes, 2, (1971), s. 21-39;
6 Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi III. Cilt, 5 nci Kısım, s. 200
7 Redif askeri teşkilatının kuruluşu ile ilgili tartışmalar ve belgeler için bkz. M. Çadırcı, “Redif Askeri Teşkilatı”, Yedinci Askeri Tarih Semineri, Bildiriler I, Ankara 2000, s. 47 vd.
8 Çdırcı, “Anadoluda Redif Askeri Teşkilatının Kuruluşu” DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, VIII-XII/14-23, s. 63-75.
9 Bkz. Cahide Bolat, Redif Askeri Teşkilatı, (Ankara Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü basılmamış doktora tezi, ) Ankara 2000, s. 37.
10 Lütfi Efendi, Tarih-i Lütfi, c. 7, s. 75.
11 Çadırcı, “Osmanlı İmparatorluğunda Askere Almada Kura Usulüne Geçilmesi ve 1846 Tarihli Askerlik Kanunu”, Askeri Tarih Bülteni, Şubat 1985, sayı 18; Faruk Ayın, Osmanlı Devletinde Tanzimat’tan Sonra Asker Alma Kanunları (1839-1914), Genelkurmay Basımevi Ankara 1994, s. 11 vd.
12 F. Ayın, a.g.e. 28 vd.
13 Kanun metni için bkz. Düstur, I. Tertip, C. 5, Anakara 1937, s. 656-695
14 Bastırılarak bütün birliklere dağıtılan bu yönetmeliğin adı “Asakir-i Redife-i Hazret-i Şahane Zabitanına İta Olunan Talimat”dır.
15 Fahri Coker, “Tanzimat ve Orduda Yenilikler”, Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. 5, s. 1262.
16 A.g.e. s. 1263.
17 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. 7, Ankara 1983, s. 191.
18 Piyade Kolağası Hakkı, Osmanlı Ordusu, Ahval ve Teşkilat-ı Askeriyesi, İstanbul 1320, s. 258-264.
19 Rıza Paşa, Hülasa-i Hatırat, İstanbul 1325, s. 11 vd.
20 Sait Paşa’nın Hatıratı, C. I, Dersaadet 1328, S. 220-222.
Dostları ilə paylaş: |