Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə100/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   96   97   98   99   100   101   102   103   ...   181

KÜHUL (Kehl. C.) Orta yaşlı kişiler. Olgun kimseler.

KÜHULET Orta yaşlılık. (35-40 yaş arası) Olgunluk çağı. Bazılarına göre: Yirmibir ile altmış yaşa kadar olan insanın hayat devresi. Veya otuz ile elli arası.

KÜHURE Yüzünü pörtürmek.

KÜLA Kuş kanadının sonunda olan dört telek.

KÜL'A Devenin arkasında olur bir hastalık. * Koyun sürüsü.

KÜLAE Tehir etmek, sonraya bırakmak.

KÜLAH Takke. Kalpak. Baş örtüsü. * Kazıkların toprağa girmesini kolaylaştırmak için uçlarına geçirilen huni şeklindeki demir gömlek.

KÜLALE f. Çiçek demeti. * Kıvrım kıvrım olan saç. Kıvırcık saç. Bukle.

KÜLBE f. Kulübe.

KÜLBE(T) Sıkıntı, zorluk, ıztırab. Şiddet. * İki sahtiyan arasına konup dikilen kırmızı kayış.

KÜLAM Kaba, muhkem ve sağlam yer.

KÜLÇE Eritilip tasfiye olunmamış veya topraktan çıkartıldığı gibi bulunan maden. * Büyük parça şeklinde dökülmüş maden.

KÜLEF (Külfet. C.) Külfetler, zahmetler, sıkıntılar, zorluklar. * Merâsimler.

KÜLENG f. Turna kuşu.

KÜLFET Zahmet. Sıkıntı. Yorgunluk. Zahmetli iş. Adetten ve lüzumundan çok yorularak çalışmakla iş yapmak. * Merâsim.

KÜLHAN f. Hamam ocağı. Hamamda su ısıtmak için ateş yakılan yer.

KÜLHANİ f. Serseri, çapkın, âvâre.

KÜLİÇE f. Külçe.

KÜLİÇE-İ NÜHAS Bakır külçesi.

KÜLKÜL (KÜLKÂL) Kısa boylu bodur adam.

KÜLL Hep, tüm, bütün. Çok. Cüz'lerden meydana gelen.Bütün cüzlerin şumul ve istiğrak üzere ifadeleri. (L.R.)

KÜLL-İ A'ZAM En büyük bütün. En büyük küll.

KÜLLAB (C.: Kelâlib) Çengel, kanca. Ucu eğri demir.

KÜLLE f. Topuk. * Kâhkül.

KÜLLE YEVM Her gün.

KÜLLÎ Külle mensub. Cüz'iyat ve ferdlerden meydana gelmiş olan. Umumi, bütün. * Çok, ziyade, fazla. * Man: İnsan dediğimiz zaman küll'ü ve küllîyi ifade etmiş oluyoruz. İnsanın eli, ayağı, kolu, gözü dersek cüz' ve cüz'îyi ifade etmiş oluruz. Dünya denilirse küll; dünyanın karaları, kıt'aları veyahut denizleri dediğimiz zaman küll'ün eczasını ifade etmiş oluyoruz. Küll, cüz'lerden meydana geliyor.

KÜLLİYAT (Külliyet. C.) Bütün. Hepsi. Hepsi birden. * Bir müellifin bütün eserleri.

KÜLLİYE (Külliyet) Bütünlük, umumilik, genellik. * Bolluk, çokluk, ziyadelik. * Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında Arap vilâyetlerinde bazı medreselere, üniversite karşılığı verilen ad.

KÜLLİYEN Kâmilen, tamamen. Cüz'î olmamak üzere. Büsbütün. Tamamıyla, toptan, kâffesi.

KÜLLÜ AMM Her sene, bütün sene.

KÜLLÜ DAİN Bütün hastalıklar. Bütün dertler.

KÜLS Kireç.

KÜLSE (C.: Ekles) Kireç renginde olmak.

KÜLSUM Yuvarlak yüzlü. * Yanağı ve yüzü etli olan.KÜLTÜR : Fr. Her türlü fikir, san'at ve âdet varlıklarının hepsi. * Bir kimsenin umumi bilgi seviyesi. * Terbiye. * Ziraat. * Tıb: Tecrübe veya ilâç yapmak için mikrop besleme ve çoğaltma.

KÜLUH Katı yüzlülük.

KÜLÜNG f. Taşçı kazması.

KÜLVE (C: Külu-Külliyât) Dağarcık altına çepeçevre diktikleri deri. * Tirşe dedikleri kayış.

KÜM' Ev, beyt.

KÜMAHE f. Nazarlık.

KÜMAN f. (Bak: Gümân)

KÜMAŞE Sürat, hız.

KÜMAT (Kemi. C.) Yiğitler, kahramanlar, savaşçılar.

KÜMDET Renk değiştirme.

KÜMEYT Koyu doru at. * Kırmızı şarap.

KÜMM (C: Ekmâm-Ekmime) Gömlek yeni.

KÜMME Kavuk.

KÜMMEL (Kâmil. C.) Kâmiller. Olgunlar. İlmen, dinen ve mânen kâmil olan büyük zatlar. Büyük mâneviyat ve fazilet sahibi insanlar.

KÜMMELÎN (Kâmil ve kümmel. C.) Kâmiller.

KÜMMÎ Konik. Koni biçiminde olan.

KÜMSERAT (C.: Kümsereyât) Armut.

KÜMTE Kızıllık, kırmızılık, humret.

KÜMTER (C: Kemâtir) Kısa boylu kaba adam. * Yabani eşek. Vahşi hımar.

KÜMUN Pusulanıp gizlenmek. * Tıb: Gözde "gümne" denilen bir dumanlı hastalık görünmesi.

KÜMZE Bir yere toplanmış hurma.

KÜN "Ol" mânasında emirdir. Allah (C.C.) bir şeye Kün dese; o şey olur.

KÜNA f. Arâzi. Tarla. Etrafı çevrilerek ekilen yer.

KÜNAM f. Kuş yuvası. * Hayvan ini. * İnsanın rahat edip dinleneceği yer.

KÜNAN f. "Ederek, yaparak, eden, yapan" manâlarına gelerek kelimelere eklenir. Meselâ: (Hande-künân: Gülerek)

KÜNASAT (Künâse. C.) Künâseler, süprüntüler.

KÜNASE Süprüntü, zibil, çöp.

KÜNAT (Kâni. C.) Kinâyeciler. Kinâye söyliyenler.

KÜNBED f. Kubbe.

KÜNBÜL Sağlam, dayanıklı, sert, katı.

KÜNC (Günc) f. Köşe. Bucak. Bodrum.

KÜNC-İ KANAAT Kanaat köşesi.

KÜNC-İ MİHEN Mihnet, sıkıntı ve ıztırab köşesi.

KÜNCÜD f. Susam.

KÜND Biçimsiz, yakışıksız, kısa. * Kesmez, kör. * Yiğit, cesaretli, cesur. * Anlayışsız. Fehim ve idraki kısa.

KÜNDE f. Suçlu bir kimsenin ayaklarına geçirilen tomruk. * Kalın ve yüksek ağaç.

KÜNDEKÂR f. Sedefçi. Kıymetli ağaçları işleyen. Marangoz.

KÜNDGÛŞ f. Sağır, işitmez.

KÜNDÜR (C: Kenadir) "Günlük" denilen nesne. * Şişman ve kısa boylu kimse. * Vahşi hımar, yabani eşek. * Büyük çuval.

KÜNDÜS Saksağan kuşu.

KÜNENDE f. "Edici, yapıcı" mânâlarına gelerek kelimelere eklenir.

KÜN FEYEKÛN (Bak: Emr-i kün)

KÜNGÂN f. Toprak ve çimento gibi şeylerle yapılan su borusu, su yolu.

KÜNGÜRE f. Kubbenin en yüksek yeri, tepesi.

KÜNH Bir şeyin aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi. * Vakit, zaman.

KÜNİŞ(T) f. Mecusi tapınağı. * Yahudi havrası.

KÜNNAŞE (C.: Künnâşât) Kök.

KÜNNE Ev kapısı üstüne yapılan sundurma.

KÜNNES (Kânis. C.) Yuvasında ve yatağında olan geyikler. * Gündüzün gizlenen, gece görünen seyyar yıldızlar. (Bak: Hunnes künnes)

KÜNTAN Kısa boylu.

KÜNU' Yakın olmak.

KÜNÜBDÜR Kaba nesne.

KÜNUD Nankörlük. Nimeti inkâr etmeklik.

KÜNUN Birşeyi gizleme, saklı tutma.

KÜNUN f. şimdi. El'an.

KÜNUZ (Kenz. C.) Hazineler. Defineler.

KÜNUZÂT Kenzler. Hazineler.

KÜNYE Bir kimsenin nereden ve kimden olduğunu bildiren ve hüviyeti yazılı olan kâğıt.

KÜPEŞTE Geminin kenarlarındaki tahta siper. * Parmaklığın üzerindeki düz ve kalın tahta.

KÜRA' (C: Ekru-Ekâri) İnsanda boyundan aşağısı; hayvanda topuktan aşağısı. * Koyun ve sığır baldırı.

KÜRABE Ağaç dibine düşen hurmaları toplamak.

KÜRAIYY Paça satan.

KÜRAN f. Al renkli at.

KÜRAT (Küre. C.) Küreler. Yuvarlak olan nesneler.

KÜRAZ Ağzı dar bardak.

KÜRBAK Dükkân.

KÜRBE f. Dükkân.

KÜRBET (Kerb. den) Sıkıntı. Tasa. Keder. * Belâ. Musibet.

KÜRBET-İ GURBET Gurbetten dolayı olan keder.

KÜRDABE Büyük su içinde olan çürüntü.

KÜRDE (C: Kürüd) Sürülmüş tarla.

KÜRDEVS (C: Kerâdis) Kemik başı. * At sürüsü.

KÜRDİSTAN Kürdlerin oturdukları bölge. * İran'ın Ardelân eyaletinin eski adı.

KÜRE (Kürre yanlıştır) Yuvarlak cisim. * Şeklin sathındaki bütün noktalar merkeze aynı uzaklıktadır. Dünya da yuvarlak olduğundan "Küre-i arz" denilmiştir. "Küre-i zemin" de denir.

KÜRE-İ ARZ Dünya. (Yuvarlak olduğundan dolayı bu isim verilmiştir.)(Küre-i arz, küçüklüğüyle beraber semâvata karşı gelebilir. Çünki nasılki "Dâimi bir çeşme, varidatsız büyük bir gölden daha büyük" denilebilir. Hem, bir ölçek ile bir şey ölçerek başka yere nakledilen ve onun elinden geçmiş ve ona girmiş çıkmış bir mahsulâtla, zâhiren binler def'a ölçekten büyük ve dağ gibi bir cisimle o ölçek muvâzeneye çıkabilir. Aynen öyle de: Küre-i arz, Cenâb-ı Hak onu san'atına bir meşher ve icadına bir mahşer ve hikmetine medar ve kudretine mazhar ve rahmetine mezher ve Cennetine mezraa ve hadsiz kâinata ve mahlukat âlemlerine ölçek ve mâzi denizlerine ve gayb âlemine akacak bir çeşme hükmünde icad etmiş. Her sene kat kat ve katmerli yüzbin tarzda, masnuattan dokunmuş gömleklerini değiştirdiği ve çok def'a dolup mâziye boşaltarak gayb âlemine döktüğü bütün o müteceddid âlemleri ve arzın müteaddit gömleklerini nazara al; yani bütün mazisini hazır farzet; sonra yeknesak ve bir derece basit semavata karşı muvazene et. Göreceksin ki: Arz, ziyade gelmezse, noksan da kalmaz. İşte $ sırrını anla. S.)

KÜRE-İ AYN Tıb: Göz yuvarlağı.

KÜRE-İ HÂK Yeryüzü. * Zemin yüzü.

KÜRE-İ HAVA Dünyayı kaplayan hava tabakası. Atmosfer.

KÜRE-İ KAMER Ay.

KÜRE-İ ZEMİN Dünya, küre-i arz.

KÜRE f. Toprak ocak. Mâdenci ocağı.

KÜREK CEZASI Tanzimattan önce ve yelkencilik devrinde işledikleri ağır cürümden dolayı harp gemilerinden kürek çekmek üzere gemi hizmetine verilen kimseler. Bu gibiler, gemilerde kürek çektikleri için bu tâbir meydana gelmiştir.

KÜREMA (Kerim. C.) Kerimler.

KÜREND (Küreng) f. Al at.

KÜREVÎ Yuvarlak. Küre şeklinde.

KÜREVİYAT (Küreviyet. C.) Küre gibi oluşlar. Küreler. Yuvarlaklıklar.

KÜREVİYET Yuvarlaklık. Küre gibi oluş.

KÜREYC Dükkân.

KÜREYVAT Kandaki küçük yuvarlak cisimler. Küçük küreler.

KÜREYVAT-I BEYZA Kandaki beyaz renkte ve çok küçük kürecikler. Kan ve lenf gibi vücud mâyilerinde bulunan çekirdekli ve yuvarlak hücreler. Kırmızı küreciklere nisbetle azdırlar. Vazifeleri hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır. Ne zaman müdafaaya girseler Mevlevi gibi iki hareket-i devriye ile sür'atlı bir vaziyet-i acibe alırlar.

KÜREYVAT-I HAMRA Kırmızı kan kürecikleri. Kana kırmızı rengini veren, çekirdeksiz, yuvarlak, küçük hücrecikler olup kanın her mm.küpünde beş milyon kadar bulunurlar, beden hücrelerine erzak dağıtırlar ve bir kanun-u İlâhî ile hücrelere erzak yetiştirirler. (Tüccar ve erzak memurları gibi)

KÜREYVE (C.: Küreyvât) Küçük yuvarlak.

KÜRH Sıkıntı, meşakkat, zahmet.

KÜRİZ f. Hizmetkâr, hâdim, hademe.

KÜRİZÎ f. Beli bükük ve sefil ihtiyar.

KÜRK Kızıl, kırmızı, ahmer.

KÜRKÎ (C: Kürâki) Turna kuşu.

KÜRMİH f. Çivi, mıh.

KÜRNÜB Kelem dedikleri lahana.

KÜRR (C: Ekrâr) Yediyüz bin kırksekiz dirhem. * Ölçek.

KÜRRAS Pırasa.

KÜRRASE (C: Kerâris) Elyazma kitapların sekiz sahifeden meydana gelen forması.

KÜRRE f. Hayvan yavrusu. Sıpa. Tay.

KÜRRE-İ HAR Eşek yavrusu. Sıpa.

KÜRRE (Bak: Küre)

KÜRRE Deve ve koyun terslerinin parçası.

KÜRREC Top.

KÜRREZ İki yaşına girmiş doğan kuşu. * Kötü ve hâzık kimse.

KÜRSİ Oturulacak yüksekçe yer. Câmilerde vâizin, medreselerde müderrisin oturduğu yer. * Taht, serir. Erike. Koltuk. * Kaide. * Merkez. * Vazife. * Saltanat, kudret ve mülk. * Başkent, hükümet merkezi. * Mânevi makam. * Arş'ın altına bir semâ tabakası. (Bak: Arş)

KÜRSİ-NİŞİN f. Tahtta oturan hükümdar, pâdişah. * Vâli. * Câmide vaaz eden.

KÜRSU' Bilek kemiğinin ucunun serçe parmak tarafında olan yumruca kısmı.

KÜRSÜB Kesbetmek, kazanmak, çalışmak. * Sert ve sağlam ağaç.

KÜRSÜF (C: Kerâsif) Pamuk.

KÜRTAJ Dölyatağı (rahim) veya kemik apsesi boşlukları içinde bulunan yabancı cisim veya hasta organları özel bir âletle çıkarıp almak işlemi. Rahmin temizlenmesi ameliyesi.

KÜRUB (Kerb. C.) Kederler, tasalar, kaygılar, gamlar.

KÜRUM (Kerm. C.) Üzüm kütükleri. Bağ kütükleri.

KÜRUR Bir şeyin tekrarlanması. * Geri çekmek. * Menetmek, engel olmak.

KÜRUR-U A'VAM Senelerin birbirini takib etmesi. Yılların ard arda geçmesi.

KÜRUŞ (Keriş. C.) İşkembeler.

KÜRUZ Dühul etmek, girmek, dâhil olmak. * Bir kimseye ilticâ etmek, sığınmak.

KÜRÜK f. Deve yavrusu.

KÜRZ (C: Karaze) Çan. * Dağarcık, torba.

KÜS' Tâbi olmak, ittiba etmek, uymak.

KÜSAHA Süprüntü.

KÜSBE Yağı veya suyu çıkartılmış her çeşit nebâti artıklar. Yağ posası.

KÜSBE Bir parça süt ve hurma. * Taamdan veya başka şeyden az iken çoğalıp toplanan nesne.

KÜSBÜRE Kanbel otu.

KÜSEYRA Bir dikenli ağacın zamkı.

KÜSEYRE Hurma koruğu.

KÜSFÜRE Kanbel otunun tohumu.

KÜSİSTE (Güsiste) f. Gevşek, uyuşuk, tembel. * Kopuk, kopmuş.

KÜSR Çok mal.

KÜSSAB Küçük ok.

KÜSSAR(E) Kırılan şeyin parçaları.

KÜSSE Kaba sakal.

KÜSTERDE f. Döşenmiş, yayılmış.

KÜSTİC (C.: Kesticât) Mecusiler kuşağı.

KÜSUD Kesad.

KÜSUD Az nesne.

KÜSUD Çekilme, vaz geçme. Ric'at. Gayeye varmadan geri dönme.

KÜSUF Güneş tutulması. Ay'ın, dünya ile güneş arasına gelerek dünya üzerinde gölge yapması. * Mc: Birisinin felâketli hâlinde çok teessür göstermesi hâli.(Güneşin ve ayın tutulmaları, küsuf ve husuf namazları denilen iki ibâdet-i mahsusanın vakitleridir. Yâni gece ve gündüzün nurani âyetlerinin nikaplanmasıyla bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenâb-ı Hak ibâdını o vakitte bir nevi ibâdete davet eder. Yoksa o namaz, (Açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesabiyle muayyen olan) ay ve güneşin husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir. Aynı onun gibi, yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki; insan o vakitlerde aczini anlar, dua ile, niyaz ile Kadir-i Mutlakın dergâhına iltica eder... Eğer dua, çok edildiği halde, beliyyeler def olunmazsa; denilmiyecek ki: "Dua kabul olmadı." Belki denilecek ki: "Duanın vakti, kaza olmadı." Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle belâyı ref etse; nurun alâ nur.. o vakit dua vakti biter, kazâ olur. Demek dua, bir sırr-ı ubudiyettir. S.)

KÜSUF-U CÜZ'Î Güneşin bir kısmının tutulması.

KÜSUF-U KÜLLÎ Güneşin tamamının tutulması.

KÜSUL Tembel, uyuşuk, gevşek.

KÜSUR (Kesir. C.) Artan parçalar, geri kalan adetler. Artık.

KÜSURÂT (Küsur. C.) Artan kısımlar, küsurlar, artıklar.

KÜSV Bir yere yığılmış ve toplanmış nesne. * Az, kalil.

KÜSVE Az, kalil.

KÜŞ f. "Öldüren, öldürücü" mânalarına gelerek tamlama yapmada kullanılır. Meselâ: Düşman-küş: Düşman öldüren.

KÜŞA f. "Açan, açıcı" mânâlarına gelerek tamlama yapımında kullanılır. Meselâ: Dil-küşâ : Gönül açan, gönül açıcı, ferahlık veren.

KÜŞAD (Küşât) f. Açış. İlk açılış merasimi. * Açma, fethetme. * Yeni yapılan resmi bir yapının ilk defa olarak açılması.

KÜŞADE (Küşude) Açık. Açılmış. Ferahlı.

KÜŞADETMEK Açmak. Açış merâsimi.

KÜŞAYİŞ f. Açıklık. Ferahlık.

KÜŞENDE f. Öldüren, katil, öldürücü.

KÜŞİŞ f. Öldürme, öldürüş. Katletme.

KÜŞLE Hind vilâyetinde yetişen zehirli bir ot kökü.

KÜŞTAR f. Kesilmiş veya kurban edilmiş koyun. * Et.

KÜŞTE (C.: Küştegân) f. Öldürülmüş, maktul.

KÜŞTEGÂN (Küşte. C.) Öldürülmüşler, öldürülmüş olanlar.

KÜŞTEGÂN-I ZİNDE Şehitler. Şehid olmuş kimseler.

KÜŞTEN f. Öldürmek.

KÜŞTERE f. Uzun dülger rendesi.

KÜŞTÎ f. Pehlivanlık, güreşme.

KÜŞTÎGİR f. Pehlivan, güreşçi.

KÜŞTÎGİRÎ f. Pehlivanlık.

KÜŞUD Memesi küçük davar.

KÜTA' (C.: Küt'ân) Tilki eniği. * Kötü adam. * Tamamlanmak, toplanmak.

KÜTALE Ağırlık, sıklet.

KÜTAR Kereviz.

KÜTBE Dikiş.

KÜTEH (Kutah) f. Kısa.

KÜTFANE (C.: Kütfân-Ketâyif) Çekirgenin evvel kanatlanıp uçanı.

KÜTLE (Kitle) Bir cismi terkib ve teşkil eden kısımların bütün hey'etine denir. Toplu şey. Deste. Yığın. Külçe.

KÜTT Malı kazanıp yığan kimse.

KÜTTAB (Kâtib. C.) Kâtipler. * Mektep, okul. * Başı yuvarlak küçük ok. (Oğlancıklar onunla ok atmayı öğrenirler.)

KÜTÜB (Kitâb. C.) Kitablar.

KÜTÜB-Ü MENSUHA-İ SEMAVİYYE İslâma ve bütün beşeriyyete gönderilen Kur'an-ı Kerim'den evvel eski peygamberlere gelen -Tevrat, İncil, Zebur- namlarındaki şimdi hükmü kalkmış olan mukaddes kitablar.

KÜTÜB-Ü MUKADDESE Mukaddes kitablar.

KÜTÜB-Ü MÜNZELE Vahiy ile Cenâb-ı Hak tarafından indirilmiş, ihsan edilmiş mukaddes kitaplar.(... Kur'anı nâzil eden Zât-ı Zülcelâl, Mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) ile, Kur'an vahiy olduğunu gösterir; isbat eder. Ve nâzil olan Kur'ân dahi üstündeki i'caz ile gösterir ki; Arştan geliyor. Ve münzel-i aleyh olan Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) bidayet-i vahiydeki telaşı ve nüzul-i vahy vaktindeki vaziyet-i bihuşu ve herkesten ziyade Kur'ana karşı ihlâs ve hürmeti gösteriyor ki; vahiy olup ezelden geliyor, O'na misafir oluyor. M.)

KÜTÜB-Ü SÂLİFE Geçmişteki eski mukaddes kitaplar.

KÜTÜB-Ü SEMÂVİYYE Mukaddes kitaplar. Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'an.

KÜTÜB-Ü SİTTE-İ HADİSİYYE Hadise dair altı Kitab. Bu eserler en çok tetkik edilmiş, en sahih, en doğru ve mu'teber hadis kitablarıdır.1- Sahih-i Buhâri. Müellifi: Hâfız Ebu Abdullah Muhammed İbn-i Câfii-i Buharî'dir. Sahih hadisleri tesbit için İslâm ilim merkezlerini dolaşmış, hadis âlimlerinden istifade etmiştir. Cumhurun telâkkisine göre Kur'an-ı Kerim'den sonra en sahih kitab ve ilim menbaıdır. Hicri 256'da vefat etmiş olup bu mezkur kitabında 7395 adet hadis nakletmiştir.2- Sahih-i Müslim. Müellifi: İmam-ı Müslim bin El-Haccac. (Hi: 204-261) Kitab-üs-sahihini yüzbin hadisten seçmiş ve onbeş senede vücuda getirmiştir. Mezkûr eserinde 2775 hadis nakletmiştir.3- İbn-u Mâce (Sünen-i İbn-i Mâce). Müellifi: Ebu Abdullah Muhammed Yezidi Kazvinî'dir. Vefatı: Hicri 273 senesidir.4- Ebu Dâvud (Sünen-i Ebu Dâvud 4800 hadisi muhtevidir) Müellifi : Ebu Davud Süleyman Es-Sicistânî'dir. Hicri 275'e kadar yaşamıştır. Câmi-üs-Sünen isimli kitabı meşhurdur. 500 bin hadis hıfzetmiştir. İslâm hukukçuları arasında çok mühim yeri vardır.5- Tirmizî: (Sünen-i Tirmizî). Müellifi: Hâfız Ebu İsa et-Tirmizî olup, hicri 275 de vefat etmiştir.6- Nesaî: (Sünen-i Nesaî) Müctebâ da denir. Müellifi Hâfız Ebu Nesaî olup Hicri 303 tarihine kadar yaşamıştır.Buharî ile Müslim Hadis Kitablarına: "Sahihân"; diğer dört Hadis kitabına da: "Sünen" tabir edilir.

KÜTÜB-Ü TEVARİH Tarih kitabları.

KÜTÜBHANE Kitapların bulunduğu salon veya bina. * Belli bir kaideye göre tasnif edilmiş kitaplardan meydana gelen bütün. * Kitap koymağa yarayan bölmeli dolap.

KÜTÜBHANE-İ UMUMİYE Umumi kütübhâne.

KÜTÜM Bir otun yaprağı. (Mersin yaprağına benzer; kına ile karıştırıp boya yaparlar.)

KÜUB (Küubet) Kızın memesinin büyümesi.

KÜUL İspirto. Alkol.

KÜUS (Ke's. C.) Kaplar, çanaklar, çömlekler. * kadehler. Bardaklar.

KÜV' Bileğin başparmak tarafı.

KÜVAR (Kivar) f. Petek, bal peteği, kiler. (Bak: Kevare)

KÜVB (C.: Ekvâb) Kulpsuz bardak. Küp.

KÜVBE Tavla oyunu. * Dümbelek.

KÜVET Fr. Leğen olarak kullanılan kapların umumi adı.

KÜVH (C.: Ekvâh) Penceresiz ev.

KÜVM Bir yere toplanmış olan bir miktar deve. * Yükseklik, yücelik.

KÜVR (C.: Ekvâr-Ekvür-Kirân) Deve palanı. * İz. * Ateş yakacak yer. * Arı kovanı.

KÜVRE (C.: Küvr-Kirân) Ateş yakacak yer. * Düz nâhiye. * şehir.

KÜVS Göç vakitlerinde çalınan meşhur bir büyük sazın adı.

KÜVSİYY Küçük yürügen at.

KÜVVARE (C: Küvvârât) Arı kovanı.

KÜVVE (KİVVE) (C.: Kivâ) Evin duvarına açılan delik. Pencere.

KÜVVİRET (Tekvir. den) Toplandı, dürüldü.

KÜVVİRET SURESİ Kur'an-ı Kerim'de 81. Suredir. İzeşşemsü Küvviret veya Tekvir Suresi de denir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.

KÜVZ (C: Ekvâz-Kizân-Kize) Bardak.

KÜYY Pencere.

KÜZAZ Tıb: Tetanos. Sinir gerilmesi.

KÜZAZE Soğuğun şiddetinden olan bir hastalık.

KÜZB Küsbe.

KÜZEBZİB Çok yalancı.

KÜZİNYAK Bez yıkayanların tokmağı.

KÜZR Yay gezi.

KÜZUM Ağzında dişi olmayan yaşlı deve.


LÂ Arabçada kelimenin başında nefy edatı'dır. Cevap yerine veya yersiz inkârda kullanılır. "Yoktur, değildir" gibi. Mâzi fiilinin evvelinde bulunan Lâ, duâiye olur. Lâ zâle sıhhatehu: "Sıhhati zâil olmasın" sözündeki gibi. * Harf-i atıf da olur. Ve mâba'dını makabline nefyen rabt eder ve irabı da ona tâbi kılar. $ "Şeref edeb iledir, neseb ile değildir" sözündeki gibi. * Vav edatıyla beraber olursa, atıf edatı vav olur, lâ da nefyi te'kid eder.

LA' Korkak.

LAAHLÂKÎ Ahlâk dışı. Terbiye hârici.

LAAKALL En az. Hiç olmazsa.(Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı, yarın ise; senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise; hakiki ömrünü bulunduğun gün bil. Lâakall günün bir saatini ihtiyat akçesi gibi hakiki istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviyye olan bir mescide veya bir seccadeye at. S.) Yani beş vakit namazı kıl.

LAALETTAYİN Gelişigüzel. Ayırd etmeksizin. Rastgele.

LAALGUN f. Kırmızı renkte. Al renkte.

LAALİK Doğrulukla kalkıp durmak.

LAALLE Arabçada olması mümkün şeyler için kullanılır. Ola ki, umulur, ümid edilir, umulur ki mânâlarınadır. Ümide veya endişeye delâlet eder. (Bak: İnne)

LAANALLAH Allah lânet etsin.

LAANE Lânet etti. (mânâsına fiil.)

LAAS Çok yemek, çok içmek.

LAAS Dudağın rengi açık siyâha yakın olmak.

LA'B Ağızdan salya akmak.

LABE f. Yalvarma, yaltaklanma, dalkavukluk etme. Acz gösterme. * Bu yolda söylenen söz.

LA'BE Bir kere oynamak.

LABE'S Beis yok, zararsız.

LABİRENT Fr. Bir defa içine girildiğinde çıkış yolu çok güçlükle bulunabilen bina. * Çok karışık ve birbirini kesen yol.

LABİS Giyinmiş. Giyen.

LABİŞARTIN (Lâ bişartın) Kayıtsız şartsız. Bir şarta dayanmaksızın.LABORATUVAR : Fr. İlmî ve sınaî çalışma ve araştırmalar yapmak için çeşitli cihaz ve malzemelerin bulunduğu yer.

LABÜDD Çok lâzım. Elzem. Gerekli. * Her halde. Mutlaka. Muhakkak. * Ayrılık yok.

LAC f. Çıplak.

LAC Dar şey. Geniş ve bol olmayan nesne.

LA'C (C.: Levâıc) Halecan etmek. * Acı vermek, elem vermek. * Yakmak. * Muhabbet ve aşktan dolayı yürekte hâsıl olan hararet.

LACEREM şüphesiz, elbette, besbelli. * Nâçar, zaruri.

LACEVAB Cevapsız. Cevapdışı.

LACEVERD Lacivert. * Koyu mavi renkte değerli bir süs taşı.

LACEVERDÎ f. Lacivert renkte.

LACÎ Muslih, ıslah eden, terbiye eden.

LACİN Ağaçtan dökülen yaprak. * Ağaçtan yaprak indirme.

LAÇ f. Oyun etme, aldatma, hile yapma.

LAD f. Duvar.

LADE f. Ahmak, akılsız, ebleh.

LADEN f. Çamdan çıkarılan zift gibi siyah ve kokulu zamk.

LADİNE f. Kendir.

LADİNÎ Dinle alâkası olmayan. Dinsiz. Din dışı. (Bak: Lâik)

LAEDRÎ Bilmiyorum. (Eski zamanda şüpheci olup hiç bir şeye inanamıyan sofestailere Lâ edriye denirdi. Septisizm. (Bak: Sofizm)

LAF f. Konuşma, tekellüm. * Söz, lâkırdı.

LAFAHR Fahirsiz. İftiharsız. İftihar etmeksizin. * Fahrolmasın.

LAF-I GÜZAF f. Boş yere söz. Boş lâkırdı.

LAFİYUN Sütleğen cinsinden bir ot.

LAFK İki şeyi birbirine çarpma.

LAFZ (LAFIZ) Ağızdan çıkan söz, kelime. * Bir şeyi atmak.

LAFZ-I ALLAH (LAFZULLAH) Allah isminin lâfzı.

LAFZ-I ÂM Gayr-ı mahsur, yani sayısız müsemmaları ihata ve aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eyliyen lâfızdır. Kavim, cemaat, nisa.. gibi.

LAFZ-I HAS Bir mânâya münferiden başlı başına vaz' olunan lâfızdır. Hasan, Hüseyin, insan, erkek, kadın lâfızları gibi.

LAFZ-I KÜLLÎ Man: Mânâsı umumi ve herkesçe müşterek olan lâfız. "İnsan" gibi.

LAFZ-I MUHTEMEL Huk: İki veya daha ziyade mânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangi mânânın kast olunduğu mücerred rey ile değil; deliller ve karineler ile tayin olunur.

LAFZ-I MURAD Mânâsı için olmayıp lafzı için söylenen kelime, söz.

LAFZ-I MÜFESSER Huk: Tahsis ve te'vile ihtimâl bırakmıyacak derecede açık olan sözdür ki, onunla amel vâcib olur.

LAFZ-I MÜREKKEB Man: Mürekkeb lafız. Cüzlerden biri, mânâsının cüzlerinden birine delâlet eden lafız.

LAFZ-I MÜŞEBBİ' Doyurucu, tatmin edici söz.

LAFZ-I MÜŞTEREK Huk: Birçok müsemması bulunan lafızdır ki, hangi mânâ kasdolunduğu taayyün etmediği surette mânasız addolunur, onunla amel olunmaz.

LAFZ-I VÂHİD Tek söz.

LAFZ-I ZÂHİR İbaresi işitilmekle ancak bilinen, yâni söyleyenin maksadı düşünülmeye muhtaç olmadan derhal mânâsı anlaşılan sözdür. Bunun zıddına hafi denir.

LAFZA Bir tek söz veya kelime.

LAFZA-İ CELÂL İsm-i Celâl, Allah lâfzı.

LAFZAN Lafız itibariyle. Söz olarak. Söyleyerek. Yazılı olmıyarak.

LAFZEN f. Geveze, çok konuşan. * Övünen, kendini medheden.

LAFZÎ Lafza ait ve müteallik. * Gr: Kelimenin söylenişine ve yapısına aid, onlarla alâkalı.

LAFZİYE Sözde ve yazıda görülen ve çok defa tasannua kaçan kelime süsleri.

LAFZ-PERDAZANE f. Çeşitli ve çok söyleyerek.

LAFZULLAH Allah lâfzı. (Bu kelime Kur'ân-ı Kerimde 2806 defa zikredilmiştir. Bu lâfız bütün "sıfat-ı kemâliyeyi" tazammun eden bir sadeftir.)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   96   97   98   99   100   101   102   103   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin