Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə97/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   93   94   95   96   97   98   99   100   ...   181

KIYASEN Kıyas yoluyla, benzeterek, kaideye tatbik ederek.

KIYASÎ (Kıyâsiyye) Benzetme ile olan. * Genel kaideye uygun ve muvafık olan.

KIYASİYYAT (Kıyâsi. C.) Benzetme veya tatbik ile olanlar. * Umumi kurallara uygun olanlar.

KIYATE Azık vermek.

KIYEM (Kıymet. C.) Kıymetler, değerler.

KIYEMÎ (C.: Kıyemiyyât) Az bulunan pahalı şey.

KIYEMİYYAT (Kıyemî. C.) Değerli nesneler, az bulunan pahalı şeyler.

KIYFAL Baş damarı.

KIYMET Değer, baha, semen, bedel.

KIYMET-İ HAKİKİYE Hakiki ve gerçek değer.

KIYMET-AGÂH f. Kıymetten anlar, değer bilir.

KIYMET-DÂR f. Değerli, kıymetli, pahalı.

KIYMET-NÂ-ŞİNÂS f. Değer takdir edemiyen, kıymet bilemiyen.

KIYMET-ŞİNAS f. Kıymet bilir. İnsaniyetli, değer bilir.

KIYTAS Balina balığı, kadırga balığı.

KIYYE Okka. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Kıyye-i atika da denir. Şimdiki 1282 gram. (Bak: Okıyye)

KIYYE-İ ÂŞÂRİ Kilo. Bin gram olan ağırlık ölçüsü.

KIYYE-İ ATİKA Okka.

KIZA Yumuşak yerlerde biten bir ot cinsi.

KIZAF Sür'atle gitmek, hızla gitmek.

KIZAN Oğlan, erkek çocuk. * Delikanlı, cesur ve silâhlı köylü genç.

KIZBAN (Kadib. C.) İnce düz fidanlar, çubuklar, dallar.

KIZIL t. Kırmızı, alrenk. * Kıldan yapılan ip. * Aşırı, müfrit.

KIZILBAŞ Râfizîlere verilen bir isim.

KIZILELMA Tar: Osmanlı Türkleri tarafından Roma'ya verilen addır. (O.T.D.S.)

KIZILHAÇ Hristiyan ülkelerde Kızılay karşılığı olan yardım teşkilâtı.

KIZIL TEHLİKE Dinsizlik, anarşistlik ve komünistlik tehlikesi.

KIZM Katı, şiddetli, şedit.

KIZR Pak olmayan nesne. * Temiz olmayan şey.

KIZZE Ufak taş. * Taşlı çukur yer. * Kızlık dedikleri hâlet.

KİBA Süprüntü.

KİBAR (Kebir. C.) İnce ve nârin yapılı. Terbiyeli ve nezaket sahibi. Hassas. * Kebirler. Büyük rütbeliler. Büyükler.

KİBARANE f. Büyük adamlara, nâzik ve görgülü kimselere yakışır şekil ve surette.

KİBARE Ululuk, büyüklük.

KİBASE Bütün olan hurma salkımı.

KİBAŞ (Kebş. C.) Erkek koyunlar, koçlar.

KİBER Ululuk. Büyüklük. Yaşlılık.

KİBER-İ SİNN Yaşlılık, ihtiyar olmak, yaş büyüklüğü.

KİBİR (Kibr) Kendisini büyük gösteriş. Büyüklük. Kendisini, başkalarından üstün olmadığı hâlde üstün görme ve tutma hastalığı. * Şeref ve şan. * Bir şeyin muazzamı. Büyük.

KİBRİT Kükürt. * Kırmızı, yakut, altun. * Ucu kibritlenmiş yakacak madde.

KİBRİT-İ AHMER Kırmızı kibrit. * Cisimleri altun hâline koyacak derecede te'sirli olduğu söylenen şey. İksir. * Tas: Mürşid. Kıymeti çok yüksek olan.

KİBRİTÎ Kükürtle alâkalı. * Kükürt renginde olan. Açık sarı rengi.

KİBRİTİYET Kükürt niteliği.

KİBRİYA Azamet. Cenab-ı Allah'ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.

KİBS Menzil, mekân.

KİBT f. Bal arısı, nahl.

KİC Dağın yüksek ve yüce yeri.

KİDNE Et. * Yağ.

KİFA Bir parça veya iki bez (ki birbirine dikip çadır eteğini yaparlar.) * Eşitlik, beraberlik, müsâvât.

KİFAF (Aslı: Kefaf) Yetecek kadar olma. İhtiyaca yetecek kadar azık. * Bir şeyin güzide ve hayırlısı. * (Keffe. C.) Terazi kefeleri.

KİFAF-I NEFS (Aslı: kefaf-ı nefs) Yalnız kendisi için yetecek kadar. * Ölmeyecek kadar olan rızık, gıda.

KİFAH Din için muharebe.

KİFAT Cem'olmuş, toplanmış, biriktirilmiş. * İçinde birşey toplanıp biriktirilen yer. * Hızlı uçmak, gitmek. * (Küfv. C.) Küfüvler, benzerler, eşler, denkler.

KİFAYET Lüzumlu kadar olmak. Yetişmek. Bir işe yetecek kadar olmak. İktidar. Liyâkat. Yararlık.

KİFFE (C.: Kifef) Ağ. Tuzak. * Terazi kefesi. * Her yuvarlak nesne.

KİFL Nazir, benzer. * Nasib, ecir. * Oturma yeri.

KİFR Büyük dağ.

KİFT (C.: Kifât) Küçük çömlek. * Çuval ve buna benzer kap.

KİG f. Göz çapağı.

KİH İrin, cerahat.

KİH (C.: Kihân) f. Küçük, sagir.

KİHAL (Kehl. C.) Kemâlini bulmuş kimseler. Kâmil insanlar. Olgunluk çağında bulunanlar.

KİHALET Göz için sürme yapma. Sürmecilik. * Göz doktorluğu. Göz hastalıkları bilgisi.

KİHAN (Kih. C.) Küçükler.

KİHAN Ü MİHAN Küçükler ve büyükler.

KİHANET (Bak: Kehânet)

KİHİN f. Küçük, sagir.

KİHTER f. Yaşça en küçük olan.

KİHTERÎ f. Yaşça küçüklük.

KİK Uzun ve dar sandal.

KÎL Söz, kelâm, denilen.

KİLÂ Her ikisi, her iki (mânalarında olup dâima izâfet olur).

KİLÂ' Saklamak, korumak.

KİLÂB (Kelb. C.) Köpekler.

KİLÂB-I EHLİYE Ehlî köpekler. Ev, çoban ve av köpekleri.

KİLAET Korumak. Gözlemek. Muhafaza.

KİLAR f. Kiler.

KİLAZ Bodur, tıknaz kimse.

KİLE 40 litrelik hububat ölçüsü. Eski bir ağırlık ölçüsü.

KİLE (C.: Kilel) İnce tülbendden yapılan cibinlik.

KİLECE (C.: Kilecât-Keyalic) Arpa. * Kile, mikyal.

KİLEM (Kelime. C.) Kelimeler, kelâmlar, sözler.

KİLER Erzak koymağa mahsus dolap. Yiyecek, içecek şeyler koyulan mahzen, anbar veya oda. (Bak: Kilar)

KİLİSA f. Kilise.

KİLİSE Hıristiyanların mâbedi. Hıristiyan mezhebi.

KİLK f. Kalem. Kamış kalem. * Kamıştan ok.

KİLLE Kesmez olmak. * Yorulmak. Müsterâh.

KİLS Kireç, kireçtaşı.

KİLSÎ Kireçtaşı yapısında olan.

KİLTE Deste, demet.

KÎL U KAL Dedikodu.

KİLVAZ Tevrat'ın mukaddes sandığı.

KİLYE Böbrek.

KİLYETEYN İki böbrek.

KİLYEVÎ Böbrek şeklinde olan. Böbrekle ilgili.

KİMAD Sıcak bez ile âzâyı kızdırmak.

KİMAM (Kimm. C.) Tomurcuklar. * Hayvan ağızlığı. Boyunduruk.

KİMN Saman.

KİMYA Basit cisimlerin hususiyetlerini, bu cisimlerin birbirlerine olan tesirlerini ve bundan ileri gelen birleşmeyi inceleyen ilim. Basit maddelerdeki değişikliği anlamağa çalışan ilim kolu. * Edb: Aşk. * İlâç. * Tas: Mevcud olana kanaat ve elde edilmesi mümkün olmayana ait arzuyu terk etmek.

KİMYA-YI AVAM Dünyanın kıymetsiz ve fâni olan şeylerini âhiret metalarına feda etmek.

KİMYA-YI HAVAS Kendinden geçip Allaha tam teslim olmak ve dönmek.

KİMYA-YI SAADET Rezaletlerden sakınıp nefsi tehzib ve tezkiye ve faziletleri kazanmak sureti ile nefsi tahliye etmek, süslemek, tezyin etmek. * İmâm-ı Gazalinin bir eserinin ismi.

KİMYAGER Kimyacı.

KİMYEVÎ Kimyâ ile alâkalı

KİN f. Gizli düşmanlık. Garaz. Buğz. Adâvet.

KİN-İ MUZMER Gizli kin.

KİNAİYYAT (Kinâye. C.) Temsillerle anlatılan imalı ve dokunaklı sözler.(Mâlumdur ki, fenn-i belagatta bir lâfzın, bir kelâmın mânâ-yı hakikisi, başka bir maksud mânaya sırf bir âlet-i mülahaza olsa, ona "lâfz-ı kinâi" denilir. Ve "kinâi" tabir edilen bir kelâmın mânâ-yı aslisi, medar-ı sıdk ve kizb değildir. belki kinâi mânasıdır ki, medar-ı sıdk ve kizb olur. Eğer o kinâi mâna doğru ise; o kelâm, sadıktır. Mâna-yı asli kâzib dahi olsa sıdkını bozmaz. Eğer mâna-yı kinâi, doğru değilse, mâna-yı aslisi doğru olsa, o kelâm kâzibdir. Meselâ: Kinâi misâllerinden: (filânun tavil-ün-necad) denilir. Yâni: "Kılıcının kayışı, bendi uzundur." Şu kelâm, o adamın kametinin uzunluğuna kinayedir. Eğer o adam uzun ise, kılıncı ve kayışı ve bendi olmasa da,yine bu kelâm sâdıktır, doğrudur. Eğer o adamın boyu uzun olmazsa; çendan, uzun bir kılıncı ve uzun bir kayışı ve uzun bir bendi bulunsa, yine bu kelâm kâzibdir. Çünki, mâna-yı aslisi maksud değil. S.)

KİNAN (C.: Eknan-Ekinne) Perde, örtü.

KİNANE (C.: Kenâin) Okluk, sadak, ok kuburu.

KİNAS (C.: Künüs) Geyik yatağı.

KİNAYE Dolayısı ile dokunaklı söz. Maksadı dolayısı ile anlatan söz. Üstü örtülü dokunaklı söz. Açıktan olmayıp hakiki mânâyı başka ifâde ile dokunaklı konuşmak.

KİNCER f. Büyük fil.

KİNDAR f. Kin tutan. İçinde kin ve garez besliyen. Öc ve intikam almağa düşkün.

KİNDARANE f. Kinci olarak, kindarcasına.

KİNDARE Arkasında deve hörgücü gibi, hörgücü olan bir cins balık.

KİNDİR Kaba eşek.

KİNE f. Kin, garaz. Kalbde beslenen düşmanlık.

KİNE-İ PELENG "Kaplan kini" : Kolay kolay sükunet bulmayan kin.

KİNECU f. Öc almağa uğraşan, intikam almak için çalışan.

KİNEDÂR f. Kindâr, kin güden, düşmanlık besliyen.

KİNEGÂH f. Savaş meydanı, muharebe alanı, harp sahası.

KİNEHÂH f. İntikam ve öc almak istiyen. Müntakim, kinci.

KİNEKEŞ f. Düşmandan öc ve intikam alan.

KİNEMEŞHUN f. Kinle, intikamla dolu.

KİNETİK Fr. Hareketle alâkalı. Hareket dolayısıyla meydana gelen, hareketli.

KİNEVER f. Kin besleyen, hased eden, kinci.

KİNCER f. Büyük fil.

KİNF Zenbil. * Çoban dağarcığı.

KİNFİRE Burun ucu.

KİNN (C.: Eknân) Perde, örtü.

KİNNAR Bez ve keten parçası.

KİNNARAT Bir nevi elbise. * Çalgılar, defler.

KİNNE Erkek görmüş kadın.

KÎR Katran, zift.

KİRA' Kirâ. Bir eşya veya yerin, geçici bir zaman kullanılmak üzere para ile bir kimseye verilmesi. * Böyle bir şey karşılığı alınan para.

KİRAB (Kerübe. C.) Yeri sürüp aktarmak. * Yeri süpürmek. * Suyun aktığı yerler.

KİRABE Yeri sürüp aktarmak.

KİRAM Benzetmeli, kinâyeli. * (Kerim. C.) Kerimler, şerefliler. * Eli açık cömert kimseler.

KİRAMEN KÂTİBÎN İnsanların iki tarafında bulunup, sevablarını ve günahlarını yazan meleklerin adı.

KİRAR Bir daha, tekrar. Tekerrür.

KİRAREN Tekrar tekrar, çok sefer, tekrar suretiyle.

KİRAZ Rahmin, kabul ettikten sonra yine dışarı döktüğü meni.

KİRAZ Evmek, acele.

KİRBAL (C.: Kerâbil) Hallaç yayı. * Kalbur.

KİRBAN Dolu kap.

KİRBAS (C.: Kerâbis) Bez. Kumaş, keten veya pamuk bez.

KİRBASÎ Bez satıcı kimse.

KİRDAR Bir kimse, tasarruf ettiği yerin bir zirâ veya iki zirâ toprağını almak için başkasına satmak. * Bina. * Ağaç.

KİRDİDE (C.: Kerâdid) Bir miktar toplanmış hurma. * Sepet dibinde geri kalan hurma.

KİRDİKÂR f. Sâni. Yapan Allah (C.C.).

KÎRFAM f. Simsiyah, katran renginde.

KİRFÎ Bazısı bazısının üstüne yağılmış olan yüksek bulutlar. * Yumurtanın dış kabuğu.

KİRİS f. Yaltaklanma. * Aldatma, kandırma, hile yapma.

KİRİŞEK f. Savaşçı, cengâver, muharib.

KİRİŞTE f. Çerçöp.

KİRKİRE (C.: Kerâkir) Şecaat. * Deve göğsü.

KİRM f. Böcek kurdu.

KİRM-İ EBRİŞİM İpekböceği.

KİRPAS f. Padişah veya vezir konaklarındaki divanhâne.

KİRPİK Göz kapağının kenarındaki kıllar. * Bir nevi taş. * Hayvan ve nebatların beden yapısında bâzı küçük ve ince uzantılar.

KİRPİK-İ AKIL Mc: Akıl gözünün kirpiği. Aklın, hakikatleri anlamasına engel olan şey.(Meşhurdur ki: Îdin hilâline bakardı cemaat-i kesire. Kimse bir şey görmedi.Zevâli bir ihtiyar yemin etti ki; "Gördüm". Hâlbuki gördüğü kirpiğinin takavvüs etmiş beyaz bir kılı idi.O kıl oldu onun hilâli. O mukavves kıl nerede? Hilâl olmuş kamer nerede? Ger anladın şu remzi:Zerrattaki harekât, kirpik-i aklın olmuş birer kıl-ı zulmettar, kör etmiş maddi gözü.Teşkil-i cümle envâ fâilini göremez, düşer başına dalâl.O hareket nerede? Nazzam-ı kevn nerede? Onu ona vehm etmek muhal-ender muhal. S.)

KİRS (C.: Ekrâs-Ekâris) Her nesnenin aslı. * Bir araya getirilmiş beytler. * Biri biri üstüne yığılmış kalmış davar tersi.

KİRŞ İşkembe. Geviş getiren hayvanların midesi. * Karın, mide.

KİRZİM (C.: Kerâzim) Yüksek burunlu kimse. * Büyük balta.

KİS (C.: Ekyâs) Cepte taşınır küçük para kesesi. * Rahimde döl yatağı. * Bedendeki bâzı sıvıların toplandığı kese biçimindeki oyuklar.

KİSA Halı, seccâde. Yünden yapılan elbise.

KİSAL Bir yerde oturup kalan ve gideceği yere geç giden.

KİSB (Bak: Kesb)

KİSBÎ Kazanılmış, kesbedilmiş. Kesb ile alâkalı.

KİSB Ü KÂR Kazanç, iş güç.

KİSE (Kis-Kese) f. Küçük-büyük torba kab. * Para kesesi. Kumaştan çanta biçiminde torba kab. * Yoğurt kesesi. * Para. Para hesabı. Öz para. * Kestirme yol.

KİSEBÜR f.Yankesici, hırsız.

KİSEDAR f. Parayı toplıyan, para hesabını tutan kimse. Vekilharç.

KİSEF (Kisf. C.) Kıt'alar, parçalar, kısımlar.

KİSFE (C.: Kisef) Kısım, cüz, parça, bölüm.

KİSKİS Taşın ve toprağın ufağı.

KİSR Üstünde eti çok olmayan kemik. * Çadır eteği.

KİSRA Husrevden muarreb veya galat olan bu isim Sa'sâniler sülâlesinden olan Eski İran padişahlarına ve bilhassa Nevşirvan'den sonrakilere verilmiş olup, Rum imparatorlarına Kayser, Çin hükümdarlarına Fağfur ve Hakan denildiği gibi, bunlara da Kisra denilirdi.

KİSRE (C: Kiser) Ekmek parçası. * Parçalanmış olan şeyin bir parçası.

KİST f. Kimdir? (mânâsına soru edâtı)

KİSVE Elbise. Kılık. Hususi kıyafet. Küsve. Kisbet.

KİSVE-İ İLMİYE İlim adamlarına, hocalara âit elbise.

KİSVET Elbise. * Özel kıyâfet. * Yağlı güreş yapan pehlivanların giydikleri, meşinden ve dar paçalı olan pantolon. Kisbet.

KİŞ f. Din, mezheb. * Keten kumaş. * Ok kuburu, sadak. * şimşir.

KİŞAF (KÜŞÂF) Bir kaç yıl üstüne yük vurulmayan deve yavrusu. * Dişi deve hâmile iken erkek devenin ona cimâ etmesi.

KİŞAH Davarın böğrüne yapılan işaret.

KİŞMİŞ f. Çekirdeksiz çok küçük tâneli üzüm.

KİŞNİŞ Güzel kokulu bir tohum olan karakimyon.

KİŞRE Yüzüne gülmek.

KİŞT f. Ekin. * Tarla.

KİŞTKÂR f. Çiftçi, ekinci.

KİŞTZAR f. Ekinlik, ekin tarlası, tarla.

KİŞVER f. Memleket, ülke. * İklim.

KİŞVERGİR f. Ülke tutan. Pâdişah, hükümdar.

KİŞVERGÜŞA f. Ülke açan, cihangir.

KİŞVERHÜDA f. Hükümdar, pâdişah.

KİŞVERKÜŞA Memleket fetheden.

KİTAB Kitab. * Levh-i mahfuz. * Kur'ân.

KİTAB-I MÜBİN (Bak: İmam-ı Mübin)

KİTABE Kabartılarak veya oyularak sert levhalar üzerine yazılan yazı. Levha olarak yazılan manzum olmayan nesir halinde levha yazma ilmi. * Mezartaşı yazısı.

KİTABE-İ SENG-İ MEZAR Mezar taşı yazısı.

KİTABET Yazmak. Kâtiblik. Usulüne göre bir şeyi yazmak.

KİTABET-İ FITRİYE Fıtri olan yazılmış şeyler. * Kâinat sahifelerinin kitab gibi oluşu.

KİTAB-HANE f. Kitabevi, kütüphane. Kitap okunan veya satılan yer.

KİTABÎ Kitaba dair ve müteallik. Kitaba tabi olan. Kitaba uygun. Kur'an, İncil, Tevrat kitablarından birine inanan. Semavî kitaplardan birine inanan.

KİTAF İp.

KİTBE Kitabe yazmak. Zam ve cem'etmek. Artırmak ve biriktirmek.

KÎTE Bir gün veya bir gece yenecek yemek.

KİTFEYN İki omuz küreği.

KİTİ (Giti) f. Dünya. Yer. Cihan. Âlem.

KİTLE Kütle. Yığın. Küme. * Mâden, taş gibi şeylerden toplu şey.

KİTMAN Sır saklama. Kimseye sır açmama hâli.

KİTR Her nesnenin ortası. * Deve hörgücü.

KİTR Nişan oku. * İblisin ismi.

KİVARE Petek.

KİYAE Zayıflık. * Korkaklık.

KİYAH f. Ot.

KİYAHBESTE f. Ot bitmiş, ot yetişmiş.

KİYAN f. Merkez. * Yıldız, seyyâre.

KİYAN Tabiat.

KİYANE Kefâlet, kefil olma.

KİYASET Zeki. * Uyanıklık. Zekâ. Ferâset. Zeyreklik.

KİYFE (KİFE) Bez parçası.

KİYR Demirciler körüğü. * Dağ, cebel.

KİYYA Sakız.

KİYYE Sakız.

KÎZ Küçük kap.

KİZA Yemeği çok yemekten dolayı basan ağırlık.

KİZB Yalan. Yalan söyleme. (Sıdkın zıddı)(Kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifâkın birinci alâmetidir. Kizb, Kudret-i İlâhiyyeye bir iftiradır. Kizb, Hikmet-i Rabbaniyyeye zıddır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrib eden kizbtir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbtir. Âlem-i beşerin ahvalini fesada veren, kizbtir. Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan, kizbtir. Müseylime-i kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsva eden, kizbdir. İşte bu sebeblerden dolayıdır ki; bütün cinayetler içinde tel'ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir...Sual: Bir maslahata binaen kizbin câiz olduğu söylenilmektedir...Öyle midir?Cevab : Evet, kat'i ve zaruri bir maslahat için bir mesağ-ı şer'i vardır. Fakat hakikate bakılırsa, maslahat dedikleri şey bâtıl bir özürdür. Zira usul-ü şeriatta tekarrur ettiği vechile, mazbut ve miktarı muayyen olmıyan bir şey hükümlere illet ve medar olamaz; çünki, mikdarı bir had altına alınmadığından su-i istimale uğrar. Maahâza, bir şeyin zararı menfaatına galebe ederse, o şey mensuh ve gayr-i muteber olur. Maslahat, o şeyi terk etmekte olur. Evet, âlemde görünen bu kadar inkılâblar ve karışıklıklar, zararın özür telâkki edilen maslahata galebe etmesine bir şâhiddir. Fakat kinaye veya ta'riz suretiyle yani gayr-i sarih bir kelime ile söylenilen yalan, kizbden sayılmaz. İ.İ.)

KİZBERE Baldırıkara adı verilen ot.

KİZİR Köy muhtarının yamağı hükmünde olan adam. Köy kâhyası.

KİZYUN Toprak parçası.

KLASİK Fr. Çok eskiden yazıldığı hâlde değerini kaybetmeyen eser veya san'at eseri. * Âdet hâline gelmiş usul.

KLASÖR Fr. Tasnif işlerinde kullanılan, gözlere ayrılmış dolap veya çekmece. * Geniş mukavva dosya.

KLİNİK yun. Hastaya bakılan yer. * Ders gösterilen hastahane koğuşu.

KLİŞE Fr. Matbaada tipografik baskıda kullanılan kabartma resim veya yazılar çıkarılmış madeni levha.

KLÜP ing. Eğlenerek boş olarak vakit geçirmek yahut okumak, konuşmak üzere üyelere mahsus toplantı veya eğlence yeri.

KOALİSYON ing. Bir maksad için birleşen kuvvetler yahut partiler topluluğu.

KOÇKAR Dövüş için terbiye olunmuş iri koç.

KOÇ YİĞİT Güçlü kuvvetli, bahadır, gözünü budaktan sakınmaz, cengâver.

KODAMAN İleri gelen. Servet veya mevki sahibi kimseler hakkında alay yollu söylenir.

KODES Tavuk yeri, kümes. * Hapishane.

KOF İçi boş. Kovuk. * Aklı ve ilmi olmayan. Câhil.

KOKONA Yaşlı rum kadını.

KOLAĞASI t. Eskiden mevcud olan yüzbaşı ile binbaşı arasındaki rütbe.

KOLON Fr. Sütun. * Matbaacılıkta, dizilen yazı sütunu.

KOLONİ Fr. Bir ülkenin, sınırları dışında işgal ettiği ve yönettiği ülkeye sıkı bağlarla bağlı arazi. * Başka bir memlekete yerleşmeğe giden göçmen topluluğu veya bir topluluğun yerleştiği yer. * Bir memlekette bulunan yabancılar topluluğu.

KOLORDU t. Ekseriyetle üç tümen ve diğer tamamlayıcı birliklerden kurulan askeri birlik.

KOMANDO (Portekizce) Ask: Müstakil olarak çalışan ve baskın, sabotaj v.b. gibi özel vazifeler yapan, az sayıda askerlerden kurulu birlik, çete.

KOMBİNEZON Fr. Tertib, düzenlemek. * Çare. * Kadın iç gömleği.

KOMEDİ yun. Cemiyetin gülünç ve kusurlu hâllerini ortaya koyan tiyatro eseri. * Uydurma, yapmacık hareket veya söz. * Gülünecek hareketler.

KOMEDİYEN İki yüzlü, riyakârlık gösteren. * Komedi oynayan tiyatro oyuncusu. Maskara.

KOMİSER Fr. Emniyet teşkilâtının meslek dereceleri içinde yer alan ve en az lise tahsilini yapmış, polis enstitüsünün orta ve yüksek kısmını tamamlamış üniformalı veya sivil memur.

KOMİSYON Fr. Meclis şubesi. Hususi surette teşkil olunan meclis. * Ticarette vasıtalık etme, dellâllık ücreti.

KOMİTA (Slavca) Maksadına ulaşmak için ekserî silah kullanan, siyasî, gizli ihtilaki cemiyet. Eşkiya.

KOMİTACI Siyasi bir gayeye ulaşmak için, silâhlı mücadele yapan gizli bir topluluk veya teşkilâtın mensubu olan kimse.

KOMİTE Fr. Bir komisyon arasından seçilmiş âzası bulunan, bir iş için toplanan hey'et. Meclis şubesi. Hey'et.

KOMPARTIMAN Fr. Yolcu trenlerinde vagonların bölümlerle ayrılmış kısımlarından her biri.

KOMPETAN Fr. Bir işi iyi bilen. Bir şey hakkında yerinde kararlar alabilen kimse.

KOMPLEKS Fr. Bir anda kavranamıyacak şekilde çeşitli sebeblerden, unsurlardan meydana gelmiş. * Basit olmayan. Mürekkep. * İnsanların davranışlarına, ruh hâllerine yön veren birbirine bağlı şuuraltı hayallerinin bütünü.

KOMPLO Fr. Bir kişiye karşı toplu olarak alınan karar. Tuzak. Suikast.

KOMPRİME Fr. Toz halinde iken sıkıştırılıp ufak hap haline getirilmiş ilaç.

KOMÜNİZM Fr. Cemiyet içinde fertlerin her türlü mülkiyet haklarını ve aile hayatını ve dini kaldırıp materyalizmi esas alan ve bütün mülkiyeti devlete mal eden bâtıl bir nazariye.(Şimalde koca bir devlet, gençlik hevesatını elde ederek, bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor. Çünki: Akibeti görmiyen kör hissiyatla hareket eden gençlere, ehl-i namusun güzel kızlarını ibahe eder. Belki hamamlarında erkek kadın beraber çıplak olarak girmeleri ve izin vermeleri cihetinde bu fuhşiyatı teşvik eder. Hem serseri ve fakir olanlara zenginlerin mallarını helâl eder ki: Bütün beşer, bu musibete karşı titriyor. S.)(Evet hariçte iki cereyana karşı bu kahraman millet, Kur'an kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakı ve ehl-i namusun servetini serserilere ibahe etmesini âlet ederek, dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak, ancak, İslâmiyet hakikatıyla mezcolmuş, ittihad etmiş ve bütün mâzideki şerefini İslâmiyette bulmuş olan bu milletteki din kuvveti ve iman bütünlüğüdür...Şimâldeki dehşetli anarşilik tohumunu saçan ve nesil ve milleti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp karabet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmağa yol açan kızıl tehlike... R.N.) (Bak: Anarşizm)

KONAK Menzil, yolculukta gece vakti inilen yer. * Yolculukta bir yerde durma, dinlenme. İki menzil arasındaki yol. * Büyük ev, zengin ve mükellef ikâmetgâh. * Resmi dâire.

KONDÜKTÖR Fr. Kılavuz, memur, müdür. * Trenlerde vagon ve bilet işlerine bakan vazifeli kimse.

KONFERANS Fr. Dinleyicilere herhangi bir mevzu hakkında bilgi vermek gayesiyle yapılan konuşma.

KONGRE Fr. Çeşitli memleketlerden yöneticilerin, elçilerin ve delegelerin katılmasıyla yapılan toplantı.

KONSEY Fr. İdare vazifesi yüklenmiş kişilerin topluluğu. * Müzakere hâlinde bulunan kimselerin meydana getirdiği kurul. * Bu tarz bir toplantının yapıldığı yer.

KONSOLİT (Konsolide) Fr. Ana sermayenin ödeme tarihi belli olmayan ve yalnız faizi ödenen devlet tahvili.

KONSOLOS İtl. Yabancı ülkelerde yurttaşlarının haklarını korumak ve bağlı bulunduğu hükümete siyasî ve ticarî bilgileri vermekle vazifeli hariciye memuru.

KONTENJAN Fr. Alâkalıların her birine düşen miktar veya yer. Pay miktarı.

KONVOY ing. Aynı yere giden nakil vasıtaları topluluğu. * Aynı yere nakledilen insan grubu. * Harb gemilerinin himayesinde sefer yapan yük gemileri katarı.

KOPİL Küçük Rum çocuğu. * Çapkın, külhani.

KOR t. Her tarafı iyice yanıp içine kadar ateş hâline gelmiş kömür veya odun parçası. * Askeriyede kolordu.

KORSAN itl. Deniz haydutu. Deniz eşkiyası. * Başkaların haklarını zor kullanarak yiyen kimse. * Bir hakkı izinsiz olarak kullanan.

KORSAN GEMİSİ Deniz hırsızlığı ve korsanlık yapan gemiler. Düşman gemilerini basarak mallarını alan bir devletin donanma gemilerine de aynı ad verilirdi.

KOSTANTINİYYE İslâm dünyasında İstanbul için kullanılmış isimlerden biri.

KOTRA ing. Tek direkli, yelkenli, narin küçük gemi.

KOY Küçük körfez. Karanın içine girmiş, rüzgârdan saklı deniz parçası. Deniz koyuna benzer, çevresi mahfuz yer. Köşe, bucak.

KOZMOĞRAFYA yun. Yıldızların yerlerinden ve hareketlerinden bahseden ilim. Felekiyyat. İlm-i hey'et.

KOZMOPOLİT Fr. Her yabancı şeye karşı alâka gösteren, milliyet duygularından mahrum kimse. * Çeşitli milletlerden insanları içine alan.

KOZMOZ (Kozmos) yun. Kâinat. Bütün gökler.

KÖFTEHOR (Bak: Kuftehar)

KÖHNE f. Eski, eskimiş. * Zamanı geçmiş. Demode olmuş.

KÖHNEBAHAR Sonbahar.

KÖLE t. Bütün tarihî devirlerde başka milletlerden, yabancılardan zorla kaçırılıp hürriyetten mahrum hale getirilerek hizmette kullanılan erkek. (İslâmiyet köleliği en âdil usullerle kaldırmağa çalışmış ve Resul-i Ekrem (A.S.M.), insanları kölelikten kurtarmayı ibadet olarak ilân etmiştir.)

KÖRÜK Ateşi havalandırmak için yapılmış bir âlet. * Hava ile çalışan bazı çalgıların hava vermeğe mahsus kısmı.

KÖŞE (Bak: Kuşe)

KÖŞELİ PARANTEZ t. Cümleden tamamıyla ayrı "haşiye" gibi bir sözü içine alır.

KRAMP Fr. Adalenin kasılması.

KRATER (Bak: Atmiye)

KRİTİK yun. Tenkid. Sıkışık durum, sıkıntılı. * Tıb: Hastalığın en kötü zamanı.KRUVAZÖR : Fr. Daha ziyade toplarla mücehhez açık denizlerde emniyeti te'min etmek ve konvoyları korumakla vazifeli süratli harp gemisi.

KUAL Üzüm çiçeği.

KUAS Koyunun burnunda olan bir hastalık.

KUAS Boynun içine geçik olması.

KUAS Bir hastalık (ki göğüsü tutar.)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   93   94   95   96   97   98   99   100   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin