Osmanli toplumunda zindiklar ve müLHİdler yahut dairenin dişina çikanlar (15. 17. YÜzyillar) ahmet yaşar ocaq



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə16/39
tarix30.05.2018
ölçüsü1,86 Mb.
#52171
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   39

yıkmayı ve halkın inançlarını fesada vermeyi amaçlayan bir Bâtınî olduğu" idi.

1990'dan itibaren de İslamcı kesimin ilgisini çeken Şeyh Bedreddîn, bu kesimin

amatör yazar ve tarihçilerinin kalemlerinde, "solun elinden kurtarılmaya", materyalist

kimlikten sıyınlmaya, kısaca bir anlamda "sol ideoloji tarafından çalınmış bu tarihsel

şahsiyeti geri alma"ya yönelik yayınların konusu yapıldı.14 Eski yaklaşımlara karşı

çıkan bu İslamcı yeni yaklaşımda ise, daha önceki araştırmacıların gerçekleri bilerek

çarpıttıkları gibi ağır bir suçlama eşliğinde, Şeyh Bedreddîn'in sanıldığı gibi İslam'a

karşı olan materyalist bir düşünce adamı ya da isyancı bir Bâtınî değil, aksine Sünni

İslam'a sıkı sıkıya bağlı ciddi bir âlim ve mutasavvıf olduğu tezi savunuluyordu.15

Türkiye'deki bilimsel olmayan bu popüler Şeyh Bedreddîn araştırmalarıyla ilgili,

dikkati çeken bir nokta var ki, o da -bir iki isim müstesna-bu yaklaşım sahiplerinin

çoğunun şair, edip, hukukçu, amatör araştırmacı gibi, değişik formasyonlara mensup,

ideolojik yanları ağır basan yazarlar olmasıdır. Bu sebeple bunlar ikinci veya üçüncü

elden metinler üzerinde kendi ideolojileri doğrultusundaki çok spekülatif yorumlarla

meseleyi iyice karmaşık hale getirmişlerdir. Şeyh Bedreddîn meselesinin profesyonel

(akademik, bilimsel) tarihçilikten çok, popüler (amatör) tarihçiliğin itibarına mazhar

oluşu, yukarıda vurguladığımız üzere, kültür çatışmasıyla yakından alakalı

olduğundan böyle ideolojik bir nitelik kazanmış, yazarlar tabiatıyla itinasız, kolaycı,

modern bilimsel tarih yaklaşımından uzak ve spekülatif bir konuma düşmüşlerdir. Bu

yazarlar kendi ideolojilerini, inançlarını, bir elbise gibi Şeyh Bedreddîn'in üstüne

geçirmeye çalışmış, onu döneminin şartlan içinde anlamaya çalışacak yerde, kendi

düşüncelerinin bir temsilcisi gibi görüp adeta bugüne taşımışlardır. Öyle anlaşılıyor ki

Şeyh Bedreddîn, eskisi kadar sık olmasa da, hâlâ esrarını koruyan o "mazlum idealist

kahraman" kişiliğiyle, Osmanlı döneminin hemen hiçbir şahsiyetinin olmadığı kadar

ilgi odağı olmaya devam edeceğe benzemektedir.

Birbirine bu kadar zıt ideolojik deformasyonların ve spekülasyonların malzemesi

yapılagelen Şeyh Bedreddîn meselesinin, bu taraflı yaklaşımların yarattığı karmaşa

ortamından kurtulup bilimsel platforma yöneldiğini söylemek hâlâ mümkün

olmadığına göre, bizim de halihazırda bu devasa problemin üstesinden gelme

iddiasını taşımadığımızı hemen belirtelim. Ancak bizim her şeyden önce burada

yapmaya çalışacağımız, bütün ideolojik yaklaşımların onun kişiliğinin ve öncülüğünü

yaptığı hareketin etrafında meydana getirdiği spekülatif kirlilikten olabildiğince uzak

bir biçimde, imkânlar ve kaynaklar elverdiği ölçüde objektif olguyu ortaya çıkarmaya

çalışmak, sonra da kendi tahlil ve yorumlarımızı dile getirmek olacaktır.

III. PANTEİST BİR ÂLİM VE SÛFİ: ŞEYH BEDREDDÎN

Her şeyden önce şunu belirtelim ki, burada bizim amacımız, ne klasik anlamda "tam

tekmil" bir Şeyh Bedreddîn biyografisi yazmak, ne de öncülük ettiği isyan hareketinin

bir tarihçesini kaleme almaktır. Bu kitabın ana konusu çerçevesinde Şeyh Bedreddîn

bizi, hem resmi ideolojiye karşı çıkarak isyan suçuyla yargılanıp idam edilen bir

Osmanlı âlim ve mutasavvıfı olarak, hem de çoğu ulema nezdinde zındık ve mülhid

ilan edilen mühim bir şahsiyet sıfatıyla sonraki dönemlerde Osmanlı uleması ve sû-

fiyyesi içerisindeki etkileri bakımından ilgilendiriyor. Bu itibarla Şeyh Bedreddîn'in

konumunu, kişiliğini, fikirlerini, fikirlerinin kıymetini ve etkilerini olabildiğince anlamaya

çalışmak icap ediyor. Kanaatimizce bunu yapabilmek de, önemli ölçüde onun yetiştiği

ortamı, tahsil sürecini, temasta bulunduğu çevreleri anlamakla sıkı sıkıya

bağlantılıdır.

A) Ailesi

Şeyh Bedreddîn'in ailesinden bahsetmek, bize göre onun biyografisini tamamlayacak

sıradan bir parçayı yerine koymak değil, aksine, onun fikri şahsiyetinin, kişisel

misyonunun ve öncüsü olduğu hareketin iyi anlaşılması için gerekli olan bir iştir. Çok

iyi bilindiği gibi o, her şeyden önce bir Osmanlı, daha genel çerçevede bir İslam âlimi,

bir mutasavvıf, hatta -tam olarak klasik anlamda bir feylesof denilemese bile- felsefi

yanı olan bir düşünürdür. Ayrıca, inandığı bir dava için harekete geçen, arkasından

değişik yapıdaki kitleleri sürükleyebilen ve ideolojik olarak da, muhtemelen İslam'la

Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin senkretizminden oluşan bazı fikirler propaganda ettiği

ileri sürülen bir "ihtilal", bir aksiyon adamı olarak görünüyor. İşte onun bu çok cepheli

kişiliğinin oluşmasında her halde ilk mayanın atıldığı yer olarak aile ortamı, orada

aldığı terbiye önemli bir yer tutuyordu.

Bizzat torunu Halil b. İsmail'in menâkıbnâmesi dahil, Şeyh Bedred-dîn'den bahseden

bütün Osmanlı kaynaklan, babası İsrail'in bir Osmanlı emiri, bir gazi ve aynı zamanda

kadı olduğunu, I. Murad zamanında -muhtemelen Edirne'nin 1361'deki fethinden

birkaç yıl önce- Meriç nehrinin hemen batısında bulunan Dimetoka'nın

(Didymoteichon) ele geçirilmesiyle birlikte, yakınlarındaki Simavna (yahut Samavna)

kalesini zaptettiğini, sonra da buraya bizzat komutan ve kadı tayin edildiğini ittifakla

yazarlar.10 Kadı İsrail hakkında Osmanlı kaynaklarında bulunmayan daha geniş

bilgileri İbn Arabşah verir. Ona göre, İsrail gençken fıkha çok meraklı olduğu için

tahsil amacıyla Semerkand'a gitmiş ve uzun yıllar orada, içlerinde ünlü el-Hidâye

kitabının yazarı el-Merginânî'nin torunlarından Semerkand kadısı Hâce Abdülmelik'in

de bulunduğu en önde gelen fukahadan ders almıştır. Daha sonra fıkıhta

uzmanlaşmış olarak memleketine dönmüştür.17 Halil b. İsmail, Dimetoka'nın akıncı

reislerinden Hacı İlbeği tarafından fethedildiğini söylediğine göre, şeyhin babasının

onun maiyetindeki emirlerden biri olduğu tahmin olunabilir.18 Bu çerçevede İsrail, 14.

yüzyılın ikinci yarısı içindeki Balkan fetihlerine katılan bir gazi-kadı olarak

değerlendirilebilir.19 Eğer bu rivayet doğruysa, ikinci kimliği de dikkate alınınca,

İsrail'in yalnız bir emir olmanın ötesinde, aynı za-144 manda fıkıh tahsili almış biri

olduğu da görülüyor. Fazla olmamakla beraber bu tür örnekler Osmanlı tarihinde

vardır.20 Annesinin ise, babası tarafından zaptedilen Simavna kalesinin Bizanslı

komutanının kızı olduğu, İsrâil'in, Melek adını alarak Müslüman olan bu genç kızla

evlendiği rivayet ediliyor. İşte Bedreddîn Mahmud bu evlilikten 760/1359 yılında

Simavna kalesinde dünyaya gelmiştir.21

Bazı Osmanlı kaynaklarında Şeyh Bedreddîn'in babası İsrail'in, aslında Anadolu

Selçuklu hükümdarı (III.) Alâeddîn Keykubad'ın (1293-1307) neslinden geldiği

kayıtlıdır;22 hemen hemen Şeyh Bedreddîn'le ilgili diğer konularda olduğu gibi, bu

konuda da Osmanlı kaynaklarının asıl temeli, hiç şüphesiz Halil b. İsmail'in

menâkıbnâmesidir. Nitekim bu husustaki tafsilatı menâkıbnâmede buluyoruz.

Menâkıbnâmeye göre İsrail'in babası Abdülaziz de bir gaziydi ve Şah Alâüddîn (III.

Alâeddîn Keykubad) neslinden gelen sülalesi vezirlik görevinde de bulunmuştu.

Abdülaziz'in şah olan amcası da, Hülâgu istilâsı sırasında Halife Mu'tasım Billah'a

sığınmış, bilgisi sayesinde onun "şeyhülislam"ı olmuş, fakat Hülâgu tarafından

meşhur âlim İbn Hâcib'le birlikte şehid edilmişti.23

Çok muhtemel olarak dedesinin Osmanlı saltanatına karşı giriştiği ayaklanma

hareketine kamuoyunda geçerli bir meşruiyet temeli oluşturmak amacıyla

uydurulmuş, Halil b. İsmail'in iftiharla naklettiği inanılması güç bu rivayet, görüldüğü

gibi Şeyh Bedreddîn'i bir şehzade yapıyor. Söylendiği gibi Osmanlı kaynaklarında da

yer alan bu rivayetin şimdilik tek çıkış yeri, Halil b. İsmail'in menâkıbnâmesi gibi

görünüyor. Bu yüzden başka bir kaynakla teyid edilmedikçe bu rivayetin tarihsel

olarak geçerliliğini ileri sürmek mümkün değildir. Zaten B. Nusret Kaygusuz dışında

M. Şerefeddin Yaltkaya'dan itibaren hemen bütün modern araştırmacıların bu kanaati

paylaştıkları görülür.24

Bununla beraber, Halil b. İsmail'in bu iddiasında doğru olan bir şey var ki, o da Şeyh

Bedreddîn'in baba tarafından özellikle fıkıh ağırlıklı eğitim geleneğini sürdüren bir

ailenin mensubu olmasıdır. Hem dedesi Abdülaziz, hem babası İsrail fıkıhla meşgul

olmuşlardır. İşte genç Bedreddîn Mahmud'un tahsil hayatında fıkha yönelmesi ve bu

konuda uzmanlaşmayı tercih etmesinin arkasında, herhalde bu aile geleneğinin

önemli rolü bulunmalıdır.

Anne tarafına gelince, Grek kökenli mühtedi bir Hıristiyan olması itibariyle annesinin,

Müslüman olduktan sonra da eski kökeniyle ilgili hatıralarına sadık kalıp kalmadığı,

eğer kaldıysa bunların genç Bedreddîn Mahmud üzerinde ne gibi bir etkisi olmuş

olabileceği gibi -bugün için sadece spekülasyondan öteye geçmeyecek- bir

tartışmaya ise, ileride onun fikirlerini ve doktrinini ele aldığımızda temas edeceğiz.

Yalnız şu kadarını söyleyelim ki, Bedreddîn Mahmud'un ailesinin Hıristiyan kökenli

tek üyesi yalnız annesi değil, eşi ve bir gelini, yani oğlu İsmail'in hem annesi hem

karısı, Menâkıb yazarı Halil'in annesi olmak üzere iki kişi daha olacaktır. Böyle bir

baba ve annenin çocuğu olarak Şeyh Bedreddîn'in düşünce cephesinin oldukça

renkli bir aile ortamı içinde filizlenmeye başladığına her halde muhakkak nazarıyla

bakmak gerekiyor.25

B) Eğitimi

1. Aile çevresi (Edirne)

Şeyh Bedreddîn'in düşünce hayatının takip ettiği çizgiyi ve bu çizgideki

dalgalanmaları anlama konusunda bize yardımcı olacak süreçlerden birisi, belki en

önemlisi, muhakkak ki tahsil sürecidir. Hiç şüphesiz ki Bedreddîn ilk öğrenimine,

dönemin geleneksel yapısı gereği, aile içinde başlamış olmalıdır. Nitekim ilk olarak

babasından Kur'an-ı Kerim okumayı öğrenmiştir. Ayrıca ilk İslami bilgileri de

babasından aldığına şüphe yoktur.26 Aile içindeki bu eğitim acaba yalnız babayla mı

sınırlı kalmıştır? Annesinin bu konudaki payı veya rolü ne olmuştur? Acaba

Bedreddîn Mahmud annesinden neler öğrenmiştir? Annesi ona Hıristiyanlıktan, eski

inançlarından bahsediyor, hatta kendi ana dilini, yani Grekçeyi öğretiyor muydu? Bu

çok mümkündür. Çocuk Bedreddîn herhalde annesi aracılığıyla Hıristiyanlığa dair

bilgileri de muntazaman aldığı gibi, en azından bu dine ve mensuplarına sempatiyle

bakma alışkanlığını annesi sayesinde kazanmış olmalıdır. Bu arada ondan Grekçeyi

de öğrendiğini tahmin etmek zor değildir. Zaten Şeyh Bedreddîn'in Mısır dönüşü

Sakız Adası'na giderek oradaki Stylarion manastırındaki rahiplerle teması sırasındaki

konuşmalarının tercümansız, doğrudan olduğu hatırlanırsa, Grekçe bildiği rahatlıkla

söylenebilir. Herhalde böylece, ailesi içinde Müslümanlığa ve Hıristiyanlığa ait ilk

bilgilerle donanmış olduğu halde dışarıdaki tahsil hayatına atılıvordu.

2. Konya

Başta menâkıbnâme olmak üzere kaynaklarımıza bakılırsa, genç Bedreddîn Mahmud

babasından Kur'an-ı Kerim'i talim ettikten sonra, Mev-lânâ Şâhidî'den hafızlığım

tamamlamış, İslami ilimleri de Molla Yusuf denilen bir zattan okumuştur. Onun

vefatıyla, henüz yirmi yaşlarındayken, daha yüksek bir tahsil yapabilmek için,

babasının amcasının oğlu Müeyye-düddîn (Müeyyed b. Abdülmü'min) ve sonradan

Kadızâde-i Rûmî diye meşhur olacak olan riyaziyeci Musa ile önce Bursa'ya gitmiş,

burada bir süre okuduktan sonra Konya'ya geçerek muhtemelen meşhur Fazlullah-ı

Hurûfi'nin -menâkıbnâmeye göre Sâdeddîn-i Teftazânî'nin- talebesinden Mevlânâ

Feyzlullah'tan bir sene kadar astronomi (ilm-i nücûm) dersi almıştır.27 Eğer bu zatın

Fazlullâh-ı Hurûfi'nin talebesinden olduğu doğruysa, bu, Şeyh Bedreddîn'in

Hurûfilik'le ilk muhtemel teması demek olduğundan, bizim için çok önemlidir.28

Böylece Konya'da, bu eski Selçuklu kültür merkezinde eğitimlerini sürdürürken,

hocalarının vefatı üzerine iki amca çocuğu tahsillerine devam etmek üzere, bugün

olduğu gibi o zamanlar da özellikle İslami bilimlerde uluslararası bir eğitim merkezi

olan Mısır'a, Kahire şehrine gitmişlerdir.29

3. Kahire

Burada (torununun rivayetine göre henüz otuzlarına gelmemiş olan) Bedreddîn

Mahmud, İslam dünyasının her tarafından tahsil yapmaya gelen pek çok gençle bir

arada olma imkânını elde etti. Bunların arasında mesela Seyyid Şerîf-i Cürcâııî gibi,

sonradan kendi gibi ünlü olacak olan bazı isimler de vardı. O sıralar Bedreddîn

Mahmud, Seyyid Şerîf-i Cürcâ-nî ile birlikte Mübarekşâh-ı Mantıkî'nin öğrencisi olmuş

ve birlikte hacca gidecek kadar birbirleriyle yakınlık kurmuşlardı.30 Bu hac yolculuğu

esnasında Mekke'de bir müddet kalıp Şeyhülislam diye anılan Ebû Zeylaî gibi

meşhur âlimlerden faydalanan Bedreddîn Mahmud'un şöhretinin de yavaş yavaş

duyulmaya başladığı, hatta Kahire'ye dönüşünde zamanın Memlûk sultanı el-

Melikü'z-Zâhir Seyfeddîn Berkuk'un (1382-1399) oğlu Ferec'e özel hoca tayin edildiği

görülüyor.31 Bu onun bilimsel ehliyetinin ne ölçüde takdir edildiğinin önemli bir

göstergesi sayılmalıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Bedreddîn Mahmud Kahire'ye ayak

bastığından itibaren geçen yıllar içinde, fıkıh başta olmak üzere, muhtelif İslami

bilimlerde epeyce yüksek bir aşama kat etmiştir.

İşte, Bedreddîn'in Kahire'deki bu tahsil hayatının tam ortasında önemli bir olay

gerçekleşir. Bu, onun köken itibariyle kendi gibi Anadolulu olan Şeyh Hüseyn-i Ahlâtî

ile karşılaşmasıdır. Kanaatimizce Bedreddîn'in bundan sonraki hayatını,

düşüncelerini, özellikle İslami anlayış ve yorumunu köklü bir şekilde etkileyecek ve

akılcılığa yönlendirecek olan bu karşılaşma, onun bütün hayatını da değiştirmeye

yetmiş olmalıdır. Bedreddîn, Sultan Berkuk'un sarayında karşılaştığı ve çok

etkilendiği bu zata intisab ederek derslerine devama başlamış, giderek hoca ile

öğrencisi arasında bir yakınlaşma olmuştur.32 Bedreddîn ile Şeyh Hüseyn-i Alılâ-

tî'nin yakınlaşması bu kadarla da kalmamış, kendilerine dostluk gösteren Sultan

Berkuk, sarayındaki iki kız kardeş cariye ile evlendirmek suretiyle onları bacanak

yapmıştır. Meryem'i (Maria) şeyh, Câzibe'yi ise Bedreddîn almıştır ki, Bedreddîn'in

İsmail adlı oğlu bu eşinden doğacaktır.33

Bedreddîn, aşağıda görüleceği üzere Şeyh Hüseyn-i Ahlâtî vasıtasıyla tasavvufa

intisab etmekle beraber, ondan öğrendiği yalnız bu olmamış, belki daha önemlisi

felsefe de öğrenmiştir. Herhalde şeyhin şevkiyle eski İslam filozoflarını ve eserlerini

de tanımış olmalıdır. Bir mutasavvıf olmasına rağmen, felsefi yanı daha ağır basan

Şeyh Hüseyn-i Ahlâtî'nin bir mutasavvıftan çok "hakîm" olduğunu söylemek belki

doğrudur. Bu itibarla bu zatın Bedreddîn'in hocaları içinde onu en çok etkileyeni

olduğunu kabul edebiliriz.34 Muhakkak ki bu etkilenmede, Bedreddîn'in de felsefeye

yatkın, akılcı zihniyetinin rolü vardı. Hoca ile talebesi arasında mizaç benzerliğinin de

kuvvetlendirdiği bu yakınlık, hoca ölünceye kadar sürecektir.

4. Tebriz

Şeyh Hüseyn-i Ahlâtî, öğrencisinden bir ara özellikle Tebriz'e gitmesini istemiş,

Bedreddîn de bu isteğe uyarak oraya gitmiştir. Bu bizce üstünde hassasiyetle

durulması gereken bir olaydır. Diğer kaynakların herhangi bir açıklamada

bulunmadan, tafsilat vermeden sadece zikredip geçtikleri,35 ama kanaatimizce

Bedreddîn'in bilimsel ve düşünce formasyonunun oluşmasında büyük katkısı bulunan

bu Tebriz ikameti konusunda menâkıbnâmede tafsilat vardır.36 Modern

araştırmalarda Bedreddîn'in Tebriz'deki ikameti şimdiye kadar pek fazla üzerinde

durulmayan bir konudur. Halbuki bu ikametin, benliğinde çok önemli değişimlerin

başlamasına yol açtığını tahmin etmek mümkündür. Bizce Bedreddîn, Tebriz'de

yalnızca bilim çevreleriyle temasla yetinmemişti ve bu şehre gönderilişinin asıl sebebi

de bu değildi. Her ne kadar rivayete göre Tebriz'de şöhreti Timur'un kulağına kadar

gitmiş ve huzurunda yapılan bir bilimsel tartışmada diğer ulemanın halledemediği zor

bir meseleyi çözmede gösterdiği başarı üzerine orada alıkonulmak istenmişse de

kabul etmemişti.37 Böyle bir olayın sırf Bedreddîn'in kişiliğini yüceltmek için

uydurulup uy-durulmadığı bir yana, böyle bir olay olmuş olsa bile, Bedreddîn'in

Tebriz'de kaldığı süre içinde temaslarının yalnızca devlet kademesi ile sınırlı kaldığını

düşünmek kanaatimizce yanlış olur.

Bizce onun Tebriz'deki ikametinin gerçek sebebi, Hurûfı çevreleri ile temasa

geçmektir. Bu konuya aşağıda daha geniş olarak değinilecek olmakla beraber şu

kadarı söylenebilir ki, Bedreddîn'in Şeyh Hüseyn-i Ahlâtî ile açılan düşünce dünyası,

Hurufîliğin bu ana merkezinde bu çevrelerle temasını sağlamış ve geniş ölçüde

etkilenmesine, tasavvuf telakkilerinin bu doğrultuda gelişmesine, hatta kökleşmesine

yol açmış olmalıdır. Zaten Şeyh Hüseyn-i Ahlâtî'nin onu mesela Bağdat'a, Dı-maşk'a

(Şam) veya başka bir yere değil de özellikle Tebriz'e yollamasının sebebi de bizce bu

olmalıdır. Bedreddîn, önce şeyhinin irşadlarıyla fıkhın gösterdiğinden tamamen farklı

bir açıdan, felsefi, akılcı bir gözle bakmayı öğrendiği İslam'ın inanç esaslarım, yeni

tanımaya başladığı Vahdet-i Vücûd telâkkisini, Tebriz'deki Hallâc-ı Mansûr

geleneğine bağlı Hurûfı çevresinde panteist (Vahdet-i Mevcûd'çu) bir doğrultuda iyice

pekiştirme imkânını bulmuştu. İşte Bedreddîn düşünce dünyasındaki bu yeni açılımla

Kahire'ye şeyhinin yanına döndü. Bu dönüşten bir süre sonra şeyhi onu kendine

halife yapmış, ölümünden sonra da şeyhlik makamım Bedreddîn'e vasiyet etmişti.

Böylece yalnız bir âlim olarak değil, bir sû ti olarak da Bedreddîn'in kariyeri resmen

başlamış oluyordu.

Şu kısa bilgiler gösteriyor ki, Şeyh Bedreddîn aile içinde başlayan ve Edirne, Konya,

Kahire, Mekke, Tebriz, sonra yine Kahire olmak üzere dönemin önemli bilim ve kültür

merkezlerinde sürdürüp noktaladığı uzun bir tahsil hayatı içinde, zamanının geçerli

eğitimini en üst noktasına kadar almış, hem fıkıh, hem tasavvuf, hem de belli ölçüde

felsefe formasyonu edinmiş çok cepheli bir insandır. Kanaatimizce bu tahsil süreci

Şeyh Bedreddîn'i hep aynı noktada bırakmak yerine, sürekli yeni şeyler öğrenen,

bütün hayatı boyunca okuduklarını, öğrendiklerini sorgulayan, rasyonel bir kafa

yapısına da sahip kılmıştır. Bu bilim, mistisizm ve felsefe eğitiminin oluşturduğu üçlü

formasyonun sonucunda ortaya, edindiği fıkıh ve tasavvuf formasyonuna galip gelen,

daha çok akılcı bir kafa yapısının hâkim olduğu, felsefe tarafı ağır basan bir Şeyh

Bedreddîn çıkmıştır.

C) Meslek Hayatı

Eğer Bedreddîn Mahmud, Timur'un hizmetinde kalmayı reddetmemiş olsaydı,

herhalde bürokratik kariyeri Tebriz'de başlamış olacaktı. Ancak o, Hurûfî çevrelerle

temas sonucu çok güçlü bir şekilde etkisi altında kaldığı mistik duygularla şeyhinin

yanına dönmeyi tercih etmiştir.

Bir müddet sonra, 1397 Mart'ında Şeyh Hüseyn-i Ahlâtî'nin vefatıyla, onun vasiyeti

gereği makamına geçer.38 Ancak Şeyh Bedreddîn'in bu makamda fazla kalmadığı

görülüyor. Rivayete göre kendisini kıskanan diğer halifelerin verdikleri rahatsızlığa,

çıkarttıkları geçimsizliğe ancak altı yıl dayanabilmiş, sonra memleketine, Anadolu'ya

dönmeye karar vererek ailesiyle birlikte Kahire'yi terk etmiştir.39 Bu durumda Şeyh

Bedreddîn'in Anadolu yolculuğunun 1403 Eylül'üne rastladığı ortaya çıkıyor. Onun

Kahire'yi terk ettiği sırada Osmanlı topraklarında Yıldırım Bayezid'in oğullan

arasındaki kavga bütün şiddetiyle devam etmekteydi. Safhalarına aşağıda başka bir

vesileyle değineceğimiz, Bursa'da noktalanan ve muhtemelen bir yıl kadar sürmüş

olabileceğini tahmin ettiğimiz bir Batı Anadolu yolculuğundan sonra (yaklaşık 1404-

1405 dolayları olabilir), Edirne'ye geçerek henüz hayatta olan anne ve babasını

ziyaret edip bir süre onlarla kalan Şeyh Bedreddîn'in, o sırada Edirne'de hüküm

sürmekte olan Musa Çelebi'yle karşılaştığı görülür. Bu karşılaşma onun uzmanlık

alanıyla ilgili olarak devlet emrindeki profesyonel meslek hayatının başlangıcını teşkil

etmiştir. Balkanlar'daki hâkimiyetini yerleştirmeye ve buna yönelik olarak

teşkilatlanmaya iyice niyetli olan Musa Çelebi ona kazaskerlik teklif etmiştir.

Menâkıbnâmesine göre, önce tereddüt eden şeyh, sonra bu görevi üstlenir.40 Bunun

yaklaşık 1405 veya 1406 dolaylarında olduğunu tahmin edebiliriz. Acaba bu tereddüt

Şeyh Bedreddîn'in yapmayı düşündüklerini Musa Çelebi'yle uzun uzun tartışıp onu

ikna etmesi üzerine mi ortadan kalktı?

Kaynakların rivayetine bakılırsa, Şeyh Bedreddîn bir yandan yeni görevine dört elle

sarılmış, diğer yandan da kendisine İslam dünyasında büyük ün sağlayacak olan fıkıh

alanındaki eserlerini kaleme almaya başlamıştır. Musa Çelebi'nin yanındaki yaklaşık

sekiz-on yıl süren kazaskerlik görevi esnasında pek çok kimseye timar verdirdiğini

kaynaklar kaydediyor.41 Şehzade mücadelelerinin bütün şiddetiyle devam ettiği bu

kriz döneminde onun böyle bir tasarrufta bulunarak bazı kimselere geçim kapısı

sağlaması, şüphesiz ki bu insanların kendisine minnet duymalarına ve ona

bağlanmalarına yol açmıştı. Nitekim o bunun meyvelerini ihtilal hareketini başlattığı

zaman toplayacaktır. Bununla beraber şeyhin kazaskerliği fazla sürmemiş, Musa

Çelebi'nin 1412'de Çelebi Mehmed'e/yenilip boğularak öldürülmesi üzerine, onun

hizmetinde bulunan diğerleriyle birlikte tutuklanmış, ancak bilimsel şahsiyetine

duyulan saygı sebebiyle ayda bin akça tahsisatla iki oğlu ve kızıyla beraber İznik'e

sürgüne yollanmıştır.42

Burada uzunca bir süre kaldığı, istediği gibi serbest bir hayat yaşadığı, diledikleriyle

temasa geçtiği ve Edirne'deyken başladığı telif çalışmalarıyla uğraştığı görülüyor. Bu

arada İzmir yakınlarındaki Karaburun'da bulunan Börklüce Mustafa ile temas

kurduğunu, baş halifesi olarak ona kendi adına hareket etme konusunda tam yetki

verdiğini ve onun hareketlerini yakından takip ettiğini bazı kaynaklar ileri

sürüyorlar.43 Bunların rivayetine bakılırsa, Börklüce Mustafa Karaburun'da Şeyh

Bedreddîn adına ayaklanarak bir isyan çıkarmıştır. İşte bunu duyan Şeyh

Bedreddîn'in, bu işten sorumlu tutulmak kaygusuyla derhal bir fırsatını bularak

İznik'ten kaçmayı başarmış ve -muhtemelen 1415 başlarında- Osmanlılar'ın rakibi

olan İsfendiyaroğulları Beyliği'ne sığınmıştır.44 Bu onun hayatındaki en büyük dönüm

noktasıdır. O artık resmi bir devlet görevlisi değil, devlete karşı bir kişidir. Böylece

Şeyh Bedreddîn'in resmi meslek hayatı sona ermiş, bundan sonra yepyeni bir kişilik

ve misyon ile tarih sahnesine çıkmıştır. Artık o, yalnızca âlim ve mutasavvıf Şeyh

Bedreddîn değil, bir ihtilal hareketinin başı Şeyh Bedreddîn'dir.

D) Âlim Bedreddîn

Şeyh Bedreddîn'in bir fakih, bir İslam hukukçusu olarak yalnız Osmanlı Devleti

çerçevesinde değil, dönemin Ortadoğu İslam dünyasında da önemli bir saygınlığa


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   39




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin