Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə166/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   162   163   164   165   166   167   168   169   ...   181

TERFİAN Rütbesi yükseltilerek, rütbe alarak, terfi ederek.

TERFİÂT (Terfi'. C.) Terfiler. Rütbe vermeler. Rütbe almalar. * Yukarı kaldırmalar, yükseltmeler.

TERFİE Dirlik düzenlik temennisinde bulunma. * Sevindirme.

TERFİH Ferahlandırma. Refaha erdirme. Rahat ve bollukla yaşamasına sebeb olma.

TERFİH Evlenen kimseye "Allah hüsn-ü imtizac eylemek nasibetsin" diye duâ etmek.

TERFİK (Refik. den) Birinin yanına katma. Arkadaş etme.

TERFİKAN Birinin yanına katarak. Arkadaş ederek.

TERFİL Ta'zim. * Uzatma.

TERFİŞ Görmek.

TERFİYE Sevindirmek. * Rahat etmek.

TERGİB Şevklendirme, ümidlendirme. Rağbet verdirme. İsteklendirme.

TERGİM Yere sürtme. * Zelil etmek, hor ve hakir etmek. Rezil, kepaze etmek.

TERGİM-İ ENF Burnunu yere sürtme.

TERGİS Mal çoğaltmak.

TER-HANE f. Tarhana.

TERHİB (C.: Terhibât) Hal hatır sorma.

TERHİB Korkutmak. Fazla korkutmak.

TERHİBÂT (Tehrib. C.) Çok korkutmalar.

TERHİBAT (Terhib. C.) Hal ve hatır sormalar.

TERHİBEN Korkutmak suretiyle, korkutarak.

TERHİK Misafiri çoğaltmak.

TERHİL Göç ettirme, göçtürme, nakletme.

TERHİM Yumuşatmak.

TERHİM Atmak. * Kolaylaştırmak, âsân etmek. * Deveyi sebepsiz kesmek. * Yumuşak ve ince etmek. * Bir ismi kısaltma.

TERHİN Rehin verme. Emanet bırakma.

TERHİNE f. Tarhana.

TERHİS Askeri sivil, serbest hayata geçirmek. İzin ve ruhsat vermek. Serbest bırakmak.

TERHİSÂT (Terhis. C.) Terhisler.

TERHUK Yıldıramak, parıldamak. * Sallanmak. * Tekebbürlük etmek, gururlanmak.

TERİ' Garip kişi.

TER'İB Çok korkutma.

TE'RİB Kuvvet verme, sağlamlaştırma. * Çoğaltma.

TER'İB Kavum dilimi. * Ekmek dilimi.

TERİBE (C.: Terâyib) Göğüs.

TERİBE Parmak ucu. * Bir ot cinsi.

TERİD Yağla ıslanmış ekmek.

TER'İF Burnundan kan almak.

TE'RİK Gece uykusuz bırakma.

TERİK Muharebe vaktinde başa giyilen miğfer.

TERİKE (C.: Terâyik) Evlenmeyip evde kalmış olan kız. * Deve kuşunun yabana bıraktığı yumurta.

TERİM Fransızca olan "Terme" kelimesinden uydurulmuştur. "Istılah" veya "tabir" yerinde kullanılır.

TE'RİS Kandırma. * Ateş yakma. * Fitne düşürme.

TER'İS Titremek.

TER'İŞ Titretme. Titretilme.

TE'RİŞ Bozmak. Fitne çıkarmak.

TERK Bırakma, salıverme, vazgeçme. * Boşama. Bakmama. İhmal etme.

TERK-İ EDEB Saygısızlık, edebsizlik, hürmetsizlik.

TERK-İ EVTAN Vatanlarından ayrılma, vatanlarını terk etme.

TERK-İ HAYAT Ölme. * Ölüm, vefât.

TERK-İ MÂSİVÂ Allah'tan gayrısını terk etmek. Allah rızası olmayan işlerden, fâni ve fena dünya işlerinden vazgeçip Allah rızasına yönelmek. Kalbinde Allah sevgisi ve muhabbetinden daha ileri bir sevgi bırakmamak.

TERK-İ TERK Ucbe ve fahre girmemek için terkettiklerini de düşünmemek.(Der tarîk-i Nakşbendî lâzım âmed çâr terk: Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk. M.)

TERKEND(E) f. Yalan, hile, kizb.

TERKEŞ f. Ok mahfazası, ok kuburu, sadak.

TERKIYE Yüce etmek. Yükseltmek.

TERKİ' (Rık'a. dan) Yamama. Yama yapma. Yama vurma.

TERKİB Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek. * Birbirine karıştırılmış maddeler. * Gr: Terkib-i nâkıs ve terkib-i tam olarak iki kısma ayrılır. Terkib-i nâkıs: Cümle kadar olmayan terkiblerdir. Terkib-i tam ise; bir cümleden ibarettir. Birbirine eklenen kelimelere terkib denir. Bunlar bir ismin veya sıfatın benzerleri arasında belirtilmesi için başına getirilen isim veya sıfatla birlikte meydana gelir. Meselâ: Bahçenin duvarı. Kırmızı çiçek... Bu cümleden birincisine "isim terkibi" veya "terkib-i izâfi" denir. İkincisine "Sıfat terkibi" veya "terkib-i tavsifî" denir. (Bak: Muzaf)

TERKİB-İ BEND Edb: Birkaç bendden meydana getirilmiş manzumenin hususan gazel şekli olup müteaddit manzumeler birer beytle birbirine bağlanmıştır. (Bak: Terci'-i bend)

TERKİB-İ KIYAS Bir davayı isbat için delil arayıp bulma usulü.

TERKİB-İ MEZCÎ İki veya daha fazla kelimeden meydana gelen ve bir isme delâlet eden isim. " Baalbek, Kırıkkale, Tahtakurusu" kelimelerinde olduğu gibi.

TERKİBAT (Terkib. C.) Terkipler. Birkaç şeyin karıştırılmasıyla meydana gelen şeyler.

TERKİBAT-I NİSBET-İ HAFİYE Gizli düşünce ve tasavvurlardan meydana gelen terkibler.

TERKİH İşi salâha getirmek.

TERKİK İnce ve nazikâne sesle anlatma, mânası kinaye yollu olma. * Tecvidde: Harfi ince okumak. * Bir kimseyi köle veya cariye etme. * Yumuşatma. * İnceltme. (Bak: Murakkik)

TERKİK Zayıflatma. Lisanı veya ibareyi kusurlu ve bozuk kullanma.

TERKİL Ayağıyla veya tırnağıyla vurmak.

TERKİM Rakamlamak, rakam koymak. * Nişan eylemek. * Yazma. * Yarma.

TERKİN Belli bir saatte ve yerde buluşma için sözleşme.

TERKİN Boyama, yazma. * Bozulma, bozma. Çizme, silme.

TERKİN-İ KAYD Kaydını silme, defterden çıkarma.

TERKİS (Raks. dan) Oynatma, raksettirme. * Döndürmek.

TERKİŞ (C.: Terkişât) Edb: Kelimeyi güzelleştirme, kelimeyi süsleme. * Nakışlama, süsleme.

TERKİZ (Rekz. den) Dikme. Mıhlama, saplama.

TERLİYE Akılsız yapmak.

TERMİD Gül renkli olmak. * Gül etmek. * Bir nesneyi gül içinde bırakmak.

TERMİK Fr. Sıcaklıkla alâkalı. Hararetle ilgili.

TERMİL Kana boyamak. * Kan gibi kırmızı yapmak.

TERMİM (C.: Termimât) Onarma, tamir etme. * Kırık kemikleri iyi etme.

TERMOS yun. İçine konulan sıvının sıcaklık veya soğukluğunu uzun müddet muhafaza edebilen kap.

TERNİK Bir nesneye bakıp durmak. * Gözün zayıflaması.

TERNİN Öttürmek.

TERÖR Fr. Yıldırma, tedhiş, korkutma. Anarşi.

TERR Vurmak. * Kesmek. * Uzak olmak.

TERRAS Kalkan kullanan. Kalkancı.

TERS f. Korku.

TERSA (C.: Tersâyâ) Hristiyan. İsevi.

TERSABEÇE (C.: Tersabecegân) f. Hristiyan çocuğu.

TERSAN f. Korkak, korkan.

TERSANE f. Gemi yapılan ve tamir edilen yer.

TERSAYAN (Tersâ. C.) Hristiyanlar. İseviler.

TERSENGİZ (Ters-engiz) f. Korkutan, korku veren.

TERSİ' Oymacılık. * Mücevherler takarak süslemek. * Edb: Bir beyti teşkil eden mısralar ile bir fıkrayı terkib eden cümlelerdeki lâfızları vezin ve kafiye itibari ile birbirine uygun olarak tertib etmektir. Külfetli ve gayr-ı tabii bir usuldür. Meselâ: Merhum Namık Kemâlin:Ecza-i beşer câlib-i te'cil-i fenadır.İbka-yı eser mucib-i tahsil-i bekadır. beyti tersi'ye misaldir.

TERSİB Tortulaştırma, tortu halinde biriktirme. Tortusunu durultma.

TERSİL Secisiz nesir yapmak. (Bak: Tertil)

TERSİM Resmini çizmek. Resmedilmek. Resmini yapmak.

TERSİMÎ Resimle alâkalı ve resme dair. Grafik.

TERSİN Süzmek.

TERSNAK f. Korkak, korkan.

TERŞİF Yudumlama. Yudum yudum içme.

TERŞİH (C.: Terşihât) Süzme, sızdırma. * Besleyip eğitme, terbiye etme. * Edb: Sözü özlü söyleme. * Tezyin etmek, süslemek.

TERŞİŞ (Reşş. den) Saçma, serpme.

TERTERE Depretmek, harekete getirmek, tahrik etmek.

TERTİB (C.: Tertibât) Tanzim etme. Dizme, sıralama, düzene koymak. * Tedarik edip hazır ve müheyya kılmak. * Bir şeyi bir yere sabit ve pâyidar kılmak. * Mertebelere göre davranmak. * Hile ile aldatma.

TERTİB-İ MUKADDEMÂT Bir neticenin meydana gelmesi için lâzım olan sebeplerin sıralarına göre tertib edilmesi. Bir neticeye varılması için sırasıyla riayet edilmesi icab eden sebebler.

TERTİBÂT (Tertib. C.) Düzen, düzenleme. * Karşılayıcı hazırlıklar.

TERTİBÂT-I MUKADDEME Başlangıçtaki sıralamalar, tertib ve düzenler.

TERTİBKERDE f. Düzenlenmiş, sıraya konmuş, tertib edilmiş.

TERTİBSÂZ f. Düzenleyen, sıraya koyan, tertib eden.

TERTİL Muvafık ve yerli yerinde, güzel, uygun ve lâtif konuşmak. * Düşüne düşüne, yavaş yavaş, anlayarak okumak. Beyan eylemek ve âşikâr kılmak. * Kur'an-ı Kerim'i usul ve kaidesine göre, acele etmeksizin dura dura anlaya anlaya okumaktır. Kur'an-ı Kerim tertil üzere nâzil olmuştur.

TERTİL Saçı yağlamak. * Tartmak, ölçmek.

TER Ü TAZE f. Çok körpe, çok taze. Pek lâtif.

TERVİB Sütü yoğurt yapmak. * Sütün yoğurt olması.

TERVİC Revaç vermek. Değerini arttırmak. * Müsait karşılamak. Kabul ettirip, geçerli kılmak.

TERVİE Evmeyip tefekkür etmek. Acele etmeyip düşünmek.

TERVİH (C.: Tervihât) Râyiha verme. Kokutma. Kokusunu artırma. * Rahatlandırma.

TERVİHA (C.: Teravih) Teravih namazının her dört rekatı. * Teravih namazının her dördünden sonra oturmak.

TERVİK Durultma, süzme, saflaştırma.

TERVİL Yağlı ekmek. * Ekmeği yağ ile ovmak.

TERVİYE Su verme, sulama, suya kandırma. * İyiden iyiye ve derin derin düşünme.

TERVİZ Bir yeri çayır çimen yapmak.

TERYE Az gizli. * Kadınların hayızdan arınıp guslettikten sonra sarılık ve bulantıdan gördüğü nesneler.

TER-ZEBAN f. "Yaş dilli". Hazırcevap. * Kalem.

TERZİK Rızık verme, besleme. Rızık için verip yedirme. Nasibdâr kılmak.

TERZİL Rezil etme. İtibarını kırma.

TERZİZ Kâğıda nişan ve alâmet etmek, işaret koymak.

TESABUK Yarış etme. Müsabaka.

TESABÜR Bir şeyi sürekli olarak yapmak. Bir şeye devam üzere çalışma.

TESACÜL Fahirlenmek gururlanmak, kibirlenmek, tefahur.

TESADÜF Rastgelme. Bir şey kendiliğinden olma. Tedbirsiz meydana gelme. (Bak: Delil-i inayet)

TESADÜFEN Tesadüf olarak, rastgele.

TESADÜFÎ Rastgele. Tesadüf olarak. Tedbirsiz meydana gelmek suretiyle.

TESADÜM Vuruşma. Şiddetle çarpışma.

TESADÜM-Ü EFKÂR Fikirlerin çarpışması. Münazara.(Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise: Maksadda ve esasta ittifak ile beraber, vesâilde ihtilâf eder. Hakikatın her köşesini izhar edip, hakka ve hakikata hizmet eder. Fakat tarafgirane ve garazkârane firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfuruşluk, şöhretperverâne bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan "bârika-i hakikat" değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü maksadda ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telâkisi bulunmaz. Hak nâmına olmadığı için, nihayetsiz müfritane gider. Kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hâl-i âlem buna şahittir. M.)

TESAFFUH Safha safha nazar etme. Bir bir bakma, teemmül etme.

TESAFUH Elele tutuşma.

TESAFÜN Lâzım olmak, icab etmek.

TESAGUR Küçük görünme, küçülme.

TESAHHUB Nazlanmak.

TESAHHUN (C.: Tesahhunât) Isınma, kızma.

TESAHHUR (C.: Tesahhurât) Zevklenip alay etme. * Aleme gülünç olma. Maskara olma.

TESAHHUR Seher vaktinde kalkmak. * Sahur yemek.

TESAHSU' Döndürmek.

TESAHUB Sahip çıkma, benimseme. * Koruma. * Arkadaşlık etme.

TESABUHÂT (Tesâhub. C.) Korumalar, sâhib olmalar. * Arkadaşlıklar.

TESAHÜL Yumuşak davranma. Rıfk ve mülâyemetle tatlı muamele etme. * Gaflet ve ihmal etme.

TESAKKU' Bir bâtıl nesneyi çekişmek.

TESAKKUB (C.: Tesakkubât) (Sakb. dan) Delme, delinme. * Zâhir olmak, görünmek. * Parlamak, ruşen olmak.

TESAKKUF Zafer bulmak.

TESAKUL Ağırdan alma, oyalanma, tembellik etme.

TESAKUT Birbiri ardınca düşmek. Birbirini düşürmek. Düşüşmek.

TESAKUTAN Ardı ardına düşerek. Karşılıklı düşürmek suretiyle.

TESAKÜR Sarhoş olmak.

TESALLÜB (Bak: Tasallüb)

TESALUH Sağır gibi görünme.

TESALÜF (Self. den) İki kadın birbiriyle elti veya iki erkek birbiriyle bacanak olma.

TESALÜM Sulh edişmek, barışmak.

TESAMU' İşitmek. Bir sözü birbirinden duymak.

TESAMUH Hoş görme. Hoş görürlük. Birbirine kolaylık gösterme. Kayıtsız olma. Gaflet etmek. * İhmal etmek.

TESAMUHAT (Tesâmuh. C.) Hoş görmeler, müsâmahalar. * Dikkatsiz ve kayıtsız davranmalar.

TESAMUM Sağır görünme. * Sağırlaşma.

TESANİF (Tasnif. C.) Eserler, kitaplar.

TESANÜD Karşılıklı yardımlaşma. Birbirine istinad etme.

TESARU' Güreşme. Birbiriyle güreş etme.

TESARUF Emir ve hükmetme.

TESA'SU Çok yaşlanmak. * Artık gün geçirmek. * Bir nesnenin ekserisinin geçmesi.

TESATÜL Ulaşmak, varmak.

TESAUD (C.: Tesâudât) (Suud. dan) Yukarı çıkma.

TESAUF Muvâfakat etmek, uymak, anlaşmak.

TESAÜB Esneme. * Gaflette bulunma. Boş bulunma.

TESAÜL Birbirine sual etme, soru sormak.

TESAVİ İki şeyin birbirine denk olması. Birbirine müsavi ve misil olmak. İki taraf da aynı ve bir derecede bulunmak (Tesâvi-i tarafeyn de denir.)

TESAVİ-İ KUVÂ Kuvvetlerin müsaviliği, eşitliği.

TESAVİR (Tasvir. C.) Tasvirler.

TESAVÜB Esnemek. * Gafil olmak, gaflette bulunmak.

TESAVÜB Sövmek, sövüşmek.

TESAVÜK Yürek zayıflığından eğilip sendelemek.

TESAVÜM Alış-verişte birbirine mukavele yapmak, anlaşmak.

TESAVÜT (Ot) katı olmak.

TESAYÜF (Seyf. den) Kılıçla vuruşma.

TESAYÜL Suyun revân olup akması.

TESAYÜR Bir uğurdan gitmek.

TESBİ' (Seb'. den) Yediye çıkarma, yedileme. * Bir şeyi yedi parça yapma.

TESBİAN Yediye ayırmak suretiyle, yediye ayırarak.

TESBİD Kıl yolmak. * Yağlanmayı terk etmek.

TESBİH Sübhânallah demek. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) şânına lâyık ifadelerle yâdetmek. Yâni: Allah'ın zâtında, sıfâtında ve ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifade etmektir. (Bak: Sübhan)

TESBİH Tahfif etmek, hafifletmek. * Derin uyumak.

TESBİH Dâim olmak, süreklilik. * Bir kimseyi hayatında sena edip övmek.

TESBİHAT (Tesbih. C.) Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) sıfatına lâyık ifadelerle yâdetmeler.

TESBİHFEŞAN f. Çok çok tesbihat yapan, tesbihat ifade eden.

TESBİHHAN f. Tesbih eden, tesbih okuyan.

TESBİK (C.: Tesbikat) (Sebk. den) Eritip kalıba dökme.

TESBİL (Sebil. den) Bir şeyi Allah rızası için vakfetme, Allah yoluna bağlama. * Yolcu etme, yola çıkarma. * Yol gösterme. * Kesme.

TESBİT Sağlam olarak yerleştirme. Yerinden kımıldayamaz hâle getirme. * Bir şeyin aslını kat'i olarak bulma.

TESCİ' Edb: Nesirde kafiye kullanmak. Cümleleri kafiyelendirmek.

TESCİF Bir şeyi örtme.

TESCİH (Eşek) dişiyle bir yerini tutup ısırmak.

TESCİL Sicile geçirme, deftere kaydetme. * Sağlamlaştırma.

TESCİLÂT (Tescil. C.) Kütüğe geçirmeler, sicile geçirmeler.

TESCİN (Sicn. den) Hapsetme, zindana koyma.

TESCİR Tennur yakmak. * Denizi kurutmak. * Boşaltmak ve doldurmak. * Ağlayarak çağırmak.

TESCİYE (Seciye. den) Üstün ahlâk kazandırma. * Bir nesneyi örtmek.

TESDİD (Sedd. den) Hayırlı işe doğru yöneltme. * Doğrultma, doğrultulma.

TESDİS (C.: Tesdisât) (Süds. den) Gazelin her beytine dörder mısra ilâve ile onu müseddes (altı mısralı) hâline getirmek.

TESDİYE Çulhaların bez çözmeleri.

TESEBBÜB (Sebeb. den) Sebeb olmak.

TESEBBÜBEN Sebep olma suretiyle.

TESEBBÜT (Sebat. dan) Sebat gösterme, dayanma, sabretme, direnme. * Bir nesneye yapışmak. Tevakkuf.

TESEBBÜT Eğlenmek, oyalanmak. Geç gelmek.

TESEBBÜT Rahatlık. * Sâkin olmak.

TESECCU' Kuşların cıvıltıları. * Seci' yapmalar.

TESECCÜD (Secde. den) (C.: Teseccüdât) Secde etme, secdeye kapanma.

TESEFFÜH Sefihleşme. * Mütegayyer olmak, değişmek. * Akılsızlık etmek.

TESEFFÜL Örtme. * Aşağı sarkma. * Bayağılaşma, aşağılaşma.

TESEFSÜF Yaramaz olmak.

TESEHHUB Bulutlanma.

TESEHHUR Sahur yemeği yeme. (Bak: Sahur)

TESEHHUR Alay etme, maskaraya alma.

TESEHHURKÂR Maskara.

TESEHHÜD Uyanıklık.

TESEHHÜR (Sehr. den) Gece uyumayıp uyanık kalma.

TESEKKÜN (Sükûn. dan) Yatışma, sükûn bulma. * Miskin ve fakir olma.

TESEKKÜN-İ DERYA Denizin sâkinleşmesi.

TESEKKÜN-İ NİZA' Kavganın yatışması.TESEKKÜR : Sarhoş olma. * Şeker hastalığı. * Şeker hastalığına tutulma.

TESELLİ Avunma. Kederli ve gamlı olan bir kimseyi söz ve nasihatle ferahlandırma.

TESELLİ-ÂMİZ Teselli verici, avutucu, avundurucu.

TESELLİ-PEZİR f. Avutulabilir, avundurulabilir.

TESELLİ-YÂB f. Avunan, avutulan, teselli bulan.

TESELLU' Ahmak olmak.

TESELLUH (Silâh. dan) Silâhlanma, silâh kuşanma.

TESELLUK Yüksek yere, duvar üstüne çıkma. * Sırt üstü uyuma.

TESELLÜB Soyunma. * Kocası ölen kadının, zinetli elbisesini çıkarıp, matem elbisesini giymesi. (Bu iyi bir âdet değildir.)

TESELLÜL İnsanlar içinden sıyrılıp çıkma. * Verem hastalığına yakalanma.

TESELLÜM Teslim edilen şeyi tekrar teslim alma. * Verilen bir şeyi alıp kaydetme. * Teslim olma. * İslâm olma.

TESELLÜM Çentik çentik olma, diş diş olma. Gedik olma. * Ağzını yaşmaklama.

TESELSÜL Zincirleme. Zincir gibi birbirine bitişik kısımlar olma. Silsile peyda etme. * Ulaştırma. * Man: (Bak: Delil-i ihtira)

TESELSÜL-Ü İLEL İlletlerin zincirleme devam etmesi. Sebeblerin teselsülü.

TESELSÜLÂT (Teselsül. C.) Zincirlemeler. Zincirleme gitmeler.

TESEMMİ Bir şahsa veya kabileye müntesib olma. * Bir isimle isimlenme.

TESEMMUH Cömertlik etmek.

TESEMMÜM Zehirlenmek.

TESEMMÜMÂT (Tesemmüm. C.) Zehirlenmeler.

TESEMMÜN (Semen. den) şişmanlama, semirme.

TESENBÜL Sümbülleşme, sümbül verme.

TESENNİ İki kat olma, eğilip bükülme.

TESENNÜH Küflenme.

TESENNÜM Ufak olmak. * Yerden iki üç karış yüksek olmak. * Hörgüç üstüne binmek.

TESENNÜN Halinden dönmek. * Üzerinden yıl geçmek. * Yaşlı olmak, yaşlanmak, ihtiyarlamak. * (Sinn. den) Diş çıkarma.

TESERBÜL Gömlek giymek.

TESERRİ Cariye alma, odalık edinme.

TESERRU' (Sür'at. den) Koşma. Çabuk davranma.

TESERRUT Yutmak.

TESERVÜL Don giymek.



TESE'SÜ' Korkmak.

TESETTÜR Kapanıp gizlenme. Örtünme. * Fık: Kadınların ve erkeklerin başkasına, nâmahremlere vücutlarının haram kısımlarını örtüp göstermemeleri.(Kur'an merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için haya perdesini takmasını emreder. Tâ hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Alet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir meta hükmüne geçmesinler. Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın - erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki, açık - saçıklık, samimi hürmet ve muhabbeti izale edip ailevi hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki, merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrip eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrip eder. S.)(Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nâzik ve seri'-üt teessür olduğundan; maddeten te'siri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hatta iştiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa'da çok kadınlar, bu dikkat-ı nazardan sıkılarak "Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar" diye polislere şekva ediyorlar. Demek medeniyetin ref'-i tesettürü, hilâf-ı fıtrattır. Kur'ân'ın tesettür emri fıtri olmakla beraber; o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediyye olabilen kadınları tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevi esaretten ve sefâletten kurtarıyor. L.)(Her müslüman için avret mahallerini örtecek, kendisini sıcaktan, soğuktan koruyacak miktar elbise giymek farzdır. Bu elbisenin etekleri, erkeklerde bacakların yarısına kadar; kadınlarda ayakların yüzlerine kadar uzamalıdır. Kolları da parmak uçlarına kadar uzun bulunmalıdır. B.İ.İ.)(İhticab ve mesturiyetin "yani, perdelenme ve örtünmenin" nev'i ikidir. Biri: hane içinde ihticabdır ki, kadın kısmı evi içinde zevcinin ve mahremlerinin gayriye muhalit (Yani beraber ve birarada) olmamak ve görünmemektir. Diğeri: Hane dışında ihticabdır ki, kimseye görünmemek üzere yüzünü ve başdan aşağıya kadar bütün endamını (vücudunu) ve hatta libasını (yani: Evde giydiği elbisesini) örtmek ve gizlemektir. Bunun zıddına tekeşşüf (açılma) ve bunun da ifratına tebezzül (yani, ayak altına düşmüş ve herkesin oyuncağı olmuş derecede kıymetsiz ve mübtezel olmak) tabir olunur.Kadınlar tekeşşüfden ve tebezzülden ve ricalin (erkeklerin) iştahlı gözlerine, dar örtülerle arz-ı endam etmekten memnu'durlar. Yüzlerini ve ellerini hatta ayaklarını, namazda açık bulundurabilirler. Velâkin zaruret olmadıkça mahrem olmayana bunları (yani; yüzlerini, ellerini ve ayaklarını) dahi gösteremezler. Sokakta yüz açmak ve libasın (yani, evde giydiği elbisenin) kolunu veya eteğini örtüden (yani cilbabdan ve çarşaftan) çıkarmak, şeriatın emrine muhaliftir. İhticab (tam örtünmek) emr-i Kur'anîdir. Onda (örtünmede) tehavünün (yani, örtünmede lâkaydlık ile hassasiyet göstermemenin) vebali büyüktür. Yüz mahrem değildir tâbiri, salât (namaz) hakkında olmaktan gayride galattır. (yani: Yüz, namaz dışında mahremdir, örtülmelidir.)Sure-i Celile-i Ahzab ile inen hicab (örtünme) âyetinde: Açık-saçıklık, nehiy (haram) ve kadınlar erkekle ihtilattan (karışık bulunmaktan) men' olunarak örtü altında siyanet kılındılar. (yani, muhafaza altına alındılar.) Ziynetlerinden mâdud olan libasları (yani, süs eşyası kabul edilen evde giydikleri elbiseleri) dahi erkeklerden örtünmeye mecbur olarak (yani: Kadınlara emredilerek) bürgü ve çarşaf içinde bulundular ve yüzlerine peçe çekip yalnız gözlerini açık bulundurdular.) (Ni'met-ül İslâm'dan)(Kızlar ve kadınlar baştan aşağıya kadar örtündükten başka, yürürken de edeb-i vakar ile yürüsünler. Örtüp gizledikleri sun'î veya hılkî zinetleri bilinsin diye bacak oynatıp, ayak çalmasınlar. Çapkın yürüyüşle nazar-ı dikkati celbetmesinler.) (Elmalılı Tefsiri, Sure: 24, Ayet : 31)(Tesettür etmeyip de bütün güzellik ve süspüsleriyle kendini yabancı gözlere vaz' ve teşhir eden bir kadın tabiîdir ki; istiklâl ve hürriyetini ve vakar ve izzetini muhafaza edemez. O.S.) (Bak: Avret)

TESETTÜR-Ü NİSVAN Kadınların örtünmesi.

TESE'ÜL (Sual. den) Dilenme, dilencilik etme.

TESEVVİ Düzeltme, tesviye etme, düzleme.

TESEVVÜB (Sevâb. dan) Sevap kazanma, sevaplanma. * Farz olan namazdan sonra nâfile namaz kılma.

TESEVVÜK Misvak yapmak.

TESEVVÜL Galip olmak, yenmek.

TESEVVÜR Kadının çok doğurucu olması.

TESEVVÜR Yüksekten aşağı inmek.

TESEYYÜB (Seyyib. den) (Kadın) dul kalma.

TESEYYÜB Üşenme, kayıtsızlık, tembellik.

TESEYYÜD Yükseltme. * Sağlam olma.

TESFİ' Sıcağın, insanın yüzünü yakması.

TESFİD Kebap yapmak için eti şişe dizme.

TESFİF Dövüp ezme, toz haline getirme.

TESFİH (Sefahet. den) Sefih görme, sefih sayma. Akılsız, müsrif ve eğlenceye düşkün addetmek.

TESFİL (C.: Tesfilât) (Süfl. den). Aşağılaştırma, sefilleştirme, bayağılaştırma.

TESFİR (Sefer. den) Yolcu etme, yola çıkarma, sefere gönderme.

TESHİK Ezme, dövme, döğerek ezme.

TESHİL Öksürtme.

TESHİL (C.: Teshilât) Kolaylaştırma. Zorluğa âit şeyleri kaldırma.

TESHİLAT (Teshil. C.) Kolaylıklar.

TESHİLEN Kolay olmak üzere.

TESHİM Nakışlı etmek, nakışlamak.

TESHİM Yüzüne kara vurmak.

TESHİN Isıtmak, soğukluğunu gidermek.

TESHİNÂT (Teshin. C.) Isıtmalar, kızdırmalar.

TESHİR Büyüleme, sihir yapma, aldatma. * Yemek ve içmeğe muhtaç etme.

TESHİR Zaptetme, hâkim olma, zorla ele geçirme. * İtaat ettirme. * Hakir ve zelil etmek.

TES'İD Tebrik etme, saadetlendirme. * Sevinç ve sürur ile bayram yapma.

TE'SİF Sacayak üstüne çömlek koymak.

TE'SİL Tez etmek. Sür'atli yapmak.

TE'SİL Sermaye vermek. * Asıl etmek.

TE'SİM Günah işledin demek. Bir kimsenin günahkâr olduğunu söylemek.

TE'SİN Tağyir etmek, değiştirmek.

TE'SİR Bir şeyde eser ve nişane bırakma. * Vasıfları ve halleri değiştirme. * İşleme, dokuma, iz bırakma. * İçe işleme. * Kederlenme.(Esbaba te'sir-i hakiki verilmemiş. Vahdet ve celâl öyle ister. Lâkin mülk cihetinde esbab dest-i kudrete perde olmuştur. İzzet ve azamet öyle ister. Tâ, nazar-ı zâhirde, dest-i kudret mülk cihetindeki umûr-u hasise ile mübaşir görülmesin. M.)(Kevn ve vücud sahasında durup, ahval-i âleme dikkat eden adam, hadsî bir sür'atle anlar ki: Te'sir ve fâiliyet lâtif, nurani, mücerred olan şeylerin şe'ni olduğu gibi; infial, kabiliyet, teessür de maddi, kesif, cismani şeylerin hassasıdır. Evet misal olarak semadaki nur ile yerdeki şu kocaman dağa bak. O nur semâda iken ziyâsiyle yerde iş görür, faaliyettedir. O dağ ise, azametiyle beraber faaliyetsiz yerinde oturuyor. Ne bir tesiri var ve ne de bir fiili var.Ve keza, eşya arasında vukua gelen fiillerden anlaşılıyor ki, hangi bir şey lâtif, nurani ise, sebep ve fâil olmaya kesb-i liyakat eder. Kesafeti nisbetinde de infial ve müsebbebiyet mertebesine yakışıyor. Bundan anlaşılıyor ki, esbab-ı zâhiriyenin Hâlikıyla, müsebbebatın mucidi, ancak ve ancak Nur-ül-Envar, Sâni-i Ezelî'dir. M.N.)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   162   163   164   165   166   167   168   169   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin