TENKİH Nikâh etmek, nikâhlanmak.
TENKİH Araştırıp, dikkat edip bir şeyin sonuna hakikatına ermek. * Bir şeyin fazla ve gereksiz kısımlarını çıkarıp kısaltarak düzeltmek. * Temizlemek. * Bütçe tanzimi için maaşları azaltmak.
TENKİH-ÜL MENAT Menatın, yani illetin ayıklanması. Usul-ü Fıkhın kıyas bahsine ait bir ıstılahtır. Kıyasın dört rüknünden biri olan illetin, diğer benzeri hususiyetlerden ayıklanmasıdır. Şöyle ki: Şâri (Allah C.C.) bir hükmü bir sebebe bina eder. Fakat o illetle beraber hükme te'siri olmayan birçok özellikler de bulunur. Bu yabancı özellikleri ayıklamak ve esas sebebi meydana çıkarmak gerektir. İşte bu, bir tenkih-ül menat çalışmasıdır.
TENKİL Uzaklaştırmak. Tepeleyip sindirmek. * Başkalarına ders ve ibret olacak şekilde ceza vermek. Rezil ve rüsvay eylemek. * Zincire vurmak.
TENKİLÂT (Tenkil. C.) Örnek olacak biçimde cezâlandırmalar. * Düşmanları tepelemeler. * Uzaklaştırmalar.
TENKİL Mübâlağa ile nakletmek.
TENKİR Tanınmayacak bir hale koymak. * Gr: Bir ismi harf-i tarifsiz kullanarak belirsiz yapmak. Gayr-i muayyen veya gayr-i mahdut kılmak.
TENKİR Sıçratmak. * Ok çevirmek.
TENKİS Noksanlaştırmak. Azaltmak. İndirmek.
TENKİSÂT (Tenkis. C.) Tenkisler, eksiltmeler, indirmeler, azaltmalar.
TENKİS Başaşağı etme. Sernigun etme. * Boşaltma.
TENKİS Divite mürekkep koymak.
TENKİS Evmek, acele etmek, sür'at.
TENKİŞ (C.: Tenkişât) (Nakş. dan) Nakşetme, nakışlama, işleme, resim yapma.
TENKİT Noktalamak. Yazıda nokta, virgül gibi işaretler koymak.
TENKİT Temizleme, fenasını atma.
TENKİZ İnkaz etmek, kurtarmak. Kurtarılmak.
TENMİK (Nemk. den) Yazma. Yazılma. * Güzel yazı ile yazma.
TENMİYE (Nemâ. dan) Büyütmek. Yetiştirmek. Artırmak. Bereketlenmek. * Fesad veren haber yetiştirmek. * Ateş içine odun atmak.
TENNUB Katran ağacı.
TENNUR (C.: Tenânir) Tandır. * Fırın.
TENPERVER f. Rahatına düşkün. Tembel. Vücudunu beslemek telâşesinde olan.
TENSİB Uygun görmek. Münasib kılmak.
TENSİF İkiye bölmek.
TENSİK Nizam üzere dizmek. Nizâma koymak. * Edb: Bir ibârede zikredilecek birkaç şeyi sırasıyla irad eylemek. Sıra tertibi ile mânâ yükselirse tensik-i irtifâî, alçalırsa tensik-i inhitatî denir.
TENSİKAT (Tensik. C.) Islahat. Düzen ve nizama koymalar.
TENSİL Halâs olmak, kurtulmak.
TENSİL (Kuş ve diğer hayvan) tüylerini yeleklerini, yününü ve kılını döküp kavlamak.
TENSİR Serpme, saçma.
TENSİS (C.: Tensisât) Tedkik ederek karar verme.
TENSİYE Unutturma.
TENŞİB Saplama, sokma. * Rüzgâr esme.
TENŞİF (C.: Tenşifât) Suyu veya rutubeti emdirme. Sünger veya bez ile suyu alıp kurulama. * Ter kurulama.
TENŞİM Bir işe başlama. * (Et) bozulup kokma.
TENŞİR Açıp yayma. Serpme.
TENŞİT (C.: Tenşitât) (Neşât. dan) Keyiflendirme, şenlendirme.
TENŞİYE Beslemek, terbiye etmek. * Uzatmak.
TENŞÛY f. Ölü yıkayıcı. * Teneşir.
TENTE f. Örümcek ağı.
TENTENE İplik gibi şeylerle örülmüş delikli bez, perde v.s. Dantela.
TENTİF Mübâlağa ile yolmak.
TENUFE (TENUFİYE) (C: Tenânif) Helâk olacak yer. * Sahra. * Yazı.
TENUK (Tenuka, Tenukıye) : Helâk olacak yer. * Sahra. * Yazı.
TENU-MEND f. Gövdeli, iriyarı, vücutlu kimse.
TENÜK f. Dayanıksız, kuvvetsiz, zayıf. * İnce, rakik, nârin. * Az, hafif. * Yumuşak.
TENÜK-HAVSALA f. Sabırsız adam, tahammülsüz kimse.
TENÜK-RU f. Yüzü yumuşak olan kimse, yüzü yumuşak adam.
TENVAT Atın yanına asılan şeyler.
TENVİ' (C.: Tenviât) (Nev'. den) Çeşitlendirme, nevilendirme, türlü türlü etme.
TENVİC Borç edinmek.
TENVİH Sulandırma. * Yaldızlama. * Haksız bir şeyi yapmacık şeylerle süsleyip haklı gösterme. * Başka bir madeni, altın veya gümüş suyuna daldırma. * Bir kimsenin nâmını, şânını yükseltme.
TENVİK (Deve) Zayıflamak.
TENVİL Atâ, bahşiş, hediye.
TENVİM Uyutmak. Hipnotize etmek. Birisini uyur bulmak.
TENVİMÂT (Tenvim. C.) Uyutmalar veya uyutulmalar.
TENVİN Gr: Kelimenin sonunu "en, in, ün" diye okumak. Veya öyle okutan işaretin adı.
TENVİN-İ TENKİR Kelimenin belirsizliğine işaret olan tenvin işareti. Harf-i tarifsiz kelime tenvin kabul ettiğinden yani, nekre olduğundan tenvinli olan harfin durumu.
TENVİR (C.: Tenvirât) Aydınlatma. * Bir şey hakkında bilgi verme. Bir şeyi münevver kılma.
TENVİRÂT (Tenvir. C.) Aydınlatmalar, ışıklandırmalar. Tenvir etmeler.
TENVİŞ Ziyafete davet etmek.
TENVİT Niyet etmek.
TENVİYE Niyet etmek.
TENYİR Beze ve kumaşa işaret koymak.
TENZEDE f. Sessiz, sâkin, susmuş.
TENZİH Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek. * Kabahati yok olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek.
TENZİHEN Tenzih ederek. Tenzih etmekle.
TENZİHEN MEKRUH Nehyine dair şer'î bir delil olmamakla beraber işlenmesi kerih görülen iş. (Helâle yakın iş)
TENZİK (At) ayaklarını yukarı kaldırmak.
TENZİL Bir şeyin bir miktarını çıkarmak. * İndirmek, indirilmek, indirilen. Aşağı indirmek. * Kur'an-ı Kerim'in vahiy vasıtası ile Peygamberimize (A.S.M.) indirilmesi. Tedricen indirme. (Birden indirmeye inzal, parça parça indirmeye de tenzil denir.)
TENZİLÂT (Tenzil. C.) Fiat indirme. İskonto.
TENZİR (İnzâr. dan) Olacak bir hâdiseyi haber vererek korkutma. (Müjdenin zıddı)
TENZİYE Sıçramak. * Üstüne binmek.
TEOKRASİ (Fr: Theocratie) Din hükümlerine göre idare edilen ve dinî esaslara bağlı olan idare şekli. Allah namına papazlar idaresi.(Bu kelime, İslâm memleketlerinde: Şeriat hükümleriyle devleti idare etmek mânasında kullanılır. Avrupa memleketlerinde ise, "Allah nâmına papazlar idaresi" mânasına gelir. Hatta 1304'de basılan Kamus-u Fransavî'de: "Kanun-u İlâhî ile ve sıfat-ı ruhaniyetle icra olunan hükümet" şeklindeki ifadesiyle, bu iki mânaya işaret edilmiştir. Fakat İslâm ve İsevî milletlerinde teokrasinin ifade ettiği mânada ilmî ve ehemmiyetli bir fark vardır. Şöyle ki:Hristiyanlıkta velediyet akidesi ekseriyetçe kabul edildiğinden papaz, Allah'ın mutlak vekili ve İlâhî kudsiyete sahip addedilmiştir. Buna göre papaz; murakabe edilmez ve kimseye karşı da mes'ul değildir.İslâmiyette ise: İdareci, şer'î kanunlara karşı mes'ul olduğu gibi; halkın idareciye itaat etmesi de, idarecinin Allah'ın kanunlarına bağlılığı nisbetindedir.Bütün milletlerde kelimenin ifade ettiği müşterek mâna ise; şahıslar tarafından İlâhî ve dinî hâkimiyeti icra etmektir.)
TEOKRAT Fr. Dinî, İlâhî. Teokrasi taraftarı olan.
TEOKRATİK Fr. Teokrasi sistemi. (Bak: Teokrasi)
TEOLOJİ Fr. Fls: Cenab-ı Hakk'ın varlığı, birliği, sıfat ve isimleri ve hususiyetleri hakkındaki ilim. İlâhiyat.
TEPİDE f. Rahatsız, sıkıntıda.
TER f. Rutubetli, ıslak, yaş. * Taze.
TERABBU' Bağdaş kurarak rahatça oturma.
TERABBUS (Tarabbus) Durup bekleme.
TERA'BUZ Noksan etmek. * Zayıflatmak.
TERACİM (Teracüm) (Tercüme. C.) Tercüme edilmiş olanlar. Tercümeler.
TERACU' (Rücu. dan) Bir yere veya bir kimseye dönme. * Birinden ayrılma. * Dönme, vazgeçme.
TERACÜM Taşla atışmak.
TERAD Birbirini reddetmek.
TERADÜF Birbiri peşinden gitmek. * Edb: İki veya daha fazla kelimenin aynı mânada olması.
TERAFU' (Ref'. den) Duruşmaya girme.
TERAFUK Arkadaş olma. * Yardımlaşma, yardım etme.
TERAFÜD Birbirine yardım etme. Yardımlaşma.
TERAGGUM Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak.
TERAH Gam, keder, acı.
TERAHHUL (C.: Terahhulât) Göç etme. Bir yerden bir yere göçme. * Yola çıkma. * Menzile konma.
TERAHHUM Merhamet etme, acıma. Şefkatte bulunma, esirgeyip besleme.
TERAHHUMÂT (Terahhum. C.) Acımalar, merhamet etmeler.
TERAHHUMEN Acıyarak, merhamet ederek.
TERAHHUS İzinli ve müsaadeli olma. Ruhsat bulma. * Ucuzlama.
TERAHİ İşde gayretsizlik, gevşeklik, ihmal. * Uzaklaşma. * Sonraya bırakma. * Gecikme, geç kalma. * Geri durma, geri çekilme.
TERAHÜN Karşılıklı olarak rehin vermek.
TERAÎ Aynaya bakma. * Birbirini görmek ve görüşmek. Bir fikir hakkında mukabil görüş, endişe mülâhaza eylemek. * Hurmanın kuruyup renginin belli olması.
TERAÎ Çayıra çıkma. Otlama.
TERAİB (Teribe. C.) Tıb: Göğüs kemikleri. Kaburga kemikleri. Gerdanlık yeri.
TERAK f. Yarık, çatlak. * Gürültü, çatırdı.
TERAKİB (Terkib. C.) Terkibler. * Gr: İki veya daha çok kelimeden meydana gelen birleşik kelimeler. Tamlamalar.
TERAKKİ İlerleme. Yukarı çıkma, yükselme. * Artma, çoğalma. * Bilgi ve medeniyetçe yükseliş.(Terakkimizin şartı: 1- Mesailerin tanzimi 2- Emniyet 3- Teavün düsturunun teshilidir.) (H.Şâmiye)
TERAKKİCU f. Terakki isteyen, terakki taraftarı.
TERAKKİPERVER f. Terakkiyi seven. İlerlemeyi seven.
TERAKKİŞİKEN f. Terakkiyi kıran, ilerlemeyi önleyen, terakkinin aleyhinde bulunan.
TERAKKİYÂT (Terakki. C.) Terakkiler. Yükselişler. İlerlemeler.( $ Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın dâva-yı hilâfet-i kübrâda mu'cize-i kübrâsı, talim-i esmâdır" diyor. İşte sair enbiyanın mu'cizeleri, birer hususi hârika-i beşeriyeye remzettiği gibi, bütün enbiyanın pederi ve divan-ı nübüvvetin fatihası olan Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın mu'cizesi umum kemâlât ve terakkiyat-ı beşeriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine sarahate yakın işaret ediyor. Cenab-ı Hak (Celle Celâlühü), mânen şu âyetin lisan-ı işaretiyle diyor ki: "Ey benî-Âdem! Sizin pederinize, melâikelere karşı hilâfet dâvasında rüçhaniyetine hüccet olarak, bütün esmâyı tâlim ettiğimden, siz dahi, mâdem O'nun evlâdı ve vâris-i istidadısınız. Bütün esmayı taallüm edip, mertebe-i emânet-i kübrâda, bütün mahlukata karşı, rüçhaniyetinize liyâkatınızı göstermek gerektir. Zira kâinat içinde, bütün mahlukat üstünde en yüksek makamata gitmek ve zemin, gibi büyük mahlukatlar size musahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi ileri atılınız ve birer ismine yapışınız, çıkınız!... Fakat sizin pederiniz, bir def'a şeytana aldandı, cennet gibi bir makamdan ruy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup Hikmet-i İlâhiyyenin semâvâtından, tabiat dalâletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit bevakit başınızı kaldırıp Esmâ-i Hüsnâma dikkat ederek, o semâvâta uruc etmek için fünunuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemâlâtınızın menbâları ve hakikatları olan Esmâ-i Rabbâniyyeme çıkasınız ve o esmânın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız...Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehemm şu âyet-i acibe, insanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemâlât-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniye ve havârık-ı sun'iyeyi "Tâlim-i Esmâ" unvaniyle ifade ve tabir etmekte şöyle lâtif bir remz-i ulvi var ki: Herbir kemâlin, herbir ilmin, herbir terakkiyatın, herbir fennin bir hakikat-ı âliyesi var ki; o hakikat, bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyatı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o kemalât, o san'at; kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa yarım yamalak bir surette nâkıs bir gölgedir...Meselâ: Hendese bir fendir. Onun hakikatı ve nokta-i müntehâsı, Cenab-ı Hakk'ın "İsm-i Adl ve Mukaddir" ine yetişip, hendese âyinesinde o ismin Hakimane cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir.Meselâ: Tıbb bir fendir, hem bir san'attır. Onun da nihayeti ve hakikatı; Hakîm-i Mutlak'ın "Şâfi" ismine dayanıp, eczahane-i kübrası olan ruy-i zeminde Rahimane cilvelerini, edviyelerde görmekle, tıbb kemâlâtını bulur, hakikat olur.Mesela: Hakikat-ı mevcudattan bahseden Hikmetü'l-Eşyâ, Cenab-ı Hakk'ın (Celle Celâluhu) İsm-i Hakîm'inin tecelliyat-ı kübrasını, müdebbirane, mürebbiyane eşyada, menfaatlarında ve maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla şu hikmet hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafâta inkılâb eder ve malâyaniyat olur veya felsefe-i tabiiye misillü dalâlete yol açar.İşte sana üç misal!... Sâir kemalât ve fünunu bu üç misale kıyas et. İşte Kur'an-ı Hakîm şu âyette beşeri şimdiki terakkiyatında pek çok geri kaldığı en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasına dest-i teşviki vurup, parmağıyla o mertebeleri göstererek: "Haydi arş ileri" diyor. S.) (Bak: Medeniyet)
TERAKKU' Sıkıntı ve emek ile kazanma.
TERAKKUB Bekleme, gözetleme, yol gözleme. * Ümit etme. * Muntazır olma.
TERAKKUBÂT (Terakkub. C.) Gözetlemeler, beklemeler.
TERAKKUD Acele etmek.
TERAKKUK Merhamete gelme, acıma.
TERAKKUS Raksetme, dansetme. * Devamlı aşağı inip yukarı çıkma.
TERAKRUK Parlama. Işıklı olma.
TERAKUS Karşılıklı olarak oynaşıp raksetme.
TERAKÜB Birbirine bağlanıp kenetlenme. * Birbirinin üzerine binme.
TERAKÜL Vuruşmak, döğüşmek.
TERAKÜM Birikme, yığılma. * Birbiri üzerine sıkışma.
TERAKÜMÂT (Teraküm. C.) Toplanmalar, yığılmalar, birikmeler.
TERAMİ Oklaşmak, karşılıklı olarak ok atışmak.
TERANE Edb: Rübâinin başka bir ismi. * Terennüm. Nağme, âhenk, makam. * Bir şiiri makam ile okuma, şarkı söyleme.
TERANEKÂR f. Terennüm eden. Öten, ötücü.
TERANEPERDÂZ f. Makamla şarkı söyliyen.
TERANESÂZ f. Öten, ötücü.
TERANEZÂR f. Ahenkli ve cümbüşlü yer.
TERANEZEN f. Şarkı söyleyen.
TERANİ (Reeye. den) Sen beni görürsün veya görüyorsun (mânasına fiil).
TERARİH (Türrehe. C.) Saçmasapan ve mânâsız sözler.
TERA'RU' Deprenmek. * Büyümek. * Çocuğun hareket etmesi.
TERASET Kalkancılık.
TERASUF (Kaldırım taşları biçiminde) birbirine yanaşarak sıkışma, istif olma.
TERASÜL (C.: Terasülât) Haberleşme, mektublaşma.
TERATİR Büyük işler.
TERA'UD (Ra'd. dan) Titreme.
TERAVET Tazelik. (Bak: Taravet)
TERAVİH Ramazan gecelerinde kılınan ve sünnet olan yirmi rek'atlık namaz.
TERAVUH Ayakta çok durmak icab ettiği zamanlar, kâh sağ ayak üzerine ve kâh sol ayak üzerine durmak.
TERAZİ (Rıza. dan) Birbirini razı etme. Uyuşma.
TERAZU f. Terazi.
TERB Bir nesneyi toprakla örtmek, üstüne toprak saçmak.
TERBA Toprak. Yer, arz.
TERBAB Toprak.
TERBİ' Gazelin her beytine ikişer mısra ilâve ederek onu âdeta murabba (dörtlük) şekline koyma. * Dörde bölme. * Dört köşe etme.
TERBİAN Dört köşeli olarak. * Murabba (kare) olarak.
TERBİL Ayırmak.
TERBİŞ (Ok) yeleklemek.
TERBİT Zeytinyağı vermek.
TERBİYE Allah'ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye ve yükseltmeye çalışmak. Kemale ermeğe, nizam ve emirleri dinlemeğe çalışmak. Allah rızası yolunda gitmeyi öğrenmek.
TERBİYEGÂH f. Terbiye yeri. Öğrenme ve yetişme yeri.
TERBİYEGERDE f. Terbiye edilmiş. Yetiştirilmiş.
TERBİYET "Terbiye" kelimesinin Arabi okunuşudur.
TERBİYEVÎ Terbiyeli. Terbiye ile alâkalı.
TERBUB İşe vurulmamış davar.
TERCEMAN (Tercüman) Terceme eden. Bir dilden başka bir dile çeviren. * Birisinin veya bir şeyin maksadını anlatmaya, bir şeyi tasvir ve ifadeye vasıta olan.
TERCEME (Tercüme) Bir sözü bir dilden başka dile çevirmek. Bir lügatı, diğer bilinen lügata çevirerek anlatmak.("Elhamdülillah" bir Cümle-i Kur'aniyyedir. Bunun en kısa mânası, ilm-i Nahiv ve Beyan kaidelerinin iktiza ettiği şudur: $Yâni: "Ne kadar hamd ve medh varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hasdır ve lâyıktır O zât-ı Vâcib-ül-Vücuda ki, ALLAH denilir. " İşte, "Ne kadar hamd varsa", "El-i istigrak" tan çıkıyor. "Her kimden gelse" kaydı ise, "Hamd" masdar olup, fâili terkedildiğinden, böyle makamda umumiyeti ifade eder. Hem mef'ulün terkinde, yine makam-ı hitabide külliyet ve umumiyeti ifade ettiği için, "Her kime karşı olsa" kaydını ifade ediyor. "Ezelden ebede kadar" kaydı ise; fi'lî cümlesinden ismî cümlesine intikal kaidesi, sebat ve devama delâlet ettiği için, o mânayı ifade ediyor. "Has ve müstehak" mânasını "Lillâh" daki "Lâm-ı cer" ifade ediyor. Çünkü: o "Lâm", ihtisas ve istihkak içindir. "Zat-ı Vacib-ül Vücud" kaydı ise; vücub-u vücud, Uluhiyetin lâzım-ı zarurîsi ve Zat-ı Zülcelâle karşı bir ünvan-ı mülâhaza olduğundan, "Lafzullah" sair esmâ ve sıfâta câmiiyeti ve ism-i Azam olduğu itibariyle, delâlet-i iltizamiye ile delâlet ettiği gibi; Vâcib-ül Vücud ünvanına dahi, o delâlet-i iltizamiye ile delâlet ediyor.İşte, "Elhamdülillah" cümlesinin en kısa ve Ulemâ-yı Arabiyyece müttefekun-aleyh bir mânâ-yı zâhirîsi şöyle olursa, başka bir lisana o icaz ve kuvvetle nasıl tercüme edilebilir? M.)(Ehl-i ilhada kapılan ulemâ-üs-su', milleti aldatmak için diyorlar ki: İmam-ı A'zam, sâir imamlara muhalif olarak demiş ki: "İhtiyaç olsa, diyar-ı baidede, Arabî hiç bilmeyenlere, ihtiyaç derecesine göre; Fâtiha yerine Fârisî tercümesi cevazı var. "Öyle ise, biz de muhtacız, Türkçe okuyabiliriz?.."Elcevab: İmam-ı A'zam'ın bu fetvasına karşı, başta a'zamî imamların en mühimleri ve sair oniki eimme-i müçtehidîn, o fetvanın aksine fetva veriyorlar. Âlem-i İslâm'ın cadde-i kübrâsı, o umum eimmenin caddesidir; mu'zam-ı Ümmet, cadde-i kübrâda gidebilir. Başka hususi ve dar caddeye sevkedenler, idlâl ediyorlar. İmam-ı A'zam'ın fetvası, beş cihette hususidir:Birincisi: Merkez-i İslâmiyetten uzak diyar-ı âherde bulunanlara aittir.İkincisi: İhtiyac-ı hakikiye binaendir.Üçüncüsü: Bir rivayette, lisan-ı ehl-i Cennet'ten sayılan Fârisî lisaniyle tercümeye mahsustur.Dördüncüsü: Fâtiha'ya mahsus olarak cevaz verilmiş, tâ Fâtiha'yı bilmeyen namazı terketmesin.Beşincisi: Kuvvet-i imandan gelen bir hamiyet-i İslâmiye ile, maâni-i mukaddesenin, avâmın tefehhümüne medâr olmak için cevaz gösterilmiş. Halbuki, za'f-ı imandan gelen ve menfi fikr-i milliyetten çıkan ve lisan-i Arabîye karşı nefret ve zaaf-ı imândan tevellüd eden meyl-i tahrip sâikasıyla tercüme edip Arabî aslını terketmek, dini terk ettirmektir! M.)(Terceme: Bir kelâmın mânasını diğer bir lisanda dengi bir tâbir ile aynen ifade etmektir. Terceme aslın mânasına tamamen mutabık olmak için sarahatte delâlette, icmalde tafsilde, umumda hususda, ıtlakta takyidde, kuvvette isabette, hüsn-i edada, üslub-u beyanda, hâsılı ilimde, san'atta asıldaki ifadeye müsavi olmak iktiza eder. Yoksa tam bir terceme değil, eksik bir anlatış olmuş olur. Halbuki muhtelif lisanlar beyninde hutut-i müştereke ne kadar çok olursa olsun, herbirini diğerinden ayıran birçok hususiyetler de vardır.Onun için lisanî hususiyeti olmayıp sırf akl u mantıka hitab eden kuru ve fennî eserlerin kabiliyet-i ilmiyesi terakki etmiş olan lisanlara hakkıyla tercemesi kabil olduğunda söz yoksa da hem akla, hem kalbe yahut yalnız zevk ü hissiyata hitab eden ve lisan nokta-i nazarından edebi kıymeti ve zevk-i san'atı haiz bulunan canlı ve bediî eserlerin tercemelerinde muvaffakiyet görüldüğü nadirdir. (Elmalılı Tefsiri)
TERCEME-İ HÂL Hal ve hayatını anlatma. Biyografi.
TERCİ' (Rücu'. dan) Geri döndürme, geri çevirme. * Sesini yükseltmek.
TERCİ'-İ BEND f. Gazel şeklinde aynı vezinde yazılı manzumelerin "vâsıta" denilen bir beyti ile birbirine bağlanmış şekli. Vâsıta beyti tekerrür ederse terci-i bend; tebeddül ederse (değişirse) terkib-i bend olur. Bendlerin her birisine, terci-i bendlerde "terci'hâne"; terkib-i bendlerde "terkibhâne" denir. (Edb. L.)
TERCİÂT (Terci'. C.) Döndürmeler, geri çevirmeler.
TERCİB (C.: Tercibât) Ululama, tazim. * Meyvesi çok olan ağacın dalları altına destek koyma.
TERCİH Üstün tutmak. Bir şeyi diğerinden fazla beğenmek, fazla itibar etmek.
TERCİHÂT (Tercih. C.) Üstün tutmalar, tercihler.
TERCİH BİLÂ MÜRECCİH Hiç bir üstünlük sebebi yok iken birbirine eşit iki şeyden birisini diğerine üstün tutmak.
TERCİL Arıtmak. * Saçını tarayıp düzeltmek.
TERCİM (Recm. den) Taşlama. Taşlayarak öldürme. Recmetme.
TERCİYE Ümitli olma, umma.
TERDAD Tekrar.
TERDEST (C.: Terdestân) f. Eli işe yatkın, usta, mâhir.
TERDESTÎ f. Ustalık, el yatkınlığı, mahâret.
TERDİD Geri çevirmek, geriletmek. * Edb: Karşısındakini merakta bırakacak ve neticeyi sezdirmeyecek şekilde söz etmek. * İki ihtimâlle fikir anlatmak. Muhatabın beklemediği bir surette sözü bitirerek söze kuvvet vermek.
TERDİF (C.: Terdifât) (Redf. den) Peşinden ardı sıra yürütme.
TERDİFEN Arkasından yürüterek. Katarak.
TERDİYE (Ridâ. dan) Örtme. Örtü ile kapatma.
TERE' Dolu nesne. * Kötülüğe ve şerre koşan kimse.
TEREB Fakir olmak, fakirleşmek.
TEREBBU' Bağdaş kurup oturmak. * Dört bacaklı olmak.
TEREBBUH Sarkmak, sülpük olmak.
TEREBBÜB Fakirlik.
TEREBBÜL İkdam. *Cür'et.
TEREBBÜT Eğlenmek.
TERECCİ (Recâ. dan) Rica etme, yalvarma. * Ümidetme, umma.
TERECCUH Üstün olmak. Bir tarafa meyletme.
TERECCUH BİLÂ MÜRECCİH Bir şeyin kendi zâtında diğer şeye karşı bir üstünlük vasfı olmadığı hâlde, hiç sebebsiz üstün bulunması ki; böyle bir hal imkânsızdır, muhaldir.
TERECCÜF Deprenmek, hareket etmek.
TERECCÜL Paklanmak, temizlenmek. * Süslenmek, ziynetlenmek. * Saç ve sakal taramak. * Yayan yürümek. * Kuyu içine girmek.
TEREDDİ Gerilemek. Soysuzlaşmak. Aşağı düşmek. * Şal ve örtü örtünmek.
TEREDDÜD Kararsızlık. Bir mes'ele hakkında karar veremiyerek şüphede kalmak.
TEREDDÜDÂT (Tereddüd. C.) Tereddüdler.
TEREF İyi ve güzel yemek. * Yumuşaklık. * İnce, güzel şey.
TEREFFU' Yükseğe çıkmak. Yukarı kalkmak. * Fazlalaşmak.
TEREFFUÂT (Tereffu'. C.) Yukarı kalkmalar, yükselmeler.
TEREFFUK (Rıfk. dan) Tatlı dil ve güler yüzlülükle davranma. Yumuşaklıkla muâmele etme.
TEREFFÜH Refaha ermek. Bolluk ve rahatlık içinde geçinmek. Bolluğa kavuşmak.
TEREFRÜF Titremek. * şefkat göstermek.
TEREHHUS Müsaade, ruhsat bulma. * Ucuzlama.
TEREHHÜB Korku içinde olarak Allah'a sağlam kulluk etmek.
TEREHHÜM (Bak: Terahhum)
TEREK Eski Türk odalarına, insan boyu yüksekliğinde olmak üzere duvarlara boydan boya yapılan raflara verilen addır. Dükkânlarda eşya koymağa mahsus bölmeli raflara da terek denilir.
TEREKAT (Tereke. C.) Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler, terekeler.
TEREKE (Terike) Ölen bir kimsenin bıraktığı malların hepsi.
TEREKKÜB Birleşmek. Karışmak. İmtizac etmek. * Bir şeyin birkaç parçadan meydana gelmesi.
TEREKKÜN (Rükn. den) Rükünleşme, erkân sırasına geçme, erkândan olma. * Mânen kuvvet bulma.
TEREMMU' Deprenmek.
TEREMMÜD Yanıp kül olmak.
TEREMMÜL Dul kalma. (Kadının) kocası ölme.
TEREMRÜM Bir şey söyleyecekmiş gibi yapıp, söylemeyip kalma.
TERENNÜH (C.: Terennühât) Sarhoşluktan veya başka bir sebepten dolayı sendeliyerek yürüme.
TERENNÜM Güzel güzel anlatma. * Yavaş ve güzel sesle şarkı söyleme. * Ötmek. Musikîleşmek.
TERENNÜMÂT (Terennüm. C.) Terennümler. Güzel güzel anlatmalar. * Şarkı söylemeler. Ötmeler, musikîler.
TERENNÜMSÂZ f. Terennüm eden, şarkı söyleyen.
TERES t. Pezevenk manâsına gelen bir hakaret sözüdür. Hakaret için kullanılır.
TERESSÜB Dibe çökmek. Tortulanmak, ayrılmak. Durulmak. Süzülmek.
TERESSÜL Acelesiz olmak, yavaş yavaş yapmak. * Harflerin mâhreclerine ve medlerine riâyet etme.
TERESSÜM Resmedilme, resimlenme. * Bir şeyin geriye kalan nişâne ve eserlerine bakma. * Tedkik ve teemmül eylemek.
TEREŞŞUH (C.: Tereşşuhât) Terlemek, sızmak. Sızıntı. Sızıntı meydana çıkmak.
TEREŞŞUHÂT (Tereşşuh. C.) Terlemeler, sızmalar, sızıntı yapmalar. * Kulaktan gelme haberler.
TEREŞŞÜF Suyu emme.
TEREŞŞÜŞ Su saçılmak. * Islanmak.
TERETTÜB Sıralanmak. * Gerekmek. Lâzım gelmek. Netice olarak çıkmak. * Bir yerde aslâ kımıldamak, bir vecih üzere sâbit ve pâyidar olup durmak. * Zuhura gelmek. * Muayen sebeblerin, muayyen ve mukannen olan neticeler vermesi.
TERETTÜL Zâhir olmak, görünmek.
TERETTÜM Bir şeyi unutturmamak için parmağa iplik bağlama.
TEREVVİ Tefekkür etmek, düşünmek.
TEREVVU' Korkma.
TEREVVUH Bir şeyden koku alma. * Mütegayyer olmak, rengi ve tadı değişmek.
TEREYY Açık olmak.
TEREYYÜB Cem'olmak, toplanmak, birikmek.
TEREZZÜN Vakar gösterme.
TERFEND (Terfende) f. Turfanda. Mevsiminden önce yetiştirilmiş meyve veya sebze.
TERFİ' Yükselme. Yukarı kaldırma. İ'lâ etme. * Talebenin sınıf geçmesi. * Rütbe alma. Rütbe verme.
Dostları ilə paylaş: |